Hayatımızın Değeri

Hayatımızın Değeri

Category : Kişisel Bloglar

”Taptuk Emre, getirdiği düzgün odunlara bakarak Yunus’a sorar : “Dağda hiç eğri odun kalmamış mı?”  Yunus bu soruya şöyle cevap verir : “Dağda eğri odun çok; lâkin senin kapında odunun bile eğrisi yakışmaz!” Bizler bir Yunus değiliz ama yaşamımızın içindeki eğriliklerini düzeltmeye başlayarak ve bizden sonra gelecek nesillere örnek olarak düzeltme babında küçükte olsa bir adım atabiliriz. Bizler Allah’ın en büyük şah eseriyiz. Dağların bile titreyip kabul etmediğini kabul eden ve yeryüzüne halife kılınanlarız. Bu yüzden bizlerin kapısına da eğri odun yakışmaz.

Günlerimizi, zamanımızı yaşadıklarımızı farkında olmadan heba ediyoruz. Üzücü ve bir o kadar da doğru bir sitem. Konu o kadar geniş bir yelpazeye sahip ki sayfalarca yazsak bile sebeplerini bitiremeyiz. Teknolojik gelişmelerin yanlış kullanımı, unutulan dostluklar, unutulan insanlık… say say bitmez.
Dün bitti, bugün hala devam ediyor, yarın olmayabilir… Peki bu süreçte bizler neler yapıyoruz ? Bizi yaradan neden yarattı? Her bir zerresi ayrı bir hayranlık uyandıran vücudumuzla neye hizmet ediyoruz ?
Zaman ve hayat sonsuz bir kaynak değildir. Misafir olduğumuz bu gurbette amacımızı ve benliğimizi unutursak, bu deniz bizi yutar. Her saati, dakikası, saniyesi ve salisesi bizlerden bir parça alıyor olmasına rağmen yerimizde saymaya ve aklı olmayan bir varlık gibi yaşamaya devam mı edeceğiz ?
Canlı bir varlık olmayan güneş her sabah doğup vazifesini yerine getiriyor. Ağaçlar aklı olmamasına rağmen yaşam aracımızı oksijenimizi üretiyor. İnekler, keçiler… aklı olmamasına rağmen vazifesini yerine getirip bizlere besin kaynağı oluyor. Peki ya insan? Akıl sahib iolan insan neden aldanmışlık içinde olup değer bilmiyor ve değer vermiyor?
Kendini tanımak ve tamamlamaktan geçiyor her şey…
Yaşadıklarımız ve yaşattıklarımızla hem kendi hayatımıza hem de bulunduğumuz topluma bir değer katabilir ve örnek olup yön verebiliriz.  ”Ben mi? ” diyen sesinizi duyuyorum ve ” Evet sen! ” diyorum.
Başımızı yastığa koyduktan sonra teşekkürümüze sebep olan yaşananları, pazardan dönen yaşlı bir bayanın poşetlerini evine kadar taşımanın vereceği vicdani rahatlamayı, aldığı çikolataya parası çıkışmayan çocuğun parasını tamamlamayı, dilenmek yerine tezgah açıp sebze satan 80 yaşındaki Ayşe nineden alışveriş yapmanın vereceği duyguyu… say say bitmeyecek güzelliklerle dolu hayat. Hem bize hem de çevremizdekilerine yaşatmak için heybeleri dolup taşıracak binlerce sebep. Haydi durma! Önce tebessüm et ve başla. Sonsuz düzlemde yapman gerekenleri yap ve sonrakilerin yapmasına vesile ol.


Biraz da Sanat: Ritm ve Orkestra

———————–
Her ne kadar müzikle ilgili bir başlık gibi görünse de aslında bugünkü konum sosyolojik bir içeriğe sahip.

Okula henüz başlamış çocukların bile bildiği ritm, matematiksel anlam taşıyan tekrarları ifade eder. Evet, en kaba taslak haliyle ritm budur. Kalbin ritmik atışı da belli bir periyot içerir, müzisyenin elinin darbukada inip kalkması da…

Konu şu ki; bu ritmik hareketlerin bir amaca yönelik olmasıdır. Bu amaç, orkestra içinde özünü bulur diyebiliriz.

Tek başına bir darbuka, tek başına bir kalp kadar anlamsızdır aslında.

İnsanların en güçlü dürtüsü olan “çoğalma”nın tabii sonucu mudur orkestra oluşturmak yoksa tavuk ve yumurta hikayesini anımsatan bir ikilem midir, bilemem. Ancak bir insanın yaşadığı topluma dair ritmik bir uyum sağlamasını anlatmak istiyorum.

Başına buyruk gidenlerin, belli bir sınır ve çerçeveyi reddedenlerin “özgürlükçü” anlayışlarındaki yanlışlık üzerinde durmak istiyorum.

Toplum, bilindiği üzere iki kişinin olduğu yerde başlıyor. Tek kişi olmak, bireysel bir durumu ifade ediyor. İki kişi ise bir toplumu, en azından toplumun başladığı yeri ifade ediyor.

O halde ahlak kurallarını yabana atmamak gerektiğini düşünüyorum.

Elbette ki bu gereklilik bir teslimiyet, sorgulamadan emme basma tulumba gibi kafa sallamak anlamına gelmemelidir. Zaten toplum olarak uç sınırlarda yaşıyor olmamız değil midir bir lafı anlatırken bile en uç taraftaki olumsuzluğu anlatmak istemediğimizi de sözlerimize ekleme gereksinimimizi doğurtan.

Oturup sıradan insanlar olarak düşündüğümüzde falan filan gruplar için hep olur olmaz sözler söylemeyi; olmadık yakıştırmaları yapmayı pek severiz. Oturup ismi çok da önemli olmayan herhangi bir grup için bile bu tür yorumlar yapmamış biri var mıdır aramızda? Ben bu sayının neredeyse “sıfır” olduğunu düşünüyorum.

Ancak bu grupların bir amaç uğruna, gözünü karartmış olarak yürümelerinin anlamı üzerinde hiç birimiz durmayız.

Terör gruplarından tutun da din gruplarından çıkın; aslında tüm gruplar belli bir ritmi oluşturmuş orkestralardır. Çaldıkları müziği beğenirsiniz, dinlersiniz dinlemezsiniz o ayrı bir konu. Ancak sizin de o ritme karşı koyacak bir orkestranız var mı? Asıl önemli olan konu budur.

Bizler, başkalarının ritimlerini ve orkestralarını kâh beğenip göklere çıkarmış kâh beğenmeyip ateşlere atmış bir ecdadın çocuklarıyız. Ancak kendi ritmimize gelince; kalbimiz, nedense hep başka vücutlarda atmak zorunda kalmış bir zavallı olmuştur. Çünkü kendi kalbimizin yaşayacağı sağlam bir vücudu ayakta tutmaktan aciz kaldık.

Gerçek bu. Beğenseniz de beğenmeseniz de gerçek bu!

Bizim kalbimiz, başkalarının vücuduna endeksli yaşamak zorunda kalmış ama işin en kötü tarafı beynimiz…

Aklımızı ve beynimizi bir kez olsun kendi kafamıza koyup düşünmeyi beceremediğimizden, kendi elimizi de kendi vicdanımıza koyup bir  sorgulama yapamaz insanlar güruhu olmuş durumdayız.

Kendi ritmini oluşturmanın, avaz avaz ciyaklamak olduğunu sanan bizler; bir millet olamadığımız gibi bir devlet olmayı da başaramıyoruz.

İki insanımız adam gibi yan yana gelemediğinden bir ritmimiz yok, tıpkı kayda değer bir toplum olamadığımız gibi.

Bir ritm yokken neden orkestra gibi bir derdimiz olduğu ise ayrı ve çok acı bir sorun

Görüşmek dileğiyle


Haberdar ol

Yeni yazilardan haberdar olmak icin email adresinizi girin

YAZI ARŞİVİ

Son Yorumlar