Masonlar.org - Harici Forumu

Masonluk Bilgidir. Bilimdir. Ilimdir. => Tarih => Milletler Tarihi => Konuyu başlatan: ADAM - Kasım 20, 2009, 12:17:01 ös

Başlık: Tapınakçılar ve Özellikleri - 4
Gönderen: ADAM - Kasım 20, 2009, 12:17:01 ös

Dün ve bugün forumda o kadar çok konuyla ilgilendim ki, bırakmış olduğum noktaya bir türlü dönemedim. Ancak sıra geldi.


Şövalyeler Arası İlişkiler

Her şövalye, nedeni her ne olursa olsun, bir diğer şövalyeyi kızdırmamaya ve sinirlendirmemeye dikkat etmek zorundaydı. Aralarında herhangi bir uyuşmazlık çıkar da bunu çözümleyemezlerse, yapacakları iş hemen üstada ya da komutana başvurmaktı. Bir uyuşmazlığın çözümünde üstadın ya da komutanın vereceği karar kesindi; tartışılamazdı.

Buna aykırı davranan olursa vaydı haline! Neler olabileceğini az sonra yazacağım.

Şövalyelerin Toplum İle İlişkisi

Şövalyelerin halk içinde yalnız başlarına dolaşmaları yasaktı. Her nerede olursa olsun, gece ya da gündüz, ikişerli gruplar halinde gezerlerdi.

Halk arasındaki bir şövalye, herhangi biriyle kavgaya tutuşamazdı. Şövalyelerin kendi aralarında yarışma dışında dövüşmeleri zaten yasaktı. Fakat bir başkasıyla dövüşmeye niyetlenen bir şövalyenin, bunun için önce üstat ya da komutandan izin alması gerekirdi. İzin verilmez ise, bu durum onur kırıcı olarak da düşünülmezdi.  

Peki, halktan biri bir Tapınak Şövalyesine hakaret eder ya da saldırır, onu dövüşmeye zorlarsa ne olurdu?

Tapınakçıların kuralları arasında, burada bir olasılık olarak akla gelen böyle bir sorunun yanıtı yok... Ancak şu var: Sıradan bir kişinin bir Tapınak Şövalyesine hakaret etmesi ya da ona saldırması için, herhalde ya deli ya da kendini bilemeyecek ölçüde sarhoş olması gerekirdi. Öyle bir durumda zaten kavgaya tutuşmanın anlamı olmazdı. Aklı başında olan ayık bir adam ise, bir Tapınak Şövalyesi ile dövüşmeyi göze alamazdı.

Sakın «Onun Tapınak Şövalyesi olduğunu nereden bilecek? Ya bilmiyorsa?» diye sormayın… Bir Tapınak Şövalyesi, bulunabileceği her yerde herkes tarafından tanınırdı.

Disiplinsizlik ve Cezalar

Bir şövalye herhangi bir kusur, suç ya da günah işleyecek olursa, dosdoğru ilgili üstat ya da komutana giderek bunu açık yüreklilikle anlatması gerekirdi. Pek önemli olmaması durumunda, bu iyi niyetli davranışı üzerine ona küçük bir ceza verilebilir hatta belki bağışlanabilirdi.

Önemli ya da ağır bir suç işleyen bir şövalyenin yargılanması gerekirdi. Böyle bir durumda üstat ya da komutan bireysel kararını vererek uygulayamazdı. Bu bağlamda, her karargâhta bir yargı kurulu vardı ve gerektiğinde toplanırdı. Suçlu şövalye (zanlı diye bir şey yoktu) pişman olduğunu belirtirse, verilecek ceza hafifletilebilirdi. Yargıda savunma hakkı da saklı tutulurdu. Fakat bile bile suç işlemenin gerekçesi kabul edilmezdi.

Kurallara uymayan ya da disiplinsizlik edenlere “hafif” sayılabilecek birtakım cezalar verilirdi. Bu hafif cezalardan biri, yemekte tek başına ya da yerde oturmaktı. Bir diğeri, şövalyelere pek yakışmayan, sivil personel tarafından yapılan daha alt düzeydeki işlerle görevlendirilmekti.

Burada “hafif” diyerek geçtiğim bu tür cezalar, bir “şövalye” için aslında ölümden ağır bile sayılabilirdi. Çünkü herkes onun cezalandırılmış olduğunu anlar, görüp izler, dolayısıyla gururu kırılırdı.

Bir sonraki aşamada ağır cezalar başlardı. Bunlar ise, mantosunun, atının ya da kılıcının alınmasıydı. Böyle bir ceza geçici bir süre için olabileceği gibi, kesin ve sürekli de olabilirdi. Kesin ve sürekli olması, onun şövalyelikten çıkarılıp ancak bir çavuş ya da sıradan asker gibi tarikatta kalmasına izin verilmesi anlamına gelirdi. Askerlikte rütbelerin sökülmesi gibi...

Bu tar ağır bir cezayı gerektirebilecek suçlar arasında şunlar sayılabilir:
- Bir diğer şövalye ile dövüşmek,
- Tutsak alınmış birini elden kaçırmak ya da bilerek öldürmek,
- Atını kaçırmak,
- Kılıcını ya da mantosunu yitirmek hatta bunlardan birini kızgınlıkla fırlatıp yere atmak,
- Yalan söylemek,
- İzin verilmiş bir dövüş dışında kızgınlıkla bir Hıristiyanı yaralamak,
- Kadınlarla cinsel ilişkide bulunmak, (erkeklerin sözü yok ama eşcinselliğin daha ağır bir cezası var.)
- Şantaj yapmak,
- Gece izinsiz olarak birlikten ayrılmak,
- Kendi başına tarikatın malını ya da mülkünü bir başkasına kullandırmak,
- Önce işlediği bir suçu bir daha işlemek.

Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’nda “hapis cezası” yoktu ama “ölüm cezası” vardı. Bu cezayı gerektiren suçların başında şunlar gelirdi: Hırsızlık, yolsuzluk, verilen bir buyruğu yerine getirmemek yani itaatsizlik etmek.l

Fakat “ölüm” bir şövalye için en ağır ceza sayılmazdı. Daha ağır olanı, tarikattan kovulmaktı. O da şöyle durumlarda söz konusu olurdu:

- İzin verilmiş bir dövüş dışında bir Hıristiyan'ı bilerek ve isteyerek öldürmek,
- Tarikatın toplantılarında konuşulup görüşülenleri açığa vurmak,
- Eşcinsel ilişkide bulunmak,
- Hıristiyanlığı eleştirmek,
- Bir başka şövalye hakkında yalan söylenti çıkarmak ya da suçlanan bir şövalye lehine yalancı tanıklık etmek,
- İi günü aşan bir süre boyunca izinsiz olarak karargâh ya da kamptan ayrılmak,
- İzinli olduğu süre içinde şövalyelere yasak olan bir iş yapmak,
- Bir çatışmada tarikatın flâması dalgalanırken düşmandan kaçmak.

Kimi zaman bir şövalyeye “geçici uzaklaştırma” cezası verilirdi. Bu ceza, kesin olarak kovulmadığı fakat buna çok yaklaştığı için uyarıldığı anlamına gelirdi. Uzaklaştırılan şövalye, en az bir yıl süreyle bir Sistersiyen manastırına kapanır, tüm günlerini orada dua edip düşünerek geçirir, böylece öz eleştirisini yaparak kendi kendisini uslandırmaya çalışırdı. Artık uslandığına inanan cezalı şövalye ilgili komutan ya da karargâh üstadına başvururdu. Karargâh ya da birliğine dönebilmek için onu da uslandığına inandırması gerekirdi.

Her Tapınak Şövalyesi, tarikatın düzen ve disiplin kurallarını başından beri çok iyi bilirdi. Bunlardan herhangi birini kabul etmekte duraksama gösteren bir şövalye adayı zaten tarikata alınmazdı.


Üzerinde çok durulmuş olan konulardan biri de Tapınak Şövalyesi olmak isteyen bir kişinin tarikata kabul edilme yöntemidir.

Bir sonraki yazımda onu anlatmaya niyetliyim.