Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tapınakçıların Hazinesi - Hazine Gitti Gider  (Okunma sayısı 4979 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 09, 2010, 08:15:57 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Öncesi “Gizli Emanet” başlıklı bölümde.


Pierre d’Aumont, büyük üstadın verdiği görevi üstlendikten sonra masa başına oturup, saatlerce kafa patlattı. Fransa başta olmak üzere Avrupa haritalarını inceledi. Ölçüp biçti; hesaplar yaptı. Seçenekleri karşılaştırdı. Şöyle düşünüyordu:

«Hazineyi götürmek üzere öyle bir yer bulmalıyım ki, hem yol güvenli olsun hem Kral Philippe oraya ulaşamasın.»

* * * * * *

Uzun uzun düşündü. Bir mantık silsilesiyle düşününce, ne yapılması gerektiği de kendiliğinden ortaya çıktı: Hazineyi La Rochelle’de bir gemiye yükleyip denize açılmak. Fransa kralının kolayca ulaşamayacağı güvenli bir yere gitmek.

Bir başka önlem daha almayı düşündü. Bir oyun... Olabildiğince çok sayıda, hatta limanda kaç gemi varsa hepsini birden aynı anda yola çıkarmak ve her birine ayrı ayrı birer rota tutturmak... Böylece, kazara peşlerine düşen olsa bile hangi gemiyi izleyeceğini şaşırsın.

* * * * * *


Hazineyi taşımak için dört beş katır ile bir o kadar şövalye yeterdi. Fakat paldır küldür gidilmemeli, güvenlik önlemleri de alınmalıydı. Şöyle düşündü:

«Önce hazineyi başka ticari malların arasına karıştırmalı. Tek bir konvoyla da götürmemeli. Bu çok riskli olur. Birkaç ayrı konvoya dağıtmalı.»

«Konvoylar limana aynı anda değil, aralıklı olarak birbiri ardınca varmalı. Bunun için de, hangi konvoyun hangi yoldan gideceğini, her birinin yolunun aşağı yukarı ne kadar süreceğini hesaplayıp, buradan ona göre yola çıkmalarını sağlamalıyım.»

* * * * * *

Harita üzerinde her konvoyun hangi güzergâhı izleyeceğini, ne kadar zamanda gidebileceğini saptadı. Bir ara kendi kendine hayran kaldı. Bunları nereden ve nasıl öğrendiğini düşündü. «Elbette bilirsin.» dedi. Yıllarca oradan oraya yük taşıtmış, bu gibi hesapları yapmaya alışmıştı. «Amma çok koştururdum ha!... Aslında belki öylesi çok daha iyiydi. Sonra beni komutanlığa getirdiler. Hele bir de bölge sorumlusu olarak atadıkları zaman çakılıp kaldım. Paslandım.»

Başka düşüncelere de daldı. Nostaljik düşünceler. «Hepimiz, gece gündüz demeden nasıl da çalışırdık. Şimdi de gençler bizim gençliğimizdeki gibi çalışıyor.»

Sanki Fransa Kralı Philippe karşısındaymış gibi ona yumruk sallayarak bağırdı: «Sen biliyor musun bu hazine nasıl oluştu? Öyle senin gibi durduk yerde değil. Bu bir emek birikimidir. Fakat sen bunu anlayamazsın. Hiç çalışmadın ki. Sadece hazıra kondun. Bir de bizim hazinemize göz diktin. Utanmaz herif.»

* * * * * *

Bu işe Pierre ile birlikte katılacak olan şövalyelerin her şeyi, ayrıntısıyla bilmesi gerekmiyordu. Ne kadar çok kişi bilirse, risk o kadar artardı. Elbette hazineyi çıkaracak olanlar öğrenecekti. Bundan kurtuluş yoktu. Bunun için, seçtiği birkaç şövalye ile özel bir toplantı yaparak, onlara bilgi verdi.

Hazineyi sarıp sarmaladılar. Başka mallarla da karıştırıp, dört ayrı partiye böldüler. Özellikle geceleri, hiç kimseye belli etmeden çıkardılar. Heybelere yerleştirip katırlara yüklediler.

Şövalyelerden kimisi, bir tüccar ya da katırcı gibi giyindi. Bundan hoşlanmamış, ağırlarına gitmişti. Görev gereği olduğu için kabullendiler. Kendi atlarından başkasına binmeye ise hayli soğuk baktılar. Pierre çok üstelemedi. Sivil gibi görünecek olanlar nasıl olsa atlarının koşumlarını değiştirmek zorundaydı.

Ayrı ayrı konvoylar halinde ve ayrı ayrı güzergâhlardan La Rochelle limanına doğru peyderpey yola çıktılar.

Her şey yolunda gitti. Hiçbir aksaklık olmadı.  

Pierre, son parti yola çıkmadan, bomboş kalmış olan kasa dairesini kapatmadan önce son bir kez daha dolaştı. İç kapıyı kapattı. Dış kapıyı kilitledi. Ahıra gitti. Anahtarı örsün üzerine koyup bir balyoz ile iyice ezdi. Nalbant ocağına attı.

* * * * * *

Paris’ten La Rochelle limanına kadar, başlarına tek bir olay geldi. Varış sırasına göre sondan ikinci konvoyun bir devriye mangası ile karşılaşacağı tuttu.

Konvoyu durdurdular. Manga komutanı, biri katırcı, diğeri tüccar kılığına girmiş olan şövalyelere ahret soruları yöneltti. Nereden geliyorlar; nereye gidiyorlar; ne taşıyorlar gibi...

Yanıtları kuşkulu bulmuş olsa gerek ki, yükü görmek istedi.

Askerler heybeleri kurcalamaya girişince, katırcı kılığındaki şövalye az ilerdeki tepenin üzerinden olan biteni gözlemekte olan şövalyelere, destek isteme işaretini verdi. İkisi kamalarını çekerek askerlere saldırır gibi bir girişimde bulunurken, diğerleri yetişti. Askerler, doludizgin ve bir yandan da «Savulun!» diye bağırarak üstlerine doğru gelen Tapınak Şövalyelerini görünce öyle korktu ki, bir tek altlarına kaçırmadıkları kaldı. Sanki çok yanlış bir iş yapıyorlarmış gibi ellerini kaldırıp kendilerini yere attılar. Bağışlanmak için yalvarmaya başladılar.

Şimdi ne yapacaklardı?... Konvoylara haydut ya da çapulcu gibilerin saldırabileceği düşünülmüş ama devriyeler hiç hesaba katılmamıştı. Ne aksilik!...

Kralın askerlerini öldüremezlerdi. Adamların hiçbir kusuru yoktu. Onları orada bağlayıp bırakamazlardı. Manga devriyeden dönmeyince, onları aramaya çıkanlar olacaktı. Bağlayıp bir yere saklamalıydılar. Gerçi yakınlarında uygun bir yer de yoktu ama olsa ne fark ederdi ki?... Ha öldürmüşsün ha sıkıca bağlayıp kimsenin bulamayacağı bir yerde ölüme terk etmişsin. En akla yatkın iş, tutsak edip yanlarında götürmek, bu çevreden bir an önce uzaklaştırmaktı.

Öyle yaptılar. Bereket, manganın devriye gezdiği alanın La Rochelle ile ilgisi yoktu. Arama başlayana kadar onlar çok uzaklaşmış olacaktı. Askerlerin böyle paketlenip götürülmüş olabileceği de kimsenin aklına gelmezdi.

Limana varınca, olan biteni anlattılar. Pierre, bu konvoyun hayli kalabalık bir şekilde geldiğini zaten görmüş, ne olduğunu anlayamadığı için şövalyeleri olası bir saldırıyı karşılamak üzere hazır hale getirmişti.

Tutsak edilen askerlerin bağlı olarak gemilere yüklenmesini söyledi. Tam dediğini yapmak üzereydiler ki, «Hayır! O gemiye değil.» diye seslendi. Bir başkasını gösterdi: «Şuna. Hatta onları ikiye bölün. Yarısını şu gemiye, yarısını da şuna yerleştirin.»

Bu serüveni yaşayan konvoyun başındaki şövalye tedirgin olmuştu. «Acaba şöyle bir geriye doğru gidip son konvoyun ne durumda olduğunu kontrol etsek mi? Devriyeler dönmeyince başlarına bir şey gelmesin!» dedi.

«Dertlenme!» diye yanıtladı Pierre, «Bir şey olmaz. Hem güzergâhları apayrı hem onlar da bir devriye ile karşılaşırsa aynı şeyi yapar. Bize de iki gemi daha ayarlamak kalır.»

* * * * * *

12 Ekim Perşembe sabahı güneş doğmadan, topluca hareket edilecekti.

Fakat o sabah bir sürprizle karşılaştılar.

Limanı sis basmıştı.

Kaptanların başındaki şövalye, bu durumda denize çıkmanın tehlikeli olabileceğini söyledi.

Pierre, «Ne önerirsin?» diye sordu.

«Sisin dağılmasını bekleyelim.»

«Ne zaman dağılır?»

«Belli olmaz... Belki güneş yükselince, belki daha sonra.»

Pierre, «Hayır! O bizim için çok daha tehlikeli olur.» dedi. «Burada ne kadar kalırsak başımızın derde girmesi riski de o kadar artar. Hemen çıkmalıyız.»

«Yelken açamayız ama... En azından koydan çıkana kadar ağır ağır kürekle gitmek gerekir.»

«İyi ya! Öyle yapalım.»

«Kürek çekmeye yeter sayıda tayfa yok.»

«Ne demek yok?» diye kızdı Pierre. «Biz burada armut mu topluyoruz? İstisnasız herkes kürek başına geçecek. Hatta şu gemilerdeki askerler bile. Hemen çıkıyoruz.»

«O zaman gemileri art arda dizmemiz gerek. Hepsi bir öncü gemiyi izlemeli.»

Pierre sert bir sesle, «Bak, ben bu işlerden anlamam.» dedi. «Ne yapılması gerekiyorsa hemen yap. Bir an önce çıkalım.»

Şafak sökerken, tüm gemiler topluca halatlarını çözüp demir aldı. Fenerlerini yaktılar. Sis içinde batıya doğru kürek çekerek birbirlerinin peşine takılmış olarak ağır ağır ilerlediler.

Koydan çıkarlarken sisin yoğunluğu giderek azaldı.

Pierre, ortalardaki gemilerden birindeydi. İyice aydınlığa çıkıp göğü gördüğünde, kaptan köprüsünden diğerlerine «Haydi, yolumuz açık olsun.» diye seslendi.

Kendi gemisinin kaptanına « Yelkenler fora!» diye bağırdı.

Kaptan ona şaşkınlık içinde bakıyordu. «Yanlış bir şey mi söyledim? Ne bileyim ben!. Denizci değilim ki.» dedi. «Siz her nasıl diyorsanız işte öyle... Tam yol ileri.»

Bu gemilerin rotasını, böyle durup dururken hepsinin birden niçin ve nereye gittiklerini bilen yoktu.

Şövalyeler bile nereye gittiklerini bilmiyordu. Sadece Pierre kafasına bir şey takmıştı. Diğerlerine söylememişti.

Birkaç gün sonra, Fransa kralının askerleri ülkenin her bir yanında olduğu gibi La Rochelle’de de soruşturma yapmaya geldiklerinde, Tapınakçıların filosunun birkaç gün önce gitmiş olduğunu öğrendi.

Gitti gider.

Kıyıdakilerin hiçbirinin bir bildiği yoktu. Sadece bir balıkçı teknesinin kaptanı şunları anlattı:

«Avımızı bitirmiş, dönüyorduk. Gün ışımak üzereydi. Tam fenerleri söndürmüş ve artık koya girmek üzereydik ki, limanı sis basmış olduğunu gördük. Biraz ağırdan aldık. O sırada sisin içinden fenerleri yanan bir gemi belirdi. Ağır alıp yol verdik; geçmesini bekledik. Tam “Geçti. Limana girebiliriz.” diyorduk ki, ardından bir gemi daha göründü. Sonra bir daha. Bir daha. Bunca yıllık denizciyim, hiç bu kadar çok gemiyi birden seyir halinde görmemiştim. Tam 18 tekne saydım. Hatta daha da olabileceğini düşünüp bekledim. Hayır!. Hepsi o kadardı. Açık denize çıkıyorlardı. Az sonra makara seslerini duyduk. Yelken açıyorlardı. Öyle şaşırmıştık ki, bir süre daha orada oyalanıp arkalarından onları izledik. Uzaklaşmışlardı ama hayal meyal kimilerinin güneye kimilerinin kuzeye doğru dümen kırdığını gördük.»

İşte hepsi bu kadar.

Başka hiçbir bilgi yok.

Balıkçı kaptanın dediği doğruysa, bundan çıkarılabilecek tek sonuç, bazı gemilerin güneye, bazılarının kuzeye doğru gittiği.

Daha sonra o gemilerden hiçbiri geri dönmedi. Hiçbirinin ne yöne gittiği de öğrenilemedi.

Ne Tapınakçıların Büyük Üstadı Jacques de Molay, ne yardımcısı Goeffroy de Charnay ne de sonra yakalanan Gérard de Villiers ile Hugues de Pairaud bu konuda herhangi bir şey biliyordu. Bilseydiler, böylesine dayanılmaz işkencenin altında söylemiş olurlardı.

Tapınakçıların hazinesi gitti gider.

Götürenin kimliğini öğrenmek zor olmamıştı. Hatta birlikte giden Tapınak Şövalyelerinin adları bile belirlenmişti.

Fakat hiçbiri ele geçirilemedi.

Hazinenin nereye götürüldüğüne ilişkin kuşkular vardı ama hiçbir kanıt olmadığı için, bu bir “bilinmez” olarak kaldı.




Sonrası “Çıldıran Philippe” Başlıklı bölümde.




« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 02:53:14 ös Gönderen: dogudan »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Şubat 04, 2011, 03:45:34 ös
Yanıtla #1


Uzun uzun düşündü. Bir mantık silsilesiyle düşününce, ne yapılması gerektiği de kendiliğinden ortaya çıktı: Hazineyi La Rochelle’de bir gemiye yükleyip denize açılmak. Fransa kralının kolayca ulaşamayacağı güvenli bir yere gitmek.


Daha önce bu liman hakkında biraz bilgi vermiştim. Derli toplu olsun diye, burada kısaca tekrarlamak istiyorum.

Fransa'da, Tapınakçıların inşa edip kontrol ettikleri yol şebekesinin haritasına bakıldığında, tüm uzun menzilli yolların tek bir noktada kesiştikleri hemen göze çarpar. Bu nokta Atlantik kıyısında bulunan La Rochelle liman kentidir. Bir körfezin içinde yer alan kent, tam bir doğal liman görünümündedir. Savunması da kolaydır. Tapınakçılar La Rochelle'de çok sayıda gemiden oluşan bir filo bulundurmaktaydılar. Kuzeye doğru, İngiltere'ye ve Güneye doğru, Akdeniz ve kutsal topraklara yapılan seferlerin başlangıç noktası hep La Rochelle limanı olmuştur. Halbuki, La Rochelle coğrafî konumu açısından, Filistin'e yapılacak seferlerin başlangıç noktası olarak fazlasıyla kuzeyde kalmakta, aynı şekilde, İngiltere yolculukları için de, fazlasıyla güneye düşmektedir. La Rochelle limanının Tapınakçılar için, çok daha özel bir anlamı olması gerekir. Liman kenti, basit bir Tapınak karargâhı olmaktan çok, örgütün taşra merkezi niteliğindedir. Eğer, ne güney ve ne de kuzeye yapılan seferlere pek uygun değilse, La Rochelle hangi yöne yapılması düşünülen gemi yolculukları için en müsait konumdadır?

Bu sorunun cevabı zaten ilerleyen bölümlerde var. Şimdi söyleyip tadını kaçırmamak lazım...

Saygılarımla.
Bir kavramın tarihini bilmediğiniz sürece
Kavramın kendisini idrak edemezsiniz


Şubat 04, 2011, 03:47:54 ös
Yanıtla #2

Gemiler hakkında bir ilave bilgi daha:

1809 Yılında, Napoleon orduları Roma'yı işgal edince, Vatikan'ın gizli arşivlerinden alınan bazı belgeler Paris'e geri götürüldü. Bu belgeler arasında, Tapınakçıların yargılanmaları ile ilgili soruşturma tutanakları da vardı. Bunlardan bir tanesi, Nemours bölge karargâhından Jean de Chalons'un itirafları, özellikle dikkat çekiciydi. “Baskından önceki gece, 12 Ekim 1307 Perşembe gecesi, Gerard de Villiers komutasında 50 atlının, saman yüklü üç araba ile Paris'ten ayrıldıklarını bizzat gördüm. Arabalara gizlenmiş sandıklarda, örgütün tüm hazinesi vardı. Batıya doğru, denize yöneldiler; tarikatın on sekiz gemisi onları taşımak için kıyıda hazır bekliyordu."

La Rochelle Liman kayıtları bu ifadeyi desteklemekte, 12 Ekim 1307 tarihinde, yani 13. Cuma’dan bir gün önce, La Rochelle limanında 18 Tapınakçı gemisi olduğunu yazmaktadır. Fakat bir gün sonra ortadan kaybolan bu gemilerin nereye gittikleri ve ne oldukları bilinmemektedir. Aynı bu gemilere yüklenen hazinenin akibetinin bilinmediği gibi.
Bir kavramın tarihini bilmediğiniz sürece
Kavramın kendisini idrak edemezsiniz


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
4759 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 04, 2011, 03:26:57 ös
Gönderen: Mustafa Kemal
2 Yanıt
5281 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 04, 2011, 04:07:02 ös
Gönderen: Mustafa Kemal
1 Yanıt
4078 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 07, 2010, 04:07:48 öö
Gönderen: Waldow
2 Yanıt
6217 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 07, 2010, 09:12:37 ös
Gönderen: ozak1977
2 Yanıt
5476 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2011, 03:22:37 ös
Gönderen: Mustafa Kemal
2 Yanıt
6256 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 04, 2011, 05:35:22 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
5706 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 12, 2010, 10:14:29 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3917 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2010, 08:33:52 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3816 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 19, 2010, 01:05:11 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3979 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2014, 10:33:13 ös
Gönderen: Alşah