Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MUSA İLE HAKİKATE DOĞRU(23)-MASUMİYET MASKESİ-HAZİNELER ÇIKARILMAK İÇİNDİR  (Okunma sayısı 3847 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 10, 2010, 04:01:08 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 439
  • Cinsiyet: Bay

MASUMİYET MASKESİ


Sıra üçüncü ve son perdenin açılmasına gelmiştir. Hızır, yiyecek istemek niyetiyle uğradıkları ama kendilerine konuksever davranılmayan kasabada, gördükleri yıkılmakta olan bir duvarı niçin onardığını Hz. Mûsâ’ya şu cümlelerle anlatır: “Ve o duvara gelince; duvar o kasabada yaşayan iki yetim oğlan çocuğuna aitti ve altında (hukuken) onların olan bir hazine gömülüydü. Onların babası dürüst ve erdemli (sâlih) biriydi; bunun içindir ki, Rabbin onların erginlik çağına eriştiklerinde o hazineyi Rabbinden bir bağış olarak kazıp çıkarmalarını irâde etti. (Dolayısıyla) Ben (bütün) bunları kendiliğimden yapmadım: Senin sabır göstermediğin (olayların) iç yüzünün gerçek anlamı işte budur” (Kehf/82)


Birinci olayda “gemiyi delmek”le sâhiplerini kurtaran, ikinci olayda ise “çocuğu öldürmek" le ana-babasını gözeten Hızır, üçüncü olayda “kırmak ve öldürmek” yerine daha olumlu bir eylem olan “onarma" fiili ile karşımıza çıkmakta, yıkılmakta olan bir duvarı tâmir ederek “iki yetim” çocuğa ait olan hazinenin başkalarının eline geçmesine mâni olmaktadır. Çünkü duvarın altında hukuken çocuklara ait bir hazine vardı ve eğer bu duvar, çocuklar büyümeden yıkılacak olursa altındaki hazine meydana çıkacak ve zavallı çocuklar onu koruyacak güce sâhip bulunmayacaklardı. Bu nedenle “İlâhî irâde” onların büyüyüp güç kazanmalarını, sonra da duvarın altındaki hazineyi çıkarmalarını istemişti. Bu isteğin nedeni de çocukların babasının “sâlih bir baba” olmasından kaynaklanmaktadır.


Bir sıfat olarak “Sâlih”; hayır ve hasenat sâhibi, güvenilir, iyilik ve güzellik taşıyan tüm faziletleri kendinde toplayan, Cenâb-ı Hakk’ın ve Peygamber’in beğeneceği işler yapan, takvâ ehli insan demektir. İşte bu çocukların babası da böyle biriydi ve bu ahlâkî yapısından dolayı Allah onun hatırına/hürmetine çocuklarının canlarını ve mallarını korudu. Hızır, duvarı onarmamış olsaydı, muhtemelen, hazine başkalarının da haberi olacak tarzda ortaya çıkacak, aç ve yorgun yolculara yardımdan kaçınarak gerçek seciyelerini ortaya koyan hasis kasaba halkı tarafından yağmalanacaktı. Âyetteki bu ifâdelerden çıkaracağımız bir başka anlam da “ilâhî bir lûtuf olarak, sâlih kişilerin zürriyetlerinin de korunduğu veyâ korunacağı gerçeğidir”.


Çok ilginçtir Kehf/80. âyette Allah, çocuklarının zarar vermesinden ana-babayı korurken, üzerinde durduğumuz âyette ise tam tersi olarak babalarının iyiliği çocukların kurtuluşuna aracı olmuştur. Böylece verilen her iki örnekle hayatın mozaik yapısı gösterilmiş, ana-baba ve çocuklardan oluşan aile kurumunda fertlerin davranışlarının –geçmişte ve gelecekte- kendilerine getireceği sorumluluğun dünya ve âhiret boyutuna dikkat çekilmiştir. Yine âyette bütün bu olaylar Hızır’ın diliyle “Allah’ın rahmetinin bir yansıması” olarak sunulmuş, bu rahmetten yararlanma yolunun da “müminlik ve sâlihlik” şartından geçtiği vurgulanmıştır.


Âyet, duvar ve hazinenin kasabada yaşayan “iki yetim” çocuğun hakkı olduğunu söylerken, çocukların “yetimlik” kimliğini ön plâna çıkarmakta ve “Yetim Hakkı”nın korunmasını ve yenmemesini dolaylı da olsa imâ etmektedir. Kur'ân, yetimler ve yetim hakkı konusunda çok titiz davranmış ve en ağır tehditlerinden birini de yetim malı yiyenlere yöneltmiştir. Yetim malına tecâvüz bir yana, el sürmek bile yıkıcıdır. Onların malına dokunmak helâl rızıkları da haram hale getirir ve insanı, temizi kirletme gibi akılsız bir duruma düşürür (Nisâ/2). Ne ürkütücüdür ki “Dini yalan sayan kimdir?” sorusuna Kur'ân’ın verdiği cevabın ilk cümlesi şudur: “O kişidir ki, yetimi itip kakar, azarlar” (Mâun/1-2).


Hızır’ın daha önceki olaylarda “isteme” fiilini “istedim” ve “istedik” şeklinde kullandığını görmüştük. Bu son olayda ise bu fiil “Rabbın; onların erginlik çağına ulaşmasını istedi” ifâdesiyle sâdece Allah’a izâfe edilmiştir. Çünkü o çocukların ergenlik çağına ulaşmasını ancak Allah gerçekleştirebilir ve bu ancak O’nun gücü ile olabilecek bir şeydir. Dolayısıyla burada fiilin yalnızca Allah’a nisbeti Hızır’ın edebinin kemâlinden kaynaklanmaktadır.


Bâzı tefsirler, cevabı âyette verilmesi rağmen “Çocuklar, duvarın altındaki kendilerine ait olan hazineyi bilmediklerinden ileride nasıl bulup çıkaracaklar?” şeklinde sunî sorular ortaya atmışlar ve bu sorulara da zorlama cevaplar arama yoluna gitmişlerdir. Bir tefsir, “iki yetim bu durumu bilmiyordur, sâdece onların vâsisi biliyordur. Fakat o esnada, vasîsi de orada yoktur” derken; bir diğeri, “Çocukların onu bilmedikleri tezine kesin güvenemeyiz. Çünkü Allah, duvar altında bulunan hazinenin yerini, herhangi bir yolla o yetimlere bildirmeye kâdirdir. Allah bildirir ve çocuklar da onu kolayca çıkarır” demiştir. Aslında ne bu sorulara ve ne de bu tür cevaplara gerek vardır. Âyette geçen “Rabbın irâde etti” sözü bütün bu sorunları çözmektedir. Çünkü Allah’ın bir şeyi irâde etmesi, o şeyin mutlak gerçekleşmesi demektir. Allah olmasını istediği bir şeyi irâde etmişse, hiçbir güç O’nun karşısına çıkamaz ve onu engelleyemez. Bu konuda Yâsin Sûresi’nde yer alan bir âyet bize yeterli ışığı tutacaktır: “O, Tek’dir, Biricik’tir, öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde (irâde ettiğinde) ona sâdece ‘Ol’ der ve o şey hemen oluverir”


Âyette sözü geçen hazine konusunda da müfessirlerin bir çok görüşleri vardır. Kimisi bunun altın ve gümüşten bir hazine olduğunu söylerken, kimisi de bunun bir takım hikmet ve öğütleri kapsadığını söylemişlerdir. Bir rivâyete göre de bu hazine, üzerinde şu ifâdelerin yazılı olduğu altından bir levha imiş: “Kadere iman eden bir kişinin üzülmesine şaşarım. Ölüme iman eden bir kimsenin sevinmesine hayret ederim. Dünyayı ve onun, ehline karşı değişkenliğini bilen kimsenin de huzur bulmasına şaşarım”
HAZİNELER ÇIKARILMAK İÇİNDİR


Eşyâyı görmek ile “eşyânın ardını görmek” arasında önemli farklar vardır. Tıpkı Hz. Mûsâ ile Hızır’ın arasındaki vuku bulanlarda olduğu gibi! Biri duvarı görmüş, diğeri duvarın ardını; biri zâhirî görmüş, diğeri bâtını; biri sûreti görmüş, diğeri sîreti; biri şekli görmüş, diğeri özü..İşte Hızır olabilmek, “duvarın ötesini” görebilmek demektir. İlm-i Ledün, “duvarın ötesini görme” ilmidir ve yalnızca İlm-i Ledün sâhipleri yıkık duvarın sırladığı hazineyi görebilirler.

Hazinelerin vîrânelerde yâni yıkık dökük, harabe yerlerde olması bir tesâdüf değildir. Bu tezat sayısız hikmeti içinde taşımakta ve hakîkati arayan insana “görünüşe aldanma” uyarısını sessiz ve sözsüz bir şekilde haykırmaktadır. “Yıkılmışlık perdesi” hazinelerin örtüsüdür ve bu yolla bir çok hakîkat, ehli olmayanların gözünden kaçırılmıştır. Hazineler çıkarılmak içindir ve hiçbir hazine sonsuza kadar kapalı kalsın diye gömülmemiştir. Kendini “Ben bir Gizli Hazine idim/Küntü kenzen mah-fiyyen” olarak vasıflandıran Cenâb-ı Hakk bile “bilinmeyi istedim” ifâdesiyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir.


Yeryüzünde Allah’ın nice sırlı “Gayb Erenleri” vardır ki, onlar içlerindeki “Mârifet Hazinesi”ni kendi “harâbât”larında saklamışlardır. Onları görmenin ve bulmanın yolu âleme Hızır’ın gözüyle nazardan geçer. Mevlâna’nın deyişiyle: “Gözlerim yeterli değil, daha yüzlerce göz bulmalıyım, ödünç almalıyım da seni seyretmeliyim.”


“Harâbât Ehli” varlık duvarlarını yıkmış, nefsânî arzularını imhâ etmiş, Allah’ın kahhâriyet tecellîsi karşısında mahv ve fânî olmuşlardır. Onlar “nişansız bir kul” olarak yokluğu seçmişlerdir ve zâhirde “fakir”, bâtında ise “Ganiyy”dirler. Onlar gerçek hazineyi Yunus Emre’nin: “Âlimler, ulemlar medresede bulduysa/ Ben Harâbât içinde buldum ise ne oldu!” deyişiyle kendi beden topraklarında bulmuşlardır.


“Harâbât Ehli” olanlar dış halleri ile kula makbûl ve hoş görünmeyi değil, iç âlemleri ile Hakk’a makbûl bir hâle gelmeyi isterler. Bu nedenle dışarıdan bakanlar onları hor ve hakîr görebilirler. Belki bu yüzden olacak ki Râgıb Paşa bu yanılgıyı sürdürenleri şu beyitleri ile uyarmak ihtiyâcını hissetmiştir:

“Harâbât ehlini hor görme zâhid
Hazineye mâlik virâneler var.”

“Harâbâtı görenler her biri bir hâletin söyler
Safâsın nakleder rindân, zâhid sıkletin söyler.”


Son Peygamber’in “Yetim” oluşu ve Hızır’ın da duvarı onararak yetimlere ait olan hazineyi koruması, irfânî düşüncede şöyle bir yorumun doğmasına sebep olmuştur: Tevhid mertebelerinde son makām “Ahadiyyet” makāmıdır ve bu makām hakkında Kur'ân-ı Kerîm’de: “Velâ takrebû mâlel yetiyme” yâni “Yetimin malına yaklaşmayınız” (En’am/152) buyurulmuştur. Burada yetimin hakîkati “Hz. Peygamber”, onun malı/hazinesi ise “Ahadiyyet” tir. İşte “Çağımızın Hızırları”nın görevi de Hz. Peygamber’e ait olan bu “Ahadiyyet Hazinesi”ni korumak, onu ehli olmayanlardan saklamaktır.


Son sözler yine Mevlana’dan: “Nerede bir yıkık yer varsa orada bir definenin varlığı umulur. Ne diye mârifet definesini yıkık gönülde aramazsın? Gönül gamla peygamberleşti mi, gönle Cebrâil iner; düşünce yüzlerce İsâ’ya gebe kalır Meryem gibi.”


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2411 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 08, 2010, 01:46:46 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
5419 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:04:24 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2551 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:05:14 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2969 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:38:15 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
3610 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:39:04 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
3163 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:40:52 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2462 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 04:04:37 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2762 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 04:05:19 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2920 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 04:08:09 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
3535 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 10, 2010, 04:08:11 ös
Gönderen: lucifer