Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: UFOLAR-UZAYLILAR  (Okunma sayısı 11760 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 17, 2007, 02:57:42 ös
  • Ziyaretçi

                                                                             UZAYLILARLA İLİŞKİ TARİHİ
                                                                                      Bir Uzaylılar Yüzyılı

      Yıllardır, belki tarihin büyük bir kısmında, insanlık bu dünyayı başka akıllı varlıklarla paylaşmıştır. Öyle görünüyor ki bu, kuşaklar boyunca el değiştiren öykülerden çıkarılan bir sonuçtur. Her ırk ve kültürün bu tür yabancı varlıklarla ilgili kendi tarihi ve gelenekleri vardır.
      İncil'de Elohim'i, yani 'bulut gemiler'e binerek ölümlü dünyasıyla zaman zaman ilişki kuran ve inanılmaz güçlere sahip gizemli varlıkları buluruz. Genel olarak iki tür 'melek' ( bu varlıklar için benimsenen diğer bir sözcük ) vardır.  'İyi melekler' ve 'kötü melekler' bulunur. Her ikisi de insanları bir şekilde aşağı, en iyi olasılıkla farklı, en kötü olasılıkla biraz kaçık görür. Fakat hepsinin insanlığa karşı samimi bi rilgisi olduğuna inanılır.
      Bu tür varlıklar binlerce yıldır bütün ulusların dinlerini ve folklorlarını etkilemiştir. Doğuda onlara 'cin' denir_ sihirli 'peri'nin romantik imgesi buradan gelir. Başka yerlerde birçok farklı ad alırlar, fakat bu tür varlıkları tutarlı inanış gerçekten dikkate değerdir.
      Birçok ırkın folk tarihine tat katan başka bir varlık daha vardır. Bunlar uzun boylu, doğa üstü ve bize karşı iyiliksever olan sihirli varlıklar olarak açıklanmazlar. Tam tersine, küçük, çoğunlukla cüce gibidirler ve yollarına çıkan şansız dünyalıların yaptıklarına karşı kayıtsız ya da saldırgan olabilirler.
      Dünyanın dört bir yanındaki folkloristler 'küçük insanları' bilir. Varlıkların birçok adı vardır. İskandinavya'nın trolleri, Meksika ve Orta Amerika'nın ihkalleri, kuzey Fransa'nın fionları, Malezya'nın bunianları; kuşkusuz birçok Kelt ve Avrupa efsanesine egemen olan peri ve cüceler.
      Bu yaratıkların, uyarıcı masallar anlatma amacıyla düşünülmüş hayali öykülerden başka birşey olmadığı düşünülür çoğunlukla ve masal ırkının birkaç santim boyunda küçük yaratıklar olduğu varsayılır, oysa her iki sav da yanlıştır. Öyküler dünya çapındadır; antik tarihimizin en karanlık derinliklerine dalarlar. Kelebek kanatlarında uçan keyifli ''Tinkerbell'' imgesi, aslında, çocuk masallarına kaynaklandığı mitolojiden daha çok şey borçlu olan modern bir imgedir.
      'Küçük insanları'ın, _gerçekten varsa_ 12-15 santim boyunda oldukları, bizi hileleri ve aldatıcı doğalarıyla çoğunlukla rahatsız edecek ve hayal kırıklığına uğratacak kadar insan davranışlarından zarar verecek şekilde şaşırdıkları söylenir.
      Şu örneği bir düşünün. Bunun bir mit değil, ama gerçek bir öykü olduğu varsayılıyor _hiç değilse bu kitabın geri kalanında okuyacağınız bütün çağdaş savlar kadar gerçek_ ilk olarak 1937'de Alasdair Alpin MacGregor tarafından belgelendi. Bu yüzden de o kadar açıkça öngörülen UFO efsanelerine hiçbirşey borçlu değil. Olay, 1912'de İskoçya kıyılarına yakın Muck Adası'nda oldu.
      İki erkek çocuk kumsalda oynarken garip bir tekne gördüler. Yeşiller giyinmiş iki küçük yaratık onlara yaklaştı. Kayığın güveretesinde, küçük bir kadın ile büyüklüğü ona yakın, fakat bize göre fare boyutlarında bir köpek vardı. Yaratıklar çocuklara yaşamları hakkında birçok soru sordular; hem İngilizce'yi hem de Galce'yi akıcı bir şekilde konuşuyorlardı. Sonra onlara fındık büyüklüğünde ekmek verildi ve ekmeği soru sormadan yediler; yerken huzurlu ve mutluydular. Çocuklar, artık oradan ayrılmaları gerektiğini söyleyen yaratıklarla birlikte gitme daveti aldılar, ama bir masal diyarına yolculuk yapma teklifini kabul etmediler. Onlara denizin çok uzak bir noktasına varana kadar tekneyi seyretmek için orada durmaları söylendi, daha sonra eve gitmekte özgür olacaklardı. Çocuklar boyun eğdiler; bu tuhaf ırkın diğer üyelerinin de bir süre sonra oraya gelecekleri bilincinde hareketsiz kaldılar. Kısa bir süre sonra kızkardeşleri, çocukları boş denize bakan, trans halinde büyümüş gözlerle buldu.
      Bu öyküde bulunan hemen her özellik, bugünün UFO bilgisinin bir parçasıdır. Garip küçük yaratıklar, ilişki kurduklarının diliyle konuşabilme yetenekleri, tuhaf sorular sorma, garip yiyecekler önerme, kurbanlarını alıp gitme girişimi, tanıkların düştüğü olağandışı bilinç durumu ve hatta davetsiz misafirlerin çok sıkça yaptıkları daha fazla ilişki ya da gelecekte ziyaret sözleri.
      Bu yalnızca bir rastlantı olabilir mi? Ya da uzaylıların bütün kılıklardaki ilişkilerinin uzun bir süredir gerçekleştiği ve değiştirdiği herşeyin, olaylarıyorumlama tarzımız olduğu öne sürülebilir mi? İncil dönemlerinde yaratıklar kuşkusuz melek gibiydi. Diğer günlerde kaçınılmaz olarak başka bir yaşam alanından gelen elemental yaratıklar olarak görüldü. Bugün ise, uzay gemileri ve bilgisayarlar çağında, belki biraz şaşırtıcı olmaktan uzak, onların gemilerini UFO'lar olarak, kökenlerini de uzak bir güneş çevresindeki bir gezegen olarak görüyoruz.
      Bu çeşitli yorumların hangisinin doğru olduğunu kim söyleyebilir_ gerçekten doğruysa tabii?
      Bundan sonraki sayfalarda uzaylılarla ilişkilerin ilk incelemesini göreceksiniz. Bu incelemenin anlamına ilişkin sonuçlar çıkarma ve diğer gerçeklerin üzerinde bir sav öne sürme niyetinde değilim. Olup biteni yorumlamakta serbestsiniz. Ne var ki, öyküyü ilgi çekici ve biraz ürkütücü bulacağınıza inanıyorum. Bu öykünün gösterdiklerinin belki hergün ve burnumuzun dibinde gerçekleştiği konusunu iyice düşünün.
      Birinci Bölüm'de, geçen yüzyılda ilişki tarihini ele alacağım, çünkü bu döneme ilişkin belgelenmiş tanıklıklar var ve belirgin modeller ortaya çıkmış durumda. Bu tarihi, tuhaf ve şaşırtıcı yanlarını irdeleyerek kısa öykü tarzında anlatacağım. Olgular, gerçek iddialara, bu kitaptan daha özel bir niyetle yola çıkmış başka kitaplarda _ benimki de dahil olmak üzere_ incelenmiş ve analiz edilmiş kanıtlara dayalıdır. Roy Sandbach birçok sahneyi sanatsal inceliğiyle yeniden yarattı; dolaysıyla, açıklayıcı öykünün içine girebilir ve şaşırtıcı imgelerin tuhaf doğalarını sezebilirsiniz.
      Kitabın İkinci Bölümün'ü son yıllardaki birçok uzaylı tipi aracılığıyla bu yaklaşımı izleyecek, bize yaratıkların ayrıntılarını ve insanlarla ilişki kurdukları savındaki farklı davranışlarını gösterecek.
      Üçüncü Bölüm'de uzaylıların dünyanın çeşitli kısımlarında nasıl ortaya çıktıklarını gözlemlerken coğrafi alanı inceleyeceğiz. Gene ilginç bir çeşitlilik bulacak, olup bitenin anlamlı bir yorumuna yönelik ipuçları öneren genel benzerlikler kuracağız.
      Dördüncü Bölüm'de, şimdiye kadar nelerin keşfedildiğini görmek, insanlığın yıllardır ve dünyanın dört bir yanında dostça ilişki kurduğu uzaylıların belli başlı tiplerinden tanım parçaları çizmek için kısa bir mola vereceğiz :D
      Bundan sonra, bu tür öykülerin gerçek olması gerektiğini öne süren anekdotların ötesinde kanıtları değerlendirmek için Beşinci Bölüm'e geçeceğiz. Temkinli kafaların yargıları erteleme ve bu tür savların hayali olduğunu varsayma eğilimi mantıklıdır. Bu doğru olabilir kuşkusuz, ama sağlam kanıtla böyle bir sonuca varılmasını da engelleyebilir.
      Son olarak Atıncı Bölüm'de, uzaylıların ilişki kurdukları insanlarla bilgi alışverişinde bulundukları olaylara yakından bakacağız. Neler diyorlar ? Buna güvenilebilir mi? Kim olduklarını ve nereden geldiklerini iddia ediyorlar? Yaptıları şeyleri gerçekleştirmelerinin ardında hangi nedenelr olduğunu söylüyorlar? Bu sorular, bütün uzaylılarla ilişkilerin en şaşırtıcı yanını özlümleyen bir dizi öykü aracılığıyla ele alınacak.
      Bu kitabın sonunda, bu şaşırtıcı gizemde nelerin yattığını çözmeye kendimizi çok yaklaşmış bulabiliriz. Son bir yanıt bulmada artık varolan bazı seçeneklere bakacam. Fakat bu kitap, bir bütün olarak, bu büyüleyici bilmeceyi çözmeye yönelmiş bir kitap değildir. Tam tersine, kolayca sindirilebilen, ama çok olağanüstü bir olaylar katalogu vermenin yanısıra bilgi vermeyi ve eğlendirmeyi amaçlamaktadır.
      Yüzyıllardır başka bir dünyayla ilişki kurmanın hayalini sürdürdük. Bu ilişki ya zaten gerçekleşmişse? Bunu bulmak üzeresiniz. ;)       

           1896: Gökyüzündeki Gemiler

      Tuhaf ışıklar ilk olarak 17 Kasım 1896 gecesi California'nın semalarında ortaya çıktı. Eyalet başkenti Sacramento'nun sakinleri, 'gizemli bir güç tarafından yayılan elektrik arkının ışığı' olarak tanımlanan sessiz uçuştan ilk şaşıran insanlardı. Hatta bazıları başlarının üzeinden geçen uçaktan gelen şarkıyı duyduklarını bile iddia ettiler.
      O dönemde uzay gemisi denilen nesnenin uçuşu bilim kurgunun alanıydı. Jules Verne, bundan yalnızca dokuz yıl önce, dahi bir kaşif hakkında Robur the Conqueror romanını yayınlamıştı. İlk metal uzay gemisinin Berlin'e oldukça yakın bir yerde kısa süreli gezintiler tarihine girmesi, California olayından tam bir yıl sonra, Kasım 1897'de gerçekleşti.
      1896'nın sonlarındaki hayaletimsi uzay gemisi dalgası ( Nisan 1897'de ABD'nin orta batı eyaletlerinde ve 1909 ile 1912'de İngiltere'de yeniden ortaya çıktı ), bugünün garip uzay gemilerinin UFO diye adlandırılması anlamında UFO'ydu. Havacılık uzmanlarının yaptığı çılgın gelişmelerle, yazarların hayalini kurduğu fantastik bir teknoloji bildirimleri vardı, ama günümüz bilimi için teknik bakımdan olası bulunan şeyler henüz mümkün değildi.
      Uzay gemilerini kim uçuruyor? Herkesin kafasındaki soru buydu ve gazetelerin sütunlarını işgal etti. Birçok görüntü (haklı olarak) kitle isterisi ve parlak yıldızlarla Venüs gibi gezegenlerin yanlış algılanması olarak saptandı. Öte yandan bu teknolojik harikayı gizlice uçuran, gizemli mucit olduklarını iddia eden dalgacıların ortaya çıkması uzun sürmedi.
      Sonra bu dalgacılar ve habersizlikten bunalmış, daha el değmemiş masallarla ortaya çıkmak isteyen editörler, tanıklarla sakallı pilotların _bazen ( ABD'nin o sırada büyük bir çekişme içinde olduğu ) Küba'yı havadan bombalama görevinden söz eden Amerikalılar, ya da zaman zaman değişik bir dil konuşan ve kötü görevlerden söz eden yabancı mürettebat_  karşılaşmalarını bildirdiler. Aslında, 1912'de Winston Churchill, UFO'ları ciddiye alan ilk politikacı oldu, ne İngiliz ne de Alman oldukları kanıtlanan bu uçan ışıklardan gelecek hava tehdidine karşı parlementoyu uyardı.
      Ne varki, Amerikalı UFOlog Jerome Clark'ın yaptığı görkemli araştırmaya göre, bunların uzay gemisi olduğu yolundaki ilk iddia _çok geçmeden yaygınlık kazanan bir görüş_, o sırada Fresno'da bir fuar için sergi hazırlamaya çalışan Albay H. G. Shaw tarafından bildirildi. Bunun 100 yıl sonrasındaki iddialarla kayda değer benzerlikleri vardır.
      Albay Sahw ve arkadaşı Camille Spooner, 25 Kasım 1896 öğleden sonra Lodi kasabasından ayrıldılar. Tockton'a doğru atlı arabayla gidiyorlardı ki, atları panik içinde tepki gösterip hareket edemez hake geldi. İki tanık yukarıya doğru bakınca ince uzun yapılı, küçük ve çok güzel elleri olan insana benzer üç yaratık gördüler. Derilerinin üzerinde yumuşak ve ince bir kürk dışında yüz ve beden kılları yoktu. Gözler çok büyük, ağız ve kulaklar küçüktü. Ağırlıkları çok azmış gibi görünüyordu. 'Garip güzellik'leri vardı.
      Bu yaratıklar aralarında bir tür 'tekdüze şarkı' ile konuşuyorlardı. Zaman zaman soluk almak için içlerine hava çekermiş gibi, ağızlarına koydukları hortum başları bulunan bir çantalrı vardı. Çok parlak görünen, yumurta biçimli bir de lambaları bulunuyordu. Panik içindeki Albay Shaw, yaratıkalrın kendisini ve arkadaşını fiziksel olarak kaçırmaya kalkıştıklarını, ama bedenlerini fazla ağır bularak ışıklarını yakınlardaki bir köprüye çevirdiklerini iddia ediyor. Köprünün yakınlarında, suyun üstünde puro biçiminde bir gemi vardı.
      Yaratıklar gemilerine, yerin üstünde neredeyse sürükleniyormuş gibi tuhaf hareketlerle döndüler. Gemiye vardıkları zaman, havaya yükseldiler ve aygıtın yanındaki bir kapıdan, yüzer gibi geçerek hemen uzaklaştılar. Shaw, yaratıkların Mars'tan gelmiş olduğuna inandığını açıkladı.
      1896'nın sonlarında yayınlandığı zaman birçok insanın varlığına inandığı ve abartılı da olsa, insanın düşgücünü çok belirleyici bir öyküydü bu. Çok daha gelişmiş teknolojik çağın bolca kullanacağı bir uzaylılarla ilişki biçimini öngörüyordu. 1890'larda değil de 1990'larda açıklansaydı, uzaylıların kaçırma girişimlerine ilişkin çok tutarlı ve belki inanılabilir bir iddia olarak algılanması için çok az kavramın değişmesi gerkirdi.

JENNY RANDLES
UZAYLILAR           
« Son Düzenleme: Ağustos 17, 2007, 03:48:35 ös Gönderen: MYSTICPROVOCATEUR »


Ağustos 17, 2007, 04:12:38 ös
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi

                                                                              1901: Uzaylılar Yeryüzüne İndi

      On yaşındaki Frank Warley, Yirminci Yüzyıl'da uzaylı yaratıkalrı gördüğünü iddia eden ilk insan olmuşa benziyor. Olayı üzerinden yemiş yedi yıl geçtikten sonra ilk kez bana anlattı, ama olanları dünmüş gibi net hatırladığını ekledi.
      Frank, İngiltere-West Midlands'da Bournville yakınlarındaki Bournebrook'da teraslı bir evde oturuyordu. 1901'in sıcak bir yaz gününün öğleden sonrasıydı. Frank arka avlu yakınındaki bir yolda gezinirken otların üzerinde tuhaf bir cisme rastladı.
      Başta bir işçi kulübesi sandı, çünkü bu cisim küçüktü ve tepesinde bir gemi bacası ve yanda bir kapıyla ufak bir kulesi olan kutu biçimli bir şeydi. Tuhaf bir metal parlaklığı vardı ve yeşilimsi mavi renkteydi. Frank bunun hemen daha önce hiç görmediği birşey olduğunu anladı.
      Modern küçük bir arabanın yarı boyutlarındaki bu yapıyı incelerken, kapıdan gün ışığına çıkan iki yaratıkla karşılaşınca şaşırdı. Yaratıklar küçüktü; 12 santimden daha kısaydılar ve insana çok benziyorlardı. Her ikisi de traşlıydı ve cücemsi boylarının dışında dikkati çeken tuhaf özellikleri yoktu. Onlara askeri bir görüntü veren yeşilimsi gri renkte dar, tek parçalı üniformalar giymişlerdi.
      Yaratıkların en alışılmadık özelliği, her ikisinin de giydiği miğferlerdi. Koyu renk miğferlerdi bunlar; kepe benziyor, başlarıyla kulaklarını tamamen kapatıyordu. Fakat tepelerinde, bir Viking miğferinin boynuzları gibi iki tel vardı. Yaratıklar havaya yükseldiler ve tepeye doğru biraz kıvrıldılar. Yaratıkların başlarına iliştirilmiş görünür bir hat yoktu.
      Yaratıklardan biri yerdeki kutunun kapısında kaldı, ama diğeri yavaşça Frank'a doğru hareket etti. Yaklaşırken kolları, çocuğun açıkça bir uyarı olarak algıladığı şekilde uzandı. Frank geri durması ve onun yolundan çekilmesi gerektiğini düşündü.
      Bu sessiz hareket karşısında hemen birkaç adım geri çekildi. Bunu yaparken yaratık da kutuya hızla geri döndü ve arkadaşının yanına geldi. Kapı bir araba kapısı gibi (menteşeleri varmışçasına) kapandı ve yerdeki cisim bir saniye içinde canlandı.
      Daha sonra bir elektrik arkına benziyor diye tanımlanan parlak bir ışık, güneş ışığına karşın nesnenin dış yüzeyini aydınlattı. Nesne, çocuğun çevresinde bir daire çizdi ve havalanan bir uçak gibi ani bir ses çıkararak aydınlık çatıların üzerinden gökyüzüne havalandı. Frank, kutunun arkasında nabız gibi atan kırmızı bir ışık taşıdığını farketti _ daha sonra uçaklarda gördüğü, fakat 1901'de bilinmeyen bir şey.
      Otlarda hiç iz yokmuş gibi görünüyordu; gerçi Frank iz aramayı hiç düşünmediğini kabul ediyor. Daha sonra çevredeki birkaç insanın ya gürültü duyduğunu ya da gökyüzünde yanıp sönen ışık gördüğünü iddia ettiğini öğrendi.
      Bu olayın en ilginç kısmı da, Frank'ın bu nesneyi tanımlarken UFO sözcüğünü hiç kullanmamasıdır. Nesneye yalnızca 'komik bir araç' dedi. Bu olayın gerçekleştiği sırada hiç UFO olmadığını ve UFO'lar ortaya çıktığı sırada 'hayli yaşlanmış olduğunu' söylüyor. UFO sözcüğünü ilk duyduğu zaman, gördüğü şeyi gerçek kabul edeli uzun zaman olmuştu.
      Frank birçok kez yaşadığı deneyimi çocuksu bir hayal olarak kafasından silmeye çalıştı. Fakat, çocukluğunda gazete ve dergilerde 'geleceğin taşıtları'nı tanımlayan ve istinasız uzay gemileri ya da pervaneli yüzen nesneler olarak gösteren çizimler olduğunu söylüyor. Çizimlerin hiçbirinde, Frank'ın gördüğü sessiz, sakin ve etkin küçük nesne yoktu. Bu bir hayalse, neden alışık olduğu bir şeyi görmedi? Bu hayal olsa bile, yıllar sonra uzaylılarla ilişkilerin bir özelliği olan UFO tipini nasıl öngörebildi?     


Ağustos 17, 2007, 05:16:29 ös
Yanıtla #2
  • Ziyaretçi

                                                                            1926: Üç Bilge Adamla Karşılaşma

      Tuhaf yaratıklarla karşılaşmanın, özelliklekıyaslama yapılamayan bir dönemde, ne kadar büyük dehşet yaratacağını bir düşünün. UFO araştırmacısı Peter Hough'a yıllar sonra, çocuksu bir oyunun nasıl bir karabasana dönüştüğünü anlatan genç Henry Thomas için bu kesinlikle geçerliydi.
      Thomas, karanlık bir kasım akşamı yatağına erken yatırılmış olduğu için huzursuzdu. Arkadaşları sanayi kasabası Bolton'ın (Lancashire) sokaklarında oynuyorlardı. O sırada Bolton hem yaklaşan kışın, hem de kasabayı neredeyse felç eden madenci grevinin etkisindeyid.
      Polis babasının onu cezalandırma riskini göze alan Henry, yatak odasından sokağa çıktı. Annesiyle babası onun çıktığını farkedemeyecek kadar eğlendirici bir radyo programına dalmışlardı.
      Çocuk arkadaşlarıyla buluşunca, saklambaç oynamaya başladılar. Henry, tuvaletleri dışarıda olan ve kasvetli görünüşlü arka bahçelerinde arkadaşlarını arıyordu. Fakat onları bulmak yerine, beklediğinden çok daha kötü bir şeyle karşılaştı.
      Bir arka kapı garip şekilde aralıktı. Arkadaşının bahçeye hızla girerken yanlışlıkla böyle bırakmış olacağını düşünen Henry, kapının aralığından baktı. Arkadaşları orada değildi. Fakat yaşamında gördüğü en korkutucu görüntü onu bekliyordu.
      Evin arka pencerelerine bakan üç yaratık vardı. Normal bir yetişkin boyundaydılar; gerçi biri belki biraz daha kısaydı. Ne varki, Henry onların sıradan insanlar olmadıklarını hemen anladı, çünkü şimdiye dek gördüğü en tuhaf giysileri giymişlerdi: Daha sonra sık sık göreceği 'Michelin Oto Lastikleri' reklamına benzeyen lastik çemberlerden oluşan giysiler. Yaratıkların giysileri gümüş griydi ve kalın botları siyahtı. Fakat her birinde, sırtlarına bağlanmış bir soluk tankıyla bağlantılı boruların çıktığı şeffaf birer miğfer vardı.
      Henry Thomas korkuyla bakakaldı. Bakarken onalrın dikkatini bir şekilde çekmiş olmalı; çünkü yaratıklar yanına gelmek için döndüler. Sonra Henry yüzlerini gördü ve panikle altını kirletti :D
      Yaratıkların başları solgun bir ampul biçimindeydi. Gözleri koyu renkli ve çizgi gibiydi, belirgin bir ağızları yoktu; burnun yerinde yatay bir çizgi vardı. Ona bir baykuşu hatırlattılar: Akıllı ve canlı, gene de büyük korku yaratan bir baykuş. Birinden tuhaf bir mırıltı, homurdanma sesi çıktı ve birden üçü de ona doğru dönüp hareket etmeye başladılar. Henry hemen oradan kaçtı; eve doğru koştu.
      Kapıdan içeri girince öyküyü ağzından kaçırdı. Evden izinszi çıktığı için azarlandı, fakat anne ve babası bunun bir şaka olmadığını biliyordu sanki. Çünkü uzaylılarla karşılaşmasının gerçekliği kanı çekilmiş yüzünden okunuyordu.
      Kuşkusuz bu, uzaylılarla karşılaşma olarak yorumlandı. Bunlar o sırada birkaç Penny Dreadful'un ürünüydü ve UFO sözcüğünün ortaya çıkması için on yıllar gerekiyordu. Aile, bu ilk yakın ilişkiye 'üç bilge adam' adını verdi. Fakat bu yüzyılın ilk yarısındaki birkaç benzer olay gibi dikkate değer bir olaydır;
      Çocuğun, fare avlayıcılarını ya da dezenfekte ekibini gördüğünü öne sürebilir ve tuhaf görüntüyü daha gizemli bir şey yerine yanlış yorumlayabiliriz. Fakat yüzlerinin tanımı ve hatta Michelin Lastikleri kılığı, yıllar sonra gelecek UFO dalgaları arasında yaygın olmayan bir özellik değildi. Henry, lamba şeklinde başları ve çok huzursuz edici güçlü gözleri olan yaratıkları gören binlerce insandan biriydi. Ama belki de onların gizemli görevini engelleyen tek insan oldu.

                                                                            1947 :  Kazmanı  Al
                                                                               
      Haziran 1947'de 'uçan daireler' deyimi, kuzey-batı ABD'de tuhaf ışıkların görülmesinden sonra ortaya çıktı. Üçüncü türlerle _yabancı varlıklarla karşılaşmaya böyle denildi_ gerçek yakın ilişkilerin ortaya çıkması yalnızca birkaç hafta aldı.
      İlk karşılaşmanın yeri çok uzaktaydı _Venedik (İtalya)'in kuzeyinde, Alpler'deki Avusturya sınırında. Bu karşılaşmanın kurbanı sanatçı, yazar ve jeolog Profesör Rapuzzi Johannis'di. Johannis, Villa Santina kasabasının yakınlarındaki Carnico del Col Gentile olarak bilinen bir vadide dolaşarak kayalara olan tutkusunu tatmin ediyordu.
      14 Ağustos 1947 günü bir aydınlık sabahı saat dokuz civarıydı. Johannis, kuru bir nehir yatağının yanındaki alçıtaşı katmanları arasında tek başına dolaşıyordu. Birden yerde kırmızı bir nesne farketti. Gözlüklerini takınca bunun on metreye yakın genişlikte ve parlatılmış metalden mercek biçiminde bir cisim olduğunu gördü. Tepenin eğimindeki kayaya kısmen gömülmüş gibi duruyordu.
      UFO öyküleri henüz ABD'den İtalya'ya ulaşmamıştı ve bu yüzden Johannis şaşkınlıkla bu cisme baktı. Gizli bir Rus uçağı mı? diye sordu kendine. Öyküsünü destekleyecek biri olabilir diye umutla çevreye bakınınca, iki çocuğun ağaçlık bir alanın kenarında durduğunu gördü. Çocuklara gelip bakmalarını söyledi. Sonra da onlara doğru yürümeye başladı, ama onların çocuk değil, doksan santim boyunda iki yabancı yaratıktan başka birşey olmadığını anlayınca dehşetle durdu.
      Jeolog, bu yaratıklara bakarken, bütün enerjisinin çekildiğini ve çevresini tuhaf bir hafiflik ya da rüya benzeri bir nitelik kapladığını söylüyor. Yakın temaslarda bu kendine özgü atmosfer çok iyi bilinen bir özelliktir. Oz Faktörü olarak adlandırılır; tanıkların deneyimin arefesinde değişik bir bilinç durumuna girdiğini ileri sürer.
      İki küçük adam yavaş yavaş Johannis'e doğru hareket etti. Yarı şeffaf görünen dar mavi giysiler giymişlerdi ve görünüşlerinin en tuhaf kısmı, bedenlerine oranla çok büyük olan başlarıydı. Saçlarının varlığına ilişkin bir belirti yoktu, fakat dar koyu renk tas gibi kepler giymişlerdi. Ağız, bir balığın solungaç kapakları gibi açılıp kapanan bir çizgiydi, burun ise uzun ve düzdü. Ne var ki, gerçekten belirgin olan gözlerdi. Büyük ve yuvarlaktılar, renkleri mordu. Kaş ya da kirpik izi görülmüyordu.
     Yakından bakınca bilimadamı, yaratıkların derilerinde belli belirsiz ve tuhaf yeşilimsi bir katman olduğunu gördü (bu muhtemelen UFO bilgisinin en çok kullanılan deyiminin, 'küçük yeşil adamlar'ın kökeniydi). Elleri de daha çok pençeye benziyordu.
      Profesör birkaç dakika onlara baktıktan sonra, uzun jeolog kazmasını dostça bir el sallama niyetiyle kaldırdı ve ''Kimsiniz?'' diye bağırdı. Belki bu hareketleri düşmanca olarak yorumlayan bir yaratık hızla elini kaldırarak karnının çevresindeki bir kemere dokundu. Bundan bir flaş ışığı ya da ışık demeti çıktı; Johannis'i kolundan vurdu.
      Bilimadamı bu saldırıyla hemen bilinçsizce yere düştü ve kendinden geçti. Bu arada uzun saplı kazması elinden bir aygıtla alınmış gibi fırladı; havada uçarak iki metre ötesine düştü.
      Johannis şimdi kendisini elektrik çarpmış gibi hissediyor ve yaratıklar gelip kazmayı alırken acıyla ancak tek kolunun üzerinde doğrulabiliyordu. Yaratıklar o kadar yakındaydı ki, Johannis soluk alıp verirlerken bir göbek gibi şişkin, hafif kemikli göğüslerinin iniş çıkışını görebiliyordu. Sonra yaratıklar mercek biçimli cisme geri döndüler; bir şekilde içeri girerek yok oldular. Dakikalar sonra bu cisim kaylardan ateş ederek nehir yatağına taşlar döktü.
      Dehşet içindeki tanık umarsızca yerde yattı, ürkütücü aracın bir biçimde onu ezebileceğinden korkuyordu. Ama bir iki  dakika sonra aracın boyutları açıklanamaz bir şekilde küçüldü ve sessizce 'içeriye doğru çöktü' ya da ortadan yok oldu. Bununla birlikte büyük bir hava patlaması Johannis'i sarsarak onu eğimden aşağıya yuvarladı ve nehir yatağına sürükledi. Ayağa kalkıp Raveo köyüne gidene kadar saatler geçmesi gerekti. Johannis köyde pansiyon sahibine bir kayadan düştüğünü söyledi. 


Ağustos 17, 2007, 07:18:21 ös
Yanıtla #3
  • Ziyaretçi

                                                               1952: Venüs'ten Gelen Adam

       1940'ların sonuyla 1950'lerin başında uzaylılarla birkaç temas daha oldu; ne var ki, birçok UFO araştırmacısı bunları fazla fantastik bularak kabul etmedi. Bunlar gazetelerde çok ender başlık oldu ya da uçan daireler bildirimleri başlayınca halka dönül kitaplara girdi. ''UFO pilotları'' idialarının hepsini bir kerede kabul etmek çok aşırıydı sanki.
      Ne var ki, 1952'de yeni bir macera öyküleri dizisi basını etkilemeye başladığı zaman durum değişti. Belli başlı kahramanları ünlenen, konferanslar veren ve iyimser yorumlu kitaplarını binlerce satan, uzaylılarla ilişki kuranlar hareketi hemen dünya çapında bir ilgi uyandırdı.
      Aslında ilişki kuranların öyküleri, Rapuzzi Johannis'inki gibi 'normal' uzaylılarla ilk birkaç ilişkiden çok farklı olamazdı. Hiç korku ya da tam yabancılıkyoktu. Tam tersine, bu masallar bir Boys, Own, mizah kitabından alınma öykülere benziyordu: Dünya yavaş yavaş uzay çağının eşiğine yaklaşırken radyo kanallarını dolduran halka dönük bir yem türü.
      İlişki kurma olaylarının en önemli farklılığı, tanığın, kendi işlerini yapan tuhaf yaratıklarla rastlantı sonucu karşılaşmasının yarattığı koşulun bir kurbanı olmayışıydı. Tam tersine ilişki kuranın kendisi (genellikle bir erkek olurdu) öykünün odak noktasıydı; bazı durumlarda güneş sistemini felaketten kurtarır; iyiliksever uzaylılar tarafından özel bir kişi olarak seçilirdi.
      Yüzlerce ilişki kurandan (bugün hala ilgi uyandır özellikle Amerika'nın batısının yeni çağ hareketi arasında) ilki, George Adamski idi. 1893'de Polonya göçmeni olan Adamski, yerel California radyosunun başarılı sayılabilecek bir sihirli masallar sunucusu ve hayli ilkel bir bilim kurgu yazarıydı. Büyük bir astronomi gözlemevinin bulunduğu Palomar Dağı'nın yamacında yiyip içerken uzayı hayal ederdi. Kendisine ait bir teleskopu kullanarak (ki çoğunlukla insanlar onun profesyonel bir astronom olduğunu düşünürlerdi), uzaylı gemisi olduğunu iddia ettiği bir cismin resimlerini çekti ve 1950'de Fate dergisinde bunları yazdı. Fakat bundan sonra çok tuhaf şeyler oldu.
      20 Kasım 1952'de Adamski ve birkaç arkadaşı, kendilerinin söylediğine göre bir uzay gemisi görmek amacıyla California çölüne gittiler. Bazıları gerçekten uzay gemisi gördüklerini söylüyordu; üstelik Adamski onları geminin kendisi için geldiğine inandırdı. Adamski'nin iddia ettiğine göre, Venüs'ten gelen bir kişiyle ilişki kurmak için çöle girerken, arkadaşları bir mil ötede beklediler.
      İnsana benzeyen yaratığın uzun sarı saçları vardı ve tanıkla işaret dili ve telepati aracılığıyla konuşuyordu. Adamski yörüngedeki 'ana gemiler'in ve dünyayı ziyaret ettikleri daha küçük 'keşif gemileri'nin nerede olduğunu öğrendi. Venüslüler, insanların saldırganlığından ve atom bombası gibi korkunç silahları kötü amaçlı kullanmalarından korkan çok dost bir ırktı. Yaratık, yere konan keşif gemisinin resimlerini (uzaylının kendisi çekingendi!) çektiği filmi Adamski'den aldı ve birkaç gün sonra ikinci karşılaşmada ona filmi geri verdi. Uzay gemisinin belirgin görüntüsünün yerini kimsenin şifresini çözemediği bir simgeler dizisi görüntüsü almıştı.
      Adamski'nin uzaylılarla ilişkisi öyküsünü İrlandalı yazar Desmond Lesile aldı; çok dünyevi olan kitabına son dakikada UFO görüntüleri koydu. Yayıncı ise potansiyeli görerek, Adamski'nin öyküsünü, 1953'te Flying Sacuers Have Landed adıyla çıkan kitabın odak noktası yaptı ve kitap bir anda bestseller oldu.
      Birkaç yıl içinde Adamski 'tarafından' iki-üç hayalet kitabı yazıldı. Bunları daha da sansasyonel iddialar izledi. Adamski güneş sistemimizdeki birçok gezegenden uzaylılarla (hayalet yazarı Charlotte Blodget tarafından etkili olsun diye icat edilmişe benzeyen Firkon gibi aptalca adlarla) karşılaştı. Çoğunlukla teleskopu sayesinde uçan dairelerin resimlerini de çekti; aydaki ağaç  ve nehirleri görmek için yaptığı ziyaretlerden, dost uzaylıların gizli öğretilerinden söz etti. (Bu öğretiler, sözde karşılaşmaların günlerce önce Adamski'nin düşünceleri ile genellikle uyuşuyordu.)
      Adamski en sonunda Avrupa'da tura çıktı. Hollanda Kraliçesi onunla tanışmak istedi ve 1963'te Adamski Papa ile karşılaştığını bile iddia etti (Vatikan bunu yalanladı). Görüşleri, UFO topluluğunu bugün hala var olan iki kampa ayırdıktan sonra Nisan 1965'te öldü. Sihir yönelimli UFOloglar ya da Adamski'nin söylediklerini kutsal kitap gibi kabul eden ateşli müminle var. Fakat birçok UFO araştırmacısı, Adamski'nin öykülerinin en iyi olaasılıkla hayallenme ve belki de fantezi olduğuna inanıyor.
      Adamski'nin kanıtlarının pek ikna edici olmadığına kuşku yok. Fotoğrafları birkaç kişiyi inandırdı, çoğu kişi bunların basit, sorumsuz sahtelikleri olduğunu gösterdi. Güneş sistemindeki diğer gezegenlerde bulunan koşullara ilişkin öykülerinin, onun ölümünden önce, bilimsel olarak saçma olduğu ortaya çıktı.
      Adamski'nin arkasından gelen diğer ünlü kişi kurucular da benzer öyküler anlattılar; gerçi uzaylılar görünüş olarak çoğunlukla daha farklıydılar, başka yerlerden (bunların arasında güneşin ardındaki görünmeyen gezegenler ya da paralel evrenler vardı) geliyorlardı. Aynı derecede komik adları (örneğin Aura Rhanes) vardı. Felsefeleri hemen her zaman barış, sevgi ve antinükleer mesajlar veriyordu, ama birbirleriyle ayrıntılarda eşleştikleri sık görülmezdi.
      İlişki kurma hareket hızla, bazıları bugün hala yaşayan renkli dernek ve dergilerde kendi alt kültürünü kurdu. Örneğin Aetherius Derneği, Londralı taksi sürücüsü George King tarafından 1954'te kuruldu. King, bir tür gezegenler arası parlemontaya dünyanın temsilcisi olarak seçildiğini anlattığı zaman, dernek, özellikle İngiltere ve California'da önemli bi rüye tabanıyla iyiliksever uzaylılar felsefesinin güçlü bir odak noktası haline geldi. Bunlar bir ilişki kuranlar kültü olduklarını kabul etmiyorlar.
      İlk ilişki kuranların birkaçının (hiç birinin adı özellikle belirtilmedi, fakat aralarında Aetherianlar yoktu) haber alma servisleri tarafından kandırılmış olabileceğini ciddiyetle ileri sürenler var. Paranoyanın en saçma biçimi olarak görünen ise, Amerika'daki Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası uyarınca ortaya çıkarılan belgelerden alınan destek.
      İlk ilişki kuranlar ortaya çıktığı sıralarda, Ocak 1953'te, Washington'da CIA çok gizli bir toplantı yaparak, UFO'lara ilişkin ciddi ilgiyi nasıl yok edeceklerini görüşmek üzere önemli bilimadamlarını davet etti. Konuyu küçümseyici filmler yapmayı ve UFO görüntülerini bir şakaya dönüştürmek için Walt Disney gibi çizgi film yapımcılarını kullanmayı konuştular. Ortaya çıkarılan belgelerden öyle görünüyor ki, bu tuhaf Kominist sürek avı çağında CIA, güçlü bir düşmanın bir UFO dalgasını harekete geçirerek kitle isterisi yaratacağına ve Amerika'da iletişim kanallarının işlevini engelleyeceğine inanıyordu!
      Sonunda benimsediği politikaları (kaynağı açıklanamayan UFO kanıtlarını gizlemeye çalışmak için çeşitli hileler içeriyordu) değerlendirirken, CIA, ilişki kuranlar literatürünün birçok insanın gözünde UFO kanıtlarının güvenirliliğini azalttığına değiniyor. Görevlerine yardımcı olarak kullandıkları (hala kısmen kullanılan) taktiklerin, amaçladıkları hedeflere ulaştığını belirtiyorlar.


Ağustos 17, 2007, 08:08:47 ös
Yanıtla #4
  • Ziyaretçi

                                                                   1954: Uzaylıların Avrupa İstilası

      Amerikan haber alma örgütlerinin taktikleri, ilişki kuranların tartışılabilir nedenleri ya da giderek artan UFO araştırma hareketinin öykülerine karşı şaşırtıcı duyarsızlığı ne olursa olsun, uzaylılara kayıtsız kalınacak gibi değildi.
      1954'te bilim kurgu filmlerinde, stilize uçan dairelerle dünyaya inen, insanların bedenlerine giren, jelatinli yapışkan madde sızdıran ve genel olarak düşünüldüğü kadar düşmanca ve iğrenç olan her tür canavar uzaylılarla ilişkiler işlenmeye başladı. Bu popüler filmlerilişki kuranların her zaman çıkarlarımızı koruyan, dost, insana benzer uzaylı kardeşlerine ilişkin felsefelerinin tam tersiydi. Fakata aynı derecede, o zamana kadar sessizce birikmiş olan çok basit uzaylılarla ilişki olgularının gerçeğinden milyonlarca ışık yılı uzaktaydılar.
      The Thing From Another World (1951), It Came From Outer Space ve Invaders From Mars (her ikisi de 1953) gibi Hollywood ''B'' filmleri 'gerçek' uzaylılarla ilişki olgularını etkiledi mi? Birkaç önemsiz canavar görüntüsü gerçekten olmasına karşın _bunların en önemlisi Hopkinsville, Knetucky'de, Ağustos 1955'te bir ailenin onları evlerine hapseden kocaman sivri kulaklı küçük bir gulyabaniye benzer bir yaratığı vurmasıydı_, film imgesi bombardımanı karşısında yokluklarıyla dikkati çekiyorlardı.
      Hem medya hem de UFO uzmanları tarafından o dönemde kabul edilmemesine karşın, göreceli birkaç uzaylı ilişkisi baştan beri konuya egemen olanlarla aynı çizgilerdeydi. Fakat bunların Ekim 1954'te birdenbire sayıları aşırı derecede arttı.
      O dönemde UFO'ların dünyanın çeşitli yerlerinde, özellikle ABD'de görünmesine alışmıştık ve birkaç gün ya da birkaç haftada bu konuya yoğunlaşırdık. Daha önce elimizde olmayan tek şey, görünürde uzaylılarla inanılabilir ilişki öyküleri seliydi. Birinin Avrupa'yı sarstığı o yılın sonbaharına kadar. Bu öykü hala gizlice süren CIA girişimini bir kenara bıraktırdı ve bazı UFO uzmanlarının sonunda oturup UFO görme iddialarına önem vermesini sağladı.
      Bu dalganın başlamasından kısa bir süre sonra, Fransa'nın Belçika ile kuzeydoğu sınırında bulunan Valenciennes yakınlarındaki Quarouble köyünde etkileyici bir olay oldu. Tanık, karısı ve küçük çocuklarıyla yerel bir kavşak noktası olan bir yük tren hattında oturan otuz dört yaşındaki bir çelik işçisiydi.
      Tanık, Marius Dewilde bir akşam kitap okurken köpeği havlamaya başladı. Orası ıssız bir yer olduğu için Dewilde hırsızdan korktu ve ne olduğuna bakmak için bir el feneriyle dışarıya çıktı.
      Dışarıya çıkınca hemen, rayların üzerinde bir yük arabası ya da başka tür bir araba olduğunu sandığı koyu bir kütle gördü. Ancak bu düşünceler hemen köpeği tarafından yok edildi. Köpek karnının üzerine yatmış sızlanıyor, havlıyordu, ama çok şükür ki geçici bir rahatsızlık nedeniyleydi bu. Uzaklaşan ayak sesleri duyuldu; Dewilde ışığını ayak seslerinin geldiği yöne tuttu. Işığın aydınlattığı şimdiye dej gördüğü bir şey değildi.
      Demiryollarındaki 'vagon'a doğru yavaşça yürüyen iki yaratık koyu renk dalgıç giysileri giymişlerdi. Baş kısımları bedene oranla özellikle büyüktü. Her ikisi de ancak bir metre boyundaydı. Dewilde düşünmeden onların peşinden gitti, ama ancak birkaç adım atmıştı ki, parlak bir ışık ( bir magnezyum alevi gibi ) rayların üzerindeki karanlık cisimden çıkıp onu vurdu. Dewilde hemen dondu, hareketsiz kaldı; hatta bağırmayı bile başaramadı.
      Işık birkaç saniye Dewilde'nin üzerinde durdu; bu arada adam ayak seslerinin kesildiğini duydu. Sonra ışık birdenbire yok oldu. Dewilde hemen donmuş halinden kurtuldu. Rayların üzerindeki noktaya doğru koştu, ama tam oraya varmıştı ki karanlık şekil altından buhar saçarak havaya yükseldi ve tuhaf bir gürültü çıkardı. Şekil uzaklaştı ve sonra hızlı gözden kaybolan kırmızı bir parlaklığa dönüştü. Birkaç kişi daha bu parlaklığı gördüğünü bildirdi.
      Dewilde karısına ve komşusuna gördüklerini anlattıktan sonra hemen yerel polise gitti, ama hala şok geçiriyordu ve olup bitenden bir anlam çıkaramıyordu. Memurun gösterdiği tepki hoşuna gitmeyince polis komiserini görmek istedi; komiser anlattıklarına inandı ve özel bir askeri birlik çağırdı. Rayların yanıdna yüksek ısıyla kabarmış taşlar ve yataklı vagonun üzerinde, mühendislerin söylediğine göre 30 ton ağırlığındaki bir cismin yukarıdan bastırdığını gösteren beş çentik buldular.
      Uzaylılarla ilişkide ilk kez sağlam, fiziksel bir kanıt kalmıştı. Ne var ki, analiz için örnekleri alan Fransız hükümeti ekibi suskun kaldı. Yerel polis, uzmanlardan bir yanıt alamadığından yakındı daha sonra.
      Birkaç hafta sonra Dewilde, öyle görünüyor ki, uzaylılarla ikinci kez karşılaştı, ama ilk deneyimden sonra resmi yetkililerin davranışlarından o kadar bunalmıştı ki, ayrıntıları kendisine sakladı. Çok geçmeden tanıkların başka ziyaretler alması yaygın bir olay haline geldiğinden, bu ikinci karşılaşmanın çok önemli olması mümkündür. Uzaylılar, insanları yalnızca yollarına çıktıklarında durdurma aşamasından (Johannis ve Dewilde'de olduğu gibi) vazgeçtiler ve onlarla aktif şekilde iletişim kurmaya başladılar.
      Sonraki birkaç hafta, özellikle Fransa'da koca kafalı küçük adamlar defalarca ortaya çıktı. Quarouble'deki gibi saldırganlık yaygın değildi. Örneğin 16 Ekim'de Dieppe'in güneyindeki Baillolet'de, bir doktor arabasında bir elektrik şoku duygusu yaratan; motoru da, farları da söndüren bir ışık gördü. Uzaylılarla ilişkilerin en tercih edilen tarzı haline gelen ''araba durdurma'' olaylarınınilki buydu. Gerçekten de, bugün bile, uzaylılarla ilişkiden korkuyorsanız en tehlikeli yerlerden biri gece ıssız bir yolda arabada olmaktır.
      Baillolet'de doktor bilinmeyen bir süre felç geçirdi ve bilincini kaybetti ya da en azından UFO ile yaratık ortadan kaybolana ve motoruyla farları yeniden çalışana kadar başka birşey hatırlamıyordu.
      Bu ve 1954 dalgasından sonraki birkaçı gibi olguların, ne sorgulayıcının ne de tanığın kuşkulandığı ve dolaysıyla araştırdığı derin anılar saklaması olasıdır. Uzaylılarla ilişkilerin zaman zaman daha da öteye gitme olasılığı, bu tuhaf olaylar dizisinde ileriye bir adım daha atılırken ortaya çıkacaktı.                    


Ağustos 18, 2007, 11:38:12 öö
Yanıtla #5
  • Ziyaretçi

                                                          1957: En Yakın Şekliyle Bir Karşılaşma

      UFO uzmanları, yaptıkları her neyse, bunları gerçekleştirirken rahatsız dilmeyi açıkça istemeyen küçük saldırgan yaratık öyküleriyle bağdaşmaya çalışıyorlardı. Bu tür iddialar, temas kuranların bildirdiği uzun boylu, daha çok sarışın ve daha insana benzer ''uzaylı kardeşler'' ile nasıl bağlantılı olabilirdi?
      Giderek yaygınlaşan özel UFO gruplarının, ABD Hava Kuvvetleri'nin (UFOloglar o sırada bunu bilmese de CIA'nın katılımıyla) yeni politikası karşısında UFO'ların gerçekliğini kanıtlamaları zaten yeterince zordu. Bu politika, kamuoyunu, ne pahasına olursa olsun, bütün UFO görüntülerinin bir uçak ya da hava balonu gibi bir cismin yanlış algılanmasından ibaret olduğuna ikna etmekti. Ciddi araştırmacılar, bu tanının birçok olayda doğru olduğunu bildiklerinden, görevleri daha da zordu.
      Bunun gibi uzaylı öyküleri de hatırı sayılır bir çekimserlikle ele alınıyordu. Bununla birlikte, Avrupa dalgası, 1950'lerin en iyi UFO yazarlarından biri (Aime Michel) ile ABD'ye taşınmak üzere olan genç bir bilgisayar uzmanı ve bilim kurgu yazarı (Jacques Vallee) gibi Fransız UFOloglarını, aralarında olğanüstü bir tutarlılık olduğuna inandırmıştı.
      Ne var ki,  kamuoyundan inanmasını bekleme isteksizliği, en olağanüstü uzaylılarla ilişkilerin, yıllar boyu yalnızca birkaç başka UFOlogla bunu paylaşan araştırmacılarca ele alınmasının nedenlerinden biriydi. Sonunda başka bir şeyin ortaya çıkacağı umuluyodu. Ancak o zaman bu fantastik öyküyü, destekleyici olması için üretebileceklerdi. Hiç değilse gelecekteki benzer dalga geçmeler için _ortaya çıkan en belirgin modellerle karşılaştığı zaman kuşkucuların en çok sevdiği kuram_ bir itici güç olmadığını içtenlikle iddia edebileceklerdi.
      Bütün ilişkilerin en yakını, Avrupa ve Kuzey Amerika'daki gibi olayların sürüp gittiği Güney Amerika'dan geldi. Fakat renkli masallara büyük ilgi duyan gürültücü tabloid medyadan bunları uzak tutmak zordu.
      Aslında, Kasım ve Aralık 1954'te, yani Avrupa dalgasının tam ortaya çıktığı sırada, küçük adamlar ilgilerini Brezilya, Arjantin ve Venezüella'ya yoğunlaştırdılar (gerçi bu bölgede çoğunlukla aşırı kıllı olarak _Güney Amerika olaylarının, özellikle ilk yıllardaki benzersiz bir özelliği_ tanımlanıyorlardı). Bunun dışında öyküler birbirine benziyordu; Elde tutulan bir silahtan çıkan ya da doğrudan UFO'dan yönlendirilen ışıkla bilincini kaybeden ve yaratıkların yollarından çekilmelerini sağlayacak kadar uzun bir süre hareketsiz kalan tanıklar.
      Nisan ile Ekim 1957 arasında dünya uzay yörüngesinde ilk uyduyu fırlatmaya hazırdı (Sovyet Sputnik). Bu dönemde basın, özellikle Brezilya basını, geçmiş birkaç yılın ilişki kurma öyküleriyle saldırgan uzaylı ilişki arasında bir köprü kurmuş gibi görünen ilişki savları yayınladı. Cismin yere konduğunu gören ve içeri girme itkisi duyup orada genellikle sarışın ve nazik, çoğunlukla orta boydan daha kısa yaratıklarla telepati yoluyla iletişim kuran tanık, topluluğun saygın bir üyesi (örneğin, bir doktor) olabilirdi. Dünyanın saptırılmış yöntemleri hakkında tipik bir mesaj iletilirdi, ama ilişki kurulan ile bir hareket oluşturma ya da uzun vadeli iletişim isteği yoktu. Tuhaf bir şekilde ortaklaşa bir deneyimdi.
      Kasım 1957'de, UFOar hakkında birkaç yazı yazmış olan ünlü bir Brezilyalı gazeteci (Joao Martins), yoksul kırsal kesimdeki bir çiftçiden iki mektup aldı. Mektuplarda fantastik bir öykü betimleniyordu. Martins, Olavo Fontes adlı bir Rio Janerio'lu doktorla temas kurdu ve ikisi olayın incelemeye değer olduğuna karar verdiler. Yirmi üç yaşındaki Antonio Villas Boas'a, Sao Francisco de Sales'deki evinden yüzlerce mil yolculuk yaparak Dr. Fontes'in araştırmasına katılması için bilet yolladılar.
      Bunun bir dalga geçme olasılığı bulunsa da, Boas'ın, hiçbir çıkarı olmayan araştırmaya katılmak için aile çiftliğinden kazanabileceği önemli miktarda parayı kaybettiğini belirtmemiz gerekir. Bu araştırma Şubat 1958'de birkaç gün aldı. Martins ve Fontes öyküyü kendilerine saklamaya karar verdiler; çiftçi hayal kırıklığına uğrasa da bunu kabul etti. Villas Boas öyküsünü basına satmaya da kalkışmadı, oysa bunu yapabileceği kendisine söylenmişti ve kısıtlı parasal kaynaklarına bakılırsa bu teklif çekici olmalıydı. Bu şaşırtıcı karşılaşmanın dürüstlüğünü değerlendirirken, bu durum da göz önünde tutulmalıdır.
      Boas, kardeşleriyle birlikte sırayla tarlayı ekiyor ve gece vardiyasında çalışıyordu. Birkaç gün önce tarladan bir ışık görmüştü; 14 Ekim 1957'de ağabeyiyle birlikte ışığı gene gördü. Gözleri kör edecek kadar parlak bir ışıktı.
      Ertesi gün, 15/16 Ekim gecesi saat 01 sularında, Villas Boas tarlada tek başına traktör sürerken, kırmızı bir 'yıldız' ortaya çıktı ve ona çarparak traktörün üzerinden attı. Yıldız o kadar çok ışık yayıyordu ki, traktörün lambalarını patlattı. Boas, korkmuştu, fakat ne yapacağını bilemiyordu. Traktörün hızı bu cismi geçemezdi ve toprak çok yumuşak olduğu için zifiri karanlıkta koşmak tehlikeli olurdu. Kırmızı ışığın, tepesinde dönen bir kubbesi bulunan yuvarlak bir gövdenin önündeki spot ışığı olduğunu gördü. Cisim yana dönüp açıklıkta birkaç metre öteye konmak üzere üç bacak çıkardığı zaman, çiftçi başka seçeneği olmadığına karar verdi. Traktörü yavaşça çalıştırdı. Ancak birkaç metre gitmişti ki, traktörün motoru bir anda durdu ve çiftçi delice çabalarına karşı onu yeniden çalıştırmayı başaramadı.
      Traktörün kapısını açan Boas yere atladı, ama yalnızca birkaç adım attıktan sonra 1,5 metre boyunda insana benzer bir yaratık tarafından durduruldu. İçgüdüsel tepki gösteren Boas yaratığı itti; yaratık yere düştü. Fakat çiftçinin kaçışı çok geçmeden daha normal boyda üç başka yaratık tarafından önlendi. Yaratıklar onu tutup yere fırlattılar, traktöre doğru çektiler ve ne zaman bağırsa ona tuhaf bir biçimde baktılar. Hepsi gri tek parçalı tulum giymiş ve gözlerinden başka her yanlarını gizleyen büyük miğferler takmışlardı.
      UFO'dan metal bir merdiven indirdiler ve çifçiyi buradan çıkararak küçük, kare bir odaya götürdüler. Çiftçi odanıniçinin gündüz gibi aydınlık olduğunu farketti, kapıların kapanınca duvarla bütünleştiğini; bu yüzden kapıların yerini belirleyemeyeceğini anladı. Daha sonra (gene yok olan başka bir kapı aracılığıyla), içinde birkaç aralıksız iskemle ve beyaz parlak metalden, tek bir sütun ya da destekle döşemeye 'sıkıca tutturulmuş' bir masa ya da yatak olan yarı yuvarlak başka bir odaya götürüldü. Yaratıklar birbirleriyle tek heceli bağrışlarla konuşuyorlar; iki tanesi de Boas'ı sürekli tutuyorlardı. Diğerleri de ortaya çıktı; çiftçiyi soyarak onu buzdolabı kadar soğuk olduğunu söylediği bir yerde bıraktılar.
      Daha sonra yaratıklar Antonio'nun bedeninin tamamını, yoğun jel gibi bir sıvıyla kaplamaya başladılar. Sıvı hemen buharlaştı; derinin içinde soğuruldu. Ardından da kare ışıklıklarla süslenmiş duvarları ve tuhaf bir 'yatak' bulunan başka bir odaya zorla sokuldu. Yatağın ortasında oturmayı da yatmayı da zorlaştıran bikümbet vardı. İki adam, sifona benzer tüplerle emerek ondan kan örnekleri aldılar. Bu sırada çiftçi acı hissetmedi, ama derisi kısa bir süre yandı. Bundan sonra onu odada, yarım saat kadar yalnız bıraktılar.
      Çiftçi, sonunda, duvarlardan odaya sızan bir gazdan kaynaklanır gibi görünen tuhaf bir koku almaya başladı. Odanın köşesine koşarken kendisini hasta gibi hissetti, ancak daha sonra düzeldi ve neredeyse tükenmiş halde yatağa oturdu.
      Uzun bir süre daha geçti, çiftçi sesler duydu; başını çevirince beklemediği bir şeyi gördü. Bir kadındı bu; yüzünün köşeli ve 1-1.5  metre boyunda olması dışında bütün özellikleriyle insana benziyordu. Gözleri kendi gözü gibiydi fakat güzeldi. Saçları uzun ve beyazdı. Ama diğer yerlerinde kan kırmızısı, yumuşak kıllar (örneğin koltuk altlarında) vardı.
      Villas Boas, cinsel olarak neden uyarıldığını açıklayamadığını utanarak söyledi, ama yine de uyarılmıştı. Sonuçta isteyerek baştan çıkarıldı; gerçi kadın onu hiç öpmedi (birkaç kez ağzıyla çimdikledi ve havlama sesleri çıkardı!). İlişki bittiğinde kadın yaptığı sona erdiği için memnun olmuşçasına hemen kendini topladı, sonra gülümsedi. Karnını ovuşturdu ve önce çiftçiyi, sonra havayı gösterdi. Çiftçi bunu, geri gelip onu yanına alacağının bir uyarısı olarak yorumladı, oysa kadının ''Bunun amacı çocuğunun uzayda olmasıdır'' demesi daha büyük bir olasılık.
      Kadın çıktı, bir daha görünmedi, ama bu arada Villas Boas masalı ve sandalyeli ilk odaya geri götürüldü; üniformalı adamlar birbirleriyle konuşurken orada bir süre kaldı. Bir an odadan saate benzer bir aygıtı almaya çalıştı, fakat öfkeyle engellendi. Sonra dışarı çıkarıldı ve geminin dışını çevreleyen kubbe çevresinde bir yürüyüşe çıkarıldı. Sonunda rehberlik eden yaratık merdivenden inip ona geri dönmesini işaretle anlattı.
      Dakikalar sonra kubbe hızla dönmeye başladı, yer değiştiren hava gibi bir gürültü çıkarıken cisim yerden yükseldi. Sonra büyük bir parıltıyla ışıldadı ve gökyüzüne bir mermi gibi atıldı. Çiftçi, traktörün hala çalışmadığını keşfetti; çiftlik evine döndüğü zaman, cismin içindeyken yaklaşık dört saat geçirdiğini tahmin etti.
      Sonraki birkaç hafta boyunca Villas Boas zayıflık, yorgunluk ve baş ağrısı gibi fiziksel belirtiler gösterdi; karabasanlar gördü, uykusuzluk çekti, bedeninde belirgin bir nedeni olmayan küçük kanayan yaralar ve çürükler çıktı. Dr. Fontes, bunların hafif bir radyasyon hastalığı ile ilişkin olduğunu belirtti.
      Öyküyü yayımlamama kararına karşın, ilk raporlarında, yalnıca temel eğitim (ilkokul düzeyinde) almış olan çiftçiyi mantıktan ve düşgücünden yoksun bulduklarını yazdılar. Çiftçi cinsel ilişkinin ayrıntılarını ne rahatça ne de pişmanlıkla anlattı. Aslında konu ne zaman açılsa büyük bir utangaçlık sergiledi, bu kadar kolay boyun eğdiği için utanç duyuyordu.
      Beş yıl sonra (1962'de) öykünün ayrıntıları İngiliz UFO dergisi Flying Saucer Rewiew'a gönderildi, ama dergi 1963'e kadar İngilizce konuşan okuyucular için öyküyü çevirmedi ve yayınlamad. Bundan bir süre sonraya kadar olay Brezilya'da da ortaya çıkmadı.
      Bu arada, bu inanılmaz öykünün tüm önemini arttıracak bir şey, başka bir yerde ortaya çıkıyordu.         


Ağustos 18, 2007, 01:50:55 ös
Yanıtla #6
  • Ziyaretçi

                                                                 1961: Örümcek Ağına Doğru

      Villas Boas, oayının gerçekleşmesinden dört yıl sonra çok az UFOlogla, yalnızca Güney Amerika'dakiler bunu biliyorken, Kanada/Amerika sınırında, Villas Boas'ın çiftliğinin birkaç bin mil kuzeyinde yeni bir olay ortaya çıktı ve anında yankı yarattı.
      19 Eylül 1961, gece geç vakitti. Kırk bir yaşındaki çocuk sağlığı görevlisi Betty Hill ve otuz dokuz yaşındaki Etopya kökenli, postanede çalışan kocası Barney, güney Kanada'daki bir tatilden New Hampshire'daki evlerine dönüyorlardı. O dönemde çok sınırlı bir trafiği ve seyrek yerleşim yerleri olan White Mountains yolunda uzun bir yolculuk yapıyorlardı.
      Arabayı takip eder görünen beyaz bir ışık meraklarını uyandırdı, hatta birkaç kez konuyu tartışmak için durdular. Bu ışığın kökeni konusunda tartışma vardır, kuşkucular bunun uzayın görünen bölümünde bulunan Jüpiter ya da Satürn (hatta ay) olması gerektiğini söyle. Ne var ki, Hill'ler, durdukları zaman bile ışığın hareket ettiğini sonradan söylediler, hatta hep kuşkucu olan Barney bile hem uydu hem de uzay gemileri hakkında fikir yürüttü.
      Sonunda Indian Head adlı bir yerde gene durdular ve bu kez de Barney dışarı çıktı. Bir sineğin örümcek ağına çekilmesi gibi cisme doğru yürüme 'itkisi hissediyordu'. Dürbününden, Betty'in bir muz ya da kek biçimli bir cisim olarak betimlediği bir nesne (önde pencereler ve pencerelerin arkasında oturan 'insanlar' da) gördü. Barney karısının onu arabaya çağıran sesine önce aldırmadı. Birden, tehlikede olabileceğini kavrayarak geri döndü ve arabayı .alıştırdı. Ama çok geçmeden arabanın içinde garip bir ses duyuldu; her ikisi de kendilerini çok uykulu hissetti. Hatırladıkları bir sonraki şey ikinci bir ses ya da vuruştu, ardından her şey normale döndü, fakat iki ses arasında ne olduğunu kesinlikle hatırlamıyorlardı.
      Barney arabadan indiğinde kendilerini o yerin birkaç mil güneyinde, iki saatlik yolculukla ulaşılacak uzaklıktaki bir yerde buldular. Fakat birkaç hafta sonra , UFOloglarla ayrıntıların üzerinde konuşurken, konuşma sırasında şaşırtıcı derecede uzun bir yolculuk süresi ortaya çıktı.
      Evlerine 5.30 sularında dönen Hill'ler, arabaın metal gövdesinde garip işaretler farkettiler. Arabada bulunan bir pusula (bir UFO görmüş olan Betty'in kızkardeşinin öne sürdüğü üzere) arabanın çevresinde dönüyordu. Bu, kaygı uyandırmaya yeterli bir nedendi; Hill'ler Pease Hava Kuvvetleri Üssü'nü ve Betty'nin kütüphanede adını bulduğu NICAP adlı bir UFO grubunu aradılar.
      Bu mektup, Chicago'daki J. Allen Hynek UFO Araştırmaları Merkezinin arşivinde hala duruyor (ben mektubu gördüm). Amerikan Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası uyarınca Pease Hava Kuvvetleri Üssü'nde görüntüden otuz altı saat sonra kaydedilen ifade de kayıtların arasındaydı. Jacques Vallee'ye göre bu, gece 2.14'te ( iki saatlik bilinmeyen yolculuğun tam ortasında) üste 'garip bir saptama'nın yapıldığını gösteriyor. Vallee, bunun bilinmeyen bir cismin radarda görülmesi olduğunu söylüyor. Eğer doğruysa, bu, olay için yaşamsal bir kanıt oluşturur.
      21 Ekim 1961'de astronom ve UFO araştırmacısı Walter Webb, NICAP'ın isteğiyle Hill'ler ile görüşmeye geldi ve o tarihte gerçekleşen UFO olaylarının en çok konuşulanlarından birini, the UFO Incident adıyla 1975'te TV programı haline getirdi. Webb öykünün doğru bir anlatımını yazdı, ama uzaylılarla ilişkiler konusunda o sırada kuşkuyla baktığını kabul etmesine karşın tanıklardan da etkilendi. Hill'lerin görüntüyü izlemelerinden dör hafta sonra Betty okuduklarıyla UFO hakkında biraz bilgi sahibi olmuştu. Olayları araştırdı; neredeyse otuz yıl, özellikle de kocasının 1969'da beyin kanamasından ölmesinden sonra UFO topluluğunun bir parçası oldu.
      Deneyimden on gün sonra, Betty Hill, kocasıyla bir uçağa kaçırıldığı ve ona bir uzay haritası gösteren yaratıklarca fiziksel olarak incelendiği biz dizi rüya gördü. Bu travmatik karabasanlar birkaç gün sonra sona erdi. Betty bu rüyaları Barney'ye anlattı.
      Her iki tanık da yok olan zaman ve bu sürece ilişkin anıların silinişini merak ediyorlardı; üstelik Barney'de bu kaygı fiziksel olarak kalıcılaştı. 1962 baharında bir doktora gittiler ve çeşitli uzmanları gezdikten sonra bellek ve stres alanında ünlü bir eski Harvard pratisyeni olan Boston'lu psikiyatrist Dr. Benjamin Simon'a gittiler. Simon, Ocak 1964'te tedaviye başladı.
      Önce Barney'yi, sonra her iki tanığı da kapsayan hipnoz tedavisi altı ay sürdü. Dr. Simon, UFO öyküsünü araştırmadığını ve bunun gerçekliği hakkında bir fikri olmadığını vurguladı.
      Ne var ki, psikiyatrist, Barney'in kaygılarının araba yolculuğundan hemen sonra, Betty'nin rüyalarını bilinçsizce benimsemesinden kaynaklanabileceğini de göz önüne aldı. Fakat 1966'da John Fuller'a (görkemli kitabı The Interrupted Journey'da olayı ilk belgeleyen kişi), çiftin psikotik olduğunu düşünmediğini söyledi. Dr. Simon, onların tedaviye büyük miktarda para ayırdıklarını, bunun da içtenliklerini gösterebşleceğini kabul etti. Fakat UFO kuşkucusu Philip Klass'a göre, 'gerçek' bir kaçırma söz konusu değildi; ek 'anılar'ın düşgücü olduğunu düşünüyordu.
      Daktilo edilen hipnoz 'anıları' saatlerinde Hill'ler travmatik araba yolculuklarını yeniden yaşadılar ve düzeltilmiş bir öykü ortaya çıktı.
      Barney, Betty'nin gördüğü ışığı yaratık olarak yorumlamasının garip bir şey olduğunda ısrar etti. Daha önceki bir oturumda arabada geçen bir anı hatırlarken ''Betty! Bu uçan bir daire değil. Bunu neden yapıyorsun? Buna inanmak istiyorsun... ben istemiyorum'' diye tartıştığı duyulmuştu.
      Fakat engel aşılınca, Barney Hill, arabadan inmesinden ve kendisini ışığa yakalanmış bir tavşan gibi hissetmesinden söz etti. Uçaktaki yaratıklar açıkça görüldü. Barney özellikle onların gözlerinin üzerinde durdu; gözlerin Alice Harikalar Diyarında'ki Cheshire kedisi ya da Çinlilerinki gibi (yani Villas Boas olayındaki gibi çizgi halinde ya da ked gözü gibi) göründüğünü sürekli tekrarlıyordu. Kafasının içinde bir sesin korkmaması gerektiğini söylediğini de duymuştu. 
      Barney arabaya geri döndü içerikli 'bib' seslerinin duyulduğu ve yaratıkların yolda durduğu noktaya kadar geldiler. Betty, arabanın elektrik yüklüymüş gibi titrediğini açıkladı. (1954'te Fransız doktorun garip raporundaki gibi.)
      Bettyi yaratıklardan biriyle çok normal bir konuşma yapmış gibi görünüyordu (yaratığın yabancı bir aksanı vardı; gerçi Betty daha sonra telepatinin de kullanıldığını belirtti). Yaratık ''Oh, yani...'' ve ''zamansız geri'' gibi deyimleri rahatça kullanıyordu. Bu Bettyi'nin tanıklığının bir parçası haline gelmişti, kuşkucu Klass ile UFOlog John Spencer, özellikle Betty daha sonra yaratıkların konuşmasına garip bir şekilde yanıt verdiğini iddia ettiği zaman, uzaylıların dilimizi bu kadar net bir biçimde konuşamayacağını ileri sürdüler. Aslında yaratıklar ''Bir yıl nedir?'' gibi birçok soru sormuşlardı, bu da dil becerilerinde yetersiz olduklarını gösteriyordu. Ya da eğer Betty onlarla telepati aracılığıyla konuşuyorsa, kendi kafasında depolanmış dili kullanarak konuştukları şeyleri Betty'nin yorumlaması olabilir miydi?
      Barney, bir odaya götürülüp masaya ya da yatağa yatırıldıktan sonra, kasık bölgesine emme işlevli bir aygıt konulana ve bedeninden bir şey acı duymadan çıkarılana kadar yarı bilinçli kaldığını ve uyuşukluk hissettiğini belirtiyor. Bu da Villas Boas olayıyla ayrıntıda başka bir benzerlik taşıyor. Ama, Şubat 1964'te Barney, bunları anlatırken Villas Boas olayı bilinmiyordu. Betty, kocasının bir çift yaratık tarafından gemiye sürüklendiğini gördüğünü, ama yaratıkların her ikisine de zarar vermeyeceklerini, yalnızca ''birkaç test yapmak'' istediklerini söyleyerek onu direnmemeye ikna ettkilerini söylüyor.
      Gemideki bir odanın içine girince çift birbirinden ayrıldı. Betty, saç, tırnak ve diğer örneklerin nasıl alındığını ve büyük göz gibi bir aygıtın bedenini taradığını anlatıyor. Sonra dev bir iğne, (o zamana kadar gördüklerinden daha büyük bir iğne) göbeğinin üstüne konuldu. Betty acıyla bağırdı; bir yaratık gözlerinin önünde elini sallayınca acı yok oldu. Yaratıklar ona bunun bir hamilelik testi olduğunu söylediler; Betty buna karşı çıktı. On yıl sonra, 'tüp bebek' devriminin ilk adımları başlarken, göbeğe konulan uzun, iğneye benzer bir tüp aracılığıyla bebeği çıkarmak için benzer bir yöntem geliştirildi. Bazı araştırmacılar bunu olayın önemli bir kanıtı olarak gördüler. Gerçi uzaylı doktorların böyle kesin bir ayrıntıyla gelecekteki teknolojimizi geliştirmesini beklememiz konusu tartışmaya açıktır.
      Çiftin görüdüğü uzaylıların Villas Boas olayındakilerle benzerlikleri vardı: Özellikle boylarının kısalığı (1,5 metreden uzun değil). Betty, her şeyden sorumlu olan bir yaratığın (ona 'lider' diyordu) diğerlerinden farklı göründüğünü belirtti. Barney bu yaratığı iyice görmedi; onun tanımı Bettyi'ninkinden biraz farklı (özellikle burun ve ağız konusunda). Ne var ki, her ikisi de yüzde uzun bir çene olduğunu ve derinin alışılmadık şekilde mumlu gri ya da neredeyse beyaz renkte olduğunu bildirdiler.
      Yaratıkların kayda değer bir gariplikleri de vardı. Betty, Barney'in takma dişleri olmasından ve Betty'nin dişlerinin çıkmamasından (çıkarmayı denediler!) hayrete düştüklerini söylüyor. Renginin farklılığından dolayı şaşırmış görünerek kocasının üzerinde test yaparken, Betty'yi diğer bir odada beklettiler.
      Villas Boas olayında olduğu gibi, fiziksel testler bittikten sonra, Betty UFO'da bir tur arttı. Ona 'ticaret yolları' olarak açıkladıkları bir 'yıldız haritası' gösterdiler. Betty onlara, kendi yıldızlarını göstermelerini söyledi, ama yaratılar dünyanın nerede olduğunu bilmiyorsa böyle bir açıklamanın işe yaramayacağını söylediler. Bu onun ilk 'rüya'nın bir parçasıydı elbette.
      Daha sonra, amatör bir astronom olan Marjorie Fish, Betty'nin hipnozun etkisi altında çizdiği haritanın olası bir yorumunu ileri sürdü. Biraz cesaret göstererek (kuşkucular çok fazla olduğunu söylüyor) yaratıkların 'dünya'sının Zeta Reticuli yıldız kümesinin çevresinde olabileceğini öne sürdü.
      Hipnoz, kayıp anıların yeniden hatırlanmasıyla bağlantılı olarak değerlendirilmesi çok zor bir konudur. Dr. Simon en başından itibaren bir şeyi çok açık ortaya koydu; uyarısı 1964'ten bu yana UFO olaylarında benzer 'zaman yitimi' deneyleri yapan düzinelerce doktor tarafından yinelendi. Hipnozun uyandırdığı bilinçlilik durumu hatırlamayı kolaylaştırmasına karşın, yaratıcılığı, hatta düş gücünü de harekete geçirebilirdi. Bu nedenle tanıkların, gözlemledikleri suçları hatırlamalarına yardımcı olmak için mahkemelerde ender de olsa kullanılır. Bir banka soygunu gibi 'normal' bir durumda bile gerçeği kurgudan ayırt etmek ciddi bir sorun olabilir. Anıların, değerlendirme 'ölçüt'lerinin bile bulunadığı bu dünyanın çok dışındaki durumun yaratacağı zorlukları düşünün bir de.
      Betty, hipnoz başladığı sırada UFO konusunda bilgi ediniyordu; başkalarıyla, özellikle kocasıyla kaçırılma rüyalarını tartışıyordu. Bu yüzden daha sonraki hipnoz öyküsünün çözümlemesi bir biçimde bunlara uygun olmalı.
      Öte yandan, Hill'lerin öyküsünün yavaş yavaş ortaya çıkmasının, olağanüstü derecede benzerlik taşıyan Villas Boas olayının duyulmasından önce olduğunu belgeler kanıtlıyor. Aynı şekilde Hill'lerin öyküsü Ekim 1965'te gazetecilere sızdırıldığı (kimse bunun nasıl olduğunu kesin bilmiyor) sonunda Fuller'in kitabında 1966'da ayrıntıyla yazıldığı zaman, Villas Boas olayı İzngiliz Flying Saucer Review aracılığıyla belgelenmişti, ama bu genel kamuoyu, hatta birçok UFOlog tarafından bilinmiyordu.
      Diğer bir deyişle, birbiriyle benzer bu iki olay, neredeyse arada ilişki olduğunu düşüneceğimiz kadar yakındı. Bu durum bir daha asla yinelenmedi. 1967'de Fuller'in kitabı İngilizce konuşan ülkelerde yayınlandı; bir UFO tarafından kaçırılmanın neye benzediğinin öyküsü neredeyse anında milyonlarca insan tarafından öğrenildi. Artık gelecekteki hemen bütün tanıkların, bilinçli olarak bütün ayrıntıları unutmuş olsalar bile, yaşamlarındaki bir noktada bu olayları öğrenmiş olduğu gerçeğini görmezden gelemezdik. Bu durum hipnoz altında ortaya çıkarılan olayları diğer daha az egzotik yorumlara karşı öellikle güçsüz kıldı.                           
           
   
       


Ağustos 18, 2007, 02:56:42 ös
Yanıtla #7
  • Ziyaretçi

                                                                     1964: Dünyayı İkna Eden Olay

      1964'te UFOlara yönelik ilgi azalmaya başlamıştı. İnsanlar sonsuz raporlardan ve bütün peşin hükümlü resmi yadsımalardan bir anlamda sıkılmıştı. Daha az olay bildiriliyordu, medya ilgisinin büyük bir kısmını kaybetmişti. Sovyetlerle Amerikalılar yörüngeden çıkıp aya ayak basacak ilk kişi olmak için yarışırken birçok insanın gözü gerçek anlamda uzaya çevrilmişti.
      Uzaylılarla ilişki açısından olayların ortaya atılması azalmış ve önemini yitirmişti. Villas Boas ve Hill kaçırılma öyküleri o sırada ortaya çıkmış olmasına karşın, her ikisi de halk tarafından bilinmiyordu. UFOloji bile bu öyküleri henüz felsefesine katma girişiminde bulunmamıştı. Ciddi araştırmacılar arasında, gökyüzündeki ışıkların ve daire biçimli uçakların kabul gördüğünü, fakat uzaylı görme iddialarının temas kurma hareketinden sonra benimsenmediğini söylemek doğru olur.
      Ama, yine de, bu tğr bir olayın profilini çok beklenmedik bir düzeye çıkaracak bir olay ortaya çıktı. Eski kuşkucular bu olayla birlikte inananlar haline geldi.
      Örneğin, Dr. J. Allen Hynek, on yedi yıldır ABD hükümet soruşturma komisyonunun baş danışmanı olan bir astronomdu. Bunu kahramanca bir eylem olarak görüyor, ama konu gerçek olmadığını açıklamaya çalıştığı birçok olaya geldiği zaman UFOlogların tepkileri konusunda çok temkinli davranıyordu.
      ABD Hava Kuvvetleri onu bir dramatik 1964 olayını soruşturmaya çağırdı. Fakat Hynek geleneksel çizginin ve basit çözümlerin dışında davranarak bu olayı UFO tarihinde bulunan en önemli oalylardan biri olarak kaydedecekti. 1977'de, tüm hükümet soruşturmaları bittikten sonra yayınlanan anılarında, olayları yazdı: ''Görüntüye doğal bir açıklama bulma isteğime karşın 'uzaylılarla ilişkilerin' gerçekliğine hala inanmış değildim) hiçbir açıklama bulamadım... Bana göre gerçek, fiziksel bir olay olmuştur.''
      24 Nisan 1964 akşamüstü saat 5.05'te, Socorro_New Mexico kasabasında, otuz yaşındaki polis Lonnie Zamora, aşırı hızla giden bir aracı takip etmekteydi. Arabayı kasabanın dışına kadar izledi, ama tam kasabanın dışında bir gürültü ile durdu; gökyüzünde, ufka yakın bir yerde tutuncu ve mavi renkli alevler gördü. O bölgede dinamit depolarının bulunduğunu bildiğinden bir patlamadan korktu ve arabayı takip etmekten vazgeçip ağaçlık tepeye doğru gitti.
      Devriye arabasını dik bir yamaca tırmandırmak için üç kere girişimde bulunmak zorunda kaldı; bu arada, açık bir kanyona inermiş gibi görünen alevleri daha iyi gördü. Gürültüyle bir çukura indi, sonra durdu, tıpkı alevler gibi. Eğimin tepesinde yumurtaya benzeyen bir uzay gemisi vardı; bunu önce saldırganların devirdiği bir araba sandı. Gözlüğüne güneş vuruyordu; arabanın camına vuran ışık nedeniyle cismi kesin olarak göremedi.
      Arabasını yabancı cisme doğru olabildiğince yaklaştırarak birkaç saniye durdu, birden cilalı beyaz metalin yanında iki 'çocuk' gördü. Bu da saldırganlarla ilgili varsayımını pekiştirdi. Çocuklar tek parçalı beyaz elbisler gitmişlerdi ve birçok yetişkin erkekten biraz daha kısa boylu (ya da tam Hill ve Villas olaylarındaki kadar) görünüyorlardı. 'Çocuklar'dan biri kendilerine müdahale edilmesine şaşırmış gibi dönüp ona baktı.
      Artık gördüklerinden emin olan Zamora gözlerini onlardan çevirdi ve telsizle karakola 'olası bir 10-40'ı (kaza şifresi) araştırdığını bildirerek cisme doğru yaklaştı. Bu arada telsizle konuşmaya devam ederek aracını park etti, aşağıya inerken telsizi düşürdü. Telsizi almak için eğilirken çukurdan yükselen ve bir jet motorunun sesine benzeyen büyük bir gürültü duydu. Kanyona bakan Zamora, garip cismin altından alevler çıktığını gördü. Cismin altında bacaklar vardı; kesinlikle bir araba değildi bu. Cisim yavaşça, önce dikey, sonra yatay olarak yükseldi. Zamora gemide pencere ya da kapı görmedi, ama yan tarafına kırmızı bir sembol çiziliydi (Villas Boas da Hill'ler de UFO'nun içinde benzer sembollare değinmişlerdi).
      Gürültüden korkan ve yakındaki deponun patlama tehlikesinin farkında olan Zamora, arabanın arkasına diz çöktü, sonra herhangi bir patlamaya karşı korumak için sinerek koştu. Gürültü birdenbire kesildi ve Zamora dönüp baktı. Yabancı araç depoyu dümdüz etmişti ve artık büyük bir hızla sessizce hareket ediyordu.
      Zamora olayı hemen rapor etti; henüz belleğinde tazeyken gördüklerini anlattı. Şefi Onbaşı Chavez ilk aramasına yanıt vermişti ve yanlış bir dönüş yapmadıysa o cismi görmek için zamanında bölgede olabilirdi. Chavez oraya vardığında şaşkın memurunu kanyondaki çalıların hala dumanlar içinde olduğu çukura bakarken buldu.
      Chavez, Zamora ile birlikte kanyona gitti. Çalılar hala tütüyordu, ama sıcaklık hissetmedi. İniş kalıntılarına benzeyen dört iz vardı. Ağır bir şey kanyonun zeminini bastırmıştı. Kanıtı gören, tanığın niteliğini bilen (Zamora yerel kilise topluluğunun saygın bir kişisiydi) onbaşı, bir an bile tereddüt etmeden hemen bir araştırma başlattı, alanı kordon içine aldı ve fotoğraf çekilebilmesi için iniş izlerini taşlarla çevirdi. Şans eseri bir FBI ajanı başka bir iş nedeniyle o gün karakoldaydı, dolayısıyla CIA de dahil olmak üzere haber alma ajanları çok geçmeden soruşturmaya katıldılar. Ordu, Hynek'i bölgenin bilimsel yönden araştırılmasına öncülük etmesi için çağırdı.
      Çalılar arasında radyasyon, kimyasal madde ya da yakıt kalıntısı izi bulunmadı. Ama bu arada başka tanıklar da ortaya çıktı. Birkaç kişi gürültüyü ya da alevleri bildirmek için karakolu aramıştı; ama bunların adları kaydedilmemişti ve olayın önemi karakolda kavranıldığı zaman artık çok geçti. Hynek, o gün kapanıştan az önce (saat 6'da) yoldan geçen bir sürücünün bölgede 'alçaktan uçan bir uçak' gördüğünü söylediğini anlatan bir petrol istasyonu sahibiyle konuştu. On dört yıl sonra o arabada olduğunu iddia eden iki kişi başka bir eyalette bulundu ve onlarla görüşme yapıldı. Biri arabanın içinden, altından dumanlar yayan yumurta biçiminde bir şey gördüğünü hatırladı. Diğeri yalnızca çalılardan yükselen bir duman görmüştü.
      UFO kuşkucuları, bu olayın bir şaka olduğunu öne sürmeye çalıştılar (akılcı çözümler başarısız kaldığı zaman çoğunlukla ortaya konulan son umut). Fakat ordu araştırmacısı ve kimseye inanmayan bir kuşkucu olan Binbaşı Hector Quintanilla'nın bu rapordan diğerlerine oranla daha çok etkilenmesi ilginçtir. Konunun önemini bilen Quintanilla, uzay gemisinin dikey kalkışının gizli bir prototipi ya da Apollo görevleri için o sırada geliştirilen aya iniş modülü olduğunu kanıtlamak amacıyla çok uğraştı. Büyük çabaları sonuç vermeyince Quintanilla şöyle dedi: ''Bunu her yerde araştırdım. Her yere gittim, Beyaz Saray'a bile... Hiçbir şey yok.'' Oyuz yıl sonra bile olayın gizemi hala çözülmeden duruyor. 
           
 


Ağustos 18, 2007, 04:13:26 ös
Yanıtla #8
  • Ziyaretçi

                                                                  1965: Gizli Derinlikler

      Uzaylıları gördüğünü iddia eden sağlam, güvenilir bir tanığın kanıtları önemli bir etki yaratacaktı. Araştırmacılar birdenbire bu raporlara daha büyük bir önem vermeye başladılar; özellikle Hill olayı ve bu olayların garip bir karşılaşmayı gizleyen bastırılmış anılarıyla birlikte, yakından incelemeye başladılar.
      Birçok kişi, 1950'lerin basit ziyaretlerinin kesilerek yerlerini, Villa Santina (İtalya)'da ve 1950'lerde ortaya çıkan birçok başka olaydaki gibi, uzaylıların ilgisinin baş odak noktasını insanlar yerine kayaların ve bitkilerin aldığı daha uğursuz olaylara bırakıp bırakmadıklarını merak ediyordu. Fakat Socorro'dan tam bir yıl sonra Fransa'da geçen bir olay, bu garip şeyleri görmenin başka bir yolu daha olduğunu düşündürecekti.
      Fransa'da Marsilya'nın iç kısmı Basse-Alpes bölgesi, yıllardır en garip bazı yakın ilişkilerin yeri olmuştur. Bu bölge zengin çiftlik toprakları arasında yer alır, daha doğrusu Valensole ile Oraison arasındaki tarlalar yazın lavanta çiçeğiyle dolar. Çiftçilere göre bu değerli bir maldır. Bu nedenle kırk bir yaşındaki Maurice Masse, Haziran 1965'te, sanki çocuklar tarlasını berbat etmişçesine, lavanta çiçeklerinin yok olduklarını görünce huzursuz oldu.
      1 Temmuz öğleden sonra saat 5.45'te, çiftçi işe başlamadan önce hareketsiz duran traktörünün üzerine oturup sigara içerken, garip bir ses duydu. Askeri uçaklar daha önce de sık sık tarlasına indiği için, önce bunun bir helikopter olduğunu sandı. Ürününe zarar vermelerinden korkarak sesin geldiği yöne doğru yürüdü; tarlasının ortasına inmiş altı bacaklı yumurtaya benzer bir cisim gördü. Cismin yanında çocuğa benzeyen, yeşilimsi gri tulum giymiş iki karaltı vardı. Onları durdurmaya karar veren Masse o yöne doğru yürümeye başlamıştı ki, bunların hiç de çocuk olmadıklarını farketti. Çok garip yaratıklardı; yaklaşık bir metre boyunda, büyük balkabağı kafalı ve sivri çeneliydiler. Derileri beyazdı ve gözleri kedi gözü gibi çizgi halindeydi. Boylarının kısalığının dışında bize tanıdık gelen bir tanım bu.
      Masse yaratıklardan birkaç adım ötedeyken, biri dönüp ona baktı; yanındaki kemerden küçük bir tüpe benzer aygıt çıkardı. Aygıttan bir ışık çıkarak çiftçiyi çarptı. Masse bir anda hareket edemez hale geldi. Fakat hala soluk alabildiğinden ve olan bitenler sırasında bilinci tam yerinde olduğundan, belli ki felç olmamıştı.Yaratıklar birbirleriyle gırtlaktan gelen seslerle konuşuyorlardı.
      Masse, sonra yaratıkların bir kapıyı yana kaydırarak araca girdiklerini ve aracın gürültüyle yerden kalktığını söylüyor. Gerçeklikten 'fırlayıp gitmişçesine' yükseldi ve yok oldu.
      Işığın yok olmasından sonra, çiftçinin yeniden hareket edebilme yeteneğini kazanması birkaç dakika sürdü; kasları hala eşgüdüm kurmaya çalışıyordu. Yabancı cismin durduğu yerde, ezilmiş lavanta çiçeklerinin arasında delikler ve aynı gün daha sonra, bu ezikliğin ortasında sıvı çamura benzer bir şey gördü.
      Masse (daha sonra bunun çok aptalca olduğuna inanacaktı) bölgedeki bir kahvehane sahibine olanları anlattı. Kahvehane sahibi de polisi aramasını önerdi. Savaştan kalmış yerel bir direniş kahramanı ve çok saygın bir ailenin üyesi olan Masse, polisi bununla rahatsız etmek istemedi, ama kahvehane sahibi olayı polise bildirdi ve öykü hemen yayıldı. Masse ailesi medyanın hücumuna uğradı ve bir hayli rahatsız oldu.
      Medya geriye püskürtüldükten sonra UFO araştırmacılarına daha fazla hoşgörü gösterildi. Bölgeden alınan örnekler incelendi araştırmacıların buldukları tek garip şey aşırı kalsiyum düzeyiydi. Ne var ki, üç yl sonra çekilen fotoğraflar, cismin indiği yerde yalnızca ot yetişebildiğini gösteriyor. Lavanta kalsiyumlu toprakta kök salmaz.
      Çiftçi, karşılaşmadan üç gün sonra şiddetli bir yorgunluk hissederek on beş saat uyudu. Öykünün, Aime Michel gibi güvendiği araştırmacılarla bile paylaşmadığı gizli bir yanı olduğunun işaretlerini de verdi. Yaratıkların dost olduklarını ve düşmanca bir niyet gütmediklerini bildiğini söyledi, oysa Michel'e yalnızca şunları anlatacaktır: ''Herşeyi söylemedim, zaten çok fazla şey anlattım. Herşeyi kendime saklasam daha iyi olurdu... Bunu anlamak için yaşamak gerekir.''
      Michel ölümünden önce bana, çiftçiyle yaptığı konuşmalardan sonra M. Masse'in UFO'nun içine girdiğine inandığını söyledi.
      1965'te, Michel olayı ilk soruşturmasında, Maurice Masse'a, Socorro'ya inen esinlenmiş bir modelin fotoğrafını gösterdi. Bu olay ABD'de on beş ay önce yaşanmıştı. Olasılık bulunsa bile Masse'ın bu olayı kendi olayından önce öğrenmesi pek mümkün görülmüyor. Masse bilmediğini iddia etti. Fotoğrafı gördüğü zaman çok heyecanlandı ve bir an birinin 'kendi' UFO'sunu filme çektiğine inandı. Gerçek açıklandıktan sonra, ABD'deki bir polis memurunun onun söylediklerini desteklemesinden hoşnut oldu.
      Ağustos 1967'de Michel, Masse'a Hill'lerin kaçırılmasını anlatan ilk insan olmuşa benziyor. Hill'lerin olayı yeni ortaya çıkmış; İngiltere'de yayınlanalı bir yıldan az olmuştu. Çiftçinin tepkisi ilginçtir: ''Bu insanlar sorlandıklarını söylüyorsa bu doğru değil... Onlar kimseyi zorlamaz. Bu insanlar 'hayır' demişlerse, 'istemiyorum' demişlerse, onlar (herhalde yaratıklar) onları kendi hallerine bırakırlardı.''
      Michel çiftçinin bunu nasıl bildiğini öğrenmeye çalıştı, ama adam karısının bile tam öyküyü bilmediğini söyledi. ''Kimseye anlatmadan öleceğim. Israr etme. Fakat Amerikalılar hakkında eğer böyle konuşuyorsam, nasıl olduğunu biliyorum demektir.''
      Maurica Masse'ın ağız sıkılığı rahatsız edici bir olasılık ortaya çıkardı. Dr. Allen Hynek'in bu tür yaratık görüntülerine verdiği adla, görünüşte 'sıradan' üçüncü tür yakın ilişkiler, tanık ya da araştırmacının kuşku yaratmayan bir ilişki düzeyini içerebilir. Tanığın ışıkla hareketsiz kaldığı 1954 dalgasından sonraki bazı raporlara yeniden bakılırsa, ilişkinin gerçekten orada sona erip ermediğini sorabiliriz. Yoksa hiç kimse bu görüntünün ötesine bakıp, altında yatabilecek gerçekleri görmeyi düşünmedi mi?
      Socorro ile Velensole arasındaki benzerlikler, tanıkların küçük barbarların işbaşında olduğu inancıyla sahneye çekilmesine kadar olağanüstüydü. Bazı UFOloglar bu olayları karşılaştırırken, uzaylılarla ilişkilerin tanıkların yararına, kanıtlanamayan bir inanç düzeyini yavaş yavaş kurmaya çalışırmış gibi 'yönlendirildiğini' ileri sürmeye başladı.
      Aralık 1967'de Nebraskalı bir polis memuru gizli yanları olan yakın bir ilişki yaşadı. Colorado Üniversitesi'nde hükümetin desdeklediği bilimsel bir deneyin parçası olarak hipnoz altında incelenen ilk olaydı. Bu kavramların farkında olmayan tanık, uzaylıların ona, ''Biraz (kendilerine) inanmalarını, ama aşırı inanmamalarını istediklerini'' söylediğini anlattı.       
               
     
             
 


Ağustos 18, 2007, 07:24:55 ös
Yanıtla #9
  • Ziyaretçi

                                                                   1973: Humanoid Yılı

      1960'ların sonlarından itibaren birkaç yıl sakin geçti. 1969 ve 1970'e aya ayak basmalar sabun köpüğü gibi yayılmıştı sanki; UFOlar da artık eskiden oldukları kadar fantastik bir hayal değildi.
      Gerçekten de, ABD hükümeti inisayatifi ele alarak, akılcı bir bahaneyle, UFOların yok olduğu iddiasıyla yirmi iki yıllık resmi inceleme programını sona erdirdi. Birkaç kişi, bu bahanenin ardında, o zaman gizli (ama şimdi açık) belgelerin haber alma ajanlarının 'UFO rapor kanalları' ile temas kurmayı sürdürmelerinin ve 'itici güç sistemleri' gibi araştırma teknolojisinin (CIA'nın Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Bürosu'ndan alınan 1974 belgelerinin belirlediği gibi) geliştirilmesinin olduğunu biliyordu.
      UFO görüntüleri, üçüncü türden olanlar da aralarında olmak üzere, neredeyse hiç aralıksız ortaya çıkmaya devam etti kuşkusuz. Aslında dalgalar, Güney Amerika'dan SSCB'ye kadar dünyanın çok uzak köşelerinde, yüzlerce aydınlanma umudu verici olaydan neredeyse hiç haber sızmayacak yerlerde sürüp gidiyordu.
      Ne var ki, özellikle dünya kamuoyunu biçimleyen ABD'de medyanın kayıtsızlığının yanı sıra, kuşkucular da görüntülerin, artık bir yana bıraktığımız 'uzay çağı'ndan başka bir şey olmadığı uyarısını yaptılar.
      Fakat UFOloji alarm verici değişim işaretleri almaya başlamıştı. Basit uzaylılarla ilişkilerin hala zaman zaman görülmesine karşın, ilişki ögeleri olanlar, zaman yitimi ya da gizli boyutlar kesinlikle artıyordu. Ya da bazı araştırmacıların öne sürdüğü üzere, her zaman var olan bir sorunun gerçek boyutu sonunda kavranılmıştı.
      Psikolog ve UFO araştırmacısı Dr. Leo Sprinkle, gibi birkaç araştırmacı artık hipnozu kuulanıyordu. Sprinkle, ABD hükümeti için aydınlığa çıkarmakla görevlendirildiği bir olaydan etkilendi. Yanılgıyı kanıtlamakta tamamen başarısız kaldı ve biz 'oradaki' diğer varlıkları ortaya çıkarabilecek radyo sinyalleri bulmak için evreni tararken, gerçekten önemli bir düzeyde, bir tür uzaylılarla ilişkinin sürekli burnumuzun dibinde gerçekleştiğinden kuşku duymaya başladı.
      Tanıklar giderek aptal yerine konulmaktan korkmaya, medyadan kaçarak güvenebilirlik çerçevesinde yalnıca araştırmacılarla konuşmaya başladı. Bu eğilim devam etti. Basına yansıyan her uzaylılarla ilişki olayının yanında, tanıklarının kamuoyunun ilgisini çekmek istemediği, en az onlar kadar ilginç, düzinelerce olay var. Bu, kuşkucuların, tanıkların amacının halk tarafından tanınmak olduğunu iddia ederek çoğunlukta yanlış yorumladığı bir gerçek.
      Bununla birlikte, elenerek gelen olaylardan birinin sakin bir günde medyanın ilgisini çekmesi yalnızca bir zaman sorunuydu. Bunun sonucunda, uzaylıların geri geldiği açıklanabilirdi.
      Ekim 1973'te ABD'nin güney eyaletleri UFO görüntüleri bombardımanına uğradı. Birçoğu etkileyiciydi; üstelik de bazı tanıklar kaçınılmaz olarak konuşmak istedikleri için hepsini sergilemekten uzak tutmak olanaksızdı. 1 ile 18 Ekim arasındaki bir haftada bu bölgede yüzden fazla ilişki gerçekleşti. Bunların arasında Alabama'da bir yaratığın fotoğrafını çeken bir polis memuruyla, Georgialı şaşkın bir tanığın önündeki yola inen yaratıklarla dolu bir UFO da vardı.
      Fakat dünyanın en fazla ilgisini çeken olay, 11 Ekim akşamüstü oldu. Pascagoula (Mississippi)'da nehir kenarında balık tutan kırk beş yaşındaki Charles Hickons ile on sekiz yaşındaki Calvin Parker bu olaya tanıktı.
      Hickons ile Parker bir vızıltı duydular; yakınlarda bir yere inen, çevresinde mavi ışıklar olan oval bir cismi görmek için tam zamanında başlarını çevirdiler. Kaçmak için suya atlamayı düşündüler, ama bunun yerine, üç garip yaratık onlara doğru havada yüzer gibi yaklaşırken korkudan donup kaldılar. Bu yaratıklar, UFOlogların geliştirdiği (özellikle ABD'de) modele uymuyordu; bu nedenle olay araştırmacılarca sorgulandı. Yaratıklar benzer boyutlardaydı: 1,5 metre boyunda, ama yalnızca çizgi halinde gözleri ve kerpeten gibi elleri dışında buruşuk bir deriyle (giysi mi?) kaplıydılar. Hickson daha sonra, onların, yabancı cismin içindeki diğer görülmeyen yaratıkların emirlerine uyan robotlar olduklarını düşündüğünü ileri sürdü.
      İddia edildiğine göre, yaratıklardan ikisi Hickson'ı havaya kaldırdı; adam havada adeta yüzdü. Parlak bir odada uyandı, arkadaşı da oradaydı, ama çok geçmeden yanından ayırdılar. Parker hala bilinçsizdi; Hickson birkaç dakika sonra her ikisi de nehrin kenarına geri getiriline kadar onu bir daha görmediğini söylüyor. Parker'in kendisi de UFO görüntüsünü ve yaratıkları doğruladı; buna karşın gemiye binme gibi bir olaydan hiç söz etmedi.
      UFO'nun içinde Charles Hickson, bütün bedenini tarayan bildik görünüşlü göz biçimi aygıtla bir tür incelemeden geçti. Diğer olaylarda bulunan öteki özellikler de bildirildi: Tıbbi inceleme sırasında hiç acı hissetmemek gibi. Bilinçli olarak çok az şey hatırlanıyordu; gerçi bu, bellek kaybına benziyor.
      Tekrar yere inince, iki adam ne yapacaklarını tartıştılar. Önce yerel gazeteye gittiler, ama gazete kapalıydı. Sonra bölgedeki havva üssünü aradılar, onlar da iki adamı polise gönderdi. Karakola 10.45 sularında vardılar; bir süre sorguya çekildiler. Şerif Fred Diamond raporuna şöyle yazdı: ''Çok fazla korkmuşlardı; neredeyse kalp krizi geçireceklerdi''. Baş sorgu memuru Glen Ryder, ''Bana yalan söylüyorlarsa, Hollywood'da olmaları gerekir,'' yorumunu yaptı.
      Tanıkların bilgisi dışında gizli bir teyp bütün konuşmaları kayedetti; bir aşamada yalnız bırakıldıkları zaman bile. İki tanık o zaman da tıpı tıpına daha önceki gibi davrandılar. Gerçekten de bir aşamada Parker arkadaşından uzak tamamen yalnız bırakıldı. Teyp kayıtlarında şöyle dua ediyordu: ''Tanrım bana yardım et. Ölmeme izin verme.''
      Sabah her iki tanık, tıbbi testler için bölgedeki en iyi yer olduğundan Biloxi yakınlarındaki Keesler Hava Üssü'ne götürüldüler. Garip hiçbir şey bulunamadı, üstelik Albay Robert Smith onlara inandığını söyled: ''Bir tür ürkütücü deneyim yaşamışlar. Onların yalan söylemediklerine ve şöhret peşinde koşmadıklarına ikna olduk.
      Ama onların buldukları şey yine de şöhret oldu. Gerçekten de, birçok öteki tanığın keşfettiği gibi, bir öykü anlatanın düş gücüyle beslenirse, bağlayıcı bir mantık ortaya çıkıyor. Pasgoula'daki şerifin bürosuna dünya medyasından üç günde 2 bin telefon geldi.
      Olaylardan kırk sekiz saat sonra, artık ABD hükümetine bağımlılıktan kurtulmuş ve kendi bilimsel UFO grubunu (UFO Araştırmaları Merkez -bugün de aynı adla varlığını sürdürüyor) oluşturmuş olan Dr. J. Allen Hynek ile birlikte Berkeley'deki California Üniversitesi'nden hipnoz uzmanı Dr. James Harder Mississippi'ye gelip olay üzerinde çalışmaya başladılar. Harder, inandırıcı çok şey elde etmesine karşın Hickson'ı hipnozla uyuttu (Parker 'fazla sıkıntılı'ydı). Öykü ortaya çıkarıldı, ama korku ögesi o kadar yoğunlaşmıştı ki, Hickson'ın sağlığına ilişkin kaygı duyulduğundan hipnoz çok geçmeden durduruldu. Kaçırılan kişinin aşırı travmatize olduğu için doktorların işlemi sürdürmeyi çok tehlikeli bulduğu birkaç benzer duruma bizzat tanık oldum.
      Harder, bunun olayın gerçekliğini desteklediğini ileri sürerek, ''Çok güçlü bir panik duygusunu hipnoz altında uydurmak olanaksızdır'' diye ekledi. Hynek de buna katıldı: ''Bu insanların çok gerçek, korkutucu bir deneyim yaşadıkları konusunda kafamda en küçük bir kuşku yok.'' Fakat bunun fiziksel bakımdan nasıl 'gerçek' olduğunu açığa çıkarmaya hazır değildi.
      İki hafta sonra Charles Hickson'a, New Orleans'daki Pendleton Detective Agency'de bir poligraf (yalan makinası) uygulandı. Önemli sınırlamalar ortaya çıktığı zaman kullanımları azalmasına karşın bu makinalar o dönemde gözdeydi. Biraz pratikle yalan söylemek olasıdır; bütün durumlarda yapılan tek şey, doğru olup olmadığını değil, bir insanın inandığı şeyi kaydetmektir. Bir insan yeniden doğmuş Napolyon olduğuna gerçekten inanıyorsa, yalan makinası testi bunu doğrular, ama doğal olarak hiçbirşeyi kanıtlamaz.
      Hickson'a yapılan test, algıladığı aldatmacayı sürekli bozmaya çalışan kendine özgü bir kuşkucu Scot Glasgow tarafından yapıldı. Glasgow testin sonunda ancak şunu söyleyebiliyordu: ''Bu adam doğru söylüyor.'' Fakat bazı kuşkucular, onun bu testi yorumlayacak yetenekte olmadığını ileri sürdüler. İki yıl sonra da (bir avukatın tavsiyesi üzerine) Hickson bir karakolda iyi denetlenen bir testi reddetti.
      Calvin Parker poligrafı için New Orleans'a gitmedi. O sırada, iddia edildiğine göre; tanık, doğrudan olayla bağlantılı olan ağır bir sinir bunalımı geçiriyordu ve hastanedeydi. Doğru olsun ya da olmasın, bu yakın ilişkinin sonucu ortadaydı.
      Bu olay, uzaylılarla ilişkiler araştırmasına yönelik bazı eleştirel konuları ortaya koydu. Birçok insanın Hickson ile Parker'a inandıkalarını söylemesine, iki tanığın sergilediği korkuya ve geçtikleri yalan makinası testlerine karşın, sonuçta bu, anlattıkları bir öyküden başka bir şey değildi. Bu öyküyü destekleyecek fiziksel bir kanıt yoktu. Bu durum, John Keel_ gezegenler arası ziyaretçileri ilk yadsıyanlardan biri_ gibi bazı UFOlogların, iki balıkçının onlara gerçek gelen, ama aslında gerçek olmayan hareketli bir halüsinasyon yaşadıklarını ileri sürmesine yol açtı.
      Philip Klass gibi kuşkucular bu kadar iyimser değildi. Örneğin Klass, ''Neden bu kadar kalabalık bir alanda başka kimse UFO'nun inişini ve yaratıkları görmedi?'' diye soruyordu. Bu tür sorular hala gündemde.
      Şunu da eklemeliyim ki, 1987'de Charles Hickson ile Washington'da görüştüm. Dürüstlüğüyle beni etkiledi ve film haklarını satarak büyük para kazanma önerisini geri çevirdiğini iddia etti; dalgın dalgın,, ''Amaç bu değildi,'' dedi.