DOĞUNUN BİLGİSİ BATININ BİLİMİ, JOSEPH NEEDHAM
Batı bilim ve teknik zihniyetinin eleştirisi hususunda Türkiye’de okuyucunun tradisyonalizme bağlı yazarları takip ettikleri biliniyor. Tarih boyunca gelen bütün dinlerin batınî yorumu üzerinden “Ezeli Hikmet”le temas kurulması, “dinlerin aşkın (anlamda) birliği” fikrini doğurmuştu. Bu anlamda tradis¬yonalistler kendi içlerinde bir takım ayrışmalara kapılmalarına rağmen (din mi gelenekten öncedir, gelenek mi dinden önce); dinlerin form olduğu ama “Hakikat”ın bir “öz” olmak boyutuyla bütün dinlerde “esas” sayıldığını ifade etmektedirler. Batılı bir düşünceyi ifade eden tradisyonalizm, “modern ta¬savvura başkaldırı” söylemi gelişti¬re¬rek İslamî zahir-batın birliğini/¬kıstasını(*) bozuyor hissi de vermektedir. Bununla beraber tradis¬yonalizmin Batı modernliğini eleşti¬ri¬sinde haklılık vardır. Gele¬nekselci ekol, modern bilimi, insana ve tabiata yönelmiş bir tehdit şeklinde algılar; ilahi olanla bağları kesik bir akıl faaliyeti olarak şekillendiği için (kartezyene uğradığı için) insanı yabancılaştıran bir bilme biçimi olarak görür. Onlara göre “kutsal bir bilim” ihtiyacı vardır ki onunla insan hakikate yaklaşma fırsatını yakalasın. Bili¬min ve sanatın vahyi temel alması gerektiğini söyleyerek modern bilime alternatif olmaya çalışan gelenekselcilerin handikapı Descar¬tes’in kartezyen felsefesinin vahiy kaynaklı olması idi. Gerek Descar¬tes ve gerek Bacon, vahyin (Hris¬tiyan Kutsal metinlerinin) ışığında bilimin temellerini oluşturdular. Dolayısıyla tradisyonalizmin “vahiy” kavramında muğlâklığa batmış olması, geleneksel ekolün dini/vah¬yi temel almaya çalışan dünya görüşlerinin moderniteye alternatif olmasına engel teşkil etmektedir.
Needham’ın Doğunun Bilgisi Batı¬nın Bilimi isimli kitabını tanıtma gayretimizin nedeni, bu ülkede tradisyonalizm dışında başka bir paradigmanın modernite eleştirisin¬de “bilim-dışı (anti-bilim) bilgi” kav¬ramını kullandığını göstermektir.
Needham, 1936 yılında Cambridge Üniversitesi’ne gelen Çinli biyo¬kimyacılarla tanıştığında Batı’dan çok farklı bir kültür ve uygarlık çevresinin varlığını kavrar. Bu kavrayış onu Çin’de Bilim ve Uy¬garlık başlıklı 5 ciltlik eseri yazmaya itecektir. Bu eserde Batı’ya özgü diye bilinen evrimci bilim anlayışını eleştirir. Needham’a göre Batı bilimi, evrensel bilime akan ırmaklardan yalnızca biridir ve geleceğin toplumu bütün kültürlerin tarihsel katkılarının bir senteze ulaştırılmasıyla mümkün olacaktır. Batı Uygarlığı’nın bilime dair iki anlayış geliştirdiğini burada hatırlamak gerekiyor. Bunlardan birincisi, bilimsel yöntemle geliştirilen evreni anlamak ve ona tahakküm etmek zihniyetinin doğruluğu; ikincisinin ise bilimin elde ettiği sonuçlarla kazanılmış tahakkümün aleti olan teknolojiyle, daha yüksek kârlılığı/ istifçiliği mümkün kılmanın, yani teknolojiyi kapitalizmin hizmetine vermenin kaçınılmazlığı düşüncesidir. Needham “insani değerleri” vurgulayarak ve doğu düşüncesine yönelerek getirdiği eleştiri ile “karşıbilim” zihniyetini inşa etmektedir. Needham, Rönesans’tan beri kapitalizmin gelişmesiyle paralel seyreden bilim felsefesine imtiyaz tanımamakta; insanların doğa üzerinde egemen olması anlamındaki insanmerkezcilikten farklılaşmış başka bir insan fikrine yönelir. İnsan, önemli bir varlıktır, ama hiçbir zaman ne evrenin efendisi ve ne de onun merkezinde değildir. Onu egemenliği altına alması gereken, sonsuza değin sömüreceği bir hasım olarak göremez. Bu nedenle doğa ile barışık yaşamalı, kendi arzularını tatmin etmek bakımından doğaya yönelik olarak sabırlı tutum geliş¬tir¬meli, doğanın kaynaklarına er¬demli ve feminin (anaç bir kadın) hissi ile yaklaşmalıdır. Dolayısıyla bu yaklaşım “doğayı sömürülecek” bir meta olarak görmeyi terk etmektir.
Needham, kitabında Çin ile ilgili hem toplum yapısı ve hem de bilim-teknik uygulamaları hakkında doyurucu bilgiler vererek Batı’nın Doğu hakkında geliştirdiği yaklaşımları eleştirir. Needham, Çin’in toplumsal şartlarını Batı’nın top¬lumlarının geçmesini gerekli gördü¬ğü toplumsal aşamalara uymadığı, yani örneğin feodalizmi yaşama¬dığını belirterek verir. Çin tarihinde devlet aygıtını haklı gösteren iki yön vardı: Tüm yörenin savunulması ve bayındırlık işleri yapımı ve bakımı¬nın düzenlenmesi. Çin’de tüm za¬manların en büyük kültürel kahramanı bir hidrolik mühendisiydi (Needham, 18). Need¬ham’ın mühen¬disler hakkında söy¬ledikleri de ilginçtir: “Sadece Çin’de en yüksek yetkililer arasında Ssu (Bakanlık) Khung, Ssu Thu ve Ssu Nung’lara (Mühendislik- İnşaat İşleri ve Tarım Bakanları) rastlamaktayız” (Need¬ham, 19). Mühen¬dislerin yöneticiliği hakkında Batı’¬da geliştirilmiş en erken görüşü Saint Simon vermiş olduğu için Needham’ın Çin’den getirdiği örne¬ğin okuyucu için özellikli olduğu düşünülebilir. Simon, Çin’den yüz¬yıllar sonra aynı muhtevaya sahip bir kelime kullanıyordu: İndustrie. Fındıkoğlu bu kelimeyi şöyle tanımlar: “Kelime Latince, zekâ kabiliyet demektir (…) bu kelime bizim bildi¬ğimiz dar manaya, sanayi (…) manasına gelmiyor. Ona göre içinde her çeşit çalışma bulunan bütün mes¬lekler ‘sına-i ındustriel’dir. Eski, boş tufeyli tabakala¬rın yerine ındustriellerin geçmesi lüzumunu ileri sürdüğü zaman buna fabrika¬tör kadar mühendisi, amele kadar esnafı, köylü kadar âlimi de ithal etmektedir” (Fındık¬oğlu, 296-7).
Çin’in toplumsal yaşamı hakkında da sergilenenler ilginçtir. Bunlar¬dan bir kısmını aktarmanın faydalı olacağını umuyorum: İmparatorluk¬taki tüm topraklar İmparatora aittir. Çin toplumunda büyük evlat hakkı tutunamadığı için, Çin tarihinde hiçbir zaman Batı’da olduğu gibi feodal fief imtiyazıyla karşılaştı¬rılabilecek biçimde gelişmedi (Need¬ham, 19). Köleler tarımsal üretim veya endüstride kullanılmamaktaydı. Kölelik öncelikle domestik (ev-içi) nitelikte veya bazılarının deyi¬miyle ataerkil karakterdeydi (Need¬ham, 20). Merkantil yapıda bir top¬lum düzeni Çin uygarlığında hiçbir zaman gelişemezdi. Çin toplumunda sermaye birikimi mümkündü, ancak bunun kalıcı olarak üretici endüstriyel işletmelere aktarılması, eğitim görmüş bürokratlar tarafından sürekli olarak engellenmekteydi. Çin’deki merkantil loncalar Avrupa uygarlığının şehir devletlerinde olduğu gibi hiçbir zaman güç ve statü sahibi olmadılar (Needham, 21). Needham üniversi¬te¬de bir konuşma yaparken “nasıl olur da askerler Çin tarihi boyunca sivil yöneticilerden daha aşağı bir konumda olmayı kabul ettiler?” şeklinde soruyla karşılaşır ve soru¬yu Çin halkının değer yargıları ile açıklar: “Yazılı şeklin kutsallığı ve Çinlilerin kılıcın kazanabileceğini ancak logos’un koruyabileceğine olan inançları” (Needham, 22). Çinliler için de güç ağır basıyordu. Ama hangi güç: Moral mi, yoksa fiziksel mi? Çinliler sadece ilkinin sürekli olduğuna kesinlikle inanı¬yorlardı. Ayrıca Çin toplumunda söz ve yazının teknik üstünlüğü vardı. Antik Çin’de saldırıya yönelik silah¬lar gelişince (Moğol yayı) feodal beylerin alt edilebileceği gerçeği ortaya çıkmıştı. Böylece Konfüç¬yüs’ün vurguladığı gibi, ikna etme¬nin önemi ortaya çıktı. Çin köylü¬sünün kendi Prensini vurabilecek durumdan caydırmanın tek yolu “propa¬gan¬da” idi (aşağılayıcı anlamda değil). Çinliler Whig (Liberal) idi. Çünkü Whig’ler güç değil müna¬kaşa kullanır (Needham, 22- 23).
Değerlerle ilgili yaklaşımlara geldi¬ğimize göre Batı bilimi ile ilgili eleştirilerine de kısaca değinebiliriz. Needham, Çin ve eski uygarlıkların, batı Avrupa ile aynı toplumsal aşamalardan geçmiş olmasını kabullenecek hiçbir önsel (a priori) neden görmez. Geleneksel Çin toplumunda sürekli olarak genel ve bilimsel ilerleme vardı. Çin’de her zaman denge vardı, fakat bu hiçbir zaman durağanlık anlamına gelmez. Temel keşif ve icatların, çok büyük bir olasılıkla Çin’de yapılıp Avrupa’ya geçtiğini söyleyen Needham, örnekler verir: “manyetizma bilimi, ekvatorun göksel koordinatları ve gökbilimsel gözlem araçlarının yerleştirilmesi, haritacılık, demir dö¬küm teknolojisi, çift hareket ilkesi (…) piston hareketi gibi buhar makinesinin temel parçalarının geliştirilmesi, mekanik saat, üzengi ve kullanışlı at eğerleri, tabii barut ve bunu takip eden diğerleri” (Needham, 35-6). Burada zikri geçen icatların Kur’an’da ismi anılan Zü’l Karneyn ile ilgisi olabileceği düşünülebilir. Çin’de modern bilimin kendine mal ettiği icatların kadim zamanlardan beri bilindiğine işaret eden Needham, yalnızca modern bilimin ve ardından Protes¬tanlık, milliyetçilik, kapitalizmin dünyada hiç bir paraleli olmayan bir şekilde yalnızca Avrupa’da gelişmesinin sebeplerini sorar (Needham, 37). Cevabı en az sorusu kadar düşündürücüdür: “Avrupalı¬ların başardığını Çin ve Hint’lilerin neden başaramadığını açıklamak isterseniz, içinden çıkılamaz bir ikileme düşmüşsünüz demektir. Bu ikilemin bir yönü saf şans, bir yönü de örtülü ırkçılıktır (…) Avrupa üstünlüğü doktrini politik anlamda ırkçılıktır ve bilimle hiçbir ilgisi yoktur” (Needham, 38). Çin’in organik bir dünya görüşüne sahip olduğunu ama Ortaçağ Avrupalıla¬rının bir ölçüde Çinlilerle birlikte paylaştıkları bu görüş yerine meka¬nistik, yani rastlantı nedeniyle bir araya toplanmış parçalara dayalı dünya görüşü yerleştirerek morfolojik Kozmos’u ortadan kaldırdığını, basit fizik yasalara borçlu evren kavramına geçildiğini ifade eder (Needham, 61- 2). Avrupa’daki bi¬limsel düzey Çin’in çok gerisindeydi. Bacon’un üç büyük buluş dediği matbaacılık, kimyasal patlayıcı olan top barutu, pusula Çin’de bilinmekteydi. Saat¬çilik MS 8. Yüzyılda Çin’de bilinmekteydi. Buna rağmen Çin bilimi kişiyi doğadaki olgulardan ayıran ve haksız hiyerarşi denilebilecek bir konuma getirme¬mişti. Gözlemciyi doğayı incitmekte, canlı veya ölü entelektüel ışık getirici her yolda serbest olan bir engizatör düzeyine çıkaran yabancılaş¬tırıcı bilime itiraz geliştiriyor. Böylece Needham’ı “karşı kültür” ya da “anti- bilim” hareketini dillendiren bir çaba içinde görürüz (Needham, 93). O’na göre teknoloji ve Doğa üstündeki insan egemenliği arttıkça, yönetici elitler için bireysel insan davra¬nışını kontrol etme olanakları da artmış olacak (Need¬ham, 93).
Needham’ın yazdıklarının önemi “Batı’nın tekniğini alma” uğraşısındaki üç tarz-ı siyasetin hedefindeki bilimin Batı’daki varoluşunun as¬lında bir sömürgecilik olduğunun gözden kaçırılması noktasında orta¬ya çıkıyor. “Doğaya işkence ederek bilgiyi almak gerekir”. Dolayısıyla “deneye ağırlık verildiğinde ve aksiyomlar da deneyden türetildi¬ğinde, doğa imparatorluğunu ele geçirebilecek veya idare edebilecek bir fırsat” ortaya çıkmış olur; diyen Bacon’la şekillenen (Bacon, 85) Batı bilimi karşısında Needham’ın yaz¬dıkları bilimin evrensel geçerliliği konusunda bizi uyarıyor. “Bilim¬cilik” temayüllerine karşı ahlâkçı bir itirazın geliştirilmesi meselesi Türkiye’deki entelektüelin gündeminde değil. Bilimcilik ve dünyanın yalnız bilimsel doğruyla anlaşılabileceği düşüncesi, bir Avrupa-Amerikan hastalığından başka bir şey olmayabilir. Çin’in (Needham)’ın katkısı bizi bundan ölmekten; insa¬nî değerleri yeniden ortaya çıkara¬rak bizi bu ahlâkî ve eşref-i mahlû¬kat yanımızdan soyarak kadavra¬laştıran açgözlü kapitalist teknolojiden kurtarmak olabilir.
Dipnotlar
(*)Kıstas: KIST: Mizan, Ölçü, Denge, Adl, Vasat (Ali Ünal, Kur’¬an’da Temel Kavramlar, 1986, s. 280).
Kitabiyat
-Bacon (1999) Novum Organum, Doruk: Ankara.
-Fındıkıoğlu, Z. Fahri (1965) Sosya¬lizm, İÜ İktisat Fak.: İstanbul.
-Needham, Joseph (1983) Doğunun Bilgisi Batının Bilimi, MAB: An¬kara.
not:Needham’a göre Batı Uygarlığı’nın bilime dair iki anlayış geliştirdiğini burada hatırlamak gerekiyor. Bunlardan birincisi, bilimsel yöntemle geliştirilen evreni anlamak ve ona tahakküm etmek zihniyetinin doğruluğu; ikincisinin ise bilimin elde ettiği sonuçlarla kazanılmış tahakkümün aleti olan teknolojiyle, daha yüksek kârlılığı/ istifçiliği mümkün kılmanın, yani teknolojiyi kapitalizmin hizmetine vermenin kaçınılmazlığı düşüncesidir.
Benim için en can alıcı kısmı idi bu bölüm doğunun bilgiyi kullanma şekli ile batının bilimi kullanma şekli arasındaki fark bugünkü 2 medeniyetinde arasındaki farktır.
saygılarımla iyi okumalar.