Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Kara Athena  (Okunma sayısı 9410 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Şubat 16, 2012, 07:45:47 ös
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Eski Mısır ve Masonluk

Martin Bernal’in Kara Athena’sını (1) okurken Masonluk ve Mısır bağlantısı yine karşıma çıktı. Ben de bunun üzerine geçen sayıdakine benzer bir biçimde Mısır ve Masonluk bağlantısı üzerine sözkonusu kitaptaki bilgileri kullanarak yazmaya karar verdim.

Kara Athena ile ilgili olarak yazımın sonunda ayrıca bir makale önereceğim ama kısaca açıklamak gerekirse Kara Athena 19. Yy’da tavan yapan Avrupa Merkezli Irkçılığa ve sözkonusu ırkçı tarih (Ari Modeli) görüşüne karşı 19. Yy’a kadar egemen olan “Eski Çağ Modeli’ni” savunuyor.

Kitap, Helen Uygarlığı’nın kökeninin Fenike ve Mısır olduğunu ve günümüz Yunanistan’ın, Mısır ve Fenikelilerce kolonileştirildiğini kanıtlarıyla tek tek ortaya koyuyor.

Örneğin bu konuda Heredot’tanörnek veriyor: "(...) Bu sözünü ettiğim Fenikeliler, Kadmosun yol arkadaşları, bu ülkeye yerleştikten sonra Yunanistana pek çok bilgi getirmişler ve özellikle yazıyı sokmuşlardır ki, ben Yunanların bunu daha önce tanıdıklarını sanmıyorum." (Kara Athena Syf 264)

Athena adı da, yazara göre Mısır Bilgelik Tanrıçası “Nt”den gelir ve o topraklara da siyah tenli Mısırlı kolonicilerle gelmiştir, bu nedenle Kara Athena’dır.

Yazarın iddiasına göre Yunanca’nın dörtte biri Fenike, Mısırca ve Samice kökenlidir.

Fazlasını merak edenler e öncelikle yazımın sonundaki “ Kara Athena: Eski Yunanistan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi?”(2) makalesini öneririm:

Sözkonusu kitap, Emperyalizmin tarihi nasıl çarpıttığına çok güzel bir örnek, gerçi benzer bir örneği de biz Sözde Ermeni Soykırımı Uydurmacası’nın imalatında da görüyoruz. Ermenistan’ın İlk Başbakanı Kaçaznuni (3), SSCB arşivleri (4), Osmanlı arşivleri ve son olarak İrlandalı Sosyalistlerin ortaya koyduğu İngiliz Belgeleri(5)gibi kanıtları Batı görmezden gelerek, Türkiye’yi akıllarınca yargılamaya ve meclislerinde yaftalamaya devam ediyor.

Bu yazı da ilginçtir, Emperyalist Batı’nın kendi içindeki ezoterik örgütlenmesine dair bir bakış açısı da sağlıyor. Batı, Doğu’yu sömürmek için önce kendi halkını sömürüyor sonra Doğu sömürüsünden elde ettiği imkanları Avrupa’da Sosyal Demokrasi ile ABD’de ise zenginleşme imkanları ile halkını uyuşturmak için kullanıyor. Batı emperyalizm’inin seçkinleri bunu yaparken kendi içinde ezoterik gelenek içerisinde örgütleniyor ve halkı da ezoterik yapının çift-katmanlı yöntemi ile yönlendiriyor.

Daha fazla uzatmadan Mısır üzerinden günümüze uzanacağımız yazıya başlıyorum.

ÜÇLÜ BİRLİK VE EZOTERİK YAPI

Kitabın 206. Sayfasındaki konu başlığı “ Mısır Dinin Kalıntıları: Hermesçilik, Neo-Platonizm ve Gnostizm”

Yazara göre, Mısır dininin kalıntıları “ Tanrı’ya bireysel ya da ezoterik tarikatlar içinde ulaşılabileceği “ inancı içindeki gruplarda yaşıyordu.

Bu gruplarda “ Tanrı’ya ulaşmak için, girişte gizlilik yemini edilmesi ve gizemli ergilenme( inisiyasyon) ayinleri yapılması” gerektiği inancı vardı. Ezoterik yapıya sahip oldukları için bilgilerin halka açılmasına karşıydılar, bilgi mürşidden müride bir silsile içinde ve uzun bir süreçte akmalıydı.

Yazarın bir tespiti de Antik Çağ’ın son dönemindeki “Üç Sayısı Saplantısı”.

Buna göre bu dönemde Gnostikler, Yeni-Platoncular ve Hermesçiler arasında varolan “Üçlü Birlik” inancı iki biçimde yorumlanıyordu.

Hristiyanlığın da dahil olduğu ilkine göre “ bir baba tanrı, babasının zekasını harekete geçiren bir oğul ve sözkonusu iki güç arasında köprü görevi gören üçüncü bir güç” vardı.

İkinci yorumda ise Yahudiler ve Hristiyanlarca tapılan tanrıya Demiurgos deniyordu ve asıl tanrının, Demiurgos adlı tanrının ardında gizli bir biçimde durduğuna inanılıyordu. Gizli Tanrı, Platonculuktaki yaratma eyleminin karşısındaki saf düşünce yani “İlk İlke “ idi. Üçlübirlikteki üçüncü üye ise Dünya’nın Ruhu, Tanrı Zihni, Canlı Madde” şeklinde farklı farklı adlandırılıyordu ancak temel işlevi hem iki güç arasında köprü vazifesi görmek hem de birbirlerini ayrı tutmak idi...

Gizli Tanrı sonsuz(külli) olduğu için sonlu (cüzi) ve sınırlı kavrama yeteneğine sahip olan insanlar O’nu kavrayamazdı. Surlu Maksimus sözkonusu inancıa temel olan anlayışı şöyle açıklıyordu:,

“ Zamandan ve ebediyetten ve varlığın akışından.. .daha yüce olan Tanrı, hiçbir yasa koyucu tarafından isimlendirilemez, hiçbir ses tarafından söylenemez, hiçbir göz tarafından görülemez. Fakat O’nun özünü idrakten aciz olan bizler, seslerin, isimlerin, resimlerin, dövülmüş altının, gümüşün, bitkilerin, ırmakların ve dağ zirvelerinin yardımından yararlanıyoruz çünkü O’nun bilgisine susuyoruz.” (Kara Atnena Syf.207)

Her ne kadar gizli Tanrı kavranamasa da, bu tür ezoterik oluşumlarda, seçkinlerin İlk Neden olarak da adlandırılan Gizli Tanrı’ya yaklaşabilecekleri inançları vardı.

İKİ KATLI FELSEFE

Yazarın 208. Sayfada değindiği “İki Katlı Anlayış” önemli bir konu zira günümüz dünyasını anlamamız için öğrenmemizin gerekli olduğu bir kavram ama önce Gnos’a bakmak gerekiyor.

Yazara göre Gnos kavramı “ insanın kendi kendini bilmesini sağlayan sezgisel bilgi edinmeyi“ açıklıyordu, ancak ezoterik tarikatlar Gnos sözcüğünü “ Seçkinler için Bilgi” olarak yorumluyor ve Gnos/Bilgi kavramını kendi inançlarına göre yeniden biçimlendiriyorlardı. Zira iki katmanlı felsefenin bir katmanında seçkinlerin bilgisi varken diğer katmanında halka sunulan batıl inançlar vardı

“ Aydınlanmış azınlık, eğitim, ahlaki ve dinsel açlışmalar ile Tanrı’ya yani Demiurgos’un ötesinde hiçbir şey görmeyen kitleler için gizli olan İlk Neden’e yaklaşabilirdi. İç dünyaya kapanış ve seçkincilik, ortodoks Yahudilik ve Hristiyanlığa tamamen yabancı olan başka bir özellikle de ilişkiliydi: insanın fiilen ya da potansiyel olarak Tanrısal olduğu inancı ...

... İnsanın Tanrı olabileceği düşüncesi, insanları ibadet edenin yardım, yol göstericlik...vb şeyler için dua ettiği din biçiminden, bu tür şeyler üzerinde kendisinin denetim sahibi olabileceği büyüye kolayca sevkedebilir. Yeni-Platoncu Plotinus’un dediği gibi ‘ Tanrılar bana gelmeli, ben onlara değil...’ Bu düşünce biçimi,Tanrı ile eşit olmanın ötesine geçmekte, O’nun üzerinde güç sahibi olmaya varmakta, hatta Tanrı’yı insanın yaratması raddesine ulaşmaktadır...” (Kara Athena Syf. 208)

Bir önceki yazımı ya da Kayıp Sembol’u okuyanlara “ insanın potansiyel olarak Tanrısal olduğu ve Tanrının insanların toplamı olduğu inancı” ile ilgili kısım tanıdık gelmiş olmalı zira Dan Brown’ın eserinin anafikriydi...

Görüldüğü üzere Dan Brown’ın sözde kayıp kelimesi, D. Brown’ın iddiasının aksine aslında evrensel bir kayıp kelimde değil sadece Mısır ve türevi inançların kayıp kelimesiydi...



 

KADER VE BÜYÜ

Yine tam bu noktada Papus’un Reenkarnasyon (6) adlı kitabında anlattığı Mısır’da “kaderi yönetme üzere yapılan büyü” ile ilgili kısmı da alıntılamak gerek ama önce konuyu başka ayrıntılarla iyice açmam gerek.

Mısır’ın ve masonluğun inisiyasyonlarında(7) Yıldızlar önemli bir yer tutuyordu.

M. Bernal’ın Batlamyus (Ptolemi) üzerinden yaptığı açıklama bize Mısırlıların piramitleri neden belirli yıldızlara göre ayarladıklarını dair kısa bir açıklama sunuyor:

“ ... Artık yıldızlara geri dönmek gerekirse: Bütün bu ‘güç anahtarlarında” yıldızlar önemli rol oynuyordu. Gerçi, birbirinden farklı bir dizi astronomik model bulunuyordu ama bunlardan en etkili olanı Mısır’da M.S. 2. yüzyılda, yani tam da eski dinden yeni kültlere geçiş döneminde yaşamış olan astronom Batlamyus tarafından oluşturulan model idi.

Batlamyus’a göre ‘ güneş, ay ve gezegenler ile sabit yıldızlar kendi küreleri içinde dünyanın çevresinde dönüyorlardı. Böylece ideal aleme ulaşmak için bunları aşmak gerekiyordu. Hermesçilik ile Yeni-Platonculuk ‘ruhların önceden var olması(Kalubela) ve metapsikosis yani ruhun bir vücuttan başkasına göçmesi gibi son derece Hristiyanlık dışı düşünceler de içeriyordu. Bu süreç, kürelerin ötesine geçmeyi gerektiriyordu...” ( Kara Athena Syf. 209)

Konun açığa çıkması için Bernal’ın tesbitine ek yapmamız gerek.

Ezoterik gelenekte insanın fizik bedenin yanı sıra astral (yıldızsal) bedenin de olduğu düşünülürdü. Bu nedenle Mısır inançlarında ve Mısır kökenli masonlukta da, tıpkı benzeri ekollerde olduğu gibi, kişinin öldükten sonra astral bedeni ile astral aleme doğduğu inancı vardır.(8)

Astral, “ yıldızsal” demektir. Ruhun, fizik bedeni, astral beden aracılığı ile yönettiğine inanılır. Rüya sırasında, günlük yaşamımız esnasında fizik bedenimizin sınırlamalarından doğan hareket kısıtlamasının aksine, mekanları rahat bir biçimde aşan astral bedenimizdir, ayrıca uyku sırasında bir an uyandığımızı sanıp, odanın ışığını açmayı denediğimizde veya etrafa seslenmeye çalıştığımızta, ışığı açamamızın veya sesimizin duyulmasınının sebebi o an kullandığımız bedenin, astral olması sebebiyledir.

Papus’a göre Masonlukta ölüm sonrası yaşanacak astral hal ilgili olarak astral alem için yapılan inisiyatik hazırlıkların kökeni de Mısır’dır.

“...Ölümün Kapıları, Mısır Dili’nde ‘Ro’ sözcüğü ile ifade edilir ki bu aynı zamanda ‘ siyah lekeleri olan baklalara’ da verilen isimdir; Mısırlıların ve Fisagorcuların, ölümün kapılarının ve Proserpina (Persephone’lin Latince adı) sırlarının ( misterleri) sembolü olan baklalardan çekinmelerinin ve tiksinmelerinin nedeni budur.

İnisiye deduble oluyor ( fizik bedeninden ayrılıyor) ve bu ölümünün kapılarından şuurlu biçimde geçiyordu. Yeniden geri dönüyor ve Güneş ile Ayın mevcudiyetlerinden ne kadar eminse, mezarötesi hayattan da o denli emin oluyordu...” ( Reenkarnasyon, Syf. 62)

Papus’a göre amacı ölüm sonrası astral aleme hazırlık olan sözkonusu inisiyatik(erginlenme) uygulamalar, ölüm sonrası inisiyelerin( müritlerin) işini kolaylaştırıyordu.

“..İntihar dışında, normal evrimde gerçekleşen ölüm hissi acı verici değildir. Bu his, su üzerinde kayıp giden bir gemideyken hissedileni andırır; İsis’in kayığı, Caron’un kayığı simgeleri ve astral planda hissedilenleri halka yansıtan bütün mitolojik fikirler buradan kaynaklanmıştır. Çağdaşlara göre bu his demiryoluna hiç sarsıntısız bir şekilde yapılan yolculuğu andırmaktadır.

Varlık, ölüm dediğimiz şeye maruz kalmış olduğuna inanmaz; uyuduğunu ve rüya görmekte olduğunu sanmaktadır...

...

Yeni astral organların bundan böyle evrimlerini ( trekamül, gelişim) sürdürecek oldukları planlara alışmaları gerekmektedir ve doğada sıçramalar olmadığından, bu yeni duruma uyum sağlama da, ruhun daha önceki evrimine (tekamül) bağlı olarakağır ağır gelişir.

İnisiyeler için (astral plana daha önceden gitmiş olanlar için) bu evrim süreci kaldırılmıştır ve zodyak kapılarından geçiş çok büyük kolaylıkla gerçekleşir. İnisiye olmayanlar ve kutsal olana karşı saygısız kişiler için ( bu plandan geçmemiş olanlar için evrim çok daha ağır gerçekleşir ve uyanış için yeryüzü zamanıyla bir aydan bir yıla kadar varan bir süre geçmesi gerekebilir. (Rose-Croix Maconnique/Gül-Haç masonluğu derecesinde (grad), bu durum, kırmızı odanın girişine ve çıkışına yerleştirilmiş olan iskelet ile belirtilmiştir.)...” ( Reenkarnasyon Syf. 68-69)

Papus ‘un çizdiğim sözleri çok ilginç; Gül-Haç derecine ulaşan kişilerin, sözkonusu derecede yaptıkları inisiyatik uygulamanın ölüm sonrası o kişilere kolaylık sağlaması...

Bir de Papus’un bu kişilere astral ile ilgili “ evrim/tekamülün kaldırılmış” olduğunu iddia etmesi husus u var. Papus, bu bilgiye hangi çalışmalarla varmış merak ediyorum. Papus’un kendisini ve benzeri inisiyelerin, diğer insanlardan, sırf işe yarar olduğu tartışmalı bir inisiyatik uygulama nedeniyle üstün görmesi, önceki sayfalarda bahsettiğim Plotinus’un kibrini hatırlattı bana...

Ama bu daha birşey değil, şimdi vereceğim “ anormal reenkarnasyon” örneği daha da çarpıcıdır.

Hatırlarsanız yüne üst sayfalarda Papus’tan “ kaderi büyü ile yönetmek “ ile ilgili örnek vereceğimi söylemiştim, İşte şimdi sıra o örneğe geldi.

“ ...Dünya üzerinde asırlar boyu mevcut olmuş bir anormal reenkarnasyon biçiminden daha söz etmemiz gerekiyor. Buna Mısırlılar’da ‘dublenin reenkarnasyonları’ adını veriyoruz.

Bu sır pek derinlemesine araştırılmamıştır ve şimdi bunun hakkında burada birkaç söz söylememiz gerekiyor.

Günümüzde büyüklüğünü henüz tam anlamıyla kavrayamamış olduğumuz Mısırlı, doğanın en korkunç güçleriyle yüzyüze mücadele etmek istemiş, böylelikle yeryüzünün manyetik kutbunu elli asırdan fazla bir süre Mısır’da kalmaya mecbur etmiştir; halbuki bu kutbun normal evrim süresi bir buçuk asırdır. Hatta, son derece iyi tanıdığı bu reenkarnasyon yasası ile de mücadele etmek istemiştir.

Bu amaçla Mısırlı, mumyalama yöntemi ile fizik bedeninin hücrelerini hareketsiz kılıyor, duble adını verdiği astralini, mumyanın mezara koyulmasından önce yapılan ayinler ile büyülüyor ve bu büyüleme vasıtasıyla da dubleyi mumyaya bağlıyor ve böylece ruhsal tekamülün bir bölümünü engelliyordu. Ruh, Tanrısal Planda normal olarak yerine getirmesi gereken bir dizi işlevini gerçekleştiriyor, Tanrı’nın doğasına iştirak ediyordu; ancak reenkarnasyon uzun bir süre erteleniyordu.

Mezar kentleri gerçekte astral varlıkların ikametgahlarıydı ve Mısırlı için bu astral yaşam, onun zihinsel yaşamından çok daha önemliydi.

Majik (sihirsel) afsunlar, mezarda yer alan yiyecekleri ve hizmetkarları işe yarar hale getiriyor ve böylece insanın Tanrısal buyruklara karşı bilinçli mücadelesi sorunu çözüme ulaşmış oluyordu. Biz, buna zoraki reenkarnasyon diyoruz....”( Reenkarnasyon, Syf 94-95)

Mısırlıların mumyalama yaparken gerçekte bu yönde düşünüp, düşünmediklerini bilemiyoruz zira Papus kaynak vermemiş ama Papus, döneminin ünlü masonlarından olduğundan, en azından Papus’un dahil olduğu masonik ekollerin bu yönde bir inanca sahip olduklarını söyleyebiliriz.

Bu durumda M. Bernal’ın daha önce verdiğim tespiti doğru çıkıyor: “...Yeni-Platoncu Plotinus’un dediği gibi ‘ Tanrılar bana gelmeli, ben onlara değil...’ Bu düşünce biçimi, Tanrı ile eşit olmanın ötesine geçmekte, O’nun üzerinde güç sahibi olmaya varmakta, hatta Tanrı’yı insanın yaratması raddesine ulaşmaktadır...”

Kişilerin, toplukların inancı hoşgörü içinde karşılanmalı ama açıkçası Papus’un “ Zoraki Reenkarnasyon” dediği uygulama, bana göre kişisel kibirlerinin oluşturduğu bir efsane.

Zaten Papus’un önceki astral alem ile ilgili örneği de böyle temelsiz bir iddia izlenimi veriyordu, o yüzden işin masal kısmını geçip, Gül Haç bağlantısı üzerinden konuyu çift-katmanlı geleneğin siyasete yansımasına getireceğim.



 

SİYASET VE MASONLUK

Yazar 250. Sayfada “ Gülhaç Akımı: Protestan Ülkelerdeki Eski Mısır” başlığı altında şöyle bir tespitte bulunuyor:

“ Protestanlar da Mısır ve Hermesçilik ile ilgilenmeye devam ettiler. 17. Y.y.da Almanya, Fransa ve İngiltere’de ortaya çıkan gizlilik ustası Gül Haççılar, herhalde bağlantı içinde oldukları Bruno gibi seçkin kesim için “ gerçek “ bir din geliştiriyordu. Bu din görünüşe göre Katolikler ile Protestanlar arasında süren kanlı husumetlerden kaçınmak için tasarlanmıştı.

16. y.y. Hermesçileri gibi Gül Haççılar da, ya da onlar adına konuştuğunu iddia edenler de, toplumun gerçek, büyüsel ve bilimsel bilgiye sahip olan seçkin aydınlar zümresi tarafından yönetilmesini savunuyordu.

Böylece Mısır rahipler zümresinden Pythogorasçı biraderliklere, oradan da Platon Akademisi’ne uzanan –artık aşina olduğumuz- zinciri izlemiş oluyorlardı.

Bu bağlamda Frances Yates akla yakın bir iddiada bulunarak, 1650’lerde İngiltere^de Royal Society’yi (Kraliyet Akademisi) kuranların kafasındaki ‘Görünmez Heyet (İnvisible Collage)” düşüncesinin ardında bu Gül-Haççı kavramın yattığını belirtmiştir...” ( Kara Athena Syf. 250)

Ve bu konuda 18. y.y.’da uygun şartlar oluşur:

“ İngiltere’de 1680’lerde Hermesçi ve Gül-Haççı geleneklerden yeni, aynı ölüçede radikal bir güç ortaya çıktı. Yeni hareket iki katmanlı bir felsefeyi ve seçkin kesimin, kitlelerin dinsel patırtısının ötesine geçmesini savunuyordu. Kitlelilerin kendi özel inançlarının gereklerinin yerine getirilmesi hoş görülmeli fakat siyasal ve entelektüel iktidar, güvenli bir biçimde Aydınlanmış azınlığın elinde olmalıydı... Bu genel tavır 18. Y.y.daki İngiliz toplumu ile mükemmel bir uyum içindeydi...” (Kara Athena Syf 264)

Yazar 265. sayfada da masonluk ile ilgili yazılar okuyanların akıllarına gelen ilk sorulardan biri olan “masonların inancı nedir” sorusuna masonluk içinde de çift katmanlı bir yapı olduğunu ima ederek açıklıyor:

“ ...Radikal Aydınlanmacılığın bazı yönleri, saygıdeğer kabul edilen ve iki katmanlı felsefesi ile Yeni-Platonculuğunu (yeni bir biçim altında) muhafaza etmiş olan masonluk içinde yaşamaya devam etti. Yeni-Platoncu gelenekte olduğu gibi, masonlukta da sıradan insanlar, hatta masonluğun çoğu, kısmi bir inancı izliyor, fakat daha yüksek derecede olanlar Hristiyanlığı aşıyordu...” (Kara Athena Syf. 265)

Mason locaları, kendi inançları ile ilgili sorular sorulduğunda “ Tanrı’ya inanması kaydıyla” herkesi üye olarak alabileceklerini söylerler ve eklerler,” herkes kendi inancını devam ettirir, masonluk onlara ek olarak sadece evrensel kardeşlik ilkeleri ilgili inanç aşılar...”

Görüldüğü üzere bu ve benzeri açıklamalar, masonluğa, çift-katmanlı yapı özelliği veren ezoterik gelenek nedeniyledir. Masonluğun belirli seviyesine gelenlerin farklı bir inanca mensup oldukları ve bu inancın kökenin de Mısır olduğu aşikar.

Dan Brown, Kayıp Sembol adlı kitabında söz konusu inancı kitlelere duyurdu. Seçkinlerin (!) Mısır kökenli dininin, böyle patırtılı bir biçimde kamuoyuna üstelik ABD merkezli ve ABD’nin kuruluşunun gizemli kökenlerine atıfta bulunarak duyurulması ise ilginç.

Küreselleşme kapsamında bir yandan Ulus-Devletler yıkılırken diğer yandan yıkılan Ulus-Devlet nedeniyle ortaya çıkan boşluğu, seçkinler kendi denetimlerindeki Çok Uluslu Şirketler ve bunların beslediği (sponsor olduğu) Sözde Sivil Toplum Kuruluşları ile kendi siyasal uzantıları olan partileri aracılığı ile doldurmaya çalışıyorlar.

Devletler küçülürken, yerküremizin seçkinlerinin sahibi oldukları Çok Uluslu Şirketler daha da büyüyor.

Devletlerin ve dolayısıyla Şirketlere karşı halkın gücü zayıflıyor, sözde sivil toplum kuruluşları da esasen Çok Uluslu Şirketler ya da seçkinlerin egemenliğindeki başka siyasal örgütlerce beslendikleri için yediğimiz yiyecek GDO’lu, soluduğumuz hava bol karbiondioksitli, kullandığımız ilaçlar şifa olmaktan öte ilaç şirketlerinın kar etmesini sağlayacak biçimde üretilmiş oluyor. Örnekleri uzatmama gerek yok sanırım, bunlar esasen hepimizin gözlemlediği acı gerçekler... Tüm bunları yaparken bir yandan da kendi Mısır kökenli dinlerini, Dan Brown gibiler üzerinden insanlığa barış ve kardeşlik getireceği vaadi ile dünyaya açıklıyorlar. Belki niyetleri tüm dinleri, kendi dinleri içinde eritmektir, Dan Brown’ın “ kayıp sembol” kavramını da bu bağlamda değerlendirmek gerek.

Söz konusu dinin Tanrısının bir de adı var anlaşılan; M.Bernal, 265. Sayfada, Masonların ,Tanrı için kullandıkları ada dair de bir açıklama yapıyor.


MASON TANRISI: YABULON

Buna göre Hermesçiler de olduğu gibi masonlarda da belirli bir dereceden aşağı olan üyelere Tanrı’nın büyüsel adı açıklanmıyor.

Aşağı derece üyelerden ve halktan gizlenen bu Tanrının adı Yabulon. Ve bu ad üçlübirliğe uygun olarak tasarlanmış

İlk hecesi İsrail Tanrısı Yahve’den Ya

İkinci hecesi Kenani Tanrısı Ba’al’den Bul

Üçüncü hecesi Yunanlılar tarafından Heliopolis olarak bilinen ve günümüzde Kahire’nin dış semti olarak varlığını sürdüren On (IWNV) kentinin adından.

Sözkonusu şehir mason efsanelerine göre eski bir Güneş Kültü Merkezi ve dolayısı ile öğrenim şehri, bu nedenle masonlarca ezoterik bilgeliğin timsali olarak görülüyor.

Hermesçilikte, Hermes’in kurduğu mükemmel bir kentten ( Citta del Sole/Güneş Kent) bahsedilmesi, ve sözkonusu kentin Bruno ‘da ve sonrasında Campanella’nın ütopyasında belirmesini sebebi bu efsane.

Yazar, Mason tapınaklarının, masonlarca Mısır tapınakları olarak görülmesinin ve “1 Abd Doları’ndaki” Mısır simgelerini de bu bağlamda değerlendirmek gerekli diyor...


saygılar

ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Şubat 17, 2012, 01:04:20 öö
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1795
  • Cinsiyet: Bay

       Sağolsun sayın karahan çok büyük emek sarfederek  okuduğu bir kitaptan alıntı yaparak bizlere sunmuş. Bu alıntıyı okuyunca, daha bir kaç gün önce sayın hypatia'nın aktardığı alıntı aklıma geldi.  Sayın hypatia'da "Mason efsaneleri" başlığı altında bir kitaptan aktarımda bulunmuş, sayın karahan ve diğer bazı katılımcılar sayın hypatia'nın alıntısında bir çok yanlılıklar bulduklarını, Mason'luk hakkında yanlış bilgiler içerdiği için eleştirilerde bulunmuşlar ve özellkle Mason'luğun efsanevi bir tarihinin olmadığı, l700'lü yıllardan önce Mason'luktan söz edilemeyeceği tarzında yazılar yazarak biraz da sorgulamalı eleştirilerde bulunmuşlardı.
       Ben bu yazıyı detaylarına girerek eleştirmeyeceğim . Ama görüyorum ki, Mason'lukla ilgili olarak yine Mısır'a kadar dayanan anlatılar mevcut. Yani burada da efsaneler konuşuyor. İşte bu olmuyor. Aynı mahiyette bir başkası yazınca acımasızca eleştirecek,okuyanları yanlış bilgilendiriyor diye kınayacaksınız,  ama kendiniz rahatça yazacaksınız.
       Sayın karahan, bu alıntının  arkasında mısınız ?
       Saygılar-sevgiler.
"Vur ama dinle beni"


Şubat 17, 2012, 08:41:23 öö
Yanıtla #2
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Karahan o aktarımının arkasında olsa da olmasa da be o yazıyla bağlantılı eleştirilerimi yönelteceğim.

Eleştiri olacak; yerme ye de küçümseme değil. Yazılanlar üzerine olacak, yazarıyla ilgili değil. Bizim bildiğimize göre yanlış yönü varsa doğru olanın belirtilmesine çalışılacak gene bize göre...

Burada sadece şunu şsöylemek gerek. Bir kitap yazılmış ve yayınlanmışsa, bunun içindeki bilgilerin ille de ve kisinlikle doğru olmasııııgerekmiyor. Kitaplarn yayınlanabilmesi bakımından bir doğruluk testinden geçirilip onay verilmesi gibi bir şey yok. Dolayısıyla falancanın yazmışq olduğu bir kitap çok tutmuş, çok satmış, çok beğenilmiş ve bir kaynak kitap olarak nitelenmiş olsa bile, bir başka açıdan yanlışlar içerebiliyor.  Bunu göz ardı etmemek gerek. Bir zamanlar elimizin altından eksik etmediğimiz birçok ansiklopedinin bile yer yer çok yanlış bilgiler içerdiğini bilmemiz gerek.

Bu sadece bir ara ileti oldu. Şimdilik zaman elvermiyor bu dediğimizi yapmaya. Ancak notu alnmıştır; zaman elverişli olduğunda yapılması gereken yapılacaktır.


 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Şubat 17, 2012, 05:42:21 ös
Yanıtla #3
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

       Sağolsun sayın karahan çok büyük emek sarfederek  okuduğu bir kitaptan alıntı yaparak bizlere sunmuş. Bu alıntıyı okuyunca, daha bir kaç gün önce sayın hypatia'nın aktardığı alıntı aklıma geldi.  Sayın hypatia'da "Mason efsaneleri" başlığı altında bir kitaptan aktarımda bulunmuş, sayın karahan ve diğer bazı katılımcılar sayın hypatia'nın alıntısında bir çok yanlılıklar bulduklarını, Mason'luk hakkında yanlış bilgiler içerdiği için eleştirilerde bulunmuşlar ve özellkle Mason'luğun efsanevi bir tarihinin olmadığı, l700'lü yıllardan önce Mason'luktan söz edilemeyeceği tarzında yazılar yazarak biraz da sorgulamalı eleştirilerde bulunmuşlardı.
       Ben bu yazıyı detaylarına girerek eleştirmeyeceğim . Ama görüyorum ki, Mason'lukla ilgili olarak yine Mısır'a kadar dayanan anlatılar mevcut. Yani burada da efsaneler konuşuyor. İşte bu olmuyor. Aynı mahiyette bir başkası yazınca acımasızca eleştirecek,okuyanları yanlış bilgilendiriyor diye kınayacaksınız,  ama kendiniz rahatça yazacaksınız.
       Sayın karahan, bu alıntının  arkasında mısınız ?
       Saygılar-sevgiler.


sn.alşah

Benim herzaman tedirgin olduğum bir husus vardır önyargıdır oda sizde bana karşı sanırım bu var hayır hayır yok demeyin sakın var.Sanki aklınızın bir köşesine not bırakıp yermeye çalışıyorsunuz aslında bakış açınız doğru aynı şeyi başkası yapınca yanlış oluyorsa ben yapıncada yanlıştır ki haklısınız.

Benim üzüldüğüm şey sanırım yazılarımı okumadınız sn.hypatianın yazdığı ne konuyu eleştirdsim ben ne yazarı hakkında bir lafım yada itirazım oldu oradada net anlaşılamadım eleştirildim çaktırmadan ama cevap vermedim.Bakınız sn.hypatia nın açtığı konuya ilk ben cevap yazdım ben genelde eleştirel bir insan değilim sahip olduğum bilgiye o kadar güvenmem heleki bu insanlar başta sn.adam,sn.skullg.sn.mason sn.ceycet şimdi foruma pek katılmayan eski dostlarda sn.dino gibi arkadaşların bilgisi ile pek yanyana durmam o yüzden benim yazacağım eleştiri ancak hadsizlik ve çapsızlık olur.

sn.hypatia ile olan sorunumuz uslup ile ilgili idi,bu forumda çok değer verdişğim insanlar var sizde bunlardan birisiniz aynı şeyi sizin içinde dayanamaz yaparım.Sn.adamın konu,kitap ve içeriğe ilişkin yaptığı kendince doğru eleştirileri çürütmek yerine yazarı ve kitabı savunarak sn.adama yüklenince benim itirazım oldu aslında benle ilgili bir konuda yok ortada ama ben dostlarıma sadakat ve saygı gösteren ve gösterilmesini arzulayan biriyim sonra ikimizde kontrolden çıktık çünkü birbirimiz dinlemiyorduk olay bu kadar basit yani.

Ben yayınladığı yayını asla eleştirmedim sn.adama olan tavrını eleştirdim.Bu kadar uzun anlatmam gerekti çünkü okumamışsınız.

saygılar
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Şubat 17, 2012, 06:18:59 ös
Yanıtla #4
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 301
  • Cinsiyet: Bay

Bu konuyu daha önceden sanki hatırlıyordum.
Bakınca buldum: http://www.derki.com/ezoterik/item/2043-eski-misir-ve-masonluk?tmpl=component&print=1

Satırların yazarı Derya bey, sayın Karahan mıdır bilemiyorum, değilse kimden alıntıladığını yazsa en azından emeğe saygı adına daha iyi olabilirmiş diye düşünüyorum. Tamamen harici hayatta yaptığım işte sürekli telif haklarımızı korumak durumunda olmamdan geliyor bu hassasiyetim, lütfen sayın Karahan şahsına bir eleştiri olarak almasın bu yorumumu.

Önceki meseleye gelecek olursak, Sayın Karahan'ın alıntının arkasında olup olmaması kişisel bir sorun yaratmamalı diye düşünüyorum, bir şey eleştirilecekse zaten alıntılayan değil, alıntının içeriğidir. Eskilerin deyişiyle, zarf değil, mazruftur derdimiz ;)

Sevgi ve saygılarımla.
"Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır."
Ludwig Wittgenstein


Şubat 17, 2012, 06:24:54 ös
Yanıtla #5
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Bu konuyu daha önceden sanki hatırlıyordum.
Bakınca buldum: http://www.derki.com/ezoterik/item/2043-eski-misir-ve-masonluk?tmpl=component&print=1

Satırların yazarı Derya bey, sayın Karahan mıdır bilemiyorum, değilse kimden alıntıladığını yazsa en azından emeğe saygı adına daha iyi olabilirmiş diye düşünüyorum. Tamamen harici hayatta yaptığım işte sürekli telif haklarımızı korumak durumunda olmamdan geliyor bu hassasiyetim, lütfen sayın Karahan şahsına bir eleştiri olarak almasın bu yorumumu.

Önceki meseleye gelecek olursak, Sayın Karahan'ın alıntının arkasında olup olmaması kişisel bir sorun yaratmamalı diye düşünüyorum, bir şey eleştirilecekse zaten alıntılayan değil, alıntının içeriğidir. Eskilerin deyişiyle, zarf değil, mazruftur derdimiz ;)

Sevgi ve saygılarımla.



sn.gnothi

Bahsettiğiniz alıntı meselesi bu forumda çok gündeme geldi biz çok üstünde durmadık ama sizde haklısınız emeğe saygıdır lakin kimi yazacağım olaya öyle girdiğin zamanda iş hadis külliyatına gider hani vardır ya hadiste o şundan duymuş oda bundan rivayet etmiş bilgi sanki böyle bir şey ilginç gördümü paylaşıyorsun hep merak eder dururum çokta cevap bulamadım bilginin gerçek sahibi kim acaba diye.

not:yazdığınız forumu bende sıkı takip ederim alıntı oraya ait lakin benim aldığım yerde oradan alıntılamış

Saygılar
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Şubat 17, 2012, 11:24:23 ös
Yanıtla #6
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1795
  • Cinsiyet: Bay

       Sayın karahan, önce şunu belirteyim, ön yargı ifadenizi asla kabul edemem. Bu sonuca nasıl vardığınızı da anlamış değilim. Yanlız polemik olmaması nedeniyle çok fazla detaylara girmeyeceğim. Ama sözünü ettiğim konu hakkında gerek diğer katılımcıların ve gerekse kendi yorumlarınızı bir kez daha gözden geçirirseniz, sanırım bana hak vereceğinizi düşünüyorum.
        Saygılar-sevgiler.
"Vur ama dinle beni"


Şubat 18, 2012, 05:20:37 ös
Yanıtla #7
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Henüz bu başlık altındaki yazının eleştirisine girişmedim ama Sayın gnothi'in sözüne takıldım.

Emeğe saygı....

Peki ama o emek sonucunda ortaya çıkmış üretim birçok yanlışlık içeriyorsa, bu yanlışlar dolaylı olarak başka yanlışlara da yol açıyorsa ne olacak? Saygı duyacak ve göstereceğiz diye, yanlışların yanlışlıını, hiçbir dayanağı olmayan iddiaların geçersizliğini, saçma sapan lafların tutarsızlığını belirtmeyecek miyiz?

Hoşumuza gitmeyen, beğenmediğimiz, tutmadığımız kendi inanç ve benimseyişlerimize uymayan hatta karşıt bir yönelim gösteren söz ve yazıları toleransla karşılayabiliriz. Bunlar davranışsal bir niteliğe bürünüyorsa hoşgörüyle karşılayailiriz. Böylece emeğe saygıyı ortaya sermiş oluruz. Fakat bunu göz göre göre yanlışlar için yapabileceğimizi, yapmamızın uygun düşeceğini sanmam.

Şunu da unutmamak gerek. Şayet ben bir yazıyı eleştiriyorsam, benim eleştirim de bir emek ürünüdür. Üstelik hiçbir alıntısı olmadığı için daha da emek yoğundur.

 
   
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Şubat 18, 2012, 06:43:03 ös
Yanıtla #8
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 301
  • Cinsiyet: Bay

Sn ADAM,

Umarım "emeğe saygı" derken en azından alıntı yapılan platformun veya kişinin adının belirtilmesinden bahsettiğimde hemfikirizdir sizinle. Kesinlikle alıntı yapılan fikir neyse kıyasıya eleştirilmelidir, söyleyecek bir sözümüz varsa. Hele sizin gibi bir bilgi ummanı kişinin eleştirileri her zaman faydalıdır, şahsi fikrimce.

Yoksa emek harcanmış diye her hangi bir yaratım eleştirilemeyecek olsa, bilimsel ilerlemeden söz etmek mümkün olmazdı tarih boyunca.
"Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır."
Ludwig Wittgenstein


Şubat 19, 2012, 10:28:30 öö
Yanıtla #9
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Forumda ara sıra birbirine pek benzer bir durumla karşılaşıyoruz:

Bir üyemiz, bir kitaptan aktarımda bulunuyor, ya doğrudan ya da özetleyerek…  O aktarımın çerçevesinde Masonluk ile bağlantılı birtakım sözler yer alıyor; özellikle Masonluğun kökeni, tarihi, felsefesi, öğretisi ile bağlantılı anlatımlar….

Neden olmasın! Olacak elbette; olsun! Bu forumun işlevlerinden biri de o.

Ancak bir bakıyorsunuz ki o kitap baştan sona gerçekleri içermiyor. Sanki bilimsel araştırma sonucuymuş gibi anlatılan şeylerin birçoğunun aslında bir varsayım ya da kurgu olduğunu, dayanaktan yoksun bulunduğunu görüyorsunuz.

Bu elbette sırf Masonluk konusu için özel değil, genel geçerli bir durum.

Bu işin asıl kötü yanı, o kitabın belki de çok değerli bilgiler içermesi ama yanlış bilgilere hatta uydurmacalara da yer vermek suretiyle kendi kendini güvenilmez kılması.

Doğrusunu bildiğiniz bir konunun orada yanlış aktarıldığını görünce; doğru mu yanlış mı olduğunu bilmediğiniz, bilgilenmek istediğiniz bir konuda o kitabın diğer anlatılarını da güvenilmez buluyorsunuz ister istemez.

Böyle bir durumdan ötürü o anlatımı alıp buraya getiren forum üyesi dostumuzu kusurlu bulmak gibi bir tutum takınamayız. Ancak ona sorabiliriz, bu anlatımların arkasında duruyor mu yani bu anlatımların doğru olduğunu savunuyor mu diye…

Bu, “evet” diye yanıtlaması hayli zor bir sorudur çünkü onun da konuya alıntı yapmış olduğu yazar kadar hâkim olmasını gerektirir.

Kendinden bu denli emin olan bir kişi elbette eleştirilmekten hiç çekinmez ve “Buyurun, bu yazının neresinin yanlış olduğunu gösterin.” diyebilir, der tüm özgüveniyle.

Şimdi bu yazıyı bize getiren Sayın Karahan’a bu yazıyla bağlantılı olmak üzere bu soruyu soralım mı, sormayalım mı?

Bana kalırsa sormayalım. Çünkü burası kişi eleştirme yeri olmamalı.

Nitekim zaten Sayın Karahan bu anlatımını olabildiğince objektif bir tarzda ortaya koymuş. Üstelik aktarıp anlattıkları, Masonluk ile herhangi bir bağlantısı olmaksızın bir başka başlık altında da irdelenmekte bu forumda.

Anlatımlarda beni asıl ilgilendiren nokta, Masonluk ile yapılan bağlantılar.

Konu “Eski Mısır ve Masonluk” diye bir alt başlık ile başlamasına karşın, uzunca bir bölümde Masonluk ile bağlantılı herhangi bir söz ile karşılaşmıyoruz. Genelde din özelde Hıristiyanlık ile bağlantılı anlatımların değerlendirmesini (gerekiyorsa eleştirisini)  yapamam. Bu, o konuları çok iyi bilenlerin işi olmalı.

Masonluğa nerede geliyoruz? “Kader ve Büyü” başlıklı alt bölümde.

Burada adı geçen, üzerinde özenle durulan bir kişi var: Papus… 

İşin içine Papus yani Dr. Gerard Encausse girince Masonluktan mı söz edeceğiz, Masonluğa benzer bir başka dizgeden mi, yoksa tarihte yer yer ve zaman zaman görülmüş olan yozlaştırılmış/başkalaştırılmış Masonluk uygulamasından mı (Martinizm ve Manyetik Masonluk gibi), bunu da göz önüne almak gerek.

Masonluğuna tarihinde çok değişik akımların yer almış olduğunu, bunun sonucunda yüzlerce rit kurulduğunu, ancak 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde tüm bunların ayıklanıp bir durulma ve belirginleşmenin sağlandığını da bilelim.

Burada öyle bir söz söyleniyor ki… Mısır’ın ve Masonluğun inisyasyonlarında yıldızlar önemli bir yer tutuyormuş!...

Antik Mısır’daki çeşitli ekollerin inisyasyonlarında yıldızların önemli bir yer tuttuğuna ilişkin bir ileri sürüşü Masonluk ile hiç bağdaştırmadan irdeleyebiliriz. Fakat burada bir de Masonluk ile bağlantılı inisyasyonlarda da yıldızların önemli bir yer tuttuğu söyleniyor. Ardından da astral konularla bağlantılı anlatımlara geçiliyor.

Kusura bakmayın ama MASONLUKTA BÖYLE ŞEYLER YOK.

MASONLUKTA BİLİMSEL YÖNTEM VAR, AKIL VAR, BİLGELİK VAR.

Böyle şeyler başka kurumların, başka öğreti sistemlerinin öğeleri olabilir belki ama Masonluğun değil.

Böyle şeylerin Masonluğa mal edilmesi için birtakım girişimlerde bulunulmuş, bazı ritler kurulmuş tarihte. Onlar tarihte kalmış. Üstelik Masonlukta pek küçük bir yer tutabilmiş.

20. yüzyıl başlarının ünlü okültist masonlarından Papus lakaplı Dr. Gerard Encausse’un yapmaya çalışmış olduğu ancak pek genç yaşta öldüğü için gerçekleştiremeden bıraktığı uğraşı işte böyle bir şey.

Zaten o yüzden şu alt bölümün başlığı çerçevesinden büyü sözcüğü geçiyor ya…

Papus’a göre Masonlukta ölüm sonrası yaşanacak astral hal ilgili olarak astral âlem için yapılan inisiyatik hazırlıklar varmış ve bunların kökeni Mısır imiş.

Bu düşünü Papus’un önerdiği tarzdaki Masonluk için geçerliydi o dönemde. Aslında ona Masonluk tarzı bile değil, Martinizm demek çok daha uygun. Masonlukta, Antik Mısır öğretileriyle yakın bağlantısı olan Misraim-Memfis Riti’nde bile ölüm sonrası yaşanacak astral hal diye bir şey yok.

Böyle bir konu Masonluğun düşünsel/inançsal ilkelerinden birinin “ruhun ölümsüzlüğü” olması gerektiğini ileri süren masonik sitemlerde bile yer bulan bir benimseyiş, bir tutum, bir öğreti değil.

Dr. Gerard Encausse’un öğretisi hatta Martinizm, Masonluğun niteliğini yansıtan bir örnek olarak gösterilemez çünkü değil.

Her ezoterik kurumun Masonluk ile bir ilgisi, bir bağlantısı yok. Hele okült nitelikli bir öğretisi olan kurumların hiç yok. Belki içlerinden kimisi paramasonik (Masonluğa benzer) olarak nitelenebilir ama hepsi o kadar.

Masonlukta böyle şeyler yok. Yazıda değinilen, ritlerde birbirinden farklı olabilen Gül+Haç (Rozkrua) derecesinde hatta daha ileriye geçen ritlerin sonraki derecelerinde de yok.

Yok!

Masonlukta olmayan bir şeyi varmış gibi gösterme çabalarının karşısında hayrete düşüyorum.

Masonlukta böyle şeyler olsa masonların kaleme almış olduğu o çok ayrıntılı, ciltler dolusu kitaplarda olurdu. Örneğin bu forumda bile adından hayli söz edilmiş olan ünlü masonlar araştırıcı yazarlardan Albert Pike’ın litürji çalışmalarında yer alırdı.

Yok!

Niçin yok?

Masonlukta böyle şeyler yer almadığı için.

Fakat Masonluk ile bağlantısı olmayan varsayımcıların, okültizme çok meraklı olanların, bunu Masonluk ile bağdaştırmak için ellerinden geleni yapanların kitaplarında var.

İnanılası mı?

Masonluktan hiç söz etmeseler ve böylece kendi kendilerinin güvenilirliğini yitirmeseler olmaz sanki.

Bunu niçin yapıyorlar?

Çünkü bir başka şeyden söz ettiğinizde (örneğin kendisinize asal benzeştirme alanı olarak Altın Şafak dizgesini aldığınızda) bunu çok kişi hiç duymamış, ilgili alanları dışında, hiçbir flaş ya da magazin değeri olmayan, sansasyon yaratmaya elvermeyen bir kurumdan söz edince yeterince ya da beklediğiniz ilgiyi çekemiyorsunuz. Günümüzde Masonluk okur yazarlığı olan hemen herkesin iyi kötü ilgilendiği, merak ettiği bir konu.

Ben şimdi Türkiye’de bir kitap yazayım… Masonluğun kökenine Oğuz Destanı’nı yerleştireyim. Bakın ne kadar çok ilgi çeker. İnsanlar o kitabı alıp okur. Masonluğu öğrenmek için değil, Oğuz Destanı’nda Masonluğun nasıl yer tutuğunu ve nasıl olup da oradan kök aldığını merak ettikleri için.

Ben böyle bir kitap yazıp yayınlarsam Masonluk ile Oğuz Destanı bağdaşmış mı olur?

Yıllar sonra belki bir üyemiz bu forumda benim o kitaptan aktarımlar verebilir. Böylece Masonluğun kökeni Orta Asya Türklerine bağlanabilir.

Böyle bir anlatım, öteki varsayımsal köken bağlantılarından daha yanlış sayılmayabilir.



Bu noktada durup az nefes alayım. Sonra yine devam ederim gerekirse. Bir sonraki alt başlık “Siyaset ve Masonluk”.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
4702 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 07, 2008, 11:22:53 ös
Gönderen: Prenses Isabella
5 Yanıt
3736 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 12, 2011, 08:20:00 ös
Gönderen: Yücel
4 Yanıt
6209 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 28, 2011, 05:59:19 ös
Gönderen: moonlight
0 Yanıt
5336 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 30, 2011, 12:22:50 ös
Gönderen: Eser
7 Yanıt
10215 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 26, 2017, 03:28:00 ös
Gönderen: moonlight
0 Yanıt
2441 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 06, 2011, 03:59:39 öö
Gönderen: Yücel
1 Yanıt
3997 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 14, 2019, 10:55:00 ös
Gönderen: Samuray
6 Yanıt
5586 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 11, 2013, 08:24:52 ös
Gönderen: karahan
1 Yanıt
3040 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 03, 2012, 06:00:25 ös
Gönderen: Tij
3 Yanıt
2714 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 11, 2015, 08:17:28 ös
Gönderen: Kağan