Mutlak bilgi neden bu kadar kafaları kurcalıyor anlamıyorum. Mutlak bilgi, çok basit, teknik bilgidir. Temel düzeydeki bilgidir. Fen bilimleridir.
"Efendim sarımsak hakkında eskiden şöyle söyleniyordu, şimdi de başka türlü, dolayısıyla "fen bilimleri" dahi mutlak olamaz."
Burada kategori yanlışı yapılıyor. Teknoloji ilerledikçe, analiz yapan cihazlar, hasta verileri, patoloji, tıp bilgisi çoğaldıkça ve yenilendikçe, elbette bir nesneye dair bilgiler de çoğalacaktır. Hatta yeni bilgiler, eskilerle zıtlaşabilir de. Sarımsağın yararlı olup olmadığının bilgisi de araştırma metodunun yelpazesine aldığı alan kadar kısıtlıdır. Yani elde edilen yeni bilgiler her zaman mutlaktır. Sorun, o mutlak bilginin "hangi şartlarda" elde edildiğinin bilinmemesidir. Sarımsak, örneğin tansiyona iyi gelir, ama yeni araştırma sarımsağın mideye kötü geldiğini gösterir. Siz bunu komple tüm sağlığa mal edecek tarzda yaklaşır, tansiyon ve mide ayrıntalırını es geçerseniz, fen bilimlerini de göreli sanmak gibi büyük bir yanlışa düşersiniz.
Fen bilimleri -doğa şartları böyle kaldığı, 4 kuvvetten biri, ben annemin evine gidiyorum demediği sürece- mutlaktır. Ama elde edilen bilginin bir de algılayan tarafı var. İnsan faktörü daima ön plandadır. İnsan faktörü ; eleştirel süreç, dikkat, planlama vb. şeyleri etkiler.
Hele hele elde edilen bilgileri kısa yoldan "genellemeye" çalışmak, ayrıntıya, detaya aldırmamak büyük yanlış anlamalara sebep olabilir. Genelleme yapmak, bazen hakikatin üstünü örtebilir.
Fen bilimlerinde ustalık da zaten bu alanda dikkatli olmakla belirlenir.
Yani fen bilimleri mutlaktır. Teknolojiyi doğurur. Tıpta ilerlemeyi doğurur. Hayata KONFOR sağlar, sorunlara, hastalıklara ÇÖZÜM sağlar, fiziksel sıkıntıyı, acıyı, yorgunluğu, belirsizliği yok eder. Bu yüzden fen bilimleri kutsaldır.
Bir başka bilim alanı "sosyal bilimler" alanıdır.
Burası zurnanın zırt ettiği alandır. Tüm tartışma, çekişme, hır gür bu alanda cereyan eder. Sarımsak orda olduğu gibi durur. Fizik kanunları -keşfettiğimiz/keşfedemediğimiz- aynı şekilde işler, ama insan bunları yorumlayan ve algılayan olduğu için sosyal alanda, fen bilimlerinin dahi güvenilir olmadığına yönelik kuramlar ortaya atılır. Tuhaf tabii. Bilinemezciler bu alanda at sürer. Ahlakçılar bu alanda at sürer.
Sosyal bilimler mutlak değildir. Çünkü nesnesi, insan-insan ilişkileridir. O nesne de sarımsak gibi hiç değişmez değildir. İnsanı tanımlamak güçtür. Android değildir. Dolayısıyla konusu insan olan hiçbir bilgi %100 mutlak olamaz. Fakat %90 uyumlu bilgiler de bu alanda vardır! Mesela ben bir insan olarak fen bilimlerinin kutsal olduğunu iddia ettim. Büyük ihtimalle bu yorumum doğrudur. Bu yorumda bulunurken bile sosyal bilim alanındayımdır. Bir başka biri, fen bilimlerinin doğayı katletmekten başka bir işe yaramadığını, hayatı hızlandırdığını, günlük yaşama yerbırakmadığını, teknolojinin nüfus artışına neden olduğunu ve klasik çağ günlük hayatının artık kalktığını, her şeyin paket servis olduğunu vb. dile getirip, fen bilimlerinin bir bela olduğunu söyleyebilirdi (ki bunu iddia eden hali vakti yerinde filozoflar var). Bu görüşlerin ikisi de rasyoneldir. Fakat hakikat tektir. Ya benim dediğim doğrudur, ya onun dediği doğrudur. Ya her ikimiz de yanılıyoruzdur, ya da her ikimiz de kısmen doğruyuzdur.
Aslında pragmatik açıdan, "barış" için bilimin en önemli yanı sosyal bilimlerdir. Kimileri, kafa rahatlığı sağladığından mıdır bilinmez, bu alan göreli olduğu için, hiçbir sonuç doğru olmayacağı için, bu alana hiç bulaşmaz. Sosyal bilimleri hakir görür. Bu, bence bir çeşit tembellik, bir çeşit kolaycılıktır. Sosyal bilimlerin de ciddiye alınacak doğruları vardır ve dünyaya kardeşlik, fen bilimleri alanındaki başarılarla değil, sosyal bilimlerin ürettiği çözümlerden birinde mutabık olmakla gelecektir.
Sosyal bilimlerin fen bilimleri kadar geçerli bir kuralı vardır; etki tepki yasası. Yani sosyal bilimlerde de bir insana etkide bulunursanz, tepki görürsünüz. Yine bir diğer sosyal bilim yasası, A=A'dır formülünü benimsemektir. A=A'dır. Yani fen bilimlerinin verilerini doğru kabul etme ahlakıdır. Ahlak, Sartre'ın veya Nietzsche'nin anladığı gibi sadece insan hayatını sınırlayan şeyler değildir. Ahlak, sadece din alanını da ilgilendirmemektedir. Ahlak, insanın erken ölmemesi için gerekli olan bir bilim dalıdır. Ve ahlakın tüm yasaları, rasyonel mantığa boyun eğmekten geçer. Ahlak bilimi, verileri yorumlarken objektif olarak düşünmeyi gerektirir.
Yani ahlak = rasyonel mantık diyebilirim. Bu da sosyal bilim içindeki en büyük doğrulardan biridir.
Bu kadar yazdım, hiç örnek vermedim, ahlak = mantık ne demektir? Örnek:
Siz, muhtemelen yaşamanız için, başka insanların size yardım etmek zorunda olmadığını biliyorsunuzdur. Veya komşunuzun yetenekleri sizde olmadığı için, komşunuz sizden daha fazla kazanıyorken, siz de onun kadar kazanmak veya kazanamıyorsanız, onun gelirinden bir kısmını size hibe etmesini beklemek gibi tuhaf istekler duymayacaksınızdır. Fakat bugün hala, total paylaşımcılıktan yana sistemler var ve bunların ciddi takipçileri, destekçileri var. Bu düşüncelerinin altında bir mantık aramak istersek bunu bulamayız. Zaten kendileri de aristoteles mantığına lanet okurlar; onlar diyalektik mantığa inanırlar. Bugüne kadar da bunun ne olduğunu açıklamış değillerdir.
Her türlü "zorlama" , suçu cezasız bırakma, suçu gösteremeden ceza verme, kolektif uğruna bireyi feda etme de ahlak=mantık eşitliğne aykırı, sorunu çözmekten çok, olmayan sorunlar yaratmaya gebe, fen bilimlerinin pragmatizmine tamamen zıt, kafada kurulan hayallerin mutlak saymak yanlışlığına ek olarak bu mutlaka başkalarını da zorlamak istemek -ve zorlamak-tan kaynaklanan ahlaksızlık belirtileridir.
Ahlak, iki tane insanın olduğu yerde dahi sağlanmalıdır. Bu bilgi mutlaktır. Buna da adalet denir.
Saygılar