Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: YEDİ UYURLAR  (Okunma sayısı 3994 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 20, 2009, 04:02:47 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bu ünlü Hıristiyan efsanesi özetle şöyle anlatılır:

“İmparator Decius’un Hıristiyanlara yaptığı kıyım sırasında Efesli yedi soylu genç, bir dağın eteğindeki büyük bir mağaraya saklandılar. Kıyıcı hükümdar onları yok etmek istediği için de, mağaranın ağzını kalın bir taş duvarla kapattılar.

Yedi genç adam derin bir uykuya daldı. Bu uyku, mucizevî bir biçimde yüz seksen yedi yıl sürdü.

Bu sürenin sonunda, dağın sahibi olan Adolius’un köleleri, yapılacak bir binada kullanılmak üzere, mağara ağzındaki taşları kırıp söktüler. Güneş ışınları içeri sızınca yedi uyuyanlar gözlerini açtı. En çok birkaç saat uyumuş olduklarını düşündüler. Karınları çok acıkmıştı. İçlerinden Jamblikus’u (Şazenuş) kente göndererek yiyecek bir şeyler alması için görevlendirdiler.

Genç adam, -böyle denilebilirse- doğduğu kenti tanıyamadı. Efes’in büyük kapısı üzerinde yükselen kocaman haçı görünce şaşkınlığı daha da arttı. Giysisinin garipliği, konuşma dilindeki eskilik ve geçer para olarak verdiği Decius madalyalı akça, fırıncıya olağan dışı göründü. Şikayet üzerine yakalanıp, bir define bulmuş olmasından kuşkulanıldığı için yargıç karşısına çıkarıldı. Karşılıklı sorgu ve yanıtlar mucizevî serüveni açıklamış oldu ve Jamblikus ile arkadaşlarının putatapar kıyıcının zulümlerinden kaçmalarından beri iki yüz yıla yakın zaman geçmiş olduğu saptandı.

Efes piskoposu, papazlar, yargıçlar, halk ve imparatorun kendisi bile, yedi uyuyanların şaşılacak mağarasına gittiler. Bu yedi insan, mağarada dua ettikten sonra öykülerini anlattı ve az sonra da son soluklarını verdiler.”


5. yüzyıl sonlarında, Suriye piskoposu Jacob Sarug, yazdığı iki yüz otuz vaazdan birinde Efes’teki Yedi Uyurlar’ın serüvenine övgüler düzdü. Bu öykü, Tourslu Gregorius’ un özeniyle, altıncı yüzyıl sonuna doğru önce özgün olarak yazıldığı Suriye dilinden Lâtince’ye, sonra diğer dillere de çevrildi. Doğu’daki dinsel törenlerde bu olayın anısı saygıyla yaşatıldı ve uyuyanların adları Romalıların, Rusların ve Etiyopyalıların takvimlerinde bile yer aldı. Ünleri, Hıristiyan dünyasının sınırlarını da aştı.

Bu öykü, Kuran’da da benzer bir biçimde yer aldı. Kimi araştırmacılar, Hz. Muhammed’in bu öyküyü develeriyle Suriye panayırına sefer yaptığı sıralarda öğrendiğini ve dinsel bir vahiy olarak Kuran’a geçirdiğini söyler. Kuran’da bu öyküye birkaç ayrıntı eklenmiştir. Örneğin Yedi Uyurlar’ın yanına bir de Kıtmir adlı köpek eklenmiş, Uyurlar’ı rahatsız etmesin diye güneşin günde iki kez olağan seyrini değiştirdiği, bedenleri çürümesin diye de Allahın onları zaman zaman sağdan sola döndürdüğü eklenmiştir. Bu öykü, Bengal’den Afrika’ya dek İslâm dinini kabul etmiş tüm uluslarca benimsenmiştir.

Yedi Uyurlar’a benzer bir inanışın izlerine İskandinavya’nın bazı uzak köşelerinde de rastlanır. Bu inanışa göre, barbar halkları “hak dini” olan Hıristiyanlığa döndürmek için görevlendirilmiş olan Yedi Uyurlar, okyanus kıyısında bir mağaraya kapanarak uykuya dalmış.

8. yüzyılın sonuna doğru yaşamış olan Finlandiyalı Akulle Diyakozu Paul, bu öyküyü kuzey ülkelerinin halk kitleleri arasında yayarken kendince yöreye uygun bir biçime çevirmiştir.

Bu öykü, 200 yıllık bir zaman dilimi içinde Hıristiyanlığın yayılmasına paralel olarak yaşanan değişimi vurgulaması bakımından tarihte çok ilginç bir yer tutar. Decius’un saltanatı ile Roma İmparatorluğu bölündükten sonra Doğu İmparatorluğunda Genç Teodosius’un hükümdarlık dönemi a0rasında geçen iki yüz yıl içinde birçok olay oldu. Artık devletin yönetim merkezi Roma’dan Konstantinopolis’e getirilmişti. Yönetim tarzında çok büyük değişimler yapılmıştı. Bir zamanlar Hıristiyanlara kıymış olan Decius’un tahtı, o tarihlerin masalımsı tanrılarının anısını silmeye çaba harcayan imparatorlar tarafından doldurulmuştu. Halkın dinsel davranışları, Kilise azizleri ile şehitlerini Diana ve Herculus sunakları üzerinde yükseltmeye yönelmişti. Antik Roma İmparatorluğu’nun birlik ve bütünlüğü dağılmış, önceki yüzyılların görkemi yerlere serilmişti. Kuzeyin buzlu bölgelerinden çıkan barbar sürüleri, Avrupa ve Afrika’nın eyaletlerini talan etmeye başlamıştı.(Edward Gibbon’dan alıntı.)

Ancak bunlar, Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmi dini oluşundan sonraki olaylar... Biraz geriye dönelim.

3. yüzyıl ortalarında İmparator Valerianus, Hıristiyan dinine bağlandıklarından kuşku duyduğu prensleri bağışlamak suretiyle toleranslı bir tutumun belirtilerini gösterdi. İmparatorluğunun son üç yılında ise, Mısır’ın boş inançlarına kendini kaptırmış bir din adamının telkinlerine kulak verip, Decius’un sert davranışlarını âdeta taklit ederek üst üste yayımladığı buyruklarla zulüm dönemini yine başlattı.

Valerianus’un ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Gallienus ise, Hıristiyanlara dinlerinin gereğini serbestçe yerine getirme olanağını sağladı. Onun 15 yıl süren imparatorluk döneminde, Kilise yine eski huzuruna kavuştu.

Hıristiyanlara tutarlılık yok... Hani hep baskı altında kalmış olsalar, «Yaşamın gereği böyle. Bizim acı çekmemiz gerek.» diye durumu kabullenecekler. Oysa bir öyle bir böyle...

Buna karşın Hıristiyanlara öyle davrandı diye sakın Gallienus’un toleranslı bir kişi olduğu da sanılmasın... Silâhlı bir başkaldırmaya girişen Germen boyları ile tutuştuğu savaşta, çoluk-çocuk, yaşlı-genç demeden tüm tutsakları öldürtürken askerlerine şöyle sesleniyordu:

«Silaha sarılmış olanların kökünü kazımak yeterli değildir. Ünümüzü korumak için gerekli görüyorsanız yaşlarına bakmaksızın çocuk-yaşlı ayırımı yapmadan bütün erkekleri yok edin.»

Gallienus’un ardından tahta çıkan 2. Claudius, ondan sonra gelen Aurelianus, Tacitus, Florianus ve Probus dönemlerinde de Hıristiyanlar, büyük kıyımlara, işkence ve zulümlere uğramadı. 15 yıl kadar süren ve “durgun” sayılabilecek bir dönem daha...

Roma İmparatorluğu, 293 yılından başlayarak yepyeni bir yönetim biçimiyle tanıştı: Tarihçilerin, “tetrarşi” yani dörtlü yönetim adını verdikleri bir sistem... Bu yönetimde, doğu ve batı eyaletlerini bir “augustos” ile yardımcısı bir “caesar”dan oluşan toplam dört kişilik bir grup yönetecekti. Eş yetkilere sahip bu iki augustosun ve iki caesarın hepsi de İmparator Probus’un komutanlarıydı. Doğu eyaletlerini Diocletianus augustos olarak yönetirken, Galerius caesar olarak onun yardımcılığını üstlenecekti. Batıda ise augustos olarak Maximianus ve caesar olarak da Constantius Chlorus yöneticilik yapacaktı. Tarihçilerin deyişine bakılırsa; bu dördü arasında Hıristiyanlara en çok hınç besleyen Maximianus, bu bağlamda en ılımlı olan ise Constantius Chlorus idi.

Tarihçilerin bu seçimindeki doğruluk payı tartışılır. Roma geleneklerine sıkıca bağlı ve askerî eğitim görmüş dört generalden birinin Hıristiyanlık yandaşı olması düşünülemez. Ne var ki Constantius Chlorus’un oğlu 1. Constantinus’un (Büyük Konstantin) sonraki yıllarda Hıristiyanlığı devletin resmi dini olarak ilan etmesi, babasının da aslında onun gibi düşünmekte olduğu gibi bir yaklaşıma yol açmış olsa gerek.

İmparatorlukta sık sık yaşanan birçok ayaklanma arasında Hıristiyanlar sürekli olarak, -sınırlı ölçüde de olsa- bir barış ve gönenç ortamı içinde serpilip geliştiler. Hıristiyan dini giderek yaygınlaştı; giderek güçlendi. Ancak ardından Diocletianıs gelir ki, 3. yüzyıl sonlarında Roma yine Hıristiyanların kanını akıtır, acımasızca…


Hıristiyanlığın Roma’daki utkusundan hemen önceki bu dönem ibret vericidir. Onu bir sonraki bölüme bırakıyorum.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Aralık 21, 2009, 09:43:18 ös
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi



Aralık 22, 2009, 10:40:30 öö
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

 Müslümanlıkta da Ahsab-ı keyf adıyla tasvir edilen bu alegori üzerinde düşünmek gerekir.

Ezoterik bir anlam içerdiğini düşünüyorum.
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Aralık 22, 2009, 01:12:56 ös
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 562
  • Cinsiyet: Bay

Ahsab-ı Keyf, Arapça sanırım "Keyif hesapları" oluyor sayın ceycet. Bahsettiğiniz kelime "Ashab-ı Kehf" yani "Mağara sahipleri (dostları)" anlamına gelen bir kelimedir =) Eğlenceli bir hata olmuş =)
Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo


Aralık 22, 2009, 01:15:16 ös
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Doğrudur sayın Veritas.Oldum olası arapçayı telaffuzda,buna benzer hatalar yapıyorum.
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2877 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 04, 2009, 11:53:17 ös
Gönderen: arte
0 Yanıt
9603 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 17, 2010, 12:31:37 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
4570 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 18, 2010, 01:27:17 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
4137 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 19, 2010, 01:38:51 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3262 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 20, 2010, 04:37:00 ös
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
8253 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 27, 2010, 11:12:10 öö
Gönderen: Maledictum
7 Yanıt
9425 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 29, 2010, 05:28:24 ös
Gönderen: alcyone
0 Yanıt
5132 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 24, 2010, 11:56:24 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
5993 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 25, 2010, 01:08:35 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
5734 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 26, 2010, 10:22:44 ös
Gönderen: ozak1977