Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MUSA İLE HAKİKATE DOĞRU(26)-MUSA İLE HIZIR'DAN MÜRİD İLE MÜŞİD'E  (Okunma sayısı 3537 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 10, 2010, 04:08:11 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 439
  • Cinsiyet: Bay

HZ. MUSA İLE HIZIR’DAN MÜRİD İLE MÜRŞİD’E


Kehf Sûresi’nin 60-82. âyetleri ile bize duyurulan Hz. Mûsâ ile Hızır arasındaki arkadaşlık, İslâm düşünce tarihinde özellikle de tasavvufî düşünce tarihinde önemli ve derin izler bırakmıştır. Tasavvuf üzerine olumlu ya da olumsuz kalem oynatan herkes doğrudan veyâ dolaylı olarak bu kıssaya değinmeden geçememişlerdir. Bu kıssa irfanî düşünceyi kendine konu edinenler için birçok yönden örnek teşkil etmiş, Hz. Mûsâ-Hızır birlikteliği ve bu birliktelikten çıkarılan dersler çeşitli yorumlara vesile olmuştur. Bu yorumlar içerisinde en çok dikkat çekeni ise Hz. Mûsâ ile Hızır arasındaki ilişki ile birer ilm-i ledün kurumu olan tarîkatlerdeki Mürîd-Mürşid ilişkisi arasında kurulan bağdır. Bu nedenle olacak ki bir çok tarîkat pîri, tarîkat edebinden bahsederken bu kıssa üzerinde durma gereği hissetmiş, bâzen yazı bâzen de şiir/nefes yoluyla yaptıkları uyarılarla ihvânının idrâkini uyandırmaya çalışmışlardır. Şimdi bu konu üzerine yazılanlardan bâzı örnekler sunalım:


Sâlikin Mürşidine hizmeti şâhâne gerek,
Eşiğine koya bâşın diye şâhâne gerek.

Geçe dünyâ ile ukbâyı dahî etmeye âr,
Bu yolun mihnetine ol kati merdâne gerek.

Nâmurad olmağa tâlib ola kim menzil ala,
Dâhî halk içre adı âkil-ü dîvâne gerek.

Dâhî Mûsâ gibi Hızr’a gemisin deldire ol,
Eski dıvârı yıkıp hem katl-i oğlana gerek.

Gemi sağ olsa anı gasbeder emmâre nefs,
Yeni dıvar beğim eskiye vîrâne gerek.

Eğer öldürmese oğlanı sonu fâsıd olur,
Bu bağın bülbülü aşk ödüne pervâne gerek.

Ey Niyâzî bu yola kim gire kurbân ede can,
İyd-i ekberdir âna vuslat-ı cânâne gerek.


Niyâzi Mısrî (Ölm.1694)’nin dîvânından aldığımız bu şiire Seyyid Muham-med Nûrul Arabî uzunca bir şerh yazmışlardır. Bu şerhin tamamını şüphesiz buraya almak mümkün olmadığından sâdece son üç beytinin açıklamasını içeren bölümü alıntılamakla yetiniyoruz.

Yukarıdaki vak’ada; gemiden murad kişinin vâriyetidir. Vâriyet gemisini delmeli, harap etmeli, yâni vâriyeti bırakmalıdır. Eski yıkılmak üzere olan duvardan murad ise insanın vücûdudur, yâni eskiden vücûd senindir zannederdin, sonra onu düzeltip Hakk’ın olduğunu anladın. Keza öldürülen erkek çocuğundan murad ise insanın nefs-i emmâresidir.


Can, yâni rûh; Rûh makâmı cem makâmıdır. Bir kesret-i tabiiyye vardır. Bir kimse sülûk edince kesret-i tabiyyeden kurtulur. Çünkü ef’âlin Hakk’ın olduğuna, sıfâtın Hakk’ın olduğuna, vücûdunun Zât-ı Hakk’ın olduğuna vâkıf olunca, o zaman kesret-i tabiiyye kalmaz. Bundan sonra “Makām-ı Cem”ki rûh makâmıdır, orada kesret bâtın olup, vahdet zâhir olur, yâni Hak zâhir, halk bâtındır. Sonra “Hazret-il Cem” makâmında ki, makâm-ı nefs ve makâm-ı şerîâttir, kesret zâhir, vahdet bâtındır, yâni halk zâhir, Hakk bâtındır. İşte Mısrî Efendi’nin canını kurbân et demesi, rûh makāmından nefs makāmına geçmek demektir. Bu hal bir İyd-i Ekber ve Hacc-ül Ekber’dir. (Seyyid Muhammed Nûril Arabî, Mısrî Niyâzî Dîvânı Şerhi, Hazırlayan: Mahmut Sadettin Bilginer, Baha Matbaası, İstanbul, 1976, S.122-126)


Hicret’in 735. yılında vefat eden Kemâleddin Abdürrazzak b. Celâleddîn-i Kâşânî de “Ta’vîlât’ül Kur’an”ında bu kıssayı şöyle te’vîl eder:


“İki deniz, can ve beden denizleridir. Bu iki denizin kavuştuğu yer insanın varlığıdır. Balık hayattır; denize atlaması, bedenin hayat bulması, canın bedenle görünmesidir. İzleri basıp geri dönmeleri, yaratılıştaki temizliğe, fıtrata dönüştür. Bulduğu kul, yâni Hızır, kudsî akıldır. Ona, Allah tarafından belletilen bilgi, vâsıtasız olarak ilhâm edilen ilâhi bilgidir. Binilen gemi, beden gemisidir. Geminin delinmesi, rıyâzatla, ibâdetle bedenin ve bedenle alâkalı işlerin noksanlaşmasıdır. Gemidekiler, hayvanî kuvvetlerdir. Öldürülen çocuk, nefistir; vardıkları köy bedene âit kuvvetlerdir. Hızır’ın düzelttiği duvar, tam inanç duvarıdır ki bu makamda can, “Nefs-i Mutmainne” adını alır. Gemi sâhibi olanlar, bedendeki hayvanî kuvvetler ve zâhirî duygulardır. Sağlam gemileri zaptteden pâdişah, “Nefs-i Emmâre” dir. Öldürülen çocuğun temiz ve mü’min anası, babası, can ve bedenin tabiatıdır. Duvarın altındaki define, mârifet defînesidir; duvar bedendir. Defîne sâhibi iki yetim, Kudsî candan ayrılmış nazarî ve amelî akıl ve anlayış kaabiliyetidir.” (Bu sadeleştirişmiş özet Abdülbâki Gölpınarlı’nın Mesnevî Tercemesi ve Şerhi, I-II Cilt, S.50’ de bulunmaktadır.)


Hakk âşıklarından Ganiyy-i Muhtefî de, edebin tarîkatteki önemini vurgulayan “Edeb Yâ Hû” adlı nefesinde Hz. Mûsâ ile Hızır kıssasına atıfta bulunarak şu tesbiti yapmaktadır:


Efendi’nde görürsen Şer’e aykırı bir hâl,
Sabret; sonunu bekle! Bu işte ta’cil muhâl.

Hikmetini bilmezsen etme sakın acele!
Hızır ile Mûsâ’nın ahvâlini fehmeyle!


Mesnevî’de de Hz. Mûsâ- Hızır arkadaşlığından alınması gereken öğütler konusunda ilginç benzetmeler vardır.


Eşini dostunu pek övme; bu, sonunda ayrılığa sebep olur.

Mûsâ’nın sözü de ölçülüydü ama o iyi dostun sözünden fazla oldu.


O fazlalık da Hızır’la arasının açılmasına sebep oldu; Hızır, hadi git dedi, sen çok söylüyorsun; “Bu artık ayrılık.”

A Mûsâ, çok söylüyorsun, uzaklaş; yoksa benimle beraber geleceksen, dilsiz ol, kör kesil.

Ama gitmez de, ayak direr, oturursan, gerçekte gitmiş sayılırsın; benden kesilmiş, ayrılmışsın zâten sen. Kendisine vahiy gelen can akıldan daha gizlidir; çünkü o, görünmez âlemdendir, o yandandır, o baştandır o.


Ahmed’in aklı, kimseye gizli kalmadı; fakat vahyindeki canı, her can anlamadı.

Vahy canına uygun hareketler de var ama pek üstündür; akıl anlamaz onları.

Kimi delilik gibi görür, kimi şaşırır kalır; çünkü anlaması için onun o olması gerek.

Hızır’ın, kendi aklına uygun işlerini Mûsâ görünce aklı kabul etmedi de bulandı.

Onun işleri, Mûsâ’ya uygun gelmedi; çünkü Mûsâ’da, ondaki hâl yoktu.

Mûsâ’nın aklı bile gizli işte körleşir-kalırsa a akıllı-fikirli er, fârenin aklı nedir ki?

Fâre dedim ya; yeri topraktan da ondan dedim. Fârenin geçim yeri topraktır. O, her yanda toprağı delik-deşik etmiştir.

Yollar bilir bilmeye, fakat yer altındaki yolları bilir
Peki diyorsun; orası ne taraf, nasıl yer? Aranıp durulan taraf, istenen yer. Diyorsun ki: Ne yana döndüreyim yüzümü? Şu başın geldiği tarafa, o yana.


O yana ki meyvelere bu olgunluk oradan gelmede; o yana ki taşlara mücevherlik vasfı oradan ihsân edilmede.


O yana ki kızarmış balık, oradan gelen feyizle Hızır’ın huzurunda dirilmişti;

O yana ki oradan gelen keremle Mûsâ’nın eli parlak ay’a dönüşmüştü.

Dedim ki: Ölmüş at böylesine yolu nasıl alabilir? Dedi ki: Bizim yolumuz semizlikle alınamaz.
Hızır’ın gölünde geminin kırık, delik olması gerek. Gemiyi kırmaz, delmezsen, gemi batar, kalakalırsın; gezip gidemezsin, yol alamazsın.

Dünyâ da bir geçide benzer; kırık ayakla geç o geçidi; sağlam ayakla bu köprüden geçemezsin. Son söz: “Perde yandı mı insan, Hızır hikâyesini de tamamiyle anlar, Ledün bilgisini de..."


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2620 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 08, 2010, 01:40:58 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2412 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 08, 2010, 01:46:46 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
5420 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:04:24 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2553 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:05:14 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2969 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:38:15 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
3610 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:39:04 öö
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2463 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 04:04:37 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2763 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 04:05:19 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2920 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 04:08:09 ös
Gönderen: lucifer
0 Yanıt
2657 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 10, 2010, 04:02:45 ös
Gönderen: lucifer