Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Ateizm ve Felsefe  (Okunma sayısı 10653 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 01, 2010, 10:49:57 öö

Aslında bu konuyu açmakta ki ana maksadım, belki konu üzerine tıpkı aşşağıda paylaşacağım alıntıda olduğu gibi münazara niteliğinde teatride bulunmak isteyen üyeler olabilir;


Ateizmin Felsefi Dayanakları
Ateizm herhangi bir yeni iddiada bulunmaz, yalnızca mevcut bir iddiayı değerlendirip reddeder. Fakat elbette ki bu da belli bazı fikirsel dayanaklar gerektirir. Bu yazı tanrı inancını fikirsel bazda kanıtlamaya yönelik olarak sıkça kullanılan bazı akil yürütmeleri ele almakta ve ateizmin nasıl mümkün olduğuna dair belli baslı fikirleri ortaya koymaktadır. Yazının kapsamı çok geniş olmayıp, yalnızca belli baslı konuları ele almaktadır. Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için danışılabilecek çok sayıda yazılı kaynak ve internet'te İngilizce hazırlanmış çok sayıda web sitesi bulunmaktadır.



Tanrının tanımı

Her şeyden önce, tanrının varlığını veya yokluğunu tartışabilmek için, tanrı kavramının tanımını yapmak gerekmektedir. Şaşırtıcı nokta, herkesin bu kadar sözünü ettiği bir kavramın çok kesin, net, herkesin anlayıp üzerinde birleştiği, kabul edilir ve anlaşılır bir tanımının bulunmamasıdır. Pek çok ateist-teist tartışmasının asıl noktalara gelinemeden, tanrının tanımı noktasında düğümlenip kaldığı, çünkü tanrının doğru dürüst bir tanımının yapılamadığına felsefi alanda çok tanık olunmuştur.

Bunun bir sebebi pek çok teist'in tanrıdan ne kastettigi ve tanrıyı nasıl tanımladığı konusunda fazla kafa yormamış olması, bir diğer sebebi de ortada yaygın birden fazla tanrı tanımının bulunmasıdır.

Genellikle tanrıdan ne kastedildiği tam anlaşılmadan tanrının varlığı veya yokluğunun kanıtlarına geçilir. Örneğin su diyaloga dikkat ediniz ve konuyla olan bağlantısını kurmaya gayret ediniz:

A: Masanın üzerinde küçük bir peri var.

B: Ama ben bir şey görmüyorum.

A: Elbette, çünkü bu görünmez bir peri.

B: Ama dokunamıyorum da.

A: Elbette, bu peri görünmez, dokunulmaz ve hakkında hiçbir somut veri edinilemez bir peri.

B: Peki o zaman var olduğunu nereden biliyorsun?

A: çünkü bu perinin varlığının kanıtları var.

B: Nedir bu kanıtlar?

A: Mesela yağmurun yağması bu perinin varlığının kanıtıdır. Bu peri yağmur perisi. Ne zaman yağmur yağsa bu perinin varolduğunu anlıyorum.

B: Peki yağmurun sebebinin bu peri olduğunu nereden biliyorsun?

A: çünkü başka birsek olamaz. Sen söyle o zaman yağmurun neden yağdığını?

B: yağmurun neden yağdığını bilmiyorum. Ama yağmurun sebebinin elindeki peri olduğuna inanmam için başka deliller gerekli.

(Dikkat ediniz, artık bu noktada, B dahi perinin varolup olmadığını veya niteliklerini sorgulamaktan çıkıp, varlığının delillerini tartışmaya başlamıştır).

A: Bu perinin varlığını kanıtlamaya aslında gerek bile yok. Herkes beyninin derinliklerinde bu perinin varlığına inanır. Sadece kişinin gönül gözünü açması gerekir. Bu peri kendi kendinin kanıtıdır. Ayrıca kendi varlığına dair inancı hepimizin beynine koymuştur. Hem sonra, başka turlu yağmurun nasıl yağdığını açıklamanın yolu olmadığından, bu perinin varlığına inanmak zorundasın.

B: Peki bu perinin nitelikleri neler? Neye benzer? nasıl bir şeydir?

(Dikkat edildiği gibi perinin nitelikleri, varlığının kanıtlarının tartışılmaya başlanmasından sonra gündeme gelmiştir).

A: Bu peri 15 cm boyunda, kanatlı, zayıf, ince bir varlıktır. Akillidir, konuşkandır ve neşelidir. Devamlı kanat çırpar. Ne zaman yağmurun yağmasını isterse bunu diler ve yağmur yağar.

B: Bilmiyorum, bana yine de inanması biraz zor geliyor.

A: Ama inanmazsan, bu peri kızar ve evini sel bastırır. İnanırsan ve dediklerini yaparsan ise bahçendeki bitkileri yeşertir, evine bolluk getirir.

(Dikkat ediniz, burada da insan motivasyonunun temel ilkeleri olan "ödül" ve "ceza" prensipleri kullanılmaktadır).

B: Ben yine de inanmıyorum.

A: İnanmıyorsan, olmadığını kanıtla o zaman?

B: ???

Dikkat ediniz, sonunda diyalog donmuş ve B'den perinin olmadığını kanıtlaması istenmeye başlanmıştır. Hele de bu diyalogun nesiller boyu sürdüğünü düşünün. A ve yandaşlarının bu perinin otoritesini kullanarak topluluklarına düzen getirdiğini, kurallar koyup bunların islemesini sağladıklarını ve bu yolla bir yasama ve yürütme otoritesi kurmayı başardıklarını düşünün.

İşe yarayan ve düzen sağlanmasına yardımcı olan bir toplumsal fenomen, toplumda zaman içinde kabul görür. Daha az sorgulanır. Hele de insanlara bunun anlayamayacakları birsek olduğunu ve bu konuya ancak belli baslı bazı akilli ve bilge kişilerin vakıf olduğunu söyleyin, insanlar zaten meşgul olan günlük hayatlarından bu meseleyi çıkarır, bu konuda güvendikleri kişilerin fikirlerini ve öğütlerini dinlemeye başlarlar.

Sonunda konuyla ilgili kafa yoran kişilerden de birbiriyle uyusan ve uyuşmayan görüşler çıkmaya baslar. Zamanla periden bütün somut özelliklerini (boyunu, kanatlarını, büyüklüğünü, vb) de çıkarır, daha zor sorgulanabilsin ve daha zor anlaşılabilsin diye tamamen soyut nitelikler atfederler. (Rengi, sekli, büyüklüğü yoktur, yeri yurdu yoktur, öncesi sonrası yoktur, vb gibi). çünkü insan yalnızca anlayamadığı şeye inanır. Anladığı her şeyi sorgular insan.

Tanrı için de İslami kaynaklara baktığınızda pek çok yerde hiç de soyut olmayan, neredeyse insana benzeyen bir varlık karşınıza çıkar. Örneğin tanrının "iki el"inden (Maide: 64; Sad: 75), "yüz"ünden (pek çok ayet içinde, örneğin Bakara:115) bahsedilir. Kuran'ın, hadislerin sözlerine bakan kimi yorumcular, tanrının cisimli, "Mucessine" olduğu görüşüne ulaşırlar. Ayrıca tanrı insan gibi görür, işitir, konuşur, yatışır, düşünür, acır, bağışlar, insan gibi "Efendi"dir (Rabb), "Kral"dır (Melik), "Ev"i vardır (Kabe), "Tahtı, Sarayı" vardır (Arş). "Güçlüdür" (Aziz), "Zorba"dır (Cebbar), "Sevecen"dir (Vedud), dost, düşman kazanır, vs. Ayrıca Kuran'a göre tanrı göktedir. "GOKTE OLAN'ın sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır. GOKTE OLAN'ın başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz?" (Mülk Suresi, 16-17). Ayrıca tanrının Arş'ı (Taht, Saray) da göklerin üstündedir. Bunlara bakan kimi din alimleri ve kuran yorumcuları "tanrı gökteyse, Tanrı'nın gökten daha küçük olması gerekir. Böyle birsek düşünülebilir mi?" gibi, veya "tanrı gökteyse varlığının ve varlığını sürdürebilmesinin bir başka şeye bağlı olduğunu da düşünmek gerekir, bu nasıl olabilir?" gibi sorular sormuşlardır.

Fakat ayni zamanda tanrının "benzeri" olmadığı da söylenir (Sura: 11). "Öncesiz", "Sonrasız", "Doğmamış", "Doğurmamış" denir tanrı için. Özellikle günümüzde, artık tanrıdan bahsedildiğinde genellikle cisimsiz, mekansız, soyut bir kavram karşınıza çıkar. "tanrı nasıl bir şeydir?" diye sorduğunuzda, elinizde kendisine atfedilen akil, zeka ve istediğini yapabilme dışında hiçbir nitelik kalmadığını görürsünüz.

Aslında sorgulama devam ettiğinde tanrı kavramını bu niteliklerden bile soyutlama ihtiyacı hissederler.çünkü bir Hıristiyan teologun dediği gibi:

"Tanrı hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz. çünkü tanrı hakkında birsek söylemek, tanrıyı 'sınırlamak' demektir. tanrı için A özelliğine sahiptir demek, tanrının non-A (A olmayan) özelliğine sahip olmadığını söylemek olur. Dolayısıyla her turlu sınırlamayı asan bir kavram olması gereken tanrı için hiçbir şey söyleyemeyiz."

Bir elma hayal edin. Ve sırayla elmadan bütün niteliklerini çıkarmaya başlayın. Rengini çıkarın, büyüklüğünü çıkarın, kütlesini çıkarın, seklini çıkarın. Geriye ne kalır? Konu elma olunca geriye bir şey kalmaz ama konu tanrı olunca belli ki geriye "var" olması ve de "bir" olması kalıyor.

Bu düşünce tarzı aşağıdaki diyaloga benzer:

Teist: Tanrıya inanıyorum.

Ateist: tanrı nedir?

Teist: Bilmiyorum.

Ateist: Fakat inandığın şey ne o zaman?

Teist: Onu da bilmiyorum.

Ateist: Öyleyse inancını inançsızlıktan ayran faktör ne?

Dolayısıyla bu düşünce tarzının absürdlüğü açıktır. Bu yüzden de tanrıyı tüm niteliklerinden soyutlamak da istemezler. Tanrıyı insan olarak ancak "kısmen" anlayabileceğimizi söylerler örneğin. Ve de mümkün olduğunca genel ve sorgulanamayacak nitelikler atfetmeye çalışırlar. Fakat eğer bu nitelikler herhangi bir felsefi analize tabi tutulmaya çalışılırsa, o zaman yukarıdaki agnostik anlayışa çekilirler. Bu agnostik anlayışın yukarıdaki diyalogdaki gibi saçmalığı dile getirildiğinde ise, yine bazı nitelikleri olduğunu söylemeye başlarlar.

Kısacası tesitlerin kullandığı sekliyle tanrı kavramı içinden çıkılamaz bir çelişkidir, bir paradokstur. Ne bir nitelik ithaf edebilirsiniz, ne de hiçbir niteliği olmamasına izin verebilirsiniz.

Bu yüzden tanrı kavramı aslında daha tanımı noktasında terk edilmesi gereken bir kavramdır. Fakat yazının devam edebilmesi için ve tanrının varlığıyla ilgili kanıtların analizi konusunda söz söyleyebilmek için yine de bir tanımda anlaşmak gerekiyor. Bu yüzden tanrı kavramının üç yaygın açıklamasını burada dile getiriyorum:

1) Cisimli, belli bir sekli ve boyutu, vs olan fakat bizim bilmediğimiz ve görmediğimiz bir yerde varolan bir somut varlık.

2) hiçbir fiziksel özelliği olmayan, doğaüstü, fakat yine de "akıllı olmak" ve "istediğini yapabilmek" gibi bazı nitelikler taşıyan, ve ayni zamanda tüm nitelikleri tam anlaşılamayacak bir varlık.

3) Varolan fiziksel dünyanın tümü, bütünü. (Panteist tanrı anlayışı).

Bu yazı boyunca, her ne kadar tatminkar bir tanım olduğuna inanmasak da 2 numaralı tanımı kullanacağız. Çünkü toplumda en yaygın şekilde anlaşılan tanrı kavramı bu.

Tanrının varlığını kanıtlamak için öne sürülen deliller ve akil yürütmeler

Bu kısımda tanrı kavramını kanıtlama gayesiyle en çok kullanılan bazı akil yürütmeleri ve sunulan bazı delilleri ele alacağız.

1) İlk neden

Bu akil yürütmeye göre dünyada her şeyin bir nedeni vardır ve nedenler zincirinde geriye doğru gittiğinizde bir ilk nedene ulaşırsınız. Bu ilk neden ise tanrıdır. Bu akıl yürütme çeşitli konulara uygulanabilir. (Örneğin ilk canlı nasıl oluştu, evren nasıl oluştu, vs).

Bu akil yürütmenin felsefi açıdan zayıf noktası ise kendi amacıyla çelişmesidir. Nedenler zincirini hem kesmek hem de devam ettirmek isteyen bir akil yürütmedir bu.

Yani sunu demek istiyoruz: Nedenler zincirinde geriye doğru gidip, ilk şeyin nedenini bulmaya çalışıyorsunuz, ve "Evrene ilk ne sebep oldu?" sorusuna kadar geldiniz diyelim. eğer burada "Evrene de tanrı sebep oldu" deyip duracaksak, o zaman neden bu noktada durduğumuz ve neden "Peki tanrının sebebi neydi" sorusunu sormadığımız noktası gündeme gelir. Yok eğer "tanrı hep vardı" veya "tanrı kendi kendisinin sebebidir" diyebiliyorsak, o zaman bunu neden evrenin kendisi için diyemiyoruz? Sorusu gündeme gelir. Yani, belki evren hep vardı, veya evren kendi kendisinin sebebiydi? Yok eğer evrenin sebebini sorgulama ihtiyacını içimizde hissediyorsak, o zaman neden tanrının sebebini sorgulama ihtiyacını hissetmiyoruz?

Kısacası görüleceği gibi burada yalnızca sebebi bilinmeyen bir şeyi açıklıyor gibi görünmek gayesi vardır. Yapılan açıklama ise gerçek bir açıklama değildir. Teorik olarak zincire devam edebilir ve tanrının sebebi de kutsal ruh, onun da sebebi başka birseldir diyebilirdik. Ama eğer varlığın bir açıklamasının yapılabilmesi için bir yerde durulması gerek diyorsanız, o zaman nerede duracağınızı neye göre seçiyorsunuz? Yani evrenin sebebinde durmuyorsunuz da niye tanrının sebebinde duruyorsunuz?

Görüldüğü gibi ortada çok açık bir düşünce yanlışı bulunmaktadır. Nitekim "İlk neden" akil yürütmesi, yüzyıllardır ciddi felsefi tartışmalarda kullanılmaz. Fakat günlük hayattaki tanrı tartışmalarında hala ısrarla ateistlerin önüne getirilmektedir.

2) Evrenin düzenli olması

Evrende bir düzen olduğu gözlemi bazen tanrı kavramının bir kanıtı olarak kullanılır. Denir ki evren kaotik değildir, belli kurallara uyar. Ve dolayısıyla, bu düzenin altında, bu düzene sebep olan bir zeka olmalıdır.

Ya da başka bir sekliyle bu akil yürütme "doğa kanunlarının kanun koyucusu" fikri ile karsımıza çıkar. Denir ki evrende doğa kanunları var, dolayısıyla bu kanunların bir kanun koyucusu gerekir, bu da tanrıdır.

Ya da evrende zeka ve bilincin olması (insanoğlu), buna sebep olan daha üst bir zeka ya da bilincin varlığının bir kanıtı olarak ifade edilir bazen. tüm bunlar ayni akil yürütmenin değişik versiyonları olduğundan, bu yazıda bir arada, ayni madde altında inceliyoruz.

Birincisi, evrenin kaotik değil, belli kurallara uyan bir düzen olduğunu ilan etmek o kadar kolay değildir. Nitekim uzmanlar, günümüzde kaotik olarak adlandırılan sistemler altında dahi n boyutlu diferansiyel denklemlerle ifade edilebilecek düzenler bulmaktadır. Sonuçta düzen kaos içindeki belli bir paterne uyan bir parçanın özelliğine verilebilecek bir isimse, herhangi bir kaos sayısız miktarda düzenli alt parça içerebilir demektir. Dolayısıyla evrenin daha üst bir kaosun belli bir paterne uyan bir alt parçası olması mümkündür.

Ayrıca evreni düzenli ilan etsek de herhangi bir düzenin bir zeka gerektirdiğini iddia etmek mümkün değildir. Zeka ile düzen arasında nedensel bir bağ yoktur. Bir düzenin ille de bir zekadan çıkması gerektiği mantıksal olarak gösterilemez.

Zekanın zekadan çıkması da ayni şey. Bir zekanın ya da bilincin daha üst bir zeka ya da bilinçten kaynaklanması gerektiği mantıksal olarak gösterilemez.

3) Ahlaksal kanıtlar ve adalet fikri

Denir ki tanrı olmazsa iyi ile kotu arasındaki farkı anlamanın ve ahlaksal prensipler getirmenin bir yolu kalmaz.

Ya da denir ki, bu dünya adaletsizliklerle doludur. Çoğu kez kötülük, kötülük yapanın yanına kalır. Obur dünya, cennet ve cehennem, dolayısıyla tanrı olmalıdır ki adalet yerine gelebilsin.

Birinci konu, yani tanrı olmazsa iyi ve kotu arasında bir farkın kalmayacak olması konusu doğru bir gözlem olabilir de olmayabilir de. Ancak, doğru olsa dahi bu prensip tanrı kavramının bir kanıtı olamaz. Belki gerçekten de iyi ya da kotu diye birsek yoktur ve biz boşu boşuna iyilik diye birsek tanımlayıp öyle davranmaya çalışıyoruz. Ya da belki iyi ya da kotu dediğimiz şeyler, insanoğlu olarak, bir toplum içinde bir arada yasamanın gerekleri yüzünden, topluluğun tümünün refahı için uymamız gerekli olduğuna inandığımız kurallara verilen isimlerdir. Dolayısıyla, belki de iyi ve kotu insan yapısıdır ve insanların, yani bizlerin tanımladığımız şeylerdir. Yani tanrıyla bir ilgisi yoktur.

İkinci konu ise, yani adaletin yerine gelmesi için obur dünyanın olması gerektiği konusu, felsefi acıdan bir delil değil, olsa olsa safça bir insani temennidir.

4) Sonsuzluk

Sonsuzluğu insanin kavrayamayacağı, böyle bir kavramı ancak tanrı gibi mutlak bir varlığın kavrayabileceği, dolayısıyla tanrının olması gerektiği fikri de felsefi alanda değil ama günlük hayatta bazen karşılaşılan bir akil yürütmedir. Fakat mantıksal ve felsefi acıdan kanıt olarak nitelendirilebilecek bir yönü yoktur. çünkü sonsuzluk kavramını insanin kavrayıp kavrayamaması konusu bir yana, kavrayamıyor desek de, insanin sonsuzluğu kavrayamamasıyla, sonsuzluğu kavradığı söylenen bir varlığın var olmasının gerekliliği arasında nedensel bir ilişki yoktur.

5) İmam Gazali'nin kanıtı

Bunun da bir önceki sonsuzluk örneğinde olduğu gibi yazıya alınmasının tek sebebi İslami teist kesim arasında popüler olmasıdır. Yoksa bu da herhangi bir mantıksal ya da felsefi değer taşımaz. Bu kanıt, Gazali'nin bir inançsızla tartışırken kullandığı "Eğer sen haklıysan benim kaybedeceğim birşey yok, ama eğer ben haklıysam senin kaybedeceğin çok şey var. Yani inansan iyi edersin" anlamına gelecek türdeki bir akil yürütmesidir.

Görüleceği gibi felsefi açıdan herhangi bir kanıt kaygısı güden bir akil yürütme değildir bu. Çünkü karşı tarafın kendi beyninde ikna olup olmamasıyla ilgilenilmiyor, yalnızca itaat etmesi bekleniyor. Dolayısıyla, politik yandaş toplamada belki kullanılabilecek bir psikolojik manevra olabilir, ama felsefi değeri olan herhangi bir yönü yoktur.

Ayrıca, diğer acıdan bile yeterince güçlü olmadığını ifade etmekte fayda var. Nitekim, tanrıya inanmak, tanrıya inanan inanç sistemlerinden özel olarak birini seçmeye insani kolayca yönlendiremiyor. Örneğin, Hinduizm, Hristiyanlık ve Bahaizm dinlerini örnek alırsak, tümünde tanrı kavramı olmasına rağmen, örneğin Hinduizmde islamla bağdaşmayan reenkarnasyon inancı, Bahaizm'de İslam'la bağdaşmayan "Muhammed'in son peygamber olmadığı" inancı, Hristiyanlıkta ise "Muhammed'in bir peygamber olmadığı" inancı mevcuttur. Dolayısıyla, Gazali'ye hak versek bile, alternatifler arasında secim yapmakta yine de zorlanırdık gibi gözüküyor.

6) "Her şey mümkün olanın en iyisidir" iddiası

Bu da maalesef tanrı konusunda sözü edilen yaygın kanıtlama girişimlerinin mümkün olduğunca fazlasını bu yazıda ele alma gayretimiz yüzünden, yazının ciddiyetinden odun vermek istemememize rağmen, eklemek durumunda kaldığımız bir akıl yürütmedir.

Dünyaya tarafsız bir şekilde bakınca, aslında pek çok kişinin de gözlemlediği gibi, ortada yapılmış pek etkileyici bir is yoktur. Yani insan her şeye kadir bir varlıktan biraz daha iyi isleyen, aksaklıkları, saçmalıkları ve kötülükleri daha az olan bir sistem beklerdi.

Fakat bu konu bir yana, biz yine de kullanılan akil yürütmeye dönersek, buna göre dünyada her şey en mükemmel sekliyle yapılmıştır. Buna örnek olarak da çoğunlukla doğadaki ahenk, ve bulunduğu ortama iyi uymuş canlılar, vs verilir. Fakat örneğin canlıların bulunduğu ortama uymak zorunda olduklarını, çünkü doğal secilim sebebiyle uyamayanların soyunun tükendiğini, ancak uyabilenlerin hayatta kalıp genlerini yeni nesillere aktarabildiğini, vs ifade eden bilimsel bulgunun bilincinde olunmadan, ya da bu hesaba katılmadan yapılan bir beyandır bu.

Teistlerin bu konuda söylediği her şey, insan burnunun gözlük takmak için yaratılmış olduğunu söylemeye benzer. Yaptıkları şey meseleyi tersinden görmektir. Her şeyin çevresiyle uyum halinde olmasının, doğanın sadece çevresine uyanı barındırmasından kaynaklandığını görmezler. Bu ahenge ve uyuma hayret etmek, doğanın isleyişine dair bir kavrayış eksikliğini ifade ettiği gibi, bu hayret doğal olsa bile, bunun ortada hayret edici bir durum olması dışında ifade ettiği bir gerçek yoktur. Yani hayret ediyor olmak, hayret edici olayın sebebine dair birsek söylemez.

7) Mantıksal ve Ontolojik kanıtlar

Teolojide çeşitli örneklerine rastlanan bu tur kanıtlar, saf mantıksal akil yürütmelerle tanrının varlığını kanıtlama çabalarıdır. Örneğin Descartes'in tanrı kanıtı bunların bir örneği kabul edilebilir. Bu akil yürütme su şekilde özetlenebilir:

"tanrı 'En Yetkin' ve 'En gerçek' varlık olduğuna göre böyle bir kavramı benim zihnime kim sokmuş olabilir? Ben 'En Yetkin' ve 'En Gerçek' özelliklerine sahip bir varlık değilim, öyleyse bu düşünceye ben kendim ulaşamam. Çevremde gördüğüm varlıkların da hiçbiri bu özelliklere sahip değil. öyleyse bu fikri benim zihnime kendisi 'En Yetkin' ve 'En Gerçek' olan bir varlık, yani 'tanrı' koymuş olmalıdır."

Bu tur düşünce tarzındaki birinci yanlış, tanımlanan bir şeyin varolmasının zorunlu zannedilmesidir. Örneğin ben efsanelerdeki kanatlı ati veya Noel babayı tanımlayabilirim, fakat bu onların gerçek dünyada karşılıkları olduğu anlamına gelmez. Bir şeyin zihinlerimizde varolmasıyla gerçekte de varolması ayni şey değildir.

Buradaki ikinci yanlış ise, bu akil yürütmenin mantıkta "döngüsel akil yürütme" (circular reasoning) denen türde bir düşünce tarzı olmasıdır. Bu tur akil yürütmelerde ulaşılmak istenen sonuç yola çıkılan başlangıç noktalarında gizli olarak içerilir. Örneğin burada, yapılan tanrı tanımı, sonuçta ulaşılmak istenen amaca (tanrının var olması) hizmet edecek tarzda seçilmiştir. Bu tur akil yürütme, düşünce biçimi olarak yeni bir bilgi vermez. Ancak başlangıçtaki postulatlardan birinde içerilen bir bilgiyi açığa çıkarmaya yarar.

Bu tur tanrı kanıtlarına bir baska örnek olarak Leibnitz'in bir argümanını verebiliriz. Buna göre:

"Bu dünyada kendi varlıklarının nedenini içlerinde bulundurmayan varlıklar vardır. Örneğin ben anneme, babama bağlıyım, derken havaya, besine, vs. Ayrıca bu dünya tek tek nesnelerin gerçek veya hayali bir bütünü ya da topluluğudur, ki bunların hiçbiri yalnızca kendi içlerinde varlıklarının nedenlerini bulundurmamaktadır. Bu bakımdan, nesneler ve olaylar varolduğuna göre ve hiçbir tecrübe nesnenin kendi içinde kendi varlığının nedenini bulundurmadığına göre, bu sebebin, nesnelerin bütününün kendi dışında bir nedeni olması gerekir. Bu nedenin bir varlık olması gerekir. Diğerlerinin nedeni olan bu varlık, kendi kendinin nedeni olabilir de olmayabilir de. Eğer kendi kendisinin sebebiyse, tamamdır, değilse daha ileri gitmemiz gerekir. Ama bu anlamda sonsuza kadar gidecek olursak, varlığın bir açıklaması yapılmış olmaz. Bu bakımdan varlığı açıklamak için, kendi içinde kendi varlığının nedenini bulundurması gereken, yani varolmadan yapamayacak bir varlığa varmamız gerekir. Bu da tanrıdır"

Bu da dikkat edilirse tanrıyı "Kendi sebebini kendi içinde içeren ve varolmadan yapamayacak" bir varlık olarak tanımlamış, dolayısıyla bir "döngüsel akil yürütme"ye düşmüştür. Yani yola çıkış noktasından daha fazla bir bilgi veren bir akil yürütme değildir bu da.

Felsefede yalnızca mantık ve zihinsel akil yürütmeler kullanarak tanrının varlığını kanıtlama çabaları daima boşa çıkmıştır. Çünkü bu tur bir kavram, kanıtlanmak için dışarıdan gelen verilere ihtiyaç duyar. yalnızca zihin içinde yapılan akil yürütmeler, doğaüstü bir varlığın varolduğunu göstermeye yetmez.

Tanrı kavramındaki mantıksal çelişkiler

Tanrı kavramıyla ilgili ilk çelişki, yazının basında dile getirdiğimiz tanımı ile ilgili genel çelişkidir. yazının bu kısmından bu genel çelişkiden yola çıkarak, tanrı kavramının içerdiği çeşitli sorunlardan bahsedeceğiz.

Örneğin, "Her şeye kadir bir varlığın herhangi bir niteliğe sahip olması mümkün olabilir mi?". tanrı her şeye kadirse, tanrı hakkında hiçbir sınırlama getiremiyorsak, o zaman örneğin "tanrı birdir" nasıl diyebiliyoruz? Bu durumda "Bir" olma niteliği, bir'den fazla olma sansını sınırlamış olmuyor mu tanrının? Örneğin kendisi gibi ayni niteliklere sahip ikinci bir tanrıyı yaratabilme gücünü? Ya da kendisini yok edebilme gücünü?

Benzer şekilde bir varlığın "olumsuz" olması, ölme sansını, "var" olması, var olmama sansını, veya herhangi bir A niteliği, non-A niteliğine sahip olmasını sınırlamıyor mu tanrının?

Ya da doğaötesi bir kavramın tanımından çıkan bir baska sorun olarak, filozoflar "tanrı mantık ilkelerinin de üstünde midir?" sorununu dile getirmişlerdir.

mantık ilkelerini bilirsiniz. 1) A., A'dır. 2) A, non-A değildir. 3) A, ayni zamanda hem A, hem de non-A olamaz. Bunlar Aristo tarafından ilk olarak dile getirilmiş ve felsefe tarihi boyunca karşı çıkılmadan kullanılmış 3 temel mantık ilkesinin tanımıdır.

Her şeyin üstünde olduğu iddia edilen bir varlığın, mantık ilkelerinin de üstünde olup olmadığını sormak geçerli bir soru oluyor o zaman. Yani örneğin tanrı "Evli bir bekar", "Daire seklinde bir kare", ya da "Doğru olan bir yanlış önerme" yaratabilir mi?

Kısacası, ayrıntılı bir felsefi analize tabi tutulduğunda, tanrı inancı absürd denebilecek düzeyde saçma ve sağlıklı düşünen bir bireyin normal koşullarda kabul edemeyeceği bir kavramdır.

Fakat o zaman nasıl oluyor da dünya üzerindeki bu kadar insan böyle bir kavrama inanabiliyor? Bunun cevabi büyük ölçüde uygarlık tarihinde, sosyal mekanizmaların isleyişinde ve insan psikolojisinde yatmaktadır.

İnsan sosyal bir varlık olmasaydı, tanrı kavramı ve ondan çıkan dinlerin uygarlık tarihinde yapıcı fonksiyonları olmasaydı ve obur dünya inancının psikolojik açıdan pek çok insanin ihtiyaç duyduğu yapıcı bir yönü olmasaydı, tanrı kavramının çocuk masallarından öte inanılır bir yönü olmazdı.

Peki o zaman tanrı kavramı bir ihtiyaç midir? Tanrıya inanmamak psikolojik bozukluğa yol acar mi?

Aslında bizim düşüncemize göre, tanrı inancından kaynaklanan psikolojik etkiler (ceza korkusu ve suçluluk duygusu), tanrıya inanmamaya göre daha zararlıdır. Ve bizce, ki bunu ateist kesim üzerinde yapılmış gözlemlere göre söylüyorum, yeterli bir entellektüel olgunlukla birleşmiş bir ateizm, kişide tanrı inancını bir ihtiyaç olmaktan çıkardığı gibi, psikolojik acıdan daha sağlıklı bir hayat sürdürebilmeyi de sağlamaktadır.

Nitekim günümüzde, dinin diğer fonksiyonları (kanun ve düzen koyuculuk), bilimsel yöntemlerle diğer alanlara (bilimsel politika, hukuk, sosyoloji, vs) aktarılmış olduğu için aslında insanlık olarak dine ve tanrı inancına bir ihtiyacımız kalmamıştır.

Fakat toplumdan kısa surede bu inancı terk etmesini beklemek pratik acıdan pek mümkün değildir. Dolayısıyla, su anda insanlık bu inancı uygarlık geçmişinin bir mirası olarak taşıyor ve öyle görünüyor ki yakın gelecekte de bu durum değişmeyecektir.

Alındıtıdır.
Saygılarımla...
Ben, ben olanım


Eylül 01, 2010, 02:08:36 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Makale bölümler halinde olsaydı,tartışma ortamı belki daha kolay yaratılabilirdi.Çünkü çoğu üyemiz uzunluğundan dolayı okumadan geçmeyi tercih edecektir.

Münazara ve teatri...

Ben başlatayım,belki gerisi gelir.Bütün bölümü kapsayacak bir yazı yazmaktansa,öncelikle makalenin ana temasını oluşturan sorudan başlamak isterim.

Tanrı nedir?

Tanrı,henüz anlamını çözemediğimiz rüyalarla ilgili sorduğumuz soruların yanıtıdır.

Somut bir Tanrı mı arıyoruz?

Dokunamıyorsanız,inanmak için hazır değilsiniz;bence,inanmak için beklemeyi tercih edin.Aksi taktirde inandığınız şey Tanrı olmayacak.


Saygılar,sevgiler
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 01, 2010, 02:19:53 ös
Yanıtla #2

Sayın ceycet,

Öncelikle katılımınız ve paylaşımınız için teşekkür ederim.

Makaleyi eklediğim sırada aslına bakarsanız bölümler halinde aktarmak vardı, ancak kendimce bir takım sebeplerden ötürü bir bütün halinde vermeyi daha doğru buldum.

Yazımın devamına bir münazara niteliği taşıması için genel olarak devam edeceğim, bu yüzden saygısızlık olarak adledilmesini istemem sayın ceycet.

Kimi kaynaklara göre ateist düşünce ilk oluştuğu dönemlerde, tanrı tanımazlık olarak değilde tanrının kötü olarak düşünüldüğü bir düşünce sistemi olarak doğmuştur.

Tıpkı islamda ki iblis, incilde ki lucifer gibi ateizmde de kötü olan tanrıydı.

Günümüze gelecek olursak, kabaca tanrı yoktur herşeyin bilimsel bir açıklaması vardır.

Bu cümleyi bir kalıba soktuğumuzda bu da bir inanış olmuyor mu?

Forumda sıkça Tekamül sürecine değinilmiş, şayet ben bir ateistsem ve olaki Tanrı'da varsa bu yine Tanrının isteğiyle mi gerçekleşmiştir?

Yine bir takım kaynaklarda ateizm tekamül sürecinin ergenlik dönemi olarak nitelendirilir.

Evrenin Ulu Mimarı bilim olamaz mı?

Ben Tanrı'nın bir parçasıysam, ondan gelmiş ve ona döneceksem (tabi ki bu nirvana'da olabilir doğa ana da olabilir), ayrıca tasavvufun bilindik sözlerinden "en'el hak" ezoterik öğretide  önemli bir yer tutuyorsa aşağıda dile getireceğim sorunun cevabı ne olabilir?

Tanrı, tanrı tanımaz bir anarşisttir, biz neden olmayalım ?

Tabi ki bu soruya cevap istiyorsan ol ve senin için aydınlanmanın en doğru yolu buysa buna inan kardeşim denilebilir, ancak biz burda beni değil elbette ki fikirleri paylaşıyoruz...

Saygılarımla...
« Son Düzenleme: Eylül 01, 2010, 02:22:26 ös Gönderen: rigormortis »
Ben, ben olanım


Eylül 01, 2010, 04:46:48 ös
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 886
  • Cinsiyet: Bay

Aşağıdaki alıntının sadece başlığı 'sonsuzluk' alınırsa, benim de kendi içimde kullandığım bir örnektir.

Elbette makalenin yazarı istediği gibi yorumlar cevapları ama sonsuzluk örneğinde ifade edilmek istenilen bence 'sonsuzluğu kavrayacak birilerinin olması gerektiği için tanrı'nın varlığı' değildir.

Alıntı
4) Sonsuzluk

Sonsuzluğu insanin kavrayamayacağı, böyle bir kavramı ancak tanrı gibi mutlak bir varlığın kavrayabileceği, dolayısıyla tanrının olması gerektiği fikri de felsefi alanda değil ama günlük hayatta bazen karşılaşılan bir akil yürütmedir. Fakat mantıksal ve felsefi acıdan kanıt olarak nitelendirilebilecek bir yönü yoktur. çünkü sonsuzluk kavramını insanin kavrayıp kavrayamaması konusu bir yana, kavrayamıyor desek de, insanin sonsuzluğu kavrayamamasıyla, sonsuzluğu kavradığı söylenen bir varlığın var olmasının gerekliliği arasında nedensel bir ilişki yoktur.

Sonsuzluğu kavrayamayan ve bu yüzden ona sonsuzluk diyen zihin, sonsuzluğu yaratanı nasıl kavrasın?

Sonsuzluğu gözlerinizi kapatıp zihninde hayal edebilir misiniz?
İnsan sonsuzluğu gerektiği gibi hayal edemez. İnsan zihni, kendi kapasitesinde onu oluşturan öğeleri canlandırabilir ve buna sonsuzluk denilemez.

Peki insan bakış açısından sıyrılabilsek, bütün bu sonsuzluğu bir küp'ün içine sığdırsak.
Senin için sonsuzluk, diğerlerinin kavrayamayışının aksine küçük bir küp gibi görünür ve kavranabilir olabilse..
Bırakın küp'ü, insanın sonsuzluk olarak ifade ettiği herşey birleşip, yaratıcının gözünden bakıldığında bir kalem ile kağıda konulmuş nokta kadar 'var' ise  yinede sonsuzluğa büyük iltifat etmiş oluruz.
Şimdi sonsuzluğu kavramaya geri dönelim. Onu bile kavrayamamışken bu zihin ile yaratıcıyı kavramak mümkün değildir.

Tanrı anlatılamaz. Ben yukarıdaki örnekle anlatmaya çalıştırdığımda onu bu evrene ait bir varlıkmış gibi ifade ettim. İsimler açılar verdim. Büyüklük küçüklük algısı oluştu. Tanrının 'kavramasından' 'gözünden'  'bakmasından' bahsettim ve evrene dıştan baktığı gibi bir ifadede bulundum. İletişim kurarken buna mecburum, çünkü biz bu evrene ait varlıklarız.
Ben size yaratıcıyı anlatmaya kalktığımda O'nu bu düzlemde, O'nun yarattığı bu sisteme ait kelimeler ve kavramlar ile anmaya başlamış olurum.

Alıntı
felsefi acıdan kanıt olarak nitelendirilebilecek
Alıntı
nedensel bir ilişki

Bu evrene ait terimlerdir bunlar. Neden sonuç ilişkileri, kanıtlar...
Hiçkimseye ne kanıt gösterebilirim, ne de nedensel bir ilişki kurabilirim.

İçinde yaşadığımız evrenin anlamak için araştırdığımızda çalışma prensiplerini bilmeye başlıyoruz, bilim ile sadece biliyoruz. Kavrayamadığımızda sonsuzluk diyoruz.

Ve bu düzlemi, işleyişi O yarattığı için, sonsuzluk dediğim noktacığa nasıl sığısın?
Sonsuzluğun tamamını kanıt olarak koysam?

Allah dediğinizde O' nu işaret etmek için bu evrene ait bir kelime kullanırsınız.
O, bu yüzden Allah'a sığmaz. Belki de o yüzden adı olmayandır.
'O' derken kullandığım O harfi de O'nun kendisi değildir.
Sadece işaret etmek için kullanılan bir harftir.

Şimdi ben bir sonsuzluk dolusu onun hakkında yazı yazsam O'nun hakkında hiçbirşey anlatamamış olurum.
Bir sonsuzluk dolusu yazı ile veya tek bir 'O' kelimesi ile sadece işaret edebilirim, anlayan anlar.
Bilmek, bilerek kavramak, o kapasite ve konumda olmak insan-tanrı  ilişkisinde geçerli değildir.

Şimdi bunlar varlığa inanan bir kişinin iç dünyasını ifade etme çabası iken bir ateist de felsefesini aynı göstergeler üzerine kuruyor.

Bu bakış ile 'O', zihin ile kavranamaz, varlığı ispat edilemez, bu evrene ait neden sonuç ilişkileri ile ifade edilemez, anlatılamaz, sınırlandırılamaz olduğu için de ateist felsefe ile diz dize oturur.
Evet, aynı sebeplerden zihnen yoktur ama aynı sebeplerden kalben vardır.
Tanrı inanç işidir. İnançları da tartışmak boşunadır.
Zaten zihnen, sonunu kavrayamadığı sonsuzluk, varlığını kavrayamadığı yokluktur.

Alıntı
Evrenin Ulu Mimarı bilim olamaz mı?

Evrenin Ulu Mimarı çok güzel bir tabir.
Bazen bütün işleyişin ve bilimin yaratıcısı olarak O'nu, 'Evrenin Ulu Mühendisi' olarak hayal ederim.
Ama mimar mühendise göre daha felsefik.
Mimar çizer, mason yapar.

Saygılarımla


Eylül 01, 2010, 07:03:26 ös
Yanıtla #4

Sayın Ozkann,

Öncelikle değerli katılımınız için çok teşekkür ederim.

Sayın Ozkann yazısında çok önemli bir noktaya değinmiş;

Tanrı olgusunun bizim algılarımızın ötesinde olduğu ve tüm sıfat, zamir ve özel isimlerin kifayetsiz kaldığı.

Gelmiş geçmiş tüm dinler, Tanrı olgusunu insan beynine sokabilmek için özel isimlerle Tanrıyı nitelemiş, çeşitli sıfatlarla ona belli başlı  özellikler yüklemişlerdir.

Felsefi tartışma tabanında tanrının varlığını kanıtlamak nedenli imkansız ise, var olmadığını kanıtlamak da o denli imkansızdır.

Bu bağlamda, tartışılan konulara dönecek olursak Sayın Ozkann'a bir cevap olarak adledilmemesini istemekle birlikte şuna değinmek isterim;

Sonsuzluğu algılayamıyoruz, ancak elbetteki tanımlayabiliriz. Fakat bu da yukarıda değinildiği gibi sonsuzluğu algılama maksadıyla yapılıyor olarak düşünülebilir.

Peki bu durumda sonsuzluk var mıdır sorusunu tartışabiliriz ya da sonsuzluğun var olup olmamasını bilmek bize ne gibi bir fayda sağlayacaktır.

Nedense beşeri zihnim sonsuzluk deyince bunun içine zamansızlığıda katmakta ve bunu algılayabilmektedir ki buda birtakım dinlerde Tanrının ebedi ve ezeli olması zamandan azade olması olarak nitelendirilir.

Ancak buradan da bir yere varabileceğimizi sanmıyorum çünkü bu sadece insanın algılayamadığı şeylerden korkmuş olması nedeniyle yüklenmiş bir durum olabilir.

Bir itirafta bulunmak istiyorum Sayın Ceycet'in farklı bir konuda yapmış olduğu bir paylaşım; Kendisinden üstün bir gücün varlığına inanmak insana alçak gönüllülük kazandırır.

Peki öyleyse sorumu yineliyorum Tanrı varsa ve ben Tanrının bir parçasıysam, Tanrı da Tanrı tanımaz bir anarşistse biz neden olmayalım?

Bunda da alçak gönüllülük yakalanamaz mı?

SAYGILARIMLA...
Ben, ben olanım


Eylül 01, 2010, 09:27:38 ös
Yanıtla #5
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Peki öyleyse sorumu yineliyorum Tanrı varsa ve ben Tanrının bir parçasıysam, Tanrı da Tanrı tanımaz bir anarşistse biz neden olmayalım?


Anlaşılan bu soruyu yanıtlamadan sayın rigormortis peşimizi bırakmayacak.Öncelikle bir konu da uzlaşalım.Tanrı-veya adına ne derseniz deyin-,tanrıtanımaz değildir.Belki Tanrı,tanrıyı görmemiş olabilir;belki de Tanrı,tanrı olduğunun bilincide de değildir.

Tanrıtanır tanrı,Tanrı'yı gördükten veya hissettikten sonra,Tanrı olduğunun bilincine varacak ta olabilir.Ancak sayın rigormortis'in asıl yanıtlanmasını istediği sorunun yanıtı bu değil sanırım.Bizlerde tanrıtanımaz birer anarşist olabilirmiyiz diye soruyor,daha doğrusu bu duruma Tanrı'nın tepkisini merak ediyor sanırım.

Böyle bir durumdan Tanrı ancak memnun olur.

Neden mi?

Kendisinden olanın düşünerek fikir üretebildiğini,aklını kullanabildiğini,özgürce kanıları olduğunu görmek "O"nu mutlu edecektir.İnanmayan sorsun.

Kime mi?

"O"na...

Nasıl mı?

Deneyin...

Nerede ve nezaman mı?

Şu anda...Şahdamarınızdan daha yakın olan yerde...

Bizler nasıl ki,çocuklarımızın veya torunlarımızın akıllarını kullanarak üretecekleri düşüncelerinin ışığında kendi özgür kanılarını oluşturduklarını görmekten mutlu olacaksak,inanın "O"da olacaktır.

Tanrı,düşünceleri sınırlamaz daha doğrusu sınırlayamaz.Çünkü düşünceleri üreten akıl da ona aittir.O akıla özgür düşünme iradesini ve yetisini veren kudret,bunun kullanılmasını nasıl sorgulasın.

İş, düşüncelerin eylemleredönüşmesine gelince durum değişir;bundan sonrası herdaim sorgu vardır.Eylemlerimizdeki niyetlerimiz ve sonuçları iyi ise buyurun Cennet'e...Aksi takdirde yaşam alanımızın neresi olacağını hepimiz biliyoruz.

Umarım şimdilik yeterli olmuştur.


Sevgi ve saygılarımla

Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 01, 2010, 10:07:00 ös
Yanıtla #6

Tanrı, Tanrıtanımaz bir anarşisttir;

Tanrı bir başka tanrıya inanır mı? Ona ibadet eder mi? Onunla sohpet eder mi?

Sanmıyorum.

Tanrı bir anarşist midir?

Evet çünkü kuralları o koyar ve birbaşkasının otoritesini kabul etmez.

Bu benim genel bir tanrı tanımım, bu tanımım ışığında Sayın Ceycet'in cevabı kabul edilebilir mi?

Evet ve Teşekkürler.

Kendi araştırmalarım da cevabını bulamadığım bir soru var ve şimdi tüm cüretkarlığımla bunu sizinle paylaşmak istiyorum;

Bana öyle geliyor ki; Tanrı olgusu insanlığın düşünme kapasitelerinin alamadığı noktalarda devreye girmiş, açıklanamayan, algılanamayan noktaların açıklanmasında faydalı olmuştur. Bir nevi insanın çıldırmasını önlemiştir de diyebiliriz.

İnsanı yalnızlık duygusundan kurtarmış, takdir edilme dürtüsünü gidermiş, düşünemeyeceği noktaları düşünmemesini sağlamıştır.

Bu sıradan insanlar baz alındığında kafada herhangi bir soru işareti bırakmadan ateizme götürebiliyor.

Bu cümlenin gerçekliğe dönüşmesini engelleyen nokta şudur ki; bir takım istisnalar vardır ki tüm kaidelerde biriken istisnalardan ibarettir.

Peki bu istisnalar nelerdir? ;

Tarihte, derviş, ermiş veya aydınlanma yolculuğunda bir hayli adım önde olanlar. Onları istisna kılan kafamı kurcalayan nokta ise burada işte;

Bu aydınlanma yolcuları, aydınlanmanın kutsal öğretmeni için ne hissediyorlardı, sıradan beşerden farklı olarak hisleri nelerdi?

Forumda da bazı başlıklar altında değinilen, düşüncenin ötesinde hissedebilme. Evet doğru duyuların ötesinde hissedebilme değil düşüncenin ötesinde hissedebilme...

Elbetteki sorum kendimce yanıtsız kalıyor çünkü hisslerde tanımlanabilen ve anlatabilen şeyler değillerdir. Tıpkı Tanrının varlığını yada yokluğunu ispatlayamadığımız gibi hisleride tanımlayamamaktayız.

Saygılarımla... ve elbette Sevgilerimle...
Ben, ben olanım


Eylül 02, 2010, 09:43:45 öö
Yanıtla #7
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Beşer,dünyaya geldiğinde bildiğimiz üzere tertemizdir.Yaşamını idame ettirebilmesi için,birtakım bilgi,duygu ve güdülerle donanmıştır.

Zamanla oluşan üstbeyin,altbeyine kodlanmış hayati güdüleri çıkarları doğrultusunda fazlasıyla kullanmaya başlar."Kötü"olarak tanımlanan kişisel özellikler bu aşamadan sonra beşerin hayatını yönlendirmeye başlar.

Geldiği kaynaktan kaynağın kendisi kadar temiz gelen ruh,benlik,nefs-veya adına ne derseniz deyin-üzerinde oluşan bu pas ve kiri temizlemeye azmederse,tekamül yolculuğuna başlamış demektir.Bu arınma işlemi, bilinenin ötesinde oldukça meşakatlidir.Kişi,arınabildiği ölçüde geldiği kaynağın özelliklerini yansıtmaya başlar.

Bu yolculukta beşerin ihtiyaç duyduğu istek,akıl,güç,sabır ve bilgi ye vicdan rehberlik eder.Vicdan,Tanrı'nın söylemlerini kişiye aktaran yegane araçtır.Vicdanın sesini aklını kullanarak değerlendirebilenler,"O"nu hissetmeye başlarlar.Birkere bu aşamayı geçebilenler için geriye dönüş yoktur;artık istikamet hep yukarıyı gösterir.Zaman,zaman geçici sanrılar gelecek,kişiyi geri dönüşe zorlayacaktır.Ancak,geçmişte haz veren beşeri duyguların artık huzurla tatmini mümkün olmayacağından,geriye dönüşte olanaksızlaşacaktır.

Tanrı'yı düşünerek algılayabilmemiz için "O"na bir imaj yüklememiz gerekir ki,budurumda herkesin ayrı bir Tanrı'sı olur.Nitekim olan ve yapılan hatada budur.Kadimler,bu hatayı engellemek için Tanrı'nın sadece hissedilebileceğini vurgulamışlardır.Bende bu düşünceye sonuna kadar katılıyorum.


Sevgi ve saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 02, 2010, 05:18:52 ös
Yanıtla #8

"Vicdanın sesini aklını kullanarak değerlendirebilenler,"O"nu hissetmeye başlarlar"

Sanırım bunu ahlak felsefesiyle açıklayabilmekte mümkün, ancak bu durumda ahlakın dini kökenli olduğu gibi bir takım eleştiriler alabilirim.

Gerçi benim kastetmiş olduğum, herhangi bir yerde tanımlanmaya ihtiyaç duyulmadan sadece insan olmanın getirdiği saf insan ahlakıdırı.

Öyle sanıyorum ki sayın ceycet burada vicdanın sesini Tanrının sesi olarak nitelemekte elbette yanılıyor da olabilirim, buna kendisinin bir açıklama getirmesi halinde bu konuyla ilgili birtakım sorularım olacaktır kendisine.

Şimdilik son paragrafı üzerinde durmak istiyorum;

Neden herkesin ayrı bir Tanrı'sı olmasın, neden ben şahsıma ait varoluş felsefemi oluşturamayayım ki? Bunu doğrusu anlayamadım. Kadimlerin burada hata olarak gördükleri ne olabilirdi?

Çağın şartları düşünüldüğünde insanların dini fundementalist bir tavırla birbirlerini öldürmelerinden mi korkmuşlar?

Saf insan ahlakı buna zaten izin vermez ama unutmuşum dünyada ki en vahşi katliyamlar din için yapılmıştı.

Neyse tarihi boşverip tekrardan bireye dönelim biz...

Saygılarımla...
Ben, ben olanım


Eylül 02, 2010, 08:22:37 ös
Yanıtla #9
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Kadimler,herkesin ayrı bir Tanrı'sı olmasını değil,herkesin ayrı bir Tanrı imgesine sahip olmasını sakıncalı bulmuşlardır.

Olası herkesin ayrı bir Tanrı'ya sahip olması düşüncesi,kaosun önünü açar;sadakatle biat edilemeyecek bir Tanrı'ya sahip olursunuz ozaman.İstediğiniz gerçekleşmeyince küsersiniz,değiştirirsiniz Tanrı'nızı...Sonra,bir sonrakine...Birisi,benimkine yaklaşma der size...Komşunuzun Tanrı'sını kıskanırsınız ve belki onunla aldatırsınız kendinizinkini...

Birgün gelir Tanrı,tanrı olmaktan çıkar,inkar edersiniz onu...Sonra savaşırsınız ve sonra kaybedersiniz...Lanetlenmiş hissedersiniz kendinizi...

Niye başkaları gibi adil ve bonkör bir Tanrım yok diye,lanet edersiniz Tanrı'nıza ve size onu layık gören Tanrı'yı aramaya başlarsınız.

Bulamayınca kendinizi suçlarsınız,herşeyin sorumlusu benmiyim,niye bana layık görülen Tanrı bukadar duyarsız diye...

Ben ne yaptım?

Ben ne yaptım?...

Sonun da kendinizi inkar eder,gerçek olmadığınıza inanmaya başlarsınız;aynaya bakamazsınız.Başkalarının bakışlarından sadece utanır olursunuz.


Kısacası tavsiye edemem;benim Tanrı'm buna izin vermez.



Sevgiler
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
6 Yanıt
7121 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 13, 2007, 02:15:17 öö
Gönderen: shemuel
Ateizm-Deizm

Başlatan alpacino « 1 2 3 » Diger Inanclar

21 Yanıt
14293 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 23, 2011, 09:35:27 ös
Gönderen: Prenses Isabella
Felsefe

Başlatan akasya Website Tanitimlari

0 Yanıt
2649 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 23, 2008, 01:23:39 ös
Gönderen: akasya
0 Yanıt
7131 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 03, 2010, 09:05:11 öö
Gönderen: ceycet
2 Yanıt
15919 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 01, 2016, 06:04:32 ös
Gönderen: Tık-Tik-Tak
Felsefe

Başlatan Özer Baysaling Felsefe

1 Yanıt
3676 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 19, 2011, 09:33:08 ös
Gönderen: Tij
7 Yanıt
6568 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 23, 2014, 09:22:04 ös
Gönderen: ruzber
3 Yanıt
6971 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 05, 2012, 03:11:25 öö
Gönderen: mavisezer
0 Yanıt
2240 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 15, 2013, 12:59:40 öö
Gönderen: scherif
8 Yanıt
5223 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 24, 2014, 12:31:21 ös
Gönderen: Dor