Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Ney  (Okunma sayısı 12585 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 07, 2007, 04:56:31 öö
  • Administrator
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 9553
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk, Masonlardan Öğrenilmelidir

Ney
Ney



Ney, Sümerlerden beri bütün Türk topluluklarında sürekli görülmüş olan üflemeli çalgıdır. Benzer örneği Aztek Kültür'ünde de bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut, Divân-ı Lügati't-Türk adlı Türk Kültür ve Dil'ini anlatan eserinde, Sagu denilen, "Erler" için düzenlenen, ölüm, erdem ve acıları anlatan tören'lerde kullanıldığını aktarmıştır.

"Ney", yakın zamanlarda Farsça’ya geçmiş olup nâ veya nay (kamış) adını almıştır. Arap toplumunda'da üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan mizmâr sözcüğü ise, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe’de ise hemen her zaman ney olarak anılmıştır. Kavimler Göçünden çok eski zamanlardan kalan, Runik Harfler'in aslının henüz anlaşıldığı; Proto Türk Yazıtları zamanından kaldığı düşünülen Kültür'izleri gibi miras kalmış olan, çok az kültürel öğelerin devamı olarak ise, bugünkü Romanya’da nayu olarak Ad'landırılır..

Sümer toplumunda MÖ 5000 yıllarından itibaren kullanıldığı sanılan bu çalgıya ait elimizdeki en eski bulgu, MÖ 3000-2800 yıllarından kalan bugün Amerika’da Philadelphia Üniversitesi Müzesi'nde sergilenen neydir. Çalgının o dönemlerde de dinsel törenlerde kullanıldığı sanılmaktadır.

Günümüzde ney, Türk sazı olarak anılmaktadır ve tasavvuf müziğinin bir sembolü haline gelmiştir. Bir müzik aleti için kullanılan çalmak yerine, Ney için üflemek tabiri kullanılır. Burada üflemenin mecazi bir anlamı vardır. Kaynağını İslam'da Allah'ın insanı yaratırken ruhu üflemiş olmasından alır.



Yapım  

Kargı denilen bir çeşit budaklı kamıştan yapılır. Akordlarına göre çeşitli boylarda olan ney, dokuz kısa boğumdan meydana gelmiştir. Üzerinde 7 perde mevcuttur. Bu perdeler, açkı ile delinerek elde edilir. Son yüzyıllarda eklenmiş üflemeyi kolaylaştırıcı önemli bir bölümü de başparesidir. Boynuzdan veya fil dişinden yapılır.



Başlıca yedi çeşit ney vardır. Bazı neyzenler ve ney ustalar her ney için diyapazona göre hangi perde açılacak akordun karşılığıdır: Mansur'da dügah, şah ney'de buselik, davut ney'de çargah, bolahenk'te neva, süpürde'de hüseyni, müstahsen'de acem, kız ney'de gerdaniye. Başka neyzenler ve ustalar başka bir hesap yapıyorlar; aşağada "Ney Çeşitleri"ye bakınız.



Yeni başlayanlar için genelde kız ney tavsiye edilir. Neylerin bir oktav ince sesini veren çeşitlerine de nısfiye adı verilir. Her ney’in nısfiyesi vardır. Bunlar hem ince hem kısadır. Alındıktan sonra ilk üç ay içinde haftada bir, ikinci üç ay içinde iki haftada bir, daha sonra ayda bir yağlanmak suretiyle bakımı yapılır. Yağ fındık yağı, badem yağı vb. olabilir. En iyi yağlama yöntemi neyi bir tekne içerisinde yağa yatırmak suretiyle yapılanıdır. Daha farklı yağlama metodları da kullanılabilir. Neyi çok dikkatli kullanmak gerekir. Ney düz bir zemin üzerine yatay olarak bırakılmalıdır. Eğer uzun süre bu kurala uymadan bırakılırsa eğilmesi muhtemeldir.


Ney Yapimi



Cesitleri:

Bolâhenk Nısfiye (Ana âhenk)
 505-525 mm.
 
Bolâhenk-Sipürde Mâbeyni (Ara âhenk)
 545-565 mm.
 
Sipürde (Ana âhenk)
 580-600 mm.
 
Müstahsen (Ara âhenk)
 615-635 mm.
 
Yıldız (Ana âhenk)
 645-665 mm.
 
Kız (Ana âhenk)
 685-715 mm.
 
Kız-Mansur Mâbeyni (Ara âhenk)
 730-760 mm.
 
Mansur (Ana âhenk)
 770-810 mm.
 
Mansur-Şah Mâbeyni (Ara âhenk)
 820-860 mm.
 
Şah (Ana âhenk)
 865-895 mm.
 
Dâvud (Ana âhenk)
 900-940 mm.
 
Dâvud-Bolâhenk Mâbeyni (Ara âhenk)
 960-1000 mm.
 
Bolâhenk (Ana âhenk)
 1010-1050 mm.
 

Kisimlari:

Kamış

Ney iki ucu açık silindir biçimli bir enstrümandır. Üfleme bölgesinde başpare içerisinde hava sıkıştırılarak ses elde edilir. Sıkışan hava kamışın içerisindeki liflerin oluşturduğu tabii kanalcılara çarparak bir titreşim meydana getirir. Sesin kaliteli çıkabilmesi için kamışın gereğinden fazla kalın çaplı veya ince çaplı olması doğru değildir . Bazı acemi ney üfleyicileri çok kalın kamışların daha iyi ses vereceğini düşünmektedirler. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Ney boylarına göre ideal kamış çapları hesaplanmıştır. Bunlar tablo şeklinde verilmektedir. Kamış çapı arttıkça kamış et kalınlığı da artmaktadır. Eğer küçük neylerde çok kalın çaplı kamış kullanılırsa tiz ( ince ) oktavdaki sesler rahat alınamaz. Ney yapımında en çok tercih edilen kamışlar  Hatay İli Asi Nehri ve Samandağı Bölgelerinde yetişen kamışlardır. Ülkemiz dışında Nil Nehri ve Suriye’nin bazı bölgelerinde de ney kamışı yetişmektedir.  Ney yapılacak kamış binlerce kamış içerisinden özenle seçilerek alınmaktadır. Bu kamışlar Ekim- Kasım aylarında kesilmektedir. Bu aylarda kesilen kamışlar olgunlaşmış ve suyunu almıştır. Kesilecek kamışların düzgün olmasına , kabuklarının sararmış olmasına , boğum aralıklarının 7-8 cm. geçmeyecek şekilde ve birbirlerine eşit uzunluklarda olmasına özen gösterilmeli , kamış israfının önüne geçilmesi adına çok ince ve olgunlaşmamış kamışların kesilmemesi, kamış kesen kişinin mutlaka yanında ölçü götürmesi çok önemlidir. Kamış seçilirken çok kalın etli kamışlar tercih edilmez. Dış yüzeyi canlı , parlak ve lekesiz kamışlar ney yapımı için en makbul kamışlardır. Ney yapılacak kamışların 9 boğum üzerine ölçü oturacak şekilde olması gerekmektedir. Altıncı boğuma 2 Yedinci boğuma 2  ve sekizinci boğuma 2 şeklinde delikler açılır. Kamışlarda boğum aralıklar genellikle kök kısmından yukarıya doğru daralarak gider bu gibi kamışlarda yarıdan yukarıdan ney elde edilebilir. Birde kökten veren kamışlar vardır ki bunlarda kök bölgesinde boğumlar sık ve düzgündür. Bu kamışlar oldukça nitelikli ses verebilirler.




Parazvâne

Neyin alt ve üst tarafına takılan ve çeşitli madenlerden yapılan yüzük biçiminde parçalardır. Et kalınlığı 0,50 mm ‘den kalın olmaması gereken parazvanelerin en önemli vazifesi neyin en nazik kısımları olan uç kısımlarını kırılmalara karşı korumaktır. Bu kırılma en çok başpare takılırken olmaktadır. Ayrıca çarpma ve düşme ile de olabilir. Ney başparesi hava kaçırmaması için çok sıkı takılmalıdır. Bu işlem sırasında kamışa mukavemet katan parazvanedir. Buradan hareketle parazvanenin de sıkı ve mukavemetli olması gerekmektedir. Parazvane ayrıca neye bir estetik de katmaktadır. Parazvanenin boyu 1-1,5 cm dir. Sıs haznesi ( üflenen bölüm) bölümünde kullanılan parazvane boyu çok uzun tutulmamalıdır. Kamışın rezonansının bozulmaması için doğal yapısının elden geldiği kadar muhafaza edilmesi gerekmektedir. Ses tınısını ve kalitesini birinci derecede etkileyen ses haznesi bölümünde uzun metal parça kullanıldığında ney ses niteliğini yitirmektedir. Bu bölümde mümkünse 1 cm geçmeyecek parazvane kullanılmalıdır. Neyin alt kısmında ise 1,5 -2 cm boyunda parazvaneler kullanılabilir. Parazvane yapımında altın , gümüş , alpaka, Pirinç gibi madenler kullanılmaktadır. En çok tavsiye edilen oksitlenme az görülen alpakadır.


Başpare

Sadece Anadolu neyinde görülen neyin üfleme kısmına konulan parçadır. Fotoğrafını aşağıda verdiğimiz başpare Manda Boynuzundan yapılmıştır. Ayrıca Fildişi  , Abanoz ağacı , Şimşir ağacı , Derlin , Fiber gibi malzemelerden yapılabilmektedir. Osmanlı dönemi neylerinde fil dişi başparelere rastlanmaktadır. Ülkemizde manda yetiştiriciliği çok yaygın sayılmamaktadır. Afyon , Samsun , Kastamonu gibi illerde yetiştirilen mandanın süt ve yoğurdu çok kıymetli olduğundan kesimi fazla yapılmamaktadır. Manda boynuzu temin etmek oldukça zor bir durumdur. Tornada işlenmesi de oldukça zahmetli olan manda boynuzundan başpare üretimi giderek azalmaktadır. Bunun yerine yaygın olarak bulunabilen ve işlenmesi oldukça kolay olan “derlin” maddesi tercih edilmektedir. Derlin ses kalitesi açısından da oldukça nitelikli bir maddedir. Sıkıştırılmış sert bir plastik türü olan derlin koku yapmayan yapısıyla oldukça da sağlıklı bir ürün olarak kabul edilmektedir. Silindir kütük şeklinde satılmakta olan derlin tornaya bağlanmakta ve işlemede çok büyük kolaylık sağlamaktadır. Bazı ney yapımcıları tarafından Fiber kullanılmaktadır. Bu malzeme koku yapması ve kanserojen olmasından ötürü pek tercih edilmediği gözlenmektedir. Turistik neylerde çeşitli ağaçlardan başpare yapılmaktadır. Şimşir en çok tercih edilenidir. Başpare de belli formlar kullanılmaktadır.Kimi ustalar iç açkısını düz tercih ederken , kimileri de iç kısmını 1-1.5-2 mm girintili yapmaktadırlar. Başparenin neyin ses haznesine giren kısmı hafif konik yapılmaktadır. Koniklik neyin çatlaması riskini azaltmaktadır. Ses haznesine giren kısımda et kalınlığı 1 mm geçmemelidir.
« Son Düzenleme: Ekim 07, 2007, 05:01:56 öö Gönderen: MASON »
- Sahsima ozel mesaj atmadan once Yonetim Hiyerarsisini izleyerek ilgili yoneticiler ile gorusunuz.
- Masonluk hakkinda ozel mesaj ile bilgi, yardim ve destek sunulmamaktadir.
- Sorunuz ve mesajiniz hangi konuda ise o konudan sorumlu gorevli yada yonetici ile gorusunuz. Sahsim, butun cabalarinizdan sonra gorusmeniz gereken en son kisi olmalidir.
- Sadece hicbir yoneticinin cozemedigi yada forumda asla yazamayacaginiz cok ozel ve onemli konularda sahsima basvurmalisiniz.
- Masonluk ve Masonlar hakkinda bilgi almak ve en onemlisi kisisel yardim konularinda tarafima dogrudan ozel mesaj gonderenler cezalandirilacaktir. Bu konular hakkinda gerekli aciklama forum kurallari ve uyelik sozlesmesinde yeterince acik belirtilmsitir.


Ekim 07, 2007, 05:04:21 öö
Yanıtla #1
  • Administrator
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 9553
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk, Masonlardan Öğrenilmelidir

NEY’İN TÜRK TASAVVUF DÜŞÜNCESİ’NDEKİ YERİ

Mehmet YÜCEL       



       Türklerin İslâmlaşma süreci X. yüzyılda başlamıştı. İslâmiyet ile birlikte zaten toplumda var olan mistik düşünce ve anlayış islâmî bir kimliğe bürünerek, Türk tasavvuf anlayışının temellerini oluşturdu. Hoca Ahmet Yesevî, Hacı Bektâş-ı Velî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu anlayışın Türk toplum hayatına yerleşmesini sağlamışlardı.

      Türklerin İslâmiyetten önceki dinleri olan Şamanizm, Animizm ve Totemizmde de mûsikînin çok önemli rolü vardı. Bu dinlerin tümünde törenler müzik eşliğinde yapılırdı. Örneğin çoğunlukla hâkim olan Şamanizmde kam, baksı veya şaman denilen din adamları ellerinde kopuz ile dolaşır, dînî mesajlarını mûsikî yardımıyla iletirlerdi. İslâmiyette de mûsikîye karşı bir cephe mevcut değildir. İslâm Peygâmberi Hz.Muhammed, Kuran’ ın güzel sesle ve kâideye müstenîd âhenkle okunmasını öğütlemiştir. Tecvîd ve Kıraat işte bu rağbetin sonucunda doğmuştur ve mûsikî ile yakın ilişkileri vardır[1].

       Türklerin dînî hayatlarında mûsikî her zaman yer almıştır. Özellikle tekke hayatında, âyin ve diğer dînî törenlerde (cem, zikir, deverân vs.) mûsikînin rolü büyükse de bir çok tarîkatin törenlerinde telli çalgıların yer almasına cevâz verilmemiştir. Ancak hemen hemen bütün tarîkatlerin törenlerinde bendir ile birlikte ney yer almıştır.

        Bilhassa Mevlevîlikte neyin önemi çok büyüktür. Hz. Mevlânâ Mesnevî’ sine şu sözlerle başlamıştır:

 

         “ Bişnev ez ney çün hikâyet mî küned

            Ez cüdâyîhâ şikâyet mî küned

            Gez neyistân tâ merâ bübrîde end

            Ez nefîrem merd ü zen nâlîde end

            Sîne hâhem şerha şerha ez firâk

            Tâ begûyem şerh-i derd-i iştiyâk ”[2]

             

         “ Dinle neyden, zirâ o birşeyler anlatmada

            Ayrılıklardan şikâyet etmededir.

            Ney der ki:  Beni kamışlıktan kopardıklarından beri,

            İniltim kadın - erkek herkesi ağlattı.

            Ayrılık bağrımı delik deşik eylesin,

            Tâ ki aşk derdini anlatabileyim.”


       Hz. Mevlânâ’ ya göre mûsikî Allah’ ın lisânıdır. Yüce yaratıcı Bezm-i Elest’ te ruhlara mûsikî ile seslenmiştir. Bu sebepten hangi milletten, hangi dilden olurlarsa olsunlar, insanlar mûsikî ile aynı duyguları paylaşabilirler. Hiçbir sanat insan rûhuna mûsikî kadar doğrudan doğruya ve içinden kavrayacak şekilde nüfûz edemez. Mûsikî, son derece değerli bir mânevî temizlenme, ferahlama ve yücelme vâsıtasıdır. Rûhu kir ve paslardan temizlediği gibi, ona batmış olan dikenleri de ayıklayarak tedâvi eder. Mûsikî ile temizlenmeyen rûh yükselemez, aksine yerdeki bayağı ihtiraslara bulaşarak kirlenir ve körelir. Gerçek mûsikî insana hayvânî hisleri hatırlatmak şöyle dursun, ona  “sonsuz varlık” ı hissettirir, sezdirir. Bu sezgiyle onu O’ na yaklaştırır ve nihâyet ulaştırır. Bunda en etkili ses ise ney sadâsıdır.

Hz. Mevlânâ’ nın felsefesinde ney, “insan-ı kâmil” in (yani bir takım merhalelerden geçerek olgunlaşmış insanın) sembolüdür ve aşk derdini anlatmadadır. Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delikler açılmış, ancak Yüce Yaratıcı’ nın üflediği nefesle hayat bulan, tıpkı insan gibi geldiği yere özlem duyan ve delik deşik olmuş sînesinden çıkan feryâd ve iniltileri ile insanlara sırlar fısıldayan bir dosttur. Bu sebeple ney, mevlevîlerce kutsanmış ve “ nây-ı şerîf ” diye anılmıştır.

         “ Ney hadîs-i râh-ı pür hûn mîküned

            Kıssahâ-yı ışk-ı Mecnûn mîküned [3]”

        “ Ney, kanla dolu bir yoldan bahsetmede,

           Mecnûn’ un aşkından hikâyeler anlatmadadır.”

         “ Âteş-i ışkest  ke’ender ney fütâd

            Cûşiş-i ışkest ke’ender mey fütâd ”[4]

 

         “ Aşk âteşi ki neyin içine düşmüştür,

            Aşk coşkunluğu ki meyin içine düşmüştür.”

 

         “ Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd

            Hem çü ney demsâz ü müştâkî ki dîd ”[5]

             

         “ Ney gibi hem zehir, hem panzehir,

            Ney gibi hem hemdem, hem müştâkı kim gördü? ” 


www.neyzen.com
« Son Düzenleme: Ekim 07, 2007, 05:07:25 öö Gönderen: MASON »
- Sahsima ozel mesaj atmadan once Yonetim Hiyerarsisini izleyerek ilgili yoneticiler ile gorusunuz.
- Masonluk hakkinda ozel mesaj ile bilgi, yardim ve destek sunulmamaktadir.
- Sorunuz ve mesajiniz hangi konuda ise o konudan sorumlu gorevli yada yonetici ile gorusunuz. Sahsim, butun cabalarinizdan sonra gorusmeniz gereken en son kisi olmalidir.
- Sadece hicbir yoneticinin cozemedigi yada forumda asla yazamayacaginiz cok ozel ve onemli konularda sahsima basvurmalisiniz.
- Masonluk ve Masonlar hakkinda bilgi almak ve en onemlisi kisisel yardim konularinda tarafima dogrudan ozel mesaj gonderenler cezalandirilacaktir. Bu konular hakkinda gerekli aciklama forum kurallari ve uyelik sozlesmesinde yeterince acik belirtilmsitir.


Ekim 07, 2007, 05:27:00 öö
Yanıtla #2
  • Administrator
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 9553
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk, Masonlardan Öğrenilmelidir



Hep gök ehli cümle karşı geldiler
                   Mustafâ'ya izzet ikrâm kıldılar     

Merhaben bik yâ Muhammed dediler
                  Ey şefâat kâni Ahmed dediler
              
Söyleşürken Cebrail ile kelâm
                  Geldi Refref önüne verdi selâm 

Âşikâre gördü rabbü'l izzeti
                  Âhirette öyle görür ümmeti


                                                                                                                                                 Süleyman Çelebi
« Son Düzenleme: Ekim 07, 2007, 05:28:56 öö Gönderen: MASON »
- Sahsima ozel mesaj atmadan once Yonetim Hiyerarsisini izleyerek ilgili yoneticiler ile gorusunuz.
- Masonluk hakkinda ozel mesaj ile bilgi, yardim ve destek sunulmamaktadir.
- Sorunuz ve mesajiniz hangi konuda ise o konudan sorumlu gorevli yada yonetici ile gorusunuz. Sahsim, butun cabalarinizdan sonra gorusmeniz gereken en son kisi olmalidir.
- Sadece hicbir yoneticinin cozemedigi yada forumda asla yazamayacaginiz cok ozel ve onemli konularda sahsima basvurmalisiniz.
- Masonluk ve Masonlar hakkinda bilgi almak ve en onemlisi kisisel yardim konularinda tarafima dogrudan ozel mesaj gonderenler cezalandirilacaktir. Bu konular hakkinda gerekli aciklama forum kurallari ve uyelik sozlesmesinde yeterince acik belirtilmsitir.


Ekim 07, 2007, 05:38:59 öö
Yanıtla #3

Insani sakinlestiren ve derinlere götüren bir ses yapisi mevcut Ney de.Her daim zevkle dinledigim bir enstrüment.Ruhumu sakinlestiriyor ve cokta zevk veriyor tasavvuf müziginde Ney ezgileri.
Cok anlamli bir paylasim aktarmissiniz Sn. Mason,cok tesekkürler..

(Birkacta ney videosu eklenirse konunun bütünlügü tam olacaktir saniyorum.)

Selamlar..
Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


Ekim 07, 2007, 05:54:00 öö
Yanıtla #4

Öneri benden geldigine göre aktarimida ben yapayim müsadenizle,iyi dinlemeler..





« Son Düzenleme: Ekim 07, 2007, 06:39:40 öö Gönderen: MASON »
Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


Ekim 07, 2007, 06:33:32 öö
Yanıtla #5
  • Administrator
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 9553
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk, Masonlardan Öğrenilmelidir

NEY MANZÛMESİ

İçi boş,benzi sararmış, ona āşıktır māye,
            Derd-i hicrān ile inler eder âh leylâye.
            Arzeder hıçkırarak aşkını hep mevlâye,
            Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

Bu cihānın ötesinden geliyor nağmeleri,
            Kanatır sîneyi, kalbi, deler elbet ciğeri.
            Erişir mi buna kudret, buna insan hüneri,
            Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

            Bu ne aşkın, bu ne derdin, bu ne mestin sesidir,
            Bu ne tizin, bu ne evcin, bu ne pestin sesidir.
            Bu ezelden geliyor, bezm-i elestin sesidir,
            Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

            Arşa çıktıkça bu ses, sanki felekler tutuşur,
            Melekûtun tabakâtında melekler tutuşur.
            Yayılır nefhası āfāka yürekler tutuşur,
            Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

            Alalı sırrı ezelden tutuşur bağrı yanar,
            Ayrılıklarda yananlar acaba neyle kanar?
            “Erinî” derken o cānâna hep eczāsı kanar,
            Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

            Bu kesik nevhā nedir, āh meâlin mi senin?
            Nefesin mi,ya sesin mi, ya cemâlin mi senin?
            İnleten nāyi firâkın mı, visālin mi senin?
            Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

            Onu almaz ne semâlar, ne bu dünyā ve o nūr,
            Neyin esrārına sinmiş bu ne hikmet konuşur.
            Yine hicrān ile inler, bu ne mâtem ,bu ne sûr?
            Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

            Alevin gözyaşıdır bu, susuyor şimdi sesi,      
            Ağlıyor aşk ile ālem, budur aşkın hevesi.
            Sanırım can veriyor ney, sönüyor son nefesi,
            Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

            Sönüyor takatı bitmiş, dayanılmaz bu deme,
            “Len terānî” ile mecrūh ve doymaz eleme.
            Her ne söylerse o haktır onu artık dileme,
            Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye

 

Yaman Dede


DİN, MUSİKİ VE NEY

 
Mûsikî tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Bilim adamları insanların konuşmayı bilmedikleri devirde duygu ve düşüncelerini mûsikî ile anlattıklarını söylüyorlar. Mûsikînin dinden doğduğu düşüncesi de bugün mûsikî tarihçileri, felsefeciler ve sosyologlar tarafından benimsenmektedir.

İlkel toplumlarda mûsikî bir ibâdet, insanları Yüce Yaratıcı’ ya ulaştıran bir olgu, hatta Tanrı'nın insanlara bir lûtfu kabul edilirdi.

Totemizm, Şamanizm, Animizm gibi dinlerde mûsikînin önemli rolü vardı. Bu dinlerin etkisindeki toplumlarda müzisyenler aynı zamanda din adamlarıydılar. İslâmiyet’ i kabûlden önce atalarımızın dini olan Şamanizm’de “kam”, “baksı” ya da “şaman” denilen din adamları ellerindeki çalgı ile çalıp söyleyerek dînî mesajlarını iletirlerdi.

İslâmiyet de bu sanatın karşısında olmamıştır. Ancak her olgu gibi mûsikînin de iyi ve doğru yolda; iyi ve doğru duyguları hissettirip, ortaya çıkaracak şekilde kullanılması istenmiştir.

İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.), Kur’an’ın güzel sesle ve bir kaideye bağlı âhenkle okunmasını emretmiştir. Tecvid ve kıraat böylece doğmuştur ki, bu ilimlerin mûsikî ile yakın ilişkileri vardır.

Mûsikî, İslâmiyet’i kabûlden sonra da müslüman Türkler’in yaşamlarının her safhasında önce olduğu gibi yer almaya devam etmiştir. Düğünlerde, bayramlarda, asker uğurlama ve karşılama törenlerinde, her türlü dînî törenlerde, hatta savaşlarda bile mûsikî yer almıştır.

Dînî Türk Mûsikîsi icrâ edildiği mekânlara göre Câmi Mûsikîsi ve Tekke Mûsikîsi başlıkları altında ikiye ayrılabilir. Birbirine yakın bu iki türden Tekke Mûsikîsi’nde insan seslerinin yanı sıra enstrümanlara da yer verilmiştir. Câmi Mûsikîsi’ nde ise enstrüman kullanılmaz. Ezan, kaamet, salâ, salâtü’s-selâm, mi’râciye, mevlîd, tekbîr, temcîd, tesbîh, mahfel sürmesi, münâcaat gibi câmiye ait formlarla; mevlevî âyini, nefes, durak gibi tekkeye ait formlar ve her iki mekânda da ortak kullanılan ilâhi, tevşîh, şugl, na’ t gibi formlar Dînî Türk Mûsikîsi’ ni oluşturur.

Câmi Mûsikîsi eserlerinde görülen zâhidâne, ağır başlı üslûp, Tekke Mûsikîsi eserlerinde yerini tasavvufî bir coşkuya bırakır. Bu coşkulu oluşumda bir çok tarikatta yer alan ve mûsikî eşliğinde yapılan “zikir” in rol oynadığı söylenebilir.

Semâ" işitmek anlamına gelen arapça bir sözcüktür."Semâda işitilen, kulaklarımızla işittiğimiz sesler değil, gönül kulağımızın hissedebildiği Hakk"ın sesidir" Hz. Mevlânâ"dan nakille : "Semâın ne olduğunu biliyor musun? Allah"ın "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" sorusuna, ruhların "Evet, rabbimizsin" deyişlerinin sesini duymak, kendinden geçmek, rabbine kavuşmaktır."

İsra sûresinin 44. ayetinde de, "Yedi gökle yer ve onların içindekiler onu tespih eder. Hiç bir şey yoktur ki onu övüp, onu tespih etmesin. Lâkin siz onların tespihini anlamazsınız" buyurulur. Hakkın sesine, gönül kulağıyla aşina olan derviş, cezbeye gelip, coşuyor. Bu aşinalık musikinin ahenkli katkısı ile ruhu kaplayan bir atmosfere dönüşüyor. Gönül aşina olduğu bu manevi hal ile coşunca beden de ona eşlik ediyor. Ve Mevlevî, boynunu belli bir açıyla bükerek, başlıyor gökteki felekler gibi dönmeye; ister kadın olsun ister erkek.

Tekke Mûsikîsi formlarından en gelişmiş olanı Mevlevi ve Alevi-Bektaşi Âyinleri’ dir. Bu eserler aynı zamanda tüm Türk Mûsikîsi’ nin en geniş, en sanatlı ve en önemli eserleridir.

Sümerce’ den Farsça’ ya geçen “ nâ ” veya “ nay ”, kamış, kargı anlamlarına da gelen bu çalgının en eski adıdır. Arap toplumunda üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan “ mizmâr ” sözcüğü, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe’ de ise hemen her zaman “ ney ” olarak anılmıştır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde de benzer adlarla (örneğin Romanya’da “ naiu ” adıyla) adlandırılmıştır.

Farsça çalan, icrâ eden anlamına gelen “ zeden ” sözcüğünden takılanarak oluşturulan “ neyzeden ” bozularak, ney icrâcısı anlamında günümüzde de kullanılan “ neyzen ” e dönüşmüştür. Aynı anlamda Arapça kurallarına göre oluşturulan “ nâyî ” sözcüğü de kullanılmıştır.

Sümer toplumunda MÖ 5000 yıllarından itibaren kullanıldığı sanılan bu çalgıya ait elimizdeki en eski bulgu, MÖ 2800-3000 yıllarından kalan bugün Amerika’da Phledelphia Üniversitesi Müzesi’ nde sergilenen neydir. Çalgının o dönemlerde de dinsel törenlerde kullanıldığı sanılmaktadır. Assomption rahiplerinden Thibaut’ un “esrârengiz, cezbedici, tatlı ve âhenkli bir ses” diye tanımladığı ve şu şekilde şiirleştirdiği ney sadâsı, her dönemde insanları derinden etkilemiş, özellikle dinsel duyguları çağrıştırmıştır:


“ Kamışların üzerinden geçerken,

Kuşları uyandırmaya korkan tatlı bir meltemin kanat çırpınışları”.


Sadâsından gelen bu özellik neyi, ilişkide bulunduğu her toplumda önemli bir çalgı haline getirmiştir. Türklerin İslâmiyeti kabûl ile birlikte kullanmaya başladıkları ney, Xlll. yüzyıldan itibaren İslâm tasavvufunun sembolü haline gelmiştir. Bunda bu yüzyılda yaşamış büyük mutasavvıf, filozof , şâir ve velî Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ’nin rolü büyüktür.

XV. yüzyılda yaşamış bir gezgin olan Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ ın seyahatnâmesinde kendilerine mahsus bir nota yazısı geliştirip kullandıklarını da bildiğimiz Hıtay Türkleri’ nin hâkanlık sarayında gördükleri oldukça ilginçtir:

“ Sadinfu şehrindeki hâkanlık sarayının önünde üçyüzbin kadar kadın ve erkek toplanmıştı. İkibin kadar sâzende sazlarını aynı sese düzenleyip (akord edip), hep bir ağızdan hâkana duâ ettiler. Köslerin iki yanlarında kemençe, ney, mûsikâr ve diğer sazlarla hânendeler oturmuşlardı. Neyzenlerin bazıları neyi bilindiği üzere çalıp, bazıları ortasındaki deliklerden üflüyorlardı.”

Mûsikîde çok ileri gittikleri bilinen Hıtay Türkleri’ nin neyi, Orta Asya’ da eskiden beri kullandıkları ve hatta onu tıpkı bir yan flüt gibi de üfledikleri anlaşılmaktadır.

Tarihte Nây-ı Türkî, Hoş Nây (veya Koş Ney), Kurre Nây gibi adlarla anılan bugün yapısını ve özelliklerini tam olarak bilemediğimiz ney adından türemiş pek çok çalgı bulunmaktadır. Ancak birer meydan sazı olarak kullanılan bu çalgıların bugünkü formundan çok farklı olduğunu sanıyoruz.



Ney Hiçlendirir


Ney hiçlendirir; evet ne ‘içlendirir’, ne de ‘hislendirir’; bilâkis tamı
tamına yazıldıgı gibi ‘hiçlendirir’… Faslı başkası değil, hep fasl-i
hîçî’dir çünkü.
Ney’in nefesinden kendi hikâyesini dinleyebilenler; ney’in vuslat’tan
degil, firâk’tan dem vurduğunu, demini firâk’tan aldığını söylerler. Ne de güzel söylerler:
Sîne hâhem serha serha ez firâk.
Rûmî, “… ez firak” diyor ve ayrılıktan söz ediyor. Ney’deki hüznün
ayrılık ateşinden nâsi bir yanış oldugunu söyleyen de yine o!
Ez cüdâyîhâ sikâyet mî küned
Ney’in nefesinden, nefeslenişinden başka bir şeyin değil, sadece ama
sadece cüdâ’nın ve/veya firâk’in sesinin duyulması yokluğun sesinin duyulması değil midir duyabilenlere?
Hiç’in sesini yani… Evet, ney’in hiçlendirmesi bundan… Nefes içini
okşadıkça ney yanar; yandıkça yakar, yoklanırken yoklar… Saklamaya ne lüzûm var o halde? Ney yoklanmakla, yok olmakla kalmaz, yokluğa götürür, yoklar… Taayyün sözcügünün “belirli olmak, belirlenmek, sınırlanmak” gibi sözlük anlamına kanar da bazıları, taayyün’ü adem’den vücûd’a, yokluk’tan varlık’a geliş olarak, varoluş olarak tanımlamak isterler… Ne münasebet?
Taayyün, bizâtihi ademiyettir; yokluğa dönüşmektir, varlık’tan kopuştur, gölge olmaktır, gölge haline gelmektir; tıpkı teşahhus gibi, tecessüm gibi, teferrüd gibi… Taayyün mutlak olan’dan mukayyed olan’a geçiştir; işaret edilebilir olmaktır, muayyen hale gelmektir.
- O halde onca itiraz niye?
Itiraz belirmeyi, belirlenmeyi, sınırlanmayı ‘varlık’ sananlara… Itiraz
taayyün’ün, muayyen hâle gelmenin ne yaman bir firâk ve cüdâ oldugunu göremeyenlere… Itiraz denize bakıp dalgaların hareketini seyreden, sesini duyan, rengini gören, tuzunu tadan ve fakat bir türlü suyun kendisini farkedemeyenlere…
Ney’in nefesiyle hiçlenenler, ney’in nefeslenmesiyle yoklananlar işte
bunun için hüzün duyarlar; bunun için mahzûn olurlar, bunun için kadın-erkek demeksizin hâllerine ağlarlar.
Ez nefîrem merd ü zen nâlîde end Ney hiçlendirir; ney yokluğun; yok olmanın sesidir çünkü… Evet, ney varolmak için yokolmayı göze alışın remzidir: yanış’ın kokusu… Yokoluş’un ürpertisi… varlık hasreti… varoluş’ta yokoluş’u idrak… VARLIK’a nazaran varoluş’u yokluk görmek… mevcûd’un degil, vücûd’un kokusunu almaya çalışmak…
Ney hiçlendirir! Evet, hiçlik’in sesi hiçlendirir! VARLIK’tan, varolmaktan
sürûrun, neş’enin; HİÇLİK’ten, hiçlenmekten hüznün, kederin sâdır oluşu bundan… (Ne bilir ki müneccimle muvakkit geceler kaç saat?!)


Hiç, Neyzen Tevfik’in boynunda asılı yafta… VE hiç olduğu için, hiç’i
her’e tercih ettigi için, hiçlikte gezindigi için azâbı, azâb-ı
mukaddes…
Nâdânın attığı taşlardan canı acımayan ve fakat vücûduna gül değince inim inim inleyen Mansûr gibi “derd-i iştiyâk”ı serheyliyor!
O denli vahşi, o denli doğal, o denli sâde inliyor ki… öylesine kendi
kendine, öylesine kendince ve öylesine kendi için üflüyor ki… magrur ve umursamaz… hiçleniyor, hiçlendikçe hiçiyor… kaçıyor çünkü…
kendisinden ve kendince ve fakat yine kendine kaçıyor… mehâbet’le degil sadece, aynı zamanda mehabbet’le üflüyor… üflediği fasl-i hîçî…
1927′de Toptası Timarhanesi’nde yazdığı şu dörtlük, hikâyesinin bir özeti gibi:
Gezindim sâz-ı hicrânımla binbir perde üstünde Şu aheng-i hayatın darbını taksime yeltendim.
Karar verdim adem-âbâd-i gamda fasl-ı hîçîde, Şunu derkeyledim ancak ki bârım kendime kendim!
Ne büyük bir nimet ki Neyzen’in taksimlerinden küçük bir demet günümüze ulaşmış durumda. Insana düzenli bir bahçeden ziyade yabanil bir çayirligin ortasinda geziniyormus hissi veren bu nagmeler tam da erbâb-i hiç’e göre…
Dermanlarının yine dertleri olduğunu bilmeksizin dertlerine derman
arayanlar, ne derdi, ne de dermanı biliyor demektir. O halde bırakalım
onlari kendi hallerine, dertlerine derman arayadursunlar!
Bizse bu arada “erbâb-i hiç”le birlikte dertlerimizden zevkyâb olmaya
çalışıp hiçlenelim!

-Ahmet F Yüksel


« Son Düzenleme: Ekim 07, 2007, 06:39:07 öö Gönderen: MASON »
- Sahsima ozel mesaj atmadan once Yonetim Hiyerarsisini izleyerek ilgili yoneticiler ile gorusunuz.
- Masonluk hakkinda ozel mesaj ile bilgi, yardim ve destek sunulmamaktadir.
- Sorunuz ve mesajiniz hangi konuda ise o konudan sorumlu gorevli yada yonetici ile gorusunuz. Sahsim, butun cabalarinizdan sonra gorusmeniz gereken en son kisi olmalidir.
- Sadece hicbir yoneticinin cozemedigi yada forumda asla yazamayacaginiz cok ozel ve onemli konularda sahsima basvurmalisiniz.
- Masonluk ve Masonlar hakkinda bilgi almak ve en onemlisi kisisel yardim konularinda tarafima dogrudan ozel mesaj gonderenler cezalandirilacaktir. Bu konular hakkinda gerekli aciklama forum kurallari ve uyelik sozlesmesinde yeterince acik belirtilmsitir.


Ekim 07, 2007, 06:48:11 öö
Yanıtla #6
  • Administrator
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 9553
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk, Masonlardan Öğrenilmelidir


Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor:
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın... herkes ağlayıp inledi.
Ayrılıktan parça parça olmuş, kalb isterim ki iştiyak derdini açayım
Aslından uzak düşen kişi,yine vuslat zamanını arar.
Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de.
Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.
Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak (her) gözde, kulakta o nur yok.
Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lakin canı görmek için kimseye izin yok.
Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun!
Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğundur ki şarabın içine düşmüştür.
Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, haldaşıdır.
Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı.
Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir hemden, hem bir müştak kim gördü?
Ney kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun aşkının kıssalarını söylemektedir.
Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir,
dile de kulaktan başka müşteri yoktur.
Bizim gamımızdan günler, vakitsiz bir hale geldi; günler yanışlarla yoldaş oldu.
Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok.
Ey temizlikte nazirı olmayan, hemen sen kal!
Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı.
Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselam.


-Mevlava


« Son Düzenleme: Ekim 07, 2007, 06:59:57 öö Gönderen: MASON »
- Sahsima ozel mesaj atmadan once Yonetim Hiyerarsisini izleyerek ilgili yoneticiler ile gorusunuz.
- Masonluk hakkinda ozel mesaj ile bilgi, yardim ve destek sunulmamaktadir.
- Sorunuz ve mesajiniz hangi konuda ise o konudan sorumlu gorevli yada yonetici ile gorusunuz. Sahsim, butun cabalarinizdan sonra gorusmeniz gereken en son kisi olmalidir.
- Sadece hicbir yoneticinin cozemedigi yada forumda asla yazamayacaginiz cok ozel ve onemli konularda sahsima basvurmalisiniz.
- Masonluk ve Masonlar hakkinda bilgi almak ve en onemlisi kisisel yardim konularinda tarafima dogrudan ozel mesaj gonderenler cezalandirilacaktir. Bu konular hakkinda gerekli aciklama forum kurallari ve uyelik sozlesmesinde yeterince acik belirtilmsitir.


Ekim 07, 2007, 07:34:45 öö
Yanıtla #7
  • Administrator
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 9553
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk, Masonlardan Öğrenilmelidir

Ney olup ağlamaktır en güzel duamız

Dinle neyden duy neler söyler sana, sızlanır hep ayrıılıklardan yana



 

Sızlanır hep ayrılıklardan yana
Kestiler sazlık içre der beni
Dinler ağlar hem kadın hem er beni

Dinle neyden ki hikâye etmede, Hep ayrılıktan şikayet etmede
Mevlânâ’nın mesel dünyasında, ney insanı temsil eder. İnsan da, tıpkı ney gibi, içinde nefes saklamaktadır. İnsanın her sözü, bir özleyişin ve bir ayrılığın ifadesidir. İnsanın iç çekişleri, aslından ayrı olmanın hüznünü, yuvadan uzak olmanın sancısını yansıtır.

Kamışlıktan kopardıklarından beri beni, Feryadım ağlatır her kadını ve erkeği.
Kamışlık neyin anayurdu ve evidir. İnsan da tıpkı ney gibi cennetten, yani yuvasından ayrılmıştır. Kalbinin ebedî muhabbetle doyduğu cennetten dünya gurbetine sürülmüştür. İnsan kalbi, tıpkı ney gibi, fena ve zevalin, ayrılık ve yokluğun yaşandığı bu dünyada, inceden inceye feryad etmektedir. İnsan ruhu olması gereken yerde değildir; geçmişe ait hüzünler ve geleceğe ait kaygılar, aslında hep bu uzaklığın sözsüz ve sessiz ağlayışından ibarettir.

Ayrılık parça parça eyledi sinemi, Anlaşılır eyleyeyim diye aşk derdini.
İnsan duyguları göğsünde açılan yaralar gibidir. Tıpkı neyin göğsündeki deliklere benzer duygular. İnsana üflenen ruh da, bu deliklerle ifade eder kendini. Evden uzak kalmanın derdi, Ebedî Sevgili’den ayrı düşmenin sızısı, insanın kalbinden dışa doğru açılan duygularla sese gelir, söze dökülür.

Her kim ki, aslından uzak ve ayrı kalırsa, Kavuşma zamanını bekler durur ya.
İnsan, En Sevgili’den uzak olup asıl yurdundan ayrı kaldıkça, kalbi hep bir buluşmanın ardı sıra koşar. Kalbi gurbete razı olmaz, ruhu ayrılığa dayanamaz. Dünyaya razı değildir; sevince ebediyen sevecekmiş gibi sever insan. Sevdiğini, hiç ölmeyecekmiş farzedip öyle sever. Sınırlı bir zamanda sevmek, ölünceye kadar sevmek insan kalbinin işi değildir. Ölümlü dünyada her aşk yarım kalmıştır, belki hiç başlamamıştır insan için. Bir başka yerde, hiç ayrılmamak üzere kavuşacağı zamanı bekler durur. Çünkü onun yurdu burada değil ötelerdedir.

Ben ki her cemiyetin ağlayanıyım, İyilerin de kötülerin de yârânıyım.
İnsan, dünyada tamamlanmamışlı k hissiyle yaşar, her daim eksiği vardır. Eksikliğini çektiği şeyler sayısınca özlemleri vardır. Erişmek istediği ufuklar kadar geniş idealleri vardır. Her nerede olursa olsun ağlar haldedir insan. İyiler de kötüler de aynı hal içredirler ki, hepsine sırdaştır neyin ağlayışı.

Herkes kendince bana dost olmaya bakar, Sohbetimden sırlar öğrenmeye yol arar.
Her insan, adını ne koyarsa koysun, bu derin ayrılığın sancısını çeker. Dile gelen her şikayet, kalbe düşen her hüzün, bu ayrılıktan kaynaklanır. Ayrılığın farkına varmayacak denli gafil olanlar da, ayrılığı inkâr edip bu dünyaya razı olanlar da, başlarını kalplerini bu ayrılık sızısından kurtaramazlar. İnsanlığın temel acıları değişmez; ama bu acıların sırrı da herkese açık değildir.

Sırrım ağlayışımdan uzak değil gerçi, Ancak her göz ve kulağa âşinâ değil ki.
Aşkın sırrı, ötelere aşina olanların kârıdır. Gördüğünü gördüğünden ibaret bilen, duyduğunu duyduğundan ibaret bilen gözler ve kulaklar öteleri görmeye hazır değildir. İnsanın ağlayışının sırrını, insanın tamamlanmamışlığının hikmetini, ancak gördüğüne razı olmayan gözler görebilir, duyduğundan ötesini duymak isteyen kulaklar işitir. Feryat herkesin kulağına erişiyor, ağlamanın göz yaşı herkesin gözüne değiyor ama sır gözün gördüğünden ve kulağın duyduğundan ötededir.

Can ile ten gizli değil birbirinden, Lâkin canı görmeye izin yok tenden.
Bu âlem ruh ile cesedin birlikte olduğu, mânâ ile maddenin eş olduğu bir âlemdir. Görünmeyen gayb âlemi görünen şehadet âlemine komşudur. Ancak alemdeki her şeyi bir başkasını gösterir bir harf olarak görmeyen için gaybı görmeye izin yoktur. Oysa, görünen alem görünmeyene şahit olmak için yaratılmıştır. Ancak tende kalıp canı aramayan, görünen alemin şahitliğine perde olmaktadır.

Neyin sadâsı ateştir hava sanma, Kimde bu ateş yoksa yazık ona.
Ney, ayrılığın acısını seslendirmededir; o halde ona söylettiren hava değil ayrılığın ateşidir. Bu ateş olmasaydı, ney böylesine ağlamazdı. Gurbette olduğunu farketmeyen için de ayrılık ateşi diye bir şey yoktur; sılayı özlemeyenin sesi sedâsı çıkmaz. Sevgili’den ayrılık derdi olmayanın diline yakarış değmez. Sürgün olduğunu bilmeyen ateşsiz ve heyecansızdır; onun dudağına aşkın sözü erişmez, onun kalbine aşkın ateşi düşmez.

Neyin tesiri aşk ateşinden, Şarabın hâli aşk cilvesinden.
Şarab, yaratılışı temsil eder Mevlânâ’nın mesel dünyasında. Serap gibi aldatıcı değildir şarab. Yokluk acısı serap gibi ümitsiz bir acı verir. Varlık ise, Sevgili’ye yakınlığı haber veren ümit dolu bir hüzün verir. Zaten bütün bir alemin coşkusu, zerre zerre hareket etmesi de, Sevgili’ye erişmenin, O’na dönmenin cilvesindendir. O’ndan gelip O’na gitmenin heyecanıdır kâinatı velveleye veren. İnsana bu heyecandan daha fazlası düşmüştür; onun kalbinde aşkın heyecanından fazlası, yani aşkın ateşi vardır. Cilveyi besleyen ateştir, hareketi sağlayan ateştir.

Yârden ayrılmışın derdiyle dertlendi ney, Kavuşmanın önündeki perdeleri parçaladı ney. Ayrılık derdinin kendisi, kavuşmanın devasıdır. Çünkü aramadıkça bulunmaz.
Bizi dertsiz eyleyen her türlü rahatlık, bize ayrılığın acısını unutturan her türlü gaflet, asıl derdimizdir bizim.

Ağlayışımız ve yakarışımız, özlemlerimiz ve arzularımız yaramıza devadır. Derdimiz devamınızın kendisidir. Dertsizliğimiz en büyük derdimizdir. Neyin ayrılık derdiyle dertlenmesi, Sevgili’yi gizleyen perdeleri yırtıp parçalıyor; duamızı dillendirdiğimiz anda gözümüze ve gönlümüze pencereler açılıyor.

Ney gibi zehir ve tiryak olamaz, Ney gibi dost ve müştak olamaz.
İnsanın ney gibi ağlayışı ve inleyişi, görünüşte bir zehirdir ama çareye götürdüğü için en güzel ilaç ve tiryaktır. Neyin inleyişine benzeyen dualarımız ve yakarışlarımız sayesinde Sevgili’nin yoluna düşeriz ki, yakarışlarımızın ne kadar dost ve müştak olduğunu gösterir.

Ney kana bulanmış yoldan söz açar, Mecnun’un kıssasını anlatıp açıklar.
Neyin sızısı kanlı gözyaşlarına konu olmuş bir aşk yolunun habercisidir. İnsan da, Sevgili’ye ulaşmak için kanlı gözyaşlarını dökmuelidir. Mecnun gibi, Leylâ’nın yolunda çöllere düşüp, başka her şeyi yok bilmedikçe, bu aşkın hakkını vermiş olamayız. Şükür ki, bize düşen Leylâ değildir sadece. Leylâ’dan Mevlâ’ya yol vardır ki, Mevlâ’ya götüren Leylâ’lar da bizim çölümüzdür. Bu yüzden, Mecnun’dan çok daha fazlası beklenir Mevlâ’nın yoluna düşmüş olandan.

Leylâ’ların hepsine “Lâ ilâhe” demeli ki, Mevlâ için “İllallah” diyebilsin.

www.umutrehberi.com
« Son Düzenleme: Ekim 07, 2007, 07:36:29 öö Gönderen: MASON »
- Sahsima ozel mesaj atmadan once Yonetim Hiyerarsisini izleyerek ilgili yoneticiler ile gorusunuz.
- Masonluk hakkinda ozel mesaj ile bilgi, yardim ve destek sunulmamaktadir.
- Sorunuz ve mesajiniz hangi konuda ise o konudan sorumlu gorevli yada yonetici ile gorusunuz. Sahsim, butun cabalarinizdan sonra gorusmeniz gereken en son kisi olmalidir.
- Sadece hicbir yoneticinin cozemedigi yada forumda asla yazamayacaginiz cok ozel ve onemli konularda sahsima basvurmalisiniz.
- Masonluk ve Masonlar hakkinda bilgi almak ve en onemlisi kisisel yardim konularinda tarafima dogrudan ozel mesaj gonderenler cezalandirilacaktir. Bu konular hakkinda gerekli aciklama forum kurallari ve uyelik sozlesmesinde yeterince acik belirtilmsitir.


Ekim 07, 2007, 07:59:49 öö
Yanıtla #8
  • Administrator
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 9553
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk, Masonlardan Öğrenilmelidir

Suanda bu sayfada arka fon olarak calan sarki:

"Ey Dil Bilmem Neden"
MAKAM: Buselik ilahi GüFTE: Hulusi Darendevi NEY: Can Gülbal KANUN: Kemal Nakiboglu TANBUR: Furkan Resuloglu ICRA: Mehmet Kemiksiz ALBUM: Fasl-i Bahar

« Son Düzenleme: Ekim 07, 2007, 08:07:16 öö Gönderen: MASON »
- Sahsima ozel mesaj atmadan once Yonetim Hiyerarsisini izleyerek ilgili yoneticiler ile gorusunuz.
- Masonluk hakkinda ozel mesaj ile bilgi, yardim ve destek sunulmamaktadir.
- Sorunuz ve mesajiniz hangi konuda ise o konudan sorumlu gorevli yada yonetici ile gorusunuz. Sahsim, butun cabalarinizdan sonra gorusmeniz gereken en son kisi olmalidir.
- Sadece hicbir yoneticinin cozemedigi yada forumda asla yazamayacaginiz cok ozel ve onemli konularda sahsima basvurmalisiniz.
- Masonluk ve Masonlar hakkinda bilgi almak ve en onemlisi kisisel yardim konularinda tarafima dogrudan ozel mesaj gonderenler cezalandirilacaktir. Bu konular hakkinda gerekli aciklama forum kurallari ve uyelik sozlesmesinde yeterince acik belirtilmsitir.


Ekim 07, 2007, 04:49:27 ös
Yanıtla #9
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 203
  • Cinsiyet: Bayan

Kristal dünyamın içinde saklıyorum bu narin sevgini
Aşk mateminde büyüyor hasretin
Vuslatın yansıyor gönül mabedime
ney sesini her dinleyişimde

Dönüyorum senin o tatlı ahenginle
Buluyorum kendimi vuslatın zirvesinde
Yükseliyor ruhum sanki göklere
Senin özlemini her çektiğimde

Yıldızlara ulaşıyor yüreğimin sızısı
Kainat ağlıyor benim halime
Güneşi bile yakıyor aşkımın alevi
Tülleniyor sevdam mavi göklerde
                                 isabell
Gül bahçesinde geçen aşk sırrını bir gül bilir, bir de ağlayan bülbül!