Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tarihi Yarımada  (Okunma sayısı 24052 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 18, 2007, 01:51:41 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

İstanbul'a gelen yerli yabancı her turist, mutlaka en az iki gününü 'Tarihi Yarımada'yı gezmeye ayırmalı. Bu mesaiyi haklı kılacak o kadar çok şey vardır ki Tarihi Yarımadada... Binlerce yıllık tarihin çok net bir özeti gibidir bu bölge: Mısır'dan Roma'ya, Bizans'tan Osmanlı'ya kadar birçok uygarlığa şahitlik yapmış öğeleri bir arada görebilirsiniz.

Unutmayın; binlerce yıl hükümdarlara en yakın olmuş bu bölgeye adım atmanız, Ayasofya, Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı, Arkeoloji Müzesi, Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii'nin yanı sıra, Haliç, Fener ve Balat gibi buram buram tarih kokan semtlerdeki asırlık kilise, cami ve ev gibi yapılara hiç olmadığınız kadar yaklaşmanız anlamına gelecektir.

Tarihi Yarımada, kuzeyden Haliç, güneyden Marmara Denizi, doğudan İstanbul Boğazı, batıdan ise Fatih'le çevrilidir. Bölgede, Eminönü, Sultanahmet, Beyazıt, Laleli, Aksaray, Süleymaniye, Fener, Balat ve Haliç gibi şehrin tarihi ve kültürel açıdan en önemli semt ve merkezleri yer alır.

Bölgede keşfedebileceğiniz ilk yer Eminönü Meydanı'dır. Yeni Camii, Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı gibi önemli eserleri bünyesinde barındıran meydan, son yıllarda çeşitli kültür ve sanat etkinliklerine de ev sahipliği yapmaktadır.

Aynı zamanda, Adalar, Kadıköy, Üsküdar ve Boğaz hattında yer alan semtlere giden vapurların iskeleleri ile turistik Boğaz gezisi yapan motorların da kalkış noktasıdır. Eminönü Meydanı, İstanbul'un birçok semtine sefer yapan otobüslerin ana terminalleri arasında da yer almaktadır.

 
Sultanahmet Meydanı
Gelelim Sultanahmet Meydanı'na... Burası Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetildiği bölge olması dolayısıyla özel bir öneme sahiptir. Bölge nüfusunu daha çok, yerli ve yabancı turistler oluşturur. Meydan ve meydanın dört bir yanında yer alan tarihi saray, müze, sarnıç, çeşme ve sütun gibi birçok eserler keşfetmeniz için hazırdır. Bu arada, meydanın güzelliğine güzellik katan fıskiyeli süs havuzunu da unutmamak lâzım.


Sultanahmet her gelir grubuna yönelik konaklama alternatifleri açısından da oldukça zengindir. Bölgede, beş yıldızlıdan tutun da pansiyonlara kadar çeşitli konaklama imkânları bulabilirsiniz.   

Sultanahmet’te bölgeyi keşfe çıkanların dinlenip yemek yiyecekleri her keseye uygun kafe, restoran ve barlar mevcut. Bu mekanların bazıları otantik bir dekorasyon anlayışını benimseyerek geleneksel türk lezzetlerini sunarken, bazıları da misafirlerine dünya mutfağından seçilmiş lezzetleri servis eder. Mekânların çoğunda alkollü içecek bulabilirsiniz. Ayrıca, özellikle Sultanahmet-Beyazıt arasındaki bölgede yer alan kafe ve tarihi medreselerde, Türk kahvesi, geleneksel ince belli cam bardakta çay ve nargile içebilirsiniz.

Eğer ülkenize dönerken, sevdiklerinize İstanbul ve Türkiye'yi hatırlatacak hediyelik eşya satın almak istiyorsanız, kesinlikle doğru yerdesiniz. Bölgede kendi tarihi dokusuyla paralel olarak geleneksel eşyalar ve mücevher satan birçok mağaza yer alır.

Sultanahmet'i ziyaret etmek isteyenlere “Sultanahmet'i hakkıyla gezmek için iki gün yetmez bile!” demek zorundayız... Eminönü'nden 'modern' tramvayla gelin Sultanahmet'e erkenden... İçinde öldüresiye yarışlar yapılan, gladyatörlerin etrafında döndükleri anıtların etrafında dolaşın, inceleyin... Saray kalıntılarının olduğu tarafa da uğrayın... Dönün yüzünüzü Ayasofya'ya. Acıkmışsınızdır; 'tarihi' Sultanahmet Köftecisi'nde köfte ve piyaz yemeden Sultanahmet'ten ayrılınır mı ki zaten? Yemekten sonra parkta oturun, dinlenin... O ünlü Sultanahmet Camii'ni gezin. Sonra aşağıya doğru salının, Yerebatan Sarnıcı'nı gezin... Açık havada göremediğiniz tarih mirası içinse Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret edin... Sonra, Bizans'tan Osmanlı'ya bir yolculuk için Topkapı Sarayı da sizi bekler unutmayın...

 
Her dem hareketli!
Sultanahmet Meydanı'nı karşınıza aldığınızda doğu yönüne doğru yürüyüş mesafesi uzaklığında bulunan Beyazıt ise daha çok görkemli mimarisi ve kapısı ile dikkat çeken İstanbul Üniversitesi ile tanınır. Tıpkı Sultanahmet Meydanı gibi, arnavut kaldırımlarından oluşan bu büyük meydan, en çok güvercinleri ile dikkat çeker. Etraftaki kafelerden birine oturup dört bir yanı tarihi binalar ve eserlerle çevrili bu meydanının keyfini çıkartabilir veya yine meydandaki satıcılardan bir avuç yem alıp, kuşlara atabilirsiniz. Aynı zamanda ziyarete açılan Beyazıt Kulesi'ne çıkarak da Beyazıt ve çevresini yükseklerden izlemenin keyfini sürebilirsiniz.

Meydanda ayrıca, el yazması da dahil, piyasada kolay kolay bulunamayan kitapların yer aldığı sahaflar da vardır. Sahafların dizi dizi sıralandığı avlunun sonunda ise, ana girişi Eminönü Meydanı'nda bulunan Kapalıçarşı'ya açılan kapılardan biri ile karşılaşırsınız.

Yine Tarihi Yarımada’da ye alan en önemli bölgelerden biri de Süleymaniye'dir. İstanbul Üniversitesi'nin merkez binasının arkasında kalan semt, adını Süleymaniye Camii ve Külliyesi'nden alır. Osmanlı İmparatorluğu'nu 1495 - 1556 yılları arasında yöneterek imparatorluğa “Yükselme Dönemi”ni yaşatan ve dünya tarihine yön vermiş en önemli liderlerden biri olarak kabul edilen Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmış bu eserleri, tarihi yarımadada mutlaka görmeniz gerekir. Semt, dokusu itibarıyla da size, tarihin sayfaları arasında geziniyormuşsunuz hissi verecektir.

 
Eyüp, Fener ve Balat
Çok mu yoruldunuz? O zaman oturun bir kahveye, ince belli bardakta çayınızı yudumlayın, bir yandan da nargilenizi fokurdatın. İyice dinlenin. Birazdan Haliç'e doğru uzanacaksınız çünkü… Son dönemlerde birbiri ardına açılan restoran, müze ve kafelerle hızlı gelişen Haliç bölgesi, Eyüp, Fener ve Balat gibi semtleri ile de İstanbul gezginlerinin ana durakları arasında yer alır. Asırlık yapıların yer aldığı bölgede hâlâ orijinalliğini korumuş mahalle ve sokaklar, eski Türk evleri de eminiz çok ilginizi çekecek. Dilerseniz, biraz tepeye doğru çıkıp Piyerloti'den tüm Tarihi Yarımadayı kuş bakışı seyretmenin de tadını çıkarabilirsiniz.


Nisan 18, 2007, 01:55:16 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

SULTANAHMET CAMİİ

Sultanahmet Meydanı'nda yer alan Sultanahmet Camii, İstanbul'a Osmanlı İmparatorluğu döneminde armağan edilmiş en önemli eserlerin başında gelir. Osmanlı Sultanı I. Ahmet tarafından 1609 - 1616 tarihleri arasında inşa ettirilen eserin bilinen bir diğer adı ise, kendisini yaptıran padişaha ithafen Sultan I. Ahmet Camii'dir. 

 
Ayasofya Müzesi'nin tam karşısında yer alan Sultanahmet Camii, yapıldığı dönemde İznik'ten getirilen 20 bini aşkın mavi çini süslemesi nedeniyle, genellikle turistler tarafından “Mavi Camii” olarak da bilinir. Camide son yıllarda gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarında, kurtarılamayacak durumdaki mavi çiniler, klâsik Osmanlı döneminin renk ve motiflerine uygun olarak yenilenmiştir.

Klâsik Türk sanatının en tipik örneği olan eser, orijinal olarak 6 minare ile inşa edilen ilk camidir. Caminin bir diğer özelliği ise, İstanbul şehrinde yaşamış tüm uygarlıklardan izler taşıyan Tarihi Yarımada'nın denizden
seyredilebilen “muhteşem” siluetine damgasını vurmasıdır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun efsanevi mimarı olan ve İstanbul'un her yanını tasarladığı eşsiz eserlerle donatan Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa, söylenene göre, camiyi inşa ederken, üstadının daha önce denediği bir planı daha büyük bir ölçüde uygulamıştır.

 
Caminin minarelerinde de yine klâsik Osmanlı üslubunu görebilmek mümkündür. Minareler de yine kubbeler gibi kurşun kaplama olup, uçlarında yer alan alemler ise altın kaplamalı bakırdan yapılmıştır. Camide yer alan şereflere ulaşılabilmesi için spiral merdivenler inşa edilmiştir. Mihrap, en kalabalık günlerde bile camide namaz kılan kişilerin en rahatça
görebileceği şekilde tasarlamıştır.

Caminin girişi, Sultanahmet'te yer alan ve Roma Devri'nden kalmış hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekân yüksek bir podyum üzerindedir. İç avluya açılan kapıdan ortadaki sembolik şadırvan ve etrafı çevreleyen galerilerin üzerinden, fevkalade bir harmoni ile birbiri üzerine yükselen kubbeler görülür. İçeriye açılan üç kapıdan herhangi birinden girildiğinde, dış görünüşü tamamlayan boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleri ile karşılaşılır. İç mekân büyük bir bütündür. Ana ve yan kubbeler geniş sivri kemerlerin dayandığı dört iri sütun üzerinde yükselir.

Caminin üç tarafı balkonlarla çevrilmiştir. Yerler ise her camide olduğu gibi halı ile kaplanmıştır. Ana giriş kapısının karşısında mihrap yer almaktadır. Mihrabın hemen yanı başında da Osmanlı oyma işçiliğinin en güzel örneklerinden birinin sergilendiği mermer minder bulunur.

 
Tüm Osmanlı camilerinde en önemli unsurlardan biri olarak karşımıza çıkan kubbe, Sultanahmet Camii'nde 23.5 metrelik bir yükseklikte çıkar karşımıza. Cami özellikle yaz aylarında birçok ses ve ışık gösterilerine sahne olur. Dönemin pek çok camisi gibi Sultanahmet Camii de içinde sosyal ve kültürel içerikli pek çok yapıyı barındıran bir kompleks olarak tasarlanmıştır.

Kompleksin içinde ise kapalıçarşı, Türk hamamı, aşevi, okullar, kervansaray ve Sultan Ahmet'in türbesi gibi eserler yer almaktadır.

Genellikle Mayıs ve Eylül ayları arasında gerçekleştirilen bu gösterilerde:

Sultanahmet Camii'nin yapımı, özellikleri, Padişah I. Ahmet'in sadrazamı ile başmimarı Sedefkâr Mehmet Ağa'ya ithafen konuşmalar, Osmanlı Devleti'nin geçirdiği safhalar, İstanbul'un düşmanlar tarafından işgali, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu aktarılır.


Bu çok özel gösteriler, milli ve dinî senfonik bir müzik eşliğinde Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak anlatılmaktadır.


Nisan 18, 2007, 02:00:29 ös
Yanıtla #2
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

AYASOFYA

İstanbul denince akla gelen ilk tarihi yerlerden biri olan Ayasofya, günümüzde tarihin insanoğluna armağan ettiği en özel yapılardan biri olarak kabul edilir. I. İustinianos tarafından yaptırılan bir Bizans eseri olmasına rağmen Roma mimari geleneğinin tipik bir örneği olan Ayasofya'nın, kendinden önce herhangi bir benzeri olmadığı gibi ölçüleri de yapımının ardından 1000 yıl süre ile aşılamamıştır.

 
Yapıldığı dönemde görkemiyle herkesi hayrete düşüren yapı, insanlarda ancak ilahi güçlerin desteğiyle böylesine bir eserin meydana getirilebileceği inancını doğurmuş ve Ortaçağ mistisizminin de bir sembolü olmuştur. Orijinal adı Hagia Sofia olan eser, yanlış bir şekilde Saint Sofia olarak da bilinir. Oysa yapı, Sofia isminde bir azize değil, Hıristiyan üçlemesinin ikinci unsuru olan “Kutsal Hikmet”e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınmıştır. Ancak ilk yapıldığı dönemlerde, Bizans halkının “Büyük Kilise” (Megale Eklesia) olarak da adlandırdığı yapı, 1453 yılında Türklerin İstanbul'u fethetmesinin ardından Ayasofya olarak anılmaya başlamıştır.

İlk yapıldığında üstü ahşap çatı ile örtülü bir bazilika şeklinde olan Ayasofya'nın açılışı, 15 Şubat 360'da gerçekleştirilmiştir. Ancak, İstanbul Patriği İoannes Krisostomos'un 20 Haziran 404'te İç Anadolu'ya sürülmesinin ardından çıkan ayaklanmada, bu ilk yapının kısmen yandığı bilinmektedir. Onarım ise, İmparator II. Teodosios (408 ile 450) zamanında gerçekleştirilmiştir. Ayasofya, İmparator I. İustinianos (527 - 565) döneminde, imparatora karşı, 13 Ocak 532 tarihinde başlayan Nika ayaklanması sırasında ikinci kez yanmıştır. Ayaklanmanın bastırılmasının ardından ise imparator, ikinci kez yaralanmış olan yapıyı onarmaktan da öte, o dönem için son derece görkemli bir ibadethane inşa edebilmek için harekete geçmiştir. Bu konuda da İsidoros ve Tralles'den Antemios adlı iki mimarı görevlendirir. 

O güne kadar görülmemiş bir ibadethane açmayı amaçlayan imparator, beş yıl süren inşaat sırasında hiç bir masraftan kaçınmamıştır. Hemen her yerden malzeme toplanan inşaat için Batı Anadolu'da yer alan Efes ve Artemis'den pagan mabetlerinin sütunları da İstanbul'a getirilmiştir.

 
Eşi ve benzeri bulunmayan bir ibadethane olarak inşa ettirilen Ayasofya, yapıldığı günden bu yana, yangın ve deprem gibi çeşitli olaylar nedeniyle tahribatlara uğramış ve zaman zaman çeşitli onarımlardan geçmiştir. Ancak Ayasofya tarihindeki en büyük tahribata IV. Haçlı Seferi sırasında uğramıştır. 1204 yılında şehri ele geçiren şövalyeler, Ayasofya'nın Hıristiyanlık için kutsal olan pek çok eşyasını yağmalamışlardır.

Şehir, 1261 tarihinde Bizans tarafından Haçlıların istilasından kurtarılmış ve yine bazı onarım çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Ancak tarih 1453'ü gösterirken, yani Bizans İmparatorluğu'nun çözülme dönemi yaşanırken, kilise bakımsızlıktan bir harabeyi andırmaktadır.

Fatih Sultan Mehmed tarafından kuşatılmış olan İstanbul, 29 Mayıs 1453 yılında fethedilmiştir. Padişah, öğle saatlerinde şehre girdikten sonra ilk olarak Ayasofya'ya gitmiş ve yapının camiye dönüştürülmesi ve gerekli onarımının yapılması için talimat vermiştir.

Ayasofya tipik bir imparatorluk eseridir. Bir zevk ve gösteriş ürünü olarak karşımıza çıkan eserde, gerçekten de yapıldığı dönemde bir eşi ve benzerinin olmaması gibi bir kaygının güdüldüğü açıkça görülmektedir.

Avlunun içerisindeki müze girişi, asırlar sonra yeniden kullanılmaya başlanan, batı yönünde bulunan orijinal kapıdır. Girişin ortasındaki yüksek kapı “İmparatorluk Kapısı”dır ve üzerindeki mozaik pano 9. yüzyıl sonunda yapılmıştır. Yanlardaki madalyonlarda Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel'in portreleri bulunur.

 
Ayasofya'ya adım attığınız ilk andan beri, görkemli kubbenin etkisi derhal hissedilir. Sanki havaya asılı gibi durmakta ve bütün binayı kaplamaktadır. Duvarlar ve tavanlar rengârenk mermer ve mozaiklerle kaplıdır. Alt katta ve galerilerde toplam 107 sütun bulunur. Sütun başlıkları 6. yüzyıl Bizans süsleme sanatının en karakteristik ve en belirgin örnekleridir. O çağa ait bir özellik olan derin oyulmuş mermerler güzel bir ışık ve gölge oyunu oluşturur. Ortalarında imparator monogamları bulunur. Apsis yarı kubbesinde, kucağında çocuk İsa ile Meryem Ana, sağ yanda ise Baş Melek mozaikleri yer alır.

Galeriler seviyesindeki duvarlara asılmış ve deri üzerine yapılmış büyük diskler ile kubbedeki yazıt, eserin cami olarak kullanıldığını hatırlatır. 19. yüzyıl ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından yazılan bu kaligrafiler birer şaheserdir. Yuvarlak tablolarda Allah, Hz. Muhammed, 4 Halife ve Hasan - Hüseyin isimleri yazılıdır.

Döneminin güzel örnekleri olan mihrap üstü vitraylar, apsis içine yerleştirilmiş cami mihrabı ile yanındaki minber ve mevlithanlar balkonu, Türklerin döneminde eklenmiştir.

Binanın kuzey köşesinde “terleyen sütun” bulunur. Alt kısmı bronz bir kuşak ile çevrilmiş, parmak sokulabilen bir dilek deliği olan sütun hakkında bolca efsane vardır. Halka arasında bu sütuna parmak sokup dilek dilendiğinde kabul olacağına dair yaygın bir inanış vardır.

Kuzey kanatta bir, güney kanatta da üçlü figürler halinde üç mozaik pano bulunur. Güney galeride, yanındaki pencereden giren gün ışığı altında, Bizans mozaik sanatının şaheser panosu yer alır. Buradaki konu, son mahkeme sahnesinin tam ortasında bulunan; “Diesis” diye bilinen üçlü figürdür. Ortada İsa, onun sağında Meryem, solunda ise Hz. Yahya yer alır

İç koridordan müzeyi terk ederken görülen büyük mozaik pano ise 10. yüzyıldan kalmadır. Bozuk perspektifli figürler, ortada Meryem Ana ve çocuk İsa, yanlarda ise şehir maketini sunan Büyük Konstantin ile Ayasofya maketini sunan Justinyen'dir. Çıkışta kısmen zemine gömülü M.Ö. 2. yüzyıldan kalma muazzam bronz kapılar, Tarsus'tan ya da belki de bir pagan mabedinden getirtilerek, burada tekrar kullanılmıştır.




Nisan 18, 2007, 02:03:09 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

TOPKAPI SARAYI

Günümüze kadar ulaşabilmiş en eski ve büyük saraylardan biri olarak kabul edilen Topkapı Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nu yöneten hanedanın 15. yüzyıldan itibaren tüm yaşamına tanık olmuş, görkemli ve gizemli bir yapıdır. Cumhuriyetin ilanının ardından müzeye dönüştürülen Topkapı Sarayı’nda bugün dünyada eşi ve benzeri bulunamayan ve paha biçilemeyen şaheserler sergilenir.

İstanbul'un 1453 yılında fethedilişinin ardından, dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmed, imparatorluk tahtını buraya taşıyarak İstanbul'u başkent ilan etmiştir. 1470 yılında ise şu anda Sultanahmet'te yer alan Topkapı Sarayı'nı yaptırarak buraya taşınmıştır. Sarayı diğerlerinden ayıran en büyük özelliği büyüklüğü ve heybetidir. Tarihi yarımadanın en uç noktasında, 700 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş olan saray, uzunluğu beş kilometreyi bulan surlarla çevrilidir.

 
Tipik bir Osmanlı sarayı olan yapı, fonksiyonu açısından tarihteki diğer saraylardan bazı farklılıklar göstermekteydi. Osmanlı padişahının ikamet ettiği yer olmasının yanı sıra, devlet yönetimi açısından da merkez konumundaydı. Bugünkü adıyla Bakanlar Kurulu burada toplanırdı. Hazine ve Darphane ile imparatorluğun arşivleri de bu sarayda bulunurdu. İmparatorluğun yüksek öğrenim kurumu ve sultanların özel haremi de buradaydı.

1853 yılına kadar en şaşalı dönemini yaşayan Topkapı Sarayı, Osmanlı hanedanının Dolmabahçe Sarayı'na taşınması nedeniyle, atıl bir durumda kaldı ve bakım yapılmadığı için çok yıprandı. Cumhuriyetin ilanının ardından gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarının ardından saray müzeye dönüştürüldü. Sarayın bölümlerinden bazıları:
 
Birinci avlu
Sarayın sekiz kapısından en görkemlisi olan “Bab-ı Hümayun” olarak adlandırılan Padişah Kapısı birinci avluya açılmaktadır. Kapının hemen dışında ise 18. yüzyıl Türk sanatının en güzel örneklerinden biri olarak kabul edebileceğimiz bir çeşme vardır. Birinci avluda, Çinili Köşk, Arkeoloji Müzesi gibi önemli yapılarla birlikte, darphane, muhafız alayı gibi önemli bölümler yer alır.

Harem
Sultanın annesi, kız ve erkek kardeşleri, ailenin diğer fertleri ile onlara hizmet eden cariye ile harem ağalarının kaldığı bölüme “Harem” adı verilir. Topkapı Sarayı’ndaki harem, dar ve uzun koridorlardan oluşan 400 odalı bir bölümdür. Osmanlı'daki en güçlü kadın, sultanın annesi olan “Valide Sultan”dı. Haremin yönetimi de tamamen valide sultanın yönetimine bırakılmıştı. Bu nedenle sultanın karısı unvanını alan kadınlar arasında, kendi “şehzade”lerinin (sultanın erkek çocuğu) tahta geçmesi için büyük bir mücadele yaşanırdı. Dışarıya kesinlikle kapalı olan bu bölüm Osmanlı yaşamının belki de en gizemli yönlerinden biridir. Haremle ilgili yüzyıllardır anlatılan çeşitli hikâye ve efsaneler günümüzde bile çekiciliğini korumaktadır.

Topkapı Sarayı'ndaki harem gezisi 40 odalı bölümden başlar. Burası sultanın annesine tahsis edilmiştir. Daha sonra yüzlerce yıldır resimlere, fotoğraf ve film karelerine ilham veren büyük kubbeli Harem hamamı gelir. Devamında ise sultan salonu vardır. İçinde çeşme ve havuzların olduğu büyük salon, bölümün en ilgi çekici yerlerinden biridir. Salon, 16. yüzyıl Türk çini sanatının en güzel örnekleri ile süslenmiştir.   
 
Silah koleksiyonu ve divan odası: Divan-ı Hümayun, Osmanlı'da Sadrazam (baş vezir) başkanlığında yapılan kabine toplantılarının gerçekleştirildiği yerdi. Sultan, divan odasında gerçekleştirilen toplantılara katılmaz ancak toplantıları odaya bakan ve bir perde ile kapatılmış büyük bir pencerenin ardından dinleyebilirdi. Divan-ı Hümayun'un bir diğer özelliği ise elçiler ağırlanırken ziyafet sofralarının da burada kurulmasıydı. Ana giriş bölümünün yanında yer alan bu bölümde, padişah, saray mensupları ve Osmanlı ordusunun kullandığı değişik çağlara ait silahlar ile başka ülkelerden Osmanlı sarayına hediye edilmiş silahların yer aldığı zengin bir koleksiyon sergilenmektedir.

Üçüncü avlu

Üçüncü avlu, sarayın en önemli bölümlerinden biridir. Burada yer alan yer alan Bab-üs Saade denilen kapıdan, özel izni olmayan hiç kimsenin giremediği sultanın özel avlusuna girilirdi. Burası, sultanın elçi olarak kabul ettiği yüksek devlet memurları ile görüştüğü bölümdü. Sultanın taht odasına hizmet edecek kişiler, güvenlik önlemleri nedeniyle sağır ve dilsiz kimselerden seçilirdi.

Elbiseler
Sarayda sergilenen ve Osmanlı hanedanının kıyafetlerinden oluşan koleksiyonun dünyada bir başka benzeri daha yoktur. Sultanlar için özel tezgâhlarda, elde yapılmış kumaşlardan üretilmiş olan bu kıyafetler, 15. yüzyıldan itibaren de sandıklarda saklanmıştır. 

 
Hazine
Topkapı Sarayı'nda görebileceğiniz mücevher koleksiyonu, bu anlamda dünyada görebileceğiniz en zengin koleksiyondur. Dünyada eşi benzeri olmayan hazine koleksiyonu, değişik dönemlere ait Türk mücevher işçiliğinin en güzel ve özel parçalarını içermektedir. Ayrıca Uzakdoğu, Hindistan ve Avrupa'dan Osmanlı sarayına gelmiş çok özel mücevherler de burada yer alır.

Koleksiyonda ayrıca devlet madalyonları, 48 kilo som altından yapılmış dört büyük şamdan, 16. yüzyıla ait merasim fenerleri, takılar, hançerler, sarayın sembolü olan Topkapı hançeri, yine dünyanın en büyük ve değerli elmaslarından biri olan Kaşıkçı Elması, Sultan III. Mustafa'nın altın ve değerli taşlarla süslü beşiği gibi eserleri görebilme imkânı bulabilirsiniz. Mücevher koleksiyonu, ekstra ücret ödenerek gezilebilir.   

Saat koleksiyonu bölümü

Topkapı Sarayı'nda görebileceğiniz saat koleksiyonu, dünyada görebileceğiniz en zengin koleksiyondur. Sergilendiği bölümün sağında Türk sanatkârları tarafından yapılmış saatler yer almaktadır. Burada çok değerli duvar, masa ve cep saatleri teşhir edilmektedir.

 
Kutsal emanetler bölümü
16. yüzyılda Mısır'ı fetheden Osmanlı İmparatorluğu, burada bulunan ve Müslümanlık için önemli olan kutsal emanetleri İstanbul'a getirmiştir. Getirildiği tarihten beri Topkapı Sarayı'nda saklanan bu emanetler arasında, değerli bir kutu içerisinde Hz. Muhammed'in hırkası en dikkat çekici olanıdır. 

Dördüncü avlu
Üçüncü avlusunda yer alan koridorlarla ulaşılabilen dördüncü avlu, 17. yüzyılda yapılmış Bağdat ve Revan Köşkü ile saraya inşa edilen son yapı olan Mecidiye köşklerini içermektedir. Bağdat Sarayı'nın önündeki teras, İstanbul'da görebileceğiniz en güzel manzaralardan birine bakar. Sarayın yamacında bulunan bahçeler ise halkın da gezebildiği parklar olarak kullanılmıştır.


Nisan 18, 2007, 02:06:02 ös
Yanıtla #4
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

YEREBATAN SARNICI

Basamaklardan aşağıya inmeye başlıyorsunuz. Önce geçmiş zamanların kokusu sarıyor etrafınızı, sonrasında ise binlerce yılın gizemli fısıltıları... Derinden gelen su sesi içinizi ürpertiyor bir anda... Işıkların dansı ise başınızı döndürüyor. Bir an için olduğunuz yerde mıhlanıp kalıyor ve ortama kendinizi adapte etmeye başlıyorsunuz. Yerebatan Sarnıcı’nın büyülü dünyasına hoş geldiniz...

“Bazilika Sarnıcı” olarak bilinen ve şehrin su ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla, Bizans İmparatoru I. İustinianos (527 - 565) tarafından yaptırılan Yerebatan Sarnıcı, mutlaka görülmesi gereken tarihi eserlerden birisidir.

Bu büyük yeraltı sarnıcının suyun içinden yükselen mermer sütunlarını gören İstanbul halkı, sarnıca "Yerebatan Sarayı" ismini vermiştir. Halk arasında sadece akan suyun içilebileceğine dair bir inanışın yaygın olması nedeniyle, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu yana sarnıç olarak kullanılmamış, sadece tarihi bir eser olarak korunmuştur.

Sarnıca giriş, Sultanahmet Meydanı'nın Ayasofya'ya bakan batı kısmındaki küçük binadan yapılır. Toplam 9.800 metrekarelik bir alana sahip olan sarnıç, yaklaşık 100 bin ton su depolama kapasitesine sahiptir. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilen sarnıcın içerisinde, her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunur. Suyun içerisine, birbirine 4.80 metre aralıklarla dikilen bu sütunlar, uçsuz bucaksız bir ormanı hatırlatmakta ve ziyaretçiyi sarnıca girer girmez büyülemektedir.

 
Sarnıçta yer alan en heyecan verici eserlerden biri de Roma Çağı heykeltıraşlık sanatının en özel örneklerinden biri olan “Medusa heykelleri”dir. IV. yüzyıla ait bu heykellerin buraya nasıl getirildiği konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, heykellerin inşaat sırasında sütun kaidesi olarak kullanıldığı görüşü benimsenmiştir.

Peki, bu kadar uzun bir süredir ayakta olan yapının duvarları sudan etkilenmemiş midir?

Yapılan araştırmalar, sarnıç duvarlarının 3 - 5 santimetre kalınlığında su geçirmez bir harçla sıvandığını ortaya çıkartmıştır. Yine yapılan temizlik ve restorasyon çalışmaları ile sarnıcın tabanı da tuğlalarla kaplanmıştır.

Yerebatan Sarnıcı geçirdiği onarımlardan sonra Cumhuriyet döneminde müze haline getirilerek ziyarete açılmıştır. 1985 yılında başlatılan çalışmalar doğrultusunda, sarnıç 1987'de tekrar ziyarete açılmıştır.

1994 Mayıs ayında ise yeniden büyük bir temizlik ve bakımdan geçerek bundan sonraki yaşamına tıpkı geçmişte olduğu gibi balıklarla birlikte devam etmeye başlamıştır.

Yerebatan Sarnıcı’na geldiğinizde, bir yandan sütunlar arasında balıkların dansını seyredebilir, bir yandan da kahvenizi yudumlayarak sarnıcın o kendine has mistik havasının tadını çıkarabilirsiniz.


Nisan 18, 2007, 02:09:44 ös
Yanıtla #5
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

SÜLEYMANİYE CAMİİ 

Tarihi Yarımada’da Eminönü ilçesine bağlı bir semt konumunda olan Süleymaniye, Osmanlı İmparatorluğu'na ait eserlerin bir kısmını barındıran özel bir bölge ve şehrin Osmanlı dönemine ait en önemli simgelerinden biridir. İstanbul'da yer alan camilerin en görkemlisi kuşkusuz Süleymaniye Camii'dir. Gerek iç ve gerekse dış estetiği ile ziyaretçileri büyüler.

Camiye girildiğinde göze çarpan ilk şey, yerleri kaplayan mihraplı ve el yapısı halıdır. Başka bir eşi olmayan halının buraya 1950'li yıllarda yerleştirildiği bilinmektedir. İçeri girince dikkatinizi çekebilecek bir diğer detay ise “mihrap”tır. Mihrabın duvarları, caminin inşa edildiği dönem olan 16. yüzyıla ait Türk motifleri ile süslü vitraylarla kaplıdır.

 
Süleymaniye Camii, Osmanlı İmparatorluğu'na “Yükseliş Dönemi”ni yaşatan ve tarihe damgasını vurmuş en büyük devlet adamlarından biri olarak kabul edilen Kanuni Sultan Süleyman tarafından, dünyanın en önemli mimari dehalarından olan Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Osmanlı sanatının en güzel örneklerinden biri sayılan caminin inşaatı 1550 yılında başlamış ve 1557 yılında tamamlanmıştır. Cami bir anlamda Mimar Sinan'ın sanatının üstünlüğünü gösteren bir abide olarak tasarlanmıştır.

Cami, içinde okul, kütüphane, hamam, aşevi, kervansaray, hastane ve dükkanlar bulunan Süleymaniye Külliyesi'nin içinde yer alır. Etrafı revaklarla çevrili ve ortasında şadırvan bulunan iç avlu, aynı zamanda caminin ana girişinin bulunduğu yerdir. Dört minareli olarak tasarlanmış olan caminin üzeri 53 metre yüksekliğinde ve 26.50 metre çapında büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbeyi içerden, “fil ayağı” denilen dört büyük kolon taşımaktadır.

 
Statik bakımdan kusursuz bir dengeye sahip olan mekânın en büyük özelliği, yapıldığı günden günümüze kadar İstanbul'da yaşanan depremlere rağmen, en küçük bir çiziğinin bile olmamasıdır. Cami girişinin sağında yer alan bronz kafesli bölme ise dikkat çekici bir diğer ayrıntıdır. Bölme, Türk maden işçiliğinin en güzel örneklerinden birini oluşturur. Süleymaniye Camii'ini süslemekte olan levhaların tümü ünlü hattat Hasan Çelebi tarafından çizilmiş ve yazılmıştır. Hasan Çelebi'nin güzel eserlerinden olarak mavi zemin üzerine beyaz harfleri oluşturan mineli çiniler gerçekten övgüyle anlatılacak eserlerdir.

Mimar Sinan, caminin içinde devamlı olarak hoş ve güzel hava bulundurmak için yeraltında yollar kazdırmış ve kemerler yaptırmıştır. Caminin tabanının orta kısmında yer alan bu yollar üzerine tahtadan kapaklar konularak aşağıdan gelen hava akımı ile caminin havasının temiz ve aynı zamanda yaz aylarında serin, kış aylarında ise sıcak olması sağlanmıştır.

Caminin arka avlusunda, Kanuni Sultan Süleyman'ın “Saçının tek bir teli için tüm servetimi ayaklarının altına sererim” diyecek kadar çok sevdiği karısı Hürrem Sultan ile kendisinin türbeleri yer almaktadır. Kompleksinin bir ucunda ise Mimar Sinan'ın küçük ve gayet mütevazı mezarı bulunmaktadır.
 
 


Nisan 18, 2007, 02:12:24 ös
Yanıtla #6
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

KAPALIÇARŞI

İçine girdiğiniz andan itibaren büyük gösterişli mimarisi, yüksek kubbeli tavanı ve mağazaların dışına taşan otantik ürünleri ile sizleri alıp bambaşka diyarlara götüren bir mekâna, Kapalıçarşı'ya doğru yola çıkıyoruz...

 
Çağlar boyu İstanbul'un en otantik yerlerinden biri olmuş olan Kapalıçarşı, dünyanın en eski çarşılarından biri olarak kabul edilir. Nuriosmaniye ve Beyazıt Camii ile Mahmutpaşa Çarşısı arasında, üzeri dam ve kubbelerle örtülü sokaklardan oluşan Kapalıçarşı, 31 bin metrekarelik bir alan üzerine konuşlanmıştır. Yaklaşık 30 metre yüksekliğindeki tavanı, üzeri pencereli yüzlerce kubbeyle örtülüdür.

Büyük çarşı Kanuni Sultan Süleyman, kuyumcuların yoğunlukta olduğu bölüm ise Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. İstanbul'un fethinin hemen ardından Fatih, Ayasofya Cami'sine gelir sağlayabilmek amacıyla çevresi, sergi ve tezgâhlardan oluşan iki taş bedesten kurdurur. Ancak daha sonra tezgâhların açık değil kapalı bir alanda iş yapmasının daha iyi olacağı düşünülerek, yapının üstü kiremitli ve tonozlu çatılarla örtülür. Böylece, Kapalıçarşı'nın şimdiki sokakları ortaya çıkar.

 
Osmanlı İmparatorluğu'nun sosyal ve ekonomik yaşamında önemli bir yere sahip olan çarşı, ilk inşa edildiği dönemlerde ahşap bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarih boyunca yangın ve deprem gibi çeşitli felaketlere maruz kalan Kapalıçarşı, her seferinde çeşitli onarımlardan geçerek şimdiki görünümüne tam 250 yılda gelmiştir. Çarşıda ağırlıklı olarak deri kıyafetler ve aksesuarlar, kilim-halı ve özel hediyelik eşya satan dükkânlar bulabilirsiniz.



Dünyanın en büyük kuyum çarşısı
Bugün Kapalıçarşı'da 25 bin kişi çalışıyor. 3 binden fazla mağazanın bulunduğu çarşıyı her gün 250 bin kişi ziyaret ediyor. Turistlerin yoğun olarak geldiği yaz aylarında ise bu sayı 400 bini buluyor.

 
Bugün, yolu İstanbul'a düşüp de ismi neredeyse şehirle özdeşleşmiş olan çarşıdan geçmeyen yok gibidir. Çarşıda ağırlıklı olarak deri kıyafetler ve aksesuarlar, kilim-halı ve özel hediyelik eşya satan dükkânlar bulabilirsiniz. Ancak Kapalıçarşı'nın en çok göze çarpan özelliği ise dünyanın en büyük kuyum çarşısı olmasıdır. Türkiye'deki altın piyasasının kalbi de Kapalıçarşı'da atmaktadır.

Son dönemlerde meydana gelen gelişmelerle Kapalıçarşı, sadece bir alışveriş noktası olmanın ötesine geçerek İstanbul'un gündelik yaşamının önemli bir merkezi olma yolunda hızla ilerliyor. Birçok büyük markanın çarşıda şubelerini açması ve butik restoran ve kafelerin yerini almasıyla, Kapalıçarşı İstanbul'u ziyaret edenlerin yanı sıra, İstanbulluların da buluşma noktası oldu.



Nisan 18, 2007, 02:14:23 ös
Yanıtla #7
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

MISIR ÇARŞISI

Eminönü'nde yer alan Yeni Camii ile Çiçek Pazarı'nın hemen yanında yer alan Mısır Çarşısı, İstanbul'un en eski kapalı çarşılarından biridir. Osmanlı döneminde, ağırlıklı olarak Mısır'dan getirilen baharat ve eşyalar satıldığı için Mısır Çarşısı olarak adlandırılan mekân, günümüzde de aynı isimle anılmaktadır. 1660 yılında IV. Mehmed'in annesi Hatice Turhan Sultan tarafından mimar Kazım Ağa'ya yaptırılmış çarşı, restore edilerek günümüze kadar gelmiştir. Altı farklı kapıdan giriş yapılan çarşıda toplam 86 dükkân yer alır.

Çarşı, ağırlıklı olarak baharat, bitkisel çay ve lokum gibi geleneksel Türk lezzetlerini arayanların birinci adresidir. Çarşının en belirgin özelliği, içeriye girer girmez burnunuza gelen yoğun baharat kokusudur. 'Doğal eczane' görevi gören çarşıda, geçmişte de belli ot karışımlarından yapılan ilaç reçeteleri dükkânların önüne asılır ve isteyen müşterilere bu karışımlar sunulurmuş. Bu gelenek günümüzde de devam ediyor. Çoğu dükkânda, çeşitli hastalıklara iyi geldiği belirtilen farklı baharat ve ot karışımları satılıyor.

 
Çarşıda, ağırlıklı olarak bitkisel çaylar, baharatlar ve doğal sabunları satılsa da Türk kültürünün simgesi nazar boncuğu, fes, tespih, otantik kıyafetler ve hediyelik eşya satan dükkânlara da rastlayabilirsiniz.

Buradaki keyifli dakikaların ardından, dilerseniz çarşının Tahtakale çıkışında yer alan dükkânlardan ve açık pazardan da her türlü sebze, meyve ve şarküteri alışverişinizi yapabilirsiniz.

Bu arada, çarşının hemen karşısında yer alan geleneksel Türk markalarından Kurukahveci Mehmet Efendi'den Türk kahvesi almayı sakın unutmayın.


Nisan 18, 2007, 02:16:44 ös
Yanıtla #8
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

MOZAİK MÜZESİ

Şimdi, İstanbul'a Bizans dönemine ait eserlerin en güzel örneklerinin sergilendiği bir mekâna; Mozaik Müzesi'ne doğru yola çıkalım. Müze, Sultanahmet Camii'nin hemen arkasında yer alan Arasta Çarşısı'nda, Bizans döneminden kalma Büyük Saray'ın revaklı avlusunun kuzeydoğu bölümünde, kısmen sağlam kalmış mozaik döşemeyi içine alacak şekilde konuşlandırılmıştır.

Müzenin temelleri 20. yüzyılın başında Büyük Saray ve çevresinde yapılan çalışmalar sonucu atılmıştır. Yapılan kazı çalışmalarında çok değerli yeni mozaikler keşfedilirken bir yandan da varolanların restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır. Ardından da bu eşsiz eserlerin aynı çatı altında sergilenmesini sağlayacak bir müze ihtiyacı doğmuştur. Arasta’da yapılan
çalışmalar ile Büyük Saray'da sergilenmeleri sağlanmıştır.

Helenistik ve Roma geleneğinin çok uzun yıllar devam ettirilmesinin bir sonucu olarak mozaik sanatının en güzel örneklerinin verildiği Bizans döneminde, imparatorluğun her yanından gelmiş sanatçılar, Bizans İmparatorluk Atölyesi'nin çatısı altında çalışmıştır. Çoğu, sanki bir tuval üzerine tablo yapar gibi çalışılan eserlerde, mermer gibi materyallerin yanında değerli taşlar da kullanılmıştır.

Eserlerin en dikkat çeken özelliği ise, konularını günlük yaşamda karşılaşılan sahnelerden almış olmalarıdır. Mozaiklerde aynı zamanda Mitolojik Çağ'a ait figürlere ve o çağa göndermelere rastlanırken, sanat çalışmalarında oldukça sık rastladığımız Hıristiyanlığa ait sembollere pek rastlanmamaktadır. Müzede bugün Büyük Saray mozaiklerinin yanı sıra, İstanbul'un çevresindeki eserlerin mozaikleri de sergilenmektedir.


Nisan 18, 2007, 02:21:44 ös
Yanıtla #9
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

BİNBİRDİREK SARNICI

İstanbul'un en eski kapalı sarnıcı olan Binbirdirek Sarnıcı'nın İmparator Iustinianos döneminde yaptırıldığı bilinir.

Adliye Sarayı'nın hemen karşısında, İmran Öktem Caddesi üzerinde bulunan bu sarnıcın gerçek ismi ise Filoksenus Sarnıcı'dır. Filoksenus'un Romalı bir senatör olduğu bilinmektedir.

Halk arasında “Binbirdirek Sarnıcı” olarak bildiğimiz bu yapıda 224 sütun bulunmaktadır. 64 metre uzunluğunda 24 metre enindeki Filoksenus Sarnıcı, diğer sarnıçlar gibi Osmanlı döneminde çok ilgi görmemiştir.

Sarnıç, yedi yıl gibi çok uzun bir restorasyon çalışmasının ardından 2002 yılında ziyarete açılmıştır.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
14754 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 19, 2009, 10:42:57 ös
Gönderen: Veritas
0 Yanıt
2931 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 16, 2010, 09:07:10 ös
Gönderen: Mozart
3 Yanıt
6441 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 04, 2010, 04:58:45 ös
Gönderen: redkit
0 Yanıt
3066 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 04, 2010, 03:56:17 ös
Gönderen: belit
0 Yanıt
10596 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 10, 2010, 05:59:29 ös
Gönderen: alcyone
29 Yanıt
74535 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 02, 2014, 03:49:56 öö
Gönderen: resurrected
0 Yanıt
5866 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 09, 2011, 09:59:49 öö
Gönderen: MASON
0 Yanıt
5262 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2011, 04:43:33 ös
Gönderen: MASON
0 Yanıt
7955 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2011, 06:19:30 ös
Gönderen: MASON
2 Yanıt
8509 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 22, 2011, 09:58:59 öö
Gönderen: Prometheus