Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Mevlana'yı Anlamak-4  (Okunma sayısı 2653 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 05, 2011, 05:31:00 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Lütfen dikkat ediniz. Birleşmiş Milletler’in kabul ve ilan ettiği bir Mevlânâ Yılı  geldi geçti. Başta ABD olmak üzere pek çok yerde de kutlandı. Zaten büyük üstâdı orada bizden daha iyi tanıyor ve tanıtıyorlar. Nedeni daha doğru anlamış olmalarıdır. Ama bakınız, yine tarihi bir fırsatı kaçırdık. Çünkü maalesef en cılız, yetersiz ve Mevlânâ gerçeğini, onun evrenselliğini anlamakta da anlatmakta da yetersiz olan etkinlikler, o büyük zâtın yaşamının en verimli yıllarını geçirdiği yer olan ülkemizde yapılanlardır. Kendi değerlerimize sahip çıkamıyor, tanıtamıyor, onlarla öğünemiyoruz . Üstelik bir de çarpıtıyoruz. Nedeni, skolastik dinciliğe ve onun yapay, aşırı kuralcı ve statükocu şeriatına böylesine meftun ve bilmeden medyun olmamızdır. Mevlânâ’yı bilemediğimiz içindir ki Şems bize  ‘anarşist ruhlu’  gözüküyor. Oysa ki birbirlerini  ‘bütünleyen’  bu iki şahika birlikte değerlendirildiklerinde ikisinin de  ‘başkaldırı’  insanı oldukları gerçeğiyle yüzyüze geliyoruz.

Başkaldırı bilinçli bir eylemliliktir; sahte benliğin içimizdeki cevheri bastırmasına, karartmasına karşı koyma hâlidir. Yaşama coşkusunun, cahilliğe ve idraksizliğe isyanın ürünüdür. Ama özünde yıkıcı değil, yapıcıdır. Dünyayı ve evreni doğru yorumlama ve değiştirme çabasıdır. O nedenledir ki biat kültürüyle yetişen ve onunla yetinen skolastik dinciler, evrensel yaşamı bütünüyle ve olanca nedenselliğiyle görüp değerlendirebilme yeteneği dumura uğratılıp basmakalıp ve tekdüze hâle getirilerek şekilciliğe boğulmuş sözde izdeşler, Mevlânâ’yı da Şems’i de anlayamazlar. Zihinsel sıkletleri de, algılama kapasiteleri de, çözümleme yetenekleri de buna yetmez.

Ama gerçek dindarlar anlarlar…

Biz şöyle diyorduk; madde nasıl sadece görülebilir-hissedilebilir olan maddeden yapılmamışsa, ruhun yapıtaşında da ruhtan başka şeyler gizlidir…  Çünkü her oluşum bünyesinde daha alt düzeydeki enerji oluşumlarından bileşenler barındırdığı gibi, daha üst düzey oluşumların ve varoluş unsurlarının da geliştirilebilme potansiyelini taşır (bu konu ‘İnsanın Dört Boyutu’  başlıklı yazımızda ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bkz: DerKi, sayı  33).  Böyle olduğu içindir ki Mevlânâ’nın söyledikleriyle geçmişte Darwin’in, bugün ise bütün büyük kuantumcuların, örneğin Fred Alan Wolf’ün kuramları uyuşabilmektedir. Ve yine böyle olduğu içindir ki, Rûmî’nin söylemiyle,  “Önce taş, toprak, bitki; sonra hayvan ve derken insan olunur. Daha sonra da (eğer başarılabilirse) tekâmül edilerek, meleklerden de üstün başka bir varlığa dönüşülebilir”. Kuantum’un, kadim bilgeleri doğruladığı esas nokta,  ‘hep burada varolduğumuz’, ya da Budha’nın ikibin beşyüz yıl önce dediği gibi, zamanda  ‘sadece ad ve biçim değiştirdiğimiz’ gerçeğidir. Bütün bunlar zaten sürekli yenilenmeler ve bu amaç için yeniden doğumlar olmaksızın gerçekleşemez. Reenkarnasyonun temelinde geçmişe, şimdiye ve geleceğe saygı vardır; varolan her şeye duyulan şefkat vardır. Bunlarla birlikte, doğal olarak her şeyin ve herkesin gelişebilme ve tekâmül yeteneğine, ondaki bu potansiyele inanç vardır ki, bu da şefkatin yanında merhametin de kaynağıdır. Sûfîlerin de,  gerçek kuantumcuların da sevgi dolu ve kucaklayıcı olmalarının nedeni budur.

Mevlânâ ne diyordu:  “Aslında daha yüksek sözler söylemek gerekir ama; o vakit bizim yolumuzu da, tarzımızı da bilmeyenlerin başları döner, akılları iyice karışır.”  Hallâc-ı Mansûr için de, bir soru üzerine şöyle söylediği rivayet olunur:  “Onu, açıklanmaması gerekenleri uluorta konuştuğu için astılar. Biz, bizdekileri âşikâr etsek, Hallâc bizi asardı…

Kısaca toparlamak gerekirse;

Mevlânâ bir  dinbilgini  ya da sıradan bir dinbilimci değildir. Büyüklüğü ve değeri de oradan gelmez. Zaten öyle olsaydı evrensel olamazdı. Doğal olarak içinden yetiştiği kültüre daha fazla yabancılaşmasını beklemek haksızlık olurdu, ama eserlerine bakınız; bugün din okullarında okutulan fıkıh, akâid, kelâm, hadis… gibi konuların onun felsefesinde, özellikle de Şems’ten sonra, ne kadar az yer tutmuş olduğunu kolayca göreceksiniz. Çünkü onun derdi ne dinin katı kuralları, ne de dinsel şekilcilik olmayıp, öncelikli olarak insan ve onun nasıl yüceltileceği idi. Bugün de skolastik din okullarında hiçbir kitabı okutulmaz, hattâ üzerinde derinliğine tartışılmaz bile. İslam enstitüleriyle ilahiyat fakültelerinde sürekli olarak tasavvufun anlaşılması güç, bol miktarda mecaz ve alegori kullandığı için iman ve itikat bakımından da oldukça riskli, hattâ ‘sakıncalı’ olduğu öğretilir.

Yani Rûmî  hiçbir zaman için bir islam din âlimi (!) değildir, öyle kabul edilmez ve kendisinin de öyle bir amacı olmamıştır. Zaten o gün, hem bir şeriatçı hem de ‘gönül ehli’ olabilmek mümkün değildi; bugün de değildir; hiçbir zaman da mümkün olmayacaktır… Farklı din ve inançlara sahip olanların ona bu derece yakınlık, hattâ hayranlık duyabilmeleri, onu benimsemiş ve onda kendilerinden bir şeyler bulabilmiş olmaları bu yüzdendir.

Mevlânâ bir bakıma sûfî düşüncesinin, şeriatın dar kalıplarından tekâmüle, tutuculuktan özgürlüğe, katılıktan hoşgörüye, şekilcilikten sevgi ve bilgeliğe taşındığı zirvelerindendir. Ama nedense birileri onu hep bir islam düşünürü gibi göstermeye çalışmakta, böylelikle de gerçek büyüklüğünü göz ardı ederek onu ısrarla dinin dar kalıplarına sokmaya çalışmaktadır. O zaman ise bilerek veya bilmeyerek onun evrensel felsefesi gözlerden uzak tutulmuş olmaktadır.

Her düşünce adamını kendi gününün, yaşadığı dönemin ve ortamın koşulları içerisinde değerlendirmek gerekir. Bu yapılabilirse Rûmî’nin gerçek değeri ve mücadelesi daha doğru anlaşılabilecektir.

İşin ilginç yanı, tasavvuf ehlinin, tasavvufun daima varolduğunu ama çok farklı biçimlerde uygulandığını söylemeleridir. Bir de şunu derler:  ‘Tasavvuf, biçimsel ve görünürdeki dinden, şekilci dinsellikten çok daha derindir. Hattâ gerçek dindarlık, tasavvuf olmaksızın anlaşılamaz’.  İşte belki de bunun içindir ki  ‘bilenle bilmeyen bir olmaz’.

Bir başka gün de Yûnus’tan söz ederiz. Şu sözleri yazıya döken o Koca Yûnus’tan:

“Oruç, namaz, zekât, hacc  cürm ü cinâyettir;
Fakir bundan âzaddır, hass-ı heves içinde.”

Zihnimizin koşullanmasına ve bilincimizin karartılmasına karşı koyacak güce, bilinenleri doğru yorumlayabilecek şuurlu inanca erişebilmemiz umuduyla…


Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2287 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 25, 2010, 09:28:22 ös
Gönderen: AthenS
1 Yanıt
2999 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 29, 2015, 03:54:40 ös
Gönderen: GOASISG
5 Yanıt
9095 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 01, 2011, 06:46:40 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
3309 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 05, 2011, 05:13:20 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2967 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 05, 2011, 05:21:25 ös
Gönderen: ceycet
Kozmolojiyi Anlamak

Başlatan abezethibou « 1 2 » Diger Inanclar

15 Yanıt
7347 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 18, 2011, 02:56:16 öö
Gönderen: abezethibou
30 Yanıt
13690 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 12, 2015, 04:36:16 ös
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
3952 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 26, 2013, 02:40:10 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2320 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 26, 2013, 01:53:36 ös
Gönderen: ADAM
8 Yanıt
5556 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 27, 2013, 07:53:47 ös
Gönderen: ruzber