Sn. Fraternis,
Bilindiği üzere eski çağlarda Mimarların ölümleri, yaşamları tanrılar ve mabedlerle bir anlamda özdeşleştiği ve görevlerinin bir gereği olarak, mabedin kutsanması için özel kurban olarak seçilmeleridir. Adonis ve benzeri kültlerde tanrılara insan kurban edilmesi, antik dönemin özelliklerindendir. Eski Samilerde de kurban geleneği yaygındır. Baal veya Molak'a çocuk kurbanı törenleri vardır ve hatta Molak'ın heykellerinde karın fırın şeklinde betimlenmiştir.
Kurban geleneği, seçkin rahiplerin tanrı/tanrıcaya adanması ile sürmüş kimi kez de rahiplerin hadım edilmelerine dönüştürülmüştür. Ordan da sünnet geleneği ortaya çıkmış.
İbranilerde de Mabed öncesi dönemde Tanrıya insan kurbanı ile ilgili bilgiler var. Tevratta Hakimler Bap 11 ayet 30-40 arasında anlatılan öyküye göre, Yeftah, Ammoni savaşına giderken, düşmanı yenmesi halinde eve döndüğünde kapıya ilk çıkacak kişiyi Tanriya kurban edeceği sözünü verir. savaşı kazanıp evine döndüğünde kapıya tek kızı çıkar. Yeftah buna çok üzülür, kızına durumu anlatır, kızı kabullenir ve görev yerine getirilir. [Konuyu dağıtmak istemiyorum ama laf lafı açıyor. Bu öyküden en azından iki ders çıkarılmalı. İlki söz verirken, yüklenilen sorumluluğun farkında olunmalı ve ikincisi verilen soze sadık kalınmalı.]
Yine I. Krallar 16:34'te Ahab'ın Samiriye de Baal ve Aşera için sunak yerleri yaptırdığı, bu dönemde Beyt-el'li Hiel'in de oğulları Abiram ve Segup'u kurban etme pahasına ERiha'yı yaptırdığı belirtilir. Sonuçta İbranilerde kurban geleneği çok yaygındır.
Ayrıca başka toplumlarda da kutsal yapılar için açılış veya temel atmada kurban verildiği gözlemlenebilir. Günümüzde de -insan değil ama- hayvan kurbanı geleneği devam etmekte.
Sözü fazlaca uzattım, neticeye gelecek olursam, O dönemde bölgenin inançsal yaklaşımı [Eski Mısır'da piramitlerin mimarlarının ve diğer çalışanlarının inşaanın tamamlanması ile veya firavunun cenazesi ile birlikte kurban edildikleri / diridiri piramite kapatıldıkları gibi] ve kutsal kurban geleneği dikkatealınarak, Hiram'ın bir kutsal kurban olduğu söylenebilir ve Hiram'ın ölümü de kutsal bir törene bağlanabilir [Hiram Efsanesinin tarihsel bir gerçek olarak kanıtlanmadığı, sadece bir alegori olduğunu göz önünde tutarak].
...
İkinci husus ben Süleyman MAbedi'nin sınırlarına sonrakilerin erişmediği iddiasında değilim. Ki öylesi bir iddia tamamen boş bir iddia olabilir. Evet Mabed sizin de belirttiğiniz üzere, kendinden sonraki pek çok mimari esere göre, mütevazi bir alanda inşa edilmiştir.
Benim düşündüğüm husus, Ayasofya'nın kubbesinin geçilmesi derdidir. Bunun olduğu da bilinmekte. Daha büyük kubbe, daha geniş ve görkemli bir kubbesi olan tapınak aynı zamanda Osmanlı'yı bir anlamda Bizans'ı geçen bir duruma sokmaz mı? Mimar Sinan'ın eserleri sırasıyla incelendiğinde hep kubbenin daha da büyütülmesi ve görkemli bir hale getirilmesi için çalışıldığı görülebilir. Neden? Sadece bu soruma bir cevap arama ve ya yazılı düşünme yaptım.
Mabed ile bağlantıyı ise surda kurdum. Süleyman Mabedi, tek tanrı adına inşa edilmiş ilk mabed sayılmaktadır. Tevratta belirtilen monoteist inanç tanrısı adına yapılmış ilk mabed olması ve hayal edildiği gibi muhteşem ve muazzam olmasa bile , zenginliğine ilişkin abartıya varan yakıştırmalar sebebiyle, Orta Çağ'da monarşların imrendikleri ve geçmek için yarıştıkları dinsel bir anıt /simge niteliğini sürdürmüştür.
imparator Justinianus "İsa'nın Kutsal Hikmeti"ni Anthemios ve İsidoros'a 571'de yaptırılmıştır. Açılış'ında kubbenin altında imparator'un çoşkuyla şöyle nidaladığı söylenir: "EY SÜLEYMAN! İŞTE SENİ GEÇTİM..."
Ayasoyfanın yapımıyla gerçekten de Doğu Roma rüştünü ispat etmiştir.
Osmanlı sultanlarının da (Fatih'ten itibaren) Ayasoyfayı aşma düşüncesi vardır. Azadlı Sinan 13 Eylül 1471'de {[yukarıda ayasoyfanın kubbe çapı ve yüksekliğini vermiştim] Ayasofyanın kubbesinden daha küçük ve alçak bir kubbeli [26 meetre çap, 44 metre yükseklik] Fatih Camiinin mimarı} Fatih tarafından idam ettirilmiştir. idamın görünür sebebi bir önceki cümlemde mevcut, caminin ayasofyadan daha alçak olması. [belki o eski geleneğin izdüşümü de sebep olabilir]
Edirne mevzusunda da bir iki farklı görüş mevcut. Birincisi benim ifade ettiğim -ve bana da "ayasoyfayı geçme" sürecini inceleyince en makul görüneni- Mimar Sinan'ın 3. denemesinde yine geçilemezse korkusunu hissetmesi. Çünkü selimiyenin yapımında Sinan 90lı yaşlarına gelmiştir.
Mimar Sinan Tezkirât el-Bünyan eserinin son sözünde Selimiye için "... bu kubbenin Ayasoyfa kubbesinden alti zira kaddin ve dört zira derinliğine ziyade eyledim" der.
Saygılarımla.