Çağımızda Din, Özgürlük ve Tolerans
Laik ya da seküler toplum düzenlerinde dindaşlık ve yurttaşlık kategorileri örtüşmediği için, birey dinsel inanç ve kanılarından ötürü hiç kimseye karşı -devlet dahil- hesap vermek zorunda değildir. Din kurumu devlet yardımı görmesine karşın, inançların bireylere zorlama ile kabul ettirme yoluna gidilemez. Devlet de bireylerin din ve vicdan özgürlüğünü din kurumunun olası baskısına karşı korumakla yükümlüdür. Bu bir bakıma devletin yan tutmazlık ilkesine bağlı kalması demektir.
Ancak bu ilkenin uygulanması sanıldığı kadar kolay olmamaktadır. Laik bir toplum düzeninde bile devlet belli bir dinsel inancı tutup diğerlerine karşı ayırımcı bir tutum takınabilmektedir.
Totaliter devlet yönetimlerinde ise konu tam bir karmaşaya sürüklenir. “Din halkın afyonudur.” savıyla yola çıkan komünist ideologlar, daha büyük bir kötülüğü önlemek amacıyla dinlerin varlığına göz yummuşlardır.
Bir zamanlar toleransı az bulan, sınırsız din özgürlüğü için yırtınan Fransız devrimcileri, politik gücü ele geçirir geçirmez ilk iş olarak dine karşı çıkmış, aynı özgürlüğü çiğneyip geçmekte bir sakınca görmemişlerdir.
Geçmişte dinden yana toleranssızlık gösteren devletler, yeri gelince din karşıtı toleranssızlık gösterebilmektedir.
Dinde özgürlük, günümüzde bile tam anlamıyla sağlanmış değildir. Zaten özgürlük tam anlamıyla, yetkin bir düzeyde gerçekleşemez; olsa olsa bu biçimsel ilkeye bir ülküsel durum olarak bakılabilir. Öteki türlü olsa, bir ilke olarak özgürlükten söz etmenin gereği kalmaz.
Bu nedenle «Tolerans, ideal ve biçimsel özgürlük ilkesinin tarihi ve somut içeriği sayılmalıdır.» diye düşünenler de vardır.
Yakın tarihlere kadar, özellikle Batı dünyasının yaşadığı Aydınlanma Çağı’nın ardından birçok düşünür, tolerans kavramının artık düşünce tarihinin derinliklerine gömülmüş bir “fosil kavram” olduğu konusunda görüş birliği içerisindeydi. Gerçekten de tolerans denilince akla ilk gelen, geçmiş yüzyıllarda özellikle Orta Çağda yaşanmış din ve mezhep kavgaları, Kilise ve Engizisyon idi. Bu nedenle birçok Batılı düşünür, geçmişe bakarak günümüz Batı toplumları içinde dinde özgürlük konusunun bir bakıma çözülmüş olduğunu öne sürdü.
Tolerans konusuna salt din ve vicdan özgürlüğü açısından bakanların düştüğü bu yanılgı, daha sonra ortaya çıkan totaliter devlet düzenlerinin tutumları sonucunda daha iyi anlaşıldı. Batı dünyası, din ve vicdan özgürlüğü konusundaki toleransın artık tam anlamıyla gerçekleştiğini ileri sürerken, insanlık bu kez karşısında yeni bir toleranssızlık kaynağı olan siyasal bağnazlığı yani emperyalist saldırganlığı buldu.
Günümüzde toleransın yeniden gündeme gelmesi, eldeki özgürlüklerin, özellikle de düşünce özgürlüğünün tehlikeye düşmüş olduğunun saptanmasından ileri gelse gerektir. Tarihe karışmış olan dinsel toleranssızlık, şimdi yerini ekonomik ve politik dünya görüşlerinin yarattığı bir başka toleranssızlığa bırakmış durumdadır.
20. yüzyılın başlarında yayılan tekelciliğin aşırı ırkçılığı kullanması sonucunda ortaya çıkan totaliter düzenler, ekonomik ve politik teokrasi biçimini almaya başlamıştır. Bazı totaliter rejimler, kendilerini bilimsel ve akılcı olarak ilan etmiş ama yarattıkları sistemi toplumun bireylerine zorla kabul ettirme yolunu tutmuşlardır. Oysa bilimsel gerçeğin kendini kabul ettirmek için zora gereksinmesi yoktur. Ancak inanca dayalı gerçekler kendilerini kabul ettirmek için zora başvurur.
«Dayandığımız temeller mutlak doğru, varılmak istenilen erek de yüce ve kutsal olduğuna göre, gidilen yol neden yasal olmasın?» iddiası, totaliter rejim ve ideolojilerin ana çıkış kaynağıdır. Bunun kapsamında açıkça dogma ve bağnazlık vardır.
Bu konuyu derinlemesine araştıran kimi düşünürler, Hıristiyanlık ile totaliter rejimlerin, -bu arada uygulanmış ve uygulanmakta olan komünist rejimlerin- bu bağlamda bazı karşılaştırmalarını da yapmaktan geri kalmamış ve şöyle demişlerdir: «0Birisi insanları öteki dünyada, diğeri bu dünyada mutlu kılmak iddiasıyla yola çıkıyor. Dolayısıyla erekleri bile aynıdır. Kurdukları organizasyonlar, kullandıkları yöntemler benzerdir. Birisi kutsal kitabın dogmalarına sarılırken, diğeri tarihsel materyalizmi dogma biçimine sokuyor. Birinde benimsenmiş olana aykırı inanç sahipleri Engizisyonun hışmına uğrarken, diğerinde aykırı düşünce üretenleri, toplama kampları ve akıl hastaneleri bekliyor.»
Bu aşamada konu biraz politikleşti. Kaçınılmaz. Ancak sanırım bu bağlamda biraz daha irdeleme yapmak, özellikle komünizme değinmek gerekecek.