Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Mevlana'nın Paranormal Özellikleri  (Okunma sayısı 8500 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 15, 2011, 05:39:16 ös





Donup kalmamış olan keskin bakışlarsa ileriyi delip gider, perdeleri yırtıp görür. Bu bakışa sahip olanlar, on yıl sonra olacak şeyi şimdicik, hem de gözleri ile görürler. Böylece herkes bakışı ve görüşü miktarınca gaybı da görür, geleceği de... hayrı da görür şerri de.
 Mesnevi c. IV, 2901


İslam mistisizminin önemli isimlerinden Mevlâna bütün büyük sufiler gibi parapisişik yetenekler sergilemiş ve yaşamı boyunca ortaya çıkan doğaüstü olaylara çevresindekiler tanıklık etmiştir.
 Sufi ekollerinde bu, öğretinin bir parçasıdır. Gerek medidatif çalışmalar, gerek konsantrasyon çalışmaları ile belli bir süre sonra kendiliğinden ortaya çıkan tezahürlerdir bunlar.
 Özellikle zikir çalışmaları bu tür yeteneklerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Mürşitlerin göstermiş olduğu bu paranormal fenomenler sufi öğretisinin bir parçası konumundadır. Burada amaç gösteri yapmak ya da insanları mucizeler göstererek etki altına almak değildir, öğretinin doğal akışı içinde gerçekleşen unsurlardır bunlar.
 Ancak bu tezahürler sadece mürşitler değil müritlerde de ortaya çıkabilmekteydi. Bunların inisiyatik eğitimin doğal bir sonucu olduğunu bir sufi hikayesi çok güzel aktarır:
 Bir mürşit öğrencisine o gece zikir çalışmasında ne yapacağını açıklar ve arkasını dönüp karşı kıyıya geçmek için nehrin üstünde yürümeye başlar. O anda öğrenci hocasının söylediği bir sözü tam anlayamadığını fark eder. Suyun üstünde yürümekte olan mürşidinin peşinden koşarak yanma gider ve mürşidine kendisine vermiş olduğu zikir çalışmasıyla ilgili bir şey sorar.
 Hoca dönüp baktığında öğrencisinin de kendisi gibi su üstünde durduğunu görür ve şöyle der:
 Git nasıl istiyorsan zikrim öyle yap! Tüm temiz gönüllerde gizli mucize ve kerametler gerçekleşebilir demektedir Mevlâna.Gizli olan mucize ve kerametler, temiz pirlerden gönüllere akseder.
 Mesnevi c.VI, 1300Vahdet küpünden bir kadeh şarap iç, mest ol; bu kerametlerim, hep vahdet şarabındandır!"
 Divân-ı Kebir c. IV, 2111Allah velilerinin eriştikleri yakınlıkta yüzlerce keramet, yüzlerce iş güç var.
 Meselâ demir, Davud'un elinde mum oluyor... halbuki senin elinde mum, demir kesiliyor! Yaratma ve rızık verme yakınlığında herkes müsavidir, bu sıfatlar herkeste var. Fakat bu ulular, Allah aşkının vahyi yakınlığına sahip olurlar. Babacığım, yakınlık da çeşit, çeşittir. Güneş dağa da vurur, altına da! Fakat güneşin altına bir yakınlığı var ki söğüdün bundan haberi bile yok! Kuru dal da güneşe yakındır, yaş dal da. Güneş hiç ikisinden de gizlenir mi ki? Fakat yaş taze dalın yakınlığı nerede? O daldan olgun meyveler devşirmede, olgun meyveler yemedesin. Fakat bir de bak, kuru dal, güneşe yakınlığından kuruluktan başka ne bulabilir? Mesnevi c. III. 700-705Gönül gözünü açabilen içinden dışarı doğru taşabilenler için mucize yoktur. O bize mucize görünür. Yaşanan bu mucizevi hâller su üstüne çıkan parapsişik yeteneklerdir.
 Güneş her zerreye eşit olarak yansır. Ancak kendi özünde liyakatli olanlar güneş ışığından yararlanır, diğerleri kavrulur işe yaramaz. Sadece sebeplenir. Yakınlık ile, enerjilerin arz âlemine indirilmesi ile mucizeler gerçekleşir.
 Güneş ile yakınlık kurabilen ağaç, güneşin nimetini, olgun meyveler olarak açığa çıkarır. Yaklaşan ve secde eden insan için, bâtındaki enerjinin akışı ile, insan-ı kamil açığa çıkar. Açığa çıkan, mucize ancak ve ancak yaklaşanlar ve yakınlaşanlar içindir, yani gönülleri, kalpleri, akılları ve sözleri bir olanlar, birleştirenler ve açığa çıkaranlar, güçlü hatırlayanlar içindir.
 Bizim için mucize olarak değerlendirilen bu fenomenleri fizik, kimya gibi pozitif bilimler açıklamakta yetersiz kalmakta, bu yüzden de görmezden gelmektedir.
 Bu fenomenler kendini tanıma yolunda aşama aşama ilerleyen müritler için önemli ruhsal tezahürlerdir.Gerek müritlerinde gerekse de Mevlâna'nın kendisinde bu tür ruhsal tezahürlerin olduğu tutulan kayıtlarda görülmektedir. Eflakimin Ariflerin Menkıbelerimde ve Sevakıb-ı Menakıb'ta yer alan fenomenlerin içinden seçtiklerimizi sizlerle paylaşıyoruz.
 Telekinezi, levitasyon, apor, dedublüman, mateyalizasyon-demateryalizasyon, durugörü, görücü medyomluk şifacılık, telepati bunlar arasında en fazla görülen tezahürlerdir.

Telekinezi

Grekçe tele (uzak) ve kinesis (hareket) kelimelerinden türetilmiştir. Fiziksel medyomlar herhangi bir temas olmaksızın ya da bir araç kullanmadan eşyaları hareket ettirebilirler. Telekinezi gücü diğer paranormal yetenekler gibi her insanda mevcut olup çalışmayla da ortaya çıkartılabilir.
 Mevlâna'nın hayatında da mucize olarak değerlendirilmiş sayısız telekinezi örnekleri mevcuttur.

Medresenin kapısı kendiliğinden açılıyor...

Babasının ölümünden sonra Mevlâna öğrenim için babasının müritlerinden birkaçıyla Şam'a gider. Bir süre Halep'teki Halaviye Medresesi'ne yerleşirler.
 Medresede öğretmenlik yapan Halep Beylerbeyi Kemaleddin bin al Adim Mevlâna'ya özel bir ilgi gösterir. Medrese kapıcısı her akşam odasından Mevlâna'nın çıkıp kaybolduğunu söyler. Öğretmenlerinin ilgisini kıskanan öğrenciler bu sözleri Beylerbeyi'ne yetiştirirler.
 Bunun üzerine Kemaleddin bin al Adim de bir gece kapıcı odasına saklanarak Mevlâna'yı gözetler. Gece yarısı Mevlâna odasından çıkar. Medresenin kapısının önüne gelince kapı kendiliğinden açılır. Mevlâna'yı takip eden Kemaleddin, şehir kapısının önüne gelince de aynı şekilde kapının kendiliğinden açıldığını görür.
İleride açıklayacağımız apor olayının da beraberinde görüldüğü bir diğer telekinezi olayı da şöyledir:

Meclistekiler korkularından feryat ettiler...

Mu'înüddin Pervane, bir gece Meviâna'nın sevgisine toplantı düzenleyip, şehrin büyüklerinin hepsi orada toplandılar. Her gelen önüne bir büyük mum yaktı. Sonunda Mevlâna gelerek dostlarına "Önümüze bir küçücük mum koyun!" dedi. Halk toplandığında Mevlâna'nın önünde olan mumun küçüklüğüne şaşırdılar. Mevlâna: "Bu bizim küçücük, hakirce mumumuz, sizin büyük mumlarınızın canıdır. Eğer kabul eylemezseniz bakın!" diyerek "Uf!" deyip kendi mumlarını söndürdü. Meclistekiler korkularından feryat ettiler. Mevlâna tekrar "Uf!" dedi ve mumlar aydınlandı. Sabaha kadar sema ettiler. Sabah tüm mumlar yanıp bitmiş, Mevlâna'nın küçücük mumunun ise ilk hâlinde olduğunu gördüler.

Ok atmak isteyenin kolu kalkmaz...

Konya şehri Moğolların saldırısına uğrar. Baçunun askerleri şehri kuşatır. Şehir halkı sıkıntıya düşüp Mevlâna'dan yardım ister. Çünkü Baçu hangi vilayete gittiyse halkını helak edip, yağmalamışür.
 Mevlâna: "Siz kendinize göre tedarikinizi gönlünüzden çıkarıp Hakk'a tevekkül eyleyin! Pak inançla bizden yardım bekleyin! Yüce Allah sıkıntınızı def eyleye!" deyip şehrin meydanına çıkar. Büyük bir ordu görür.Baçu'nun haymesini bir evin dibine kurmuşlardır. Onun üstüne çıkıp namaza başlar. Mevlâna'yı görüp Baçu'ya haber verirler. "Ok yağmuruna tutun!" diye emreder. Ok atmak isteyen kimsenin kolu kalkmaz. Ata binip hamle etmek isteyenlerin atlarının ayakları yere takılı kalır. Sonra Baçu kendisi üç kere ok atar, üçü de önüne düşer. Sinirlenip atma binmek ister. Biner, atı yürümez. Bu sefer yaya olarak hücum eder. Ayağı tutulup yüzüstü yıkılır.
 Sonunda Baçu aciz kalıp "Bu er yarlığandır!" der. Yani Allah tarafından güçlendirilmiştir, bundan sakınmak gerekir deyip özür dileyerek savaştan vazgeçer.

Ayağına dolaşan yüz dirhem...

Osman Gûyende anlatır:
 Yeni evlenmiştim. Çok ihtiyacım vardı. O sıkıntıyla Mevlâna'nın yanma vardım. Beni görünce hemen o sultan kalkıp evine gidip geldi. Benimle merhabalaşıp avucuma bir mik­tar akçe koydu. Dedi ki: "Şimdiden sonra bizimle bazı bazı merhaba eyle!" Yine sıkıntım oldu. Yine gelip dedim ki: "Merhabaya geldim!" Mevlâna: "Bugün bir yağlı lokmaya yetişirsin!" O gün akşama dek durdum. Bir alamet olmadı. Yağmur başladı. Kendime dedim ki: "Aydınlıkken gitmek gerek! Karanlık ve balçık olur". Kalkıp gittim, sular yollarda birikmiş, ayağıma bir şey dolaştı. Çekip çıkardım, meğer bir keseymiş. İçinde yedi yüz dirhem sultanî vardı! Alıp şükrettim. Sabah Mevlâna'nın yanına varıp üzüntülü bir şekilde oturdum. Yani işaret yerini bulmadı gibi davrandım. Mevlâna: "Ey Osman, yanındakini ortadan kaptın da yine sıkıntı mı arz edersin?" deyince dayanamadım. Mübarek ayağına yüzümü sürüp ağladım.
Hırsızlar ne kadar uğraştılarsa da yanlarına gelemediler...Arif Çelebi anlatır:
 Babam Sultan Veled rivayet eder. Şemseddin hazretleri kaybolunca Mevlâna yanına eshabı alıp Şam tarafına yola çıktı. Ansızın haramiler karşılarına çıktı, kervan sıkıntıya düştü. Mevlâna kafiledekileri toplayıp, etrafına bir hat çekerek Hud Peygamber gibi davrandı. Hırsızlar ne kadar uğraşırlarsa da yanlarına gelemediler. Sonunda bir kişiyi yaya olarak gönderdiler. Geldiğinde "Bu evliyalık meydanının sultanı kimdir?" Cevap verdiler: "Sultanü'l Ulema'nın oğlu Mevlâna hazretleridir". Orada aslan gibi kudretli kimseler sinek gibi güçsüzleşip onun seveni ve kulu oldular. Üç yüz kişi Halep şehrine varıncaya kadar Mevlâna hazretlerinin önünde yaya olarak hizmet ederek, tevbe ettiler.

Levitasyon

Levitasyon görünürde hiçbir fiziksel neden yokken insan ya da eşyanın havaya kaldırılması, bir süreliğine havada asılı kalmasıdır. Medyomlarda, fakirlerde, yogilerde gözlenen bu parapsikolojik fenomenin açıklaması neospiritüalist anlayışa göre ektoplazmik maddenin bir kaldıraç görevi görmesi, yer çekimine karşı zıt ya da onu nötralize eden bir kuvvetin meydana gelişiyle oluşur. Bu istek ya da istek dışı olan fenomende elektromanyetik alanda bazı akışkanların çekimden kaynakla­nan ağırlığı ortadan kaldırılmaktadır.

Ders anlatırken havada yürüyordu...

Mevlâna Şam'da Mukaddemiye Medresesi'nin damında ders anlatmaktadır. Damın kenarına geldiğinde adımını atmaya devam eder. Levite olarak yürür ve yine bu şekilde geri döner. Bunu aralıksız tekrar eder. Medresedeki öğrenciler bunun üzerine Mevlâna'nın müridi olur.

 
Ayakları yerden bir arşın yukarıdaydı...

İmam İhtiyareddin anlatır: Bir gün Mevlâna Hazretleriyle yalnız başımıza Hüsameddin Çelebi'nin bahçesine gidiyorduk. Mevlâna Hazretlerinin arkasından yavaş yavaş giderken, ayaklarının yerden bir arşın yukarıda gittiğini gördüm. Dayanamayıp aklım başımdan gitti. Bir zaman sonra aklım başıma gelince kendisinin gittiğini gördüm. Ardından yetiştiğimde dedi ki:"Adam bir kuştan değersiz midir ki havaya uçuşuna şaşarsın?"

Bir erkek çocuğu havada asılı kalmıştı...

Şeyh Sinâeddin Akşehirli anlatır: Mevlâna Şam tarafına gittiği zaman, Sis vilayetinin papazlarından bir topluluğa rastladı. Onlardan nice kere olağanüstü şeyler meydana gelmişti. Mevlâna'yı gördüklerinde bir oğlana işaret ettiler. Oğlan havaya uçup asılı kalmıştı.
 Mevlâna o anda ciddi olarak ilgilenmedi. Ansızın oğlan feryada başladı: "Bir çare eyleyin!" Papazlar "Aşağı in!" deyince, oğlan: "Gücüm yetmez! Sanki beni burada mıhladılar!" dedi. Rahipler, çok çalıştırdılarsa da başaramadılar. Sonunda istemeyerek Mevlâna'ya "İhsan eyle, bu oğlana himmet eyle! Aşağı insin!" dediler. Mevlâna dedi ki: "Kelime-i şehâdet eylemedikçe kurtulmaz!" Oğlan kelime-i şehadet getirince, aşağı kolaylıkla indi. Hemen onu görünce diğer papazlar da Müslüman oldular.

Mevlâna aniden denizin üstünde belirir...

Konyalı Kürd Kadı anlatır: Gençlik zamanımda ticaret için İskenderiye'ye gitmiştim. Aniden çıkan fırtınayla gemi girdaba girer. Gemideki tacirlerin hepsi çaresizlik içindedir. Mürit 'Ey Mevlâna, ey Mevlâna' diyerek yardım ister.
 Mevlâna aniden denizin üstünde belirir.
Bu olayda Mevlâna müridinin çağrışım telepatik olarak almış, demateryalizasyon-materyalizasyonla müridinin yanına gelmiştir.
 Bütün sufi çalışmalarında buna benzer birçok olayın yaşanmış olduğunu biliyoruz. Mürit ne zaman başı sıkışsa hocasını düşündüğü an hocası derhal müridinin yanında belirmiştir.

Apor

Bir veya birkaç şeyin aniden ortaya çıkmasına apor adı verilir. Fiziksel medyomların tezahürlerinden olan bu fenomene peygamberler, mistikler ve diğer kutsal kişilerde rastlanmıştır. Mevlâna'yla ilgili günümüze kadar gelen olağanüstü femomenlerin içinde apor olayları bir hayli çoktur.

Medresenin direği halis altın oldu...

Şeyh Bedreddin Tebrizi'nin kimya, simya ve fizikte benzeri bulunmazdı. Sultanların sohbetine katılmak istese de olmazdı. Konya'ya gelip Mevlâna'nın dervişlerinden olmak istedi. Sultan Veled aracılığıyla Mevlâna izin verip, bilgisini gösterip, kimya kuvvetiyle her gün dervişlere harcanmak üzere bin dirhem sultanî vaad etti, diye bildirdiler. Mevlâna hiç cevap vermedi. Şeyh Bedreddin'i Mevlâna'nın huzuruna getirdiler. " Biz altının topraktan aşağılık olduğunu duyurup dostlarına arasından fitnenin gitmesine uğraşırız. Birisi gelmiş toprağı altın ederim, der. Gücünün yettiği kimya potaya ve körüğe muhtaç mıdır?" dedi.
Şeyh Bedreddin: "Evet" dedi.
 Mevlâna: "Kimya ona demezler ki! Kimyagerlik şudur: Altın bakışını bakarsan altın ola!" der demez medresenin direği hâlis altın oldu. Şeyh Bedreddin'in aklı başından gitti. Mevlâna "Hay mübarek, biz sana altın ol demedik gibi yine hâline var!" dediği gibi yine değişerek eski hâline döndü. Şeyh Bedreddin bu aciz bırakan kerameti görünce bağışlanmasını dileyerek onun müridi oldu.

Taş benzersiz bir yakuta dönüşmüştü...

Şeyh Bedreddin anlatır:
 Bir gece Hüsameddin Çelebi'nin bahçesinde Mevlâna'nın hizmetindeydim. Ansızın beni istedi. "Buyurun, nedir Sultanım?" dedim. Yerden bir taş alıp elime verdi ve dedi ki "Allah'ın sana verdiğini al ve şükredenlerden ol!" Sabredemeyip ay ışığına tuttum. Asla benzerini görmediğim bir yakut olduğunu görünce bir nâra attım. Sabah olunca pazarda altmış bin dirhem kıymet biçtiler.

Hiç eksilmeyen helva sinisi...

Mevlâna'nın dervişlerinden biri hacca gitmişti. Arefe gecesi o dervişin hatunu evinde helva pişirip bir sini ile Mevlâna'nın meclisine gönderir. Oradakilerin hepsi o helvadan yerler. Mevlâna bir eliyle işaret eylediğinden bir zerresi eksilmez. Yine siniyi dopdolu görürler. Görenler şaşkınlık içindeyken Mevlâna o helva sinisini alıp medresenin çatısına yönelir. Ondan sonra o sini kaybolur. Hatun siniyi almaya gelince Mevlâna: 'Sahibine ulaştı!' der.
 O derviş hacdan dönünceye kadar unutulur. O kişi gelince eşyasının arasında hatun siniyi bulur. Korkarak 'Bu sini helva ile arefe gecesi Mevlâna'nın meclisinde kaybolan sini, eşya arasına nereden karıştı?' diye sorunca, Hacı 'Vallahi arefe gecesi arkadaşlarımla otururken çadırın bir köşesinden, bir el bu siniyi helva dolu olarak sunuverdi. Asla sebebini bilemedik. Lakin gördüm, sini bizimdir!' deyince hatun feryad ederek kendinden geçer.

Kalasın boyu uzamıştı...

Şeyh Bedreddin anlatır:
 Büyük bir ev yapmaktaydım. Damım örterken kalaslardan birisi yarım karış kısa geldi. Tüm şehri aradık, bulamadık. Ustalar ne yapacaklarım düşünürken ansızın Mevlâna yanlarına gelir "Yok, yok , böyle düzgün ve doğru direk niçin kısa olsun! Ustalar yanlış ölçmüşlerdir, tekrar ölçün!" der fakat yine kısa gelir. "Yanlış, yine ölçsünler" deyince ustalar bir kez daha ölçerler. Bu kez kalas diğerlerinden yarım arşın fazla gelir!

Medresenin havuzu şerbete dönüştü...

Kadı Kemaleddin anlatır: İzzeddin Keykâvus bana Mevlâna'ya varmayı salık verdi. Tereddüt ettim ancak yanına varınca Mevlâna beni kenara çekip: "Bizim işimizden her zaman kaçarsın, iş ortasında seni böyle buldum" deyince elim­de olmadan müritliğe niyet ettim.
 Toplantı için şerbet yapmaya kalkınca Konya şehrinde fazla şeker bulunamadı. Bu kadar büyük cemiyete bu kadar şeker yeter mi tereddütündeyken Mevlâna gelerek: "Kemaleddin ne kadar çok olursa iyi, suyu çok koy da Müslümanlara yetişsin!" deyip kayboldu. O kadar aradık izi bulunmadı. Soma şekeri, medresenin havuzuna döküp su koydular. Sultanın şerbetçisi de "Su koyun" deyip havuzdan fazla alarak on küp dolup tamam oldu. Yine de tatlıydı. Ne kadar su koyulsa da tadı azalmadı. Kısacası Konya halkının tamamı gelip gece yarısına kadar içip sema ve safâda oldular.

Gayp yemeği...

Mevlâna Emir Bahaeddin'in ziyarete gider. Vakit biraz geç olduğundan yemek yenmiştir. Bahaeddin yemek hazırlatmayı düşünürken Mevlâna "Bir şeycik getir" diyerek yemek ister. Ev sahibi hizmetçisine ne yemek olduğunu sorar ancak hiç yemek kalmamıştır ve kapları yıkamak için tencereye su konmuştur.
 Mevlâna bu su dolu tencereyi ister, ardından bir sahan ve kase alır, o tencereden kızarmış etli pilav çıkartarak bölüştürür. "Bu Tanrı tarafından gelmiş bir gayp yemeğidir. Yemek lazımdır"der, onlar yerken kendisi de ibadete çekilir.

Hindistan'dan güller...

Mevlâna Hazretleri, Şemseddin ile halvette otururlardı. Ansızın halvetin duvarı yarılıp altı kişi çıkageldi. Mevlâna'nın yanına bir deste gül koydular. Öğle namazı vaktine dek oturdular. Asla konuşmadılar. Namaz kılmak gerekince Mevlâna imamlık yaptı. Namaz bittikten sonra, önceki gibi duvarın köşesinden dışarı gittiler. Sonra o gülleri Mevlâna bana verdi. Dedi ki: "Önünce koru!" Asla o cins gül görmedim. Kimse bilemedi. Sonunda Hoca Şerefeddin Hindi'den haber aldım ki, Hindistan'da Serendip taraflarının gülüdür.

Ne kadar demir aleti varsa halis altın olmuştu...

Şeyh Bedreddin Nakkaş naklediyor:
 Mevlâna bir gece benim hücreme geldi. Benim kimya ile uğraştığımı gördü. Hemen her ne kadar demir aleti varsa bir bir alıp benim elime verdi. Elime aldıkça hâlis altın olduğunu gördüm. Ben şaşırınca dedi ki: "Bu kimyanın tedbirini eyle! Yoksa gidip burada kalınca kimya alçaktır" deyince tövbe edip perhize sarıldım.

Rüyada kesilen saçlar yastık üzerine dökülmüş…

Arif Çelebi Diyarbakır'a seyahat ettiğinde Emir Ahmed Payberti isimli şahsın Mevlâna'ya mürid olmasının sebebini anlatır:
 Gençlik zamanımda Mevlâna hazretlerinin şöhretini duyup, candan, gönülden aşık olmuştum. Ancak babam ve anam Konya'ya gitmeme izin vermezlerdi. İstek ve özlemim günden güne artıyordu. Bir gece iki rek'at namaz kılıp, dualar ettim. Sonunda uyuyakaldım. Rüyamda Mevlâna'yı evimize gelmiş gördüm. Beni kucaklayıp, alnımı öptü. Makasımı alıp bir nice kere "Allah mübarek eylesin", "Bu kimse Mesnevi şeyhidir!" dedi. Sevincimden uyandım. Makasla alman saçlar yastık üzerine dökülmüş! Bunun şaşkınlığından bir süre divane gezdim, sonra derviş oldum.
 









Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


Kasım 15, 2011, 05:42:27 ös
Yanıtla #1


Materyalizasyon - Demateryalizasyon

Fiziksel medyomun bedeninin veya herhangi bir eşyanın başka bir yerde ortaya çıkmasıdır. Bu durum yoktan varolma olarak değil, maddenin yoğunluğunun ruhun etkisiyle değişmesi ve beş duyuyla algılanabilir ya da algılanamaz hâle gel­mesi olarak değerlendirilir. Bu fenomen ışınlanmayla da çok ilintilidir.
Mevlâna birçok kere yanındakilerin gözleri önünde demateryalize ve materyalize olmuş, kimi zaman da eşyayı başka bir mekana nakletmiştir.

Yeşil kaftanlı adamlar
Mevlâna altı yaşındayken, babası Sultan Veled'in yanındayken demateryalize olur.
 Şeyh Bedreddin Nakkaş, Sultan Veled'den aktarır: "Benim Celaleddin'im çocukluğu zamanında, Cuma günü büyüklerin oğlanlarıyla dolaşırken, evlerin damına çıkıp, bir oğlan öbürüne demiş ki: 'Gelin damdan dama sıçrayalım!' Celaleddin bunu duyunca: 'Damdan dama kedi köpek sıçrar! Eğer canınızda Ademoğlu gücü varsa kedi köpek işini yapmak yazıktır! Gelin sizinle göklerde dolaşalım!' deyip gayp oldu.
 Arkadaşları hemen babasına haber verdiler. O da 'Gam çekmeyin, bir an sabredin' deyip işiyle meşgul oldu. Mevlâna ansızın ortaya çıktı. Benzi biraz solmuştu. Arkadaşlarını babasının yanında görünce dedi ki : 'Yeşil kaftanlı adamlar beni alıp gökleri seyrettirdiler. Melekler âleminin acayipliklerini, Lahuti cihanın garipliklerini temaşa edip hâllerini öğrendim! Eğer değerli babamın sevgisi ve şefkatli arkadaşlarımın feryadı olmasaydı, orada kalıp gelmezdim.'

Mevlâna kırk gün bulunamadı...

Bir gün Muinüddin Pervane ziyafet düzenlemişti. O zamanın büyükleri geldiler. Mevlâna Şeyh Muhammed Hadim'den ibrik isteyip tuvalete girdi. Pervane Şeyh Muhammed'e bin filüri vererek "İbrik hizmetini ben edeyim" diyerek elinden aldı. Tuvaletin kapışma geldi. Çok zaman kapıda durdu. Mevlâna hiç çıkmadı. Sonra Pervâne'nin adamlarından çok kişi gelip uzakta durdular. Ne olduğunu sorduklarında" Mevlâna'nın tuvaletten çıkmasını bekler."dedi. Onlar da dediler ki: "Biz Mevlâna'yı gördük. Aceleyle filan mescide girdi!". Pervane çok şaşırdı, Şeyh abdesthaneye girdi, kimseyi bulamadı. Ve Mevlâna kırk gün bulunmadı.

Hicaz kumu...

Bir akşam Mevlâna, eşinin bütün aramalarına rağmen bulunamaz. Kira Hatun evi, medreseyi, her yeri arar ama bulamaz. Kapılar da kapalıdır. Aramaktan vazgeçerek uykuya dalar. Gece yarısında Mevlâna'yı odada namaz kılarken görür. Namaz bitene kadar bekler, sonra nerede olduğunu sorar. Mevlâna'nın ayakları toz içindedir ve ayakkabıları kum doludur.
 Mevlâna "Kabe'de bizim sevgimizden bahseden bir derviş vardı. Bir müddet onunla görüşmeye gittim. Bu da Hicaz kumudur. Onu sakla, kimseye söyleme" der.

Alim kendini Arafat'ta gördü...

Müderris oğlu Mevlâna Şemseddin anlatır:
 Danişmendlerden birisi Mevlâna'yı inkar ediyordu. Tesadüfen bir arefe günü, Mevlâna on bilginin elinden tutup bir boş köşeye götürerek: "Bak!" der. Alim bakınca, kendisini Arafat'ta hacılar arasında görür. Şaşkınlığının ardından, nâra atıp aklı başından gider. Kendine gelince, Mevlâna'nın gitmiş olduğunu görür. Sonra müridi olur.

Mevlâna Kadı'nın huzuruna materyalize olur.

Aşağıda aktaracağımız örnekte hem materyalizasyon, hem de durugörü fenomeni aynı anda yaşanmıştır.
 Mevlâna dervişlerine "Ne zaman fetva yahut diğer meselelerde veya ihtiyaçlı bir kimse gelirse, ben sema'da ya da başka bir hâlde olsam da o kimseyi bekletmeyin" demişti. İhtilaflı bir mesele olur, Mevlâna sema'da iken cevap yazarak yine sema'a devam eder. O cevabı Sivaslı Kadı İzzeddin'e götürürler. Kadı, kibirli biridir, kabul etmez. Çok geçmeden Mevlâna kadının huzuruna materyalize olur. "Fetva kağıdını koyduğum o kitapta bu mesele yazılıdır" der. Şaşkınlığı geçtikten soma kadı, problemin çözümünü işaret edilen kitapta bulur.

Çölün ortasındaki helva...

Bir materyalizasyon olayı da çölde geçer:
 Zamanın tacirlerinden birinin oğlu, bir kervanla Şam civarında yolculuk etmektedir. Bir gece uyuyakalarak kafileden geri kalır.
 Uyandığında kervanın gittiğini kendisinin de çölde kaybolduğunu anlar. Yardım ister ama etrafta hiçbir şey yoktur. Ağlaya ağlaya ne tarafa gittiğini bilmeden yürür.
 Aniden çölün ortasında bir duman görür. Yaklaştığında bunun bir çadırdan çıktığını anlayarak sevinçle koşar. Çadırın kapısında heybetli bir adam durmaktadır. Adam kendisini içeri davet ettiğinde bir kere daha şaşırır. İçeride bir tencere helva pişirilmektedir.
 Bunu merakla sorunca, adam "Ey delikanlı, bil ki ben Bahaaddin'in oğlu Mevlâna'nın müritlerindenim. Mevlâna her gün bir defa buradan geçer. Çölün ortasındaki helvanın hikmeti budur. Belki inayet buyurur da iftar eder" der.
Çok geçmeden Mevlâna görünür, çadıra girer. Mürit kendisine saygıyla bir tabak helva sunar. Mevlâna bir lokma alır ve kaybolmuş gence de ikram eder.
 Hemen Mevlâna'nın eteğine yapışan yolcu başından geçenleri anlatarak yardım ister. Bunun üzerine Mevlâna "Hiç korkma, gözlerini kapat!" der. Çocuk gözlerini açtığında kendisini kervanda bulur.

Dedublüman

Varlığın bedenindeki maddelerden bir bölümünü demateryalize ederek onları istediği bir yerde materyalize etmesine yani ortaya çıkarmasına dedublüman denir. Bilokasyan, çift bedenlenme de denilen bu fenomen Sufi literatüründe tayy-ı mekân olarak geçer.
 Mevlâna pek çok kereler birden fazla yerde aynı zamanda görünmüştür.

Müridin aklı başından gider...

Şeyh Salâhadin'in bir müridi İstanbul tarafına ticarete gideceği zaman Mevlâna'dan izin alırken Mevlâna "Filan kilisede bir papaz vardır. Adı filandır. Bizim selamımızı ona ulaştır" der. Tacir varıp Mevlâna'nın selamını papaza ulaştırınca kilisenin köşesinde Mevlâna'nın murakabede oturmuş olduğunu görür. Aklı başından gider. Sonra sadece papazı görür. Papaz da: "Bizim selamımızı Mevlâna'ya ulaştır" der. Hoca yine Mevlâna'nın yanma gelip papazın selamım ulaştırıp bakınca, papazı Mevlâna'nın karşısında murakabe hâlinde görür. Yine aklı gider. Mevlâna tembih edip "Bu sözü kimseye açıklama!" der. O da kabul edip fakirliği seçer.

Kırk meclise davet edilir....

Sultan Veled'in hatunu, Şeyh Salâhaddin'in kızı Fatma Hatun anlatır:
 Mevlâna bir gece, kırk meclise davet edilir. Hepsim de kabul edip gitmeye söz verdi. O gece sabaha kadar halvette babamla ibadetle meşgul oldu. Sabahleyin her meclisten Mevlâna'nın başmağının bir eşini getirip dediler ki: "Mevlâna mübarek başmağını koyup gitmiş." Hatta kimisi sol kimisi sağ ayak başmağı idi. Herkes bu gece Mevlâna mecliste böyle manalı sözler söyledi, bu şekilde davrandı deyince halk arasında büyük şaşkınlık meydana geldi.

Durugörü

Beş duyunun dışında canlı, cansız nesneleri ve olayları algılama ve görmedir. En geniş kapsama alam olan bu medyomsal tezahürler uyku-uyanıklık arasında, uyku hâlinde, uyanıkken veya trans hâlinde olabilir. Zihinsel medyomluk içinde ele alman durugörüde medyomun dar bir alan içinde etrafındakileri görmesi (basit durugörü); başka insanların bedenlerindeki hastalıkları, aurayı görmesi (alteroskopi); uzaktaki canlı cansız nesneleri, olayları, yerleri görmesi (mekansal durugörü); geçmiş ve gelecek hakkında bilgi vermesi (zamansal durugörü) gibi çeşitleri vardır.
 Mevlâna da çeşitli durugörü tezahürlerinde bulunmuştur.
Tez bu evden çıkın!
 Sultan Rükneddin'in hatunu anlatır:
 Bir gün ansızın Mevlâna aramızda durdu. Dedi ki: "Tez bu evden dışarı çıkın!" Hepimiz sıkıntıyla yalın ayak dışarı çıktık! Hemen o ev yıkılıp, çatısı çöktü.

Mektubu açmadan cevaplar...

Kadı Sıraceddin Urmevi o zamanın eşsiz bilginlerindendi. Bilgisinin verdiği gururla, çeşitli bilim dallarında sorular hazırlayıp öğrencilerine "Amacım, Mevlâna'ya bilginliğin ne olduğunu göstermektir. Konuşma zamanında siz de bulunun." dedi. Sabah Mevlâna sabah Kadı'ya bakıp kayboldu. Bir saat sonra namazım kılmak için köşke çıkan Kadı soruların cevaplarının yanında akıllarına gelmeyen daha nice soru ve cevapların yazılı olduğu kağıdı buldu.Mevlâna elini duvara vurunca....Tebriz tüccarlarından biri Konya'ya ticarete gelir. Bir gün şehirdeki tüccarlara derki: "Bu şehrin büyük şeyhlerini ziyaret etmek isterim." Tüccarlar kendisini Şeyh Sadreddin Konevi'ye götürürler. Tüccar şeyhe "Mümkün oldukça Allah hakkına sadaka veririm. Ama çok da zarar ederim, asla sebebim bilemedim!" der. Ancak cevap alamaz ve diğer şeyhleri de ziyaret eder. Bunun üzerine biri Mevlâna'nın üstün vasıflarından söz eder. Hemen Mevlâna'yı görmek ister.
 Çaresiz tüccar anlatır: "Önce hâlimi anlattım. Mevlâna dedi ki:' Mağrip Frengistan'ında bir azizi, yol üstünde görüp, dış görünüşü sana çirkin gelip tükürdün! Yüce Allah'a hoş gelmeyip sana ziyankarlık havale eyledi. Sebebi odur. Eğer gidip özür dilemezsen hâlin daha da müşkül olur! Bizim selamımızı ona yetiştirdiğin zaman özrün kabul olunur.' Miskin tüccar çok üzülür. Çünkü Konya'yla Frengistan çok uzaktı. Tüccar güçsüzlüğünü açıklayınca Mevlâna elini duvara vurunca bir kapı açılır. Dermansız tüccar bakıp o azizi önce gördüğü yerde, önünde durmakta olduğunu görür ve feryad edip aklı başından gider. Aklı başına gelince Mevlâna 'Çare varıp yüz sürmektir' der.Hemen yola düşüp Frengistan'a varıp o azizi bulur ve özür diler. Aziz 'Günahım Mevlâna aşkına affettim. Bak da acayiplikler göresin!' deyince tüccar 'Karşısında Mevlâna'nın beyitler okuyarak sema'da olduğunu gördüm.' der. Bunun üzerine tüccarın şaşkınlığı birken bin olur. Hemen Konya'ya döner ve tüm malım, varlığını dağıtıp Mevlâna'nın dergahına yerleşip din hocası olur.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi şeyhler arasında telepatik bağlantı, tesir alışverişi her zaman mevcuttu.

Görücü Medyomluk

Görücü medyomlar, diğerleri tarafından görülmeyen varlıkları ve olayları duyularüstü bir yolla görebilen, ruhsal dünyayla fizik dünya arasında irtibat sağlayan kişilerdir.
 Görücü bir medyom olan Mevlâna, daha beş yaşındayken bile gördüklerinden heyecana kapılırdı. Babasının müritleri onu sakinleştirmeye çalışırlardı. Sık sık bedensiz varlıkları gören Mevlâna'ya babası Bahaeddin Veled "Bu sana görünenler gayb âlemindendir. Kendilerini sana gösteriyorlar, amaçlan seni Tanrı'nın lütuf ve inayetine mazhar etmektir. Onlar o âlemden sana görünen, görünmeyen armağanlar getirmişlerdir" diyerek yatıştırmaktadır.

Gayb âleminden görünürler....

Bir gün Mevlâna medresede bir sema ayinindedir. O gün sık sık ilahi okuyucuların bulundukları yere gitmekte, boşluğa bakarak selam vermekte ve "Sizin nazik bir âleminiz vardır, bu kafidir" demektedir.Müritler Mevlâna'nın kime hitaben konuştuğunu anlayamazlar. Sema sonunda Çelebi Hüsameddin bunu kendisine sorduğunda Mevlâna der ki: "Hakim Senai'nin ruhaniyeti temessül ve tecessüd edip (şekillenip ve bedenlenip) Osman'la Şihabeddin'in yaranda def çalıp lütuflarda bulunuyordu. Ben de bizden hoşnut olsun diye sık sık onun ruhundan özürler diliyorum. Tanrı erleri, gayb âleminden her kimi hatırlar ve isterlerse hemen onun önünde bir şekle girip gözükürler." der.

Şifacılık

Şifacılık içinde temel olarak manyetik, telkinsel etkiler ve bedensiz varlıklardan gelen tesirleri hastaya naklederek iyileştirme teknikleri vardır.
 Manyetik tedavide gerizör olan şifacının manyetik etkiyi, nefes, manyetik pas ve el ile sıvazlamalarla ya da su gibi maddelere yüklenmesi gibi uygulama alanları vardır. Ruhsal şifacılıkta ise rehber, hami varlıkların etkisiyle kendisinde mevcut olmayan bir tesir akımım hastaya aktarır.
 Aşağıdaki olayda Mevlâna'nın uzaktan şifa vermesine bir örnektir:

Mevlâna'nın himmetiyle...

Mevlâna'nın dostlarından bir genç vardır. Mısır seferine gitmeyi ister. Yakınları engel olmak isteyerek Mevlâna'ya başvururlar. O da vazgeçirmek ister. Kabul etmeyerek bir gece gizlice gider. Bir gemiye binip giderken Frengistan'a esir olur. Küstahlığını bilerek çaresizce ağlayıp inlemeye başlar. Mevlâna'dan yardım isteyerek yalvarır. Kırk günün sonunda Mevlâna'yı rüyasında görür.
Mevlâna der ki: "Yarın senden ne sorarlarsa: Bilirim de!" Uyanarak sevincinden ağlar. Sabah olunca gence "Hikmetten bir şey bilir misin?" diye sorarlar. O da "Bilirim!" der. Hemen alıp padişahları katına götürürler. Meğer hayli zamandan beri padişah hastaymış. Hastayı görünce der ki: "Yedi cins meyve alıp birazını Mahmud'a götürün." Alıp anılan şeyleri birbirine karıştırıp o Fakirlerin Sultanının adını hatırına getirip temiz bir inançla padişaha yedirir. O an padişah sağlığına kavuşur.
 Padişah:
 - Şimdi söyle! Ne muradın varsa söyle!- Vatanıma gitmek isterim, deyip daha once anılan hususları söyler. Esir olunca gördüğü rüyayı anlatır. Kurtuluşuna sebep olan şeyden asla haberi olmadığım söyler.
 - Bu Mevlâna Hazretlerinin himmetiyledir. Yoksa ben avamdan bir kişiyim! Fizik, kimya falan bilen değilim!
 
Bunu duyan Frengistan Frenkleri pek çok mal ve eşya vererek o genci Mevlâna'nın hizmetine gönderir.

Eşi bile tanıyamaz...

Mevlâna Şemseddin Ma'deni anlatır: Mevlâna'nın hizmetinde güzel sesli, kambur bir ilahi okuyucu vardı. İki büklüm dolaşmaktadır. Bir sema ayini sonrası Mevlâna elini adamcağızın kamburu üstüne koyarak "doğru ol!" deyince beli doğruldu. Adamın kamburu o kadar düzelmişti ki evine varınca eşi bile tanıyamadı.

Sıtmayı iyileştirir...

Bir diğer şifa örneğinde Mevlâna sıtmalı bir adamı, bunun için yazdırdığı yazıyı suya atıp bu sudan içirterek iyileştirir. Başka bir sıtma örneğinde üç beş diş sarımsağın üzerine yazı yazar, hasta bunları yiyemeyince bademin üzerine aynısını uygular ve iyileştirir. Burada hem telkin yöntemi hem de madde üzerine şifa tesiri yükleme yöntemini kullanmıştır.

Hekimlerin iyileştiremediği çocuğa şifa verir...

Çelebi Hüsameddin çocukluğunda göz ağrısından yakınmaktadır. Hekimlerin uyguladıkları ilaçlar işe yaramayınca babası Mevlâna'ya götürür. Mevlâna iyice yakınına gelmesini ister, gözünü inceler. İki parmağını tükürüğüyle ıslatıp hasta göze girer. İki gün sonra Çelebi Hüsameddin tamamen iyileşmiştir..

Şifanın ardındaki kehanet...

Mevlâna'nın torunu Çelebi Arif yedi aylıkken boynunda bir şiş belirir. Çok acı verir, çocuk yemeden içmeden kesilip zayıflamaya başlar. Doktorların çare bulamaması üzerine babası Sultan Veled Mevlâna'ya götürür.
 "Arifim gidiyor!" diye yakınıp ağlar. Mevlâna, "Yok, yok Bahaddin, aklını başına topla! Arif gitmek için gelmedi!" diyerek oğlunu yatıştırır. Ardından mürekkep ve kalem ister. Çocuğu dizine koyup çıbanın üzerine yedi enine, yedi boyuna çizgi çizip "Akıllıya bir işaret yeter" diye yazar.
 Hemen o anda Emir Arif gözlerini açar, süt içer.
 Arif tamamen iyileşir ancak bu çizgilerin anlamım kimse çözemez. Kimisi yedi yıl, kimisi yetmiş yıl ömre işarettir der. Aslında birbirini kesen bu çizgilerin adetlerinin çarpımı kırkdokuzdur. Emir Arif öldüğünde kırk dokuz yaşındadır.

Telepati

Telepati düşünce, duygu veya imajların başka bir şahısa aktarılması olgusudur. Alıcı ve verici olarak en az iki kişi vardır. Zaman ve mekan açısından bir sınır yoktur. Üzerinde çalışılarak da geliştirilebilir. Ruhsal irtibatlar da bir tür telepatik birleşmedir.
 Telepati yeteneği gelişmiş kişilere telepat adı verilir. Mevlâna da birçok mistik ve medyom gibi hassas bir telepattır.

Ölüm haberini bildirir...

Mevlâna'mn Selçuklu Sultanı Rükneddin'in feryatlarım telepatik olarak almasının aktarıldığı bir menkıbe de şöyle rivayet edilir:
 Hüsamettin Çelebi anlatır:
 Fakirlerin Sultam meclisten kalkıp huzursuzluk içinde gitti. Birkaç gün sonra bazı beyler, aralarında birleşip Rükneddin'i Aksaray'a davet ettiler. Bahaneleri; Tatar askerim defetmek için fikir danışmaktı. 'Gitmek gerekince, Mevlâna'ya gelip izin ricasında bulundu. Mevlâna: "Gitme, zararı vardır!" dedi. Tekrar haber gönderdiler. Çaresizlikle Mevlâna'nın sözünü dinlemeyip gitti. Oraya varınca hemen elini bağlayıp yay kirişi ile boğdular. "Mevlâna, Mevlâna" diyerek canım teslim etti. Mevlâna o anda medresesinde sema'da idi. "Cenaze namazı kılalım" dedi. Namazdan sonra Sultan Veled sorunca "Biçâre Rükneddin'i boğdular. O zamanda bizi andı" dedi.

Mevlâna Sultanın düşüncesini okuyup
sema'yı bıraktı...

Yine menkıbelerde geçen başka bir olay da şöyle rivayet edilmiştir:
Mu'îneddin bir kere büyük bir sohbet düzenledi. Sultan Rükneddin ve devlet erkanı hazır bulundular. O sema'dan geceyarısına kadar vazgeçilmedi. Rükneddin dayanamayıp Pervâne'nin kulağına gizlice "Sema'dan vazgeçseler biraz dinlenirdik" dedi. Mevlâna'nın haberi olup sema'ı bıraktı. Ama Şeyh Abdurrahman Zıya, vazgeçmeyip naralar atarak sema'ya devam etmek istedi. Rükneddin huzursuz olup Pervâne'ye "Bu derviş sakin olmaz! Acaba bunun zevki Mevlâna'dan ziyade midir ki, oturmaz!" deyince Mevlâna Rükneddin'e yönelerek "İçimizde nefsiniz kurtçağızı hareket edip, aşağılık âleme yönelir. Sıkıntıya düşüp dervişler sohbetine dayanamazsınız! Bir kimsenin içinden aşk ejderhası ağız açıp yüce âleme yönelirse, nasıl sakin olur?" deyince Rükneddin mürit olur.

Çalgıcının düşüncesini okudu...

Şerefeddin Osman anlatır: Mevlâna ve dervişler bir kimsenin evinde üç gün üç gece sema etti. Üç bölük çalgıcı sırayla hizmet ederek, saz çalardık. Hepimiz halsiz kaldık, yorulduk. Sonunda neyzenin birisinin kulağına gizlice dedim ki: "Üç gün, üç gecedir ki evimize varamadık. Gerekenleri gören bir kimseye gücümüz yetmedi. Acaba ev halkı ailelerimiz nicedir?" derken Mevlâna bir avuç sikkeli altını benim defime döktü. Hatta sıcaklığından hemen elimdeki dairenin derisi yanıp, altınlar yere döküldü. Bin yedi yüz adet sultanî idi. Alarak hepimiz paylaştık. Ev halkımızın gerekenlerini alıp, hizmetimize devam ettik.

O makramayı satma!

Mevlâna'nın bir müridesi onu davet etmek istiyordu. Masrafı karşılamak için kıymetli makramasını satmak istedi.Hemen o sabah Mevlâna onun evine gelip "İşte meclisine geldim! O şeref hasıl oldu. O makramayı satma! Sana gerek olur" dedi. Müridenin sevinçten aklı gitti.

Bu örnekler parapsikoloji bilimiyle izah edilememektedir.

Mevlâna'nın sergilemiş olduğu ve bu bölümde sizlerle paylaştığımız parapsişik yetenekleri uzun yıllardır dünyanın dört bir köşesinde üniversitelerde parapsikoloji bilimi altında incelenmiş ve açıklığa kavuşturulmuştur. Ancak aşağıdaki örnekler parapsikoloji biliminin araştırma sahasına girmeyen dünya üzerinde nadir görülmüş fenomenlerdir. Bunlar çoğunlukla peygamberler tarafından sergilenmiş, ancak ezoterik bilgiyle açıklanabilecek olgulardır.

"Sen orada ağzını aç, biz deneceği deriz!"

Celaleddin Sipehsâlâr anlatır:
 "Mevlâna beni Kayseri'deki Pervane'nin yanına elçiliğe emretti. Mektup verdi. Veda zamanında: 'Eğer ağız haberi sorarlarsa ne haber vereyim?' dedim. Mevlâna: 'Sen orada ağzını aç, biz deneceği deriz!' dedi. Varınca mektubu sundum. Okuyunca Sultan: 'Mevlâna'nın kendileri sağlık ve selâmette midirler? Vakitleri nasıl geçiyor?' dediklerim duydum. Başka ne olduğunu bilemedim. Bundan sonra gözümü açtım. Sultan, Pervane ve diğer emirler ve divan üyeleri kaftanlarım yırtıp ağlarlar. Pervane bana dedi ki: 'Ey Çelebi Celaleddin, çok kere teşrif buyurdunuz. Asla bu defa olan konuşmanız olmamıştı. Sebep nedir?' deyince Mevlâna'dan ayrılırken geçen konuşmayı söyledim. Tekrar oradakilerden feryad figan yükseldi. Çok şaşırdılar.
Ölü dervişin kulağına "Seninle işim var" deyince...
Çelebi Şemseddin anlatır:
 Mevlâna'nın Nâyî Hamza denen bir dervişi vardı. Gayet yumuşak üflerdi. Vefat etti. Mevlâna hazırlanıp kefenlenmesi bitince haber verilmesini istedi. Yıkayıcı, tahta üzerine getirince haber verdiler.
 Mübarek eliyle ölünün kulağına yapışıp, "Ey değerli dost Nâyî Hamza, kalk! Seninle işim var!" deyince derhal canlanıp kalktı. Ney üfleyerek Mevlâna ile üç gün üç gece sema eylediler. Ardından Mevlâna sema'ı bırakıp dışarı çıktı, Nâyî Hamza'nın ruhu da uyarak beraber çıktı. Mevlâna "Hakk'ın emri buydu, yerini buldu. Defin eyleyin!" dedi.

Vücudu halvet odasını tamamıyla doldurmuş!

Sultan Veled anlatır: Babam Mevlâna ramazanda bir evde on gün halvete girdi. Asla bir kimseye görünmedi. Dostları dayanamayarak görmek istediler. Sonunda yavaş yavaş kapıya vardım. Ne yaptığım görmek istedim. Elverirse dervişlerin özlemini arz edeyim. Varınca içeriden seslenerek: "Bahaeddin dostlar üç gün daha sabreylesin!" dedi. Üç gün sonra tekrar vardım. Kapı köşesinden baktım ki, şerefli vücudu hücreye tamamıyla dolmuş! Bir kıl ucu sığacak kadar bile yer kalmamış! Şaşkınlıkla nâra attım. Soma tekrar baktım. Önceki gibi gördüm. Tekrar tekrar bakıp dayanamayacak hâldeyken "Bahaeddin! Şarkıcı! Şarkıcı!" diye içeriden seslendi. Şarkıcılar ve okuyucular gelip neyler üflenince yavaş yavaş önceki hâline geldi. Ondan sonra yedi gün yedi gece sema etti. Sonra bana dedi ki "Bahaeddin! Bazen olur, ben dost iline varırım. O zaman ben, ziyade zayıf, ince ve vücudsuz, zelîl ve yalvaran olurum. Bazı mübarek saatlerde yok olmayan dost, yokluğu olmayan sevgili, bu çaresiz ve istekliye gelip, tecelli edip, teşrif buyurunca iki âleme sığmam, hücre nedir ki!"
( Batıni Mevlana - Kevser Yeşiltaş / Nilüfer Dinç )
Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


Kasım 15, 2011, 10:13:08 ös
Yanıtla #2
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 689

eline sağlık zarahatustra çok sağol.
Doğru rehberini bulana ne mutlu...


Mart 27, 2013, 10:05:38 ös
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 856
  • Cinsiyet: Bayan

Şaşırmamak lazım tabi ...
Adequatio intellectus et rei


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
6602 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 18, 2008, 11:58:28 ös
Gönderen: tcorbaci
0 Yanıt
5111 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 31, 2006, 01:13:22 ös
Gönderen: MASON
1 Yanıt
4503 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 19, 2009, 12:03:52 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
3099 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 20, 2009, 12:17:01 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
12931 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 01, 2018, 04:03:42 ös
Gönderen: Zennn
0 Yanıt
4918 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 24, 2012, 10:24:11 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
3545 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2012, 09:11:11 ös
Gönderen: karahan
15 Yanıt
6038 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 23, 2017, 11:13:25 ös
Gönderen: Achilles
0 Yanıt
9712 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 20, 2015, 05:07:13 ös
Gönderen: Risus
0 Yanıt
3345 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 20, 2015, 05:08:09 ös
Gönderen: Risus