Sayın ADAM öyle yerlere değiniyor ki yanıt versen bir türlü vermesen bir türlü...
Konu döndü dolaştı Sion Tepesi üzerine kondu...
Erişebildiğim kaynakları elimdekilerle birleştirerek bu konuya değineyim.
Yahudi tarihine ait tüm kaynaklar ve kutsal kitaplar Sion sözcüğü ile kimi yerde Kudüs’ün (İbranice adıyla Yeruşelayim’in ki anlamı “barış toprağı”dır) tümünü, kimi yerde de bir bölümünü tanımlıyor.
Kutsal Kitabın (Tora) İkinci Samuel 5:7 ve ve Birincii Tarihler 11:5’de “Ne var ki, Davud Sion Kalesini ele geçirdi…” deyimleri yer alır…Bu değinme, günümüzde mevcut kalan kent sınırlarının güneydoğusunda kalan küçük tepeyle ilgilidir.
Kutsal Kitap’ta Sion sözcüğü kimi zaman da tüm kenti amaçlayacak şekilde kullanılmıştır. (Mika 4.7 ve 4:
deki gibi... Zaman içerisinde Sion ismi tüm Jehuda ülkesini kapsayacak kadar geniş bir anlamda kullanılmıştır. Örneğin İşaya 10:24’te ve 51:16’da “Ey Sion’da yaşayan benim halkım…” ve “Sion’a derim ki sen benim halkımsın…” deyişleri yer alır…
Kutsal Kitap döneminin sonlarına doğru Sion ismi Tapınak Tepesi anlamında kullanılıyordu. Yoel “3:17 ve Birinci Makabiler 7:33’de olduğu gibi…
Yahudi tarihi araştırmacılarına göre son coğrafi saptaması bugün mevcut olan ve Eski Kent’ten kalan kalan duvarların güneyindeki tepenin adıdır.
Sion tepesi ile ilgili kimi bilgileri daha sonra vermek üzere şu konumuz olan 3 tapınağın yapım yerine değinelim.
İlk Mabed (kimi araştırmacılar Tapınak sözcüğünü kullanıyor) ile ilgili bilgiler tümüyle Yahudilerin (Hıristiyanlar için Holy Bible) kutsal kitabı olan Tora (Tevrat’a) dayanıyor. Yahudi araştırmacılar Tora’da yer alan bilgileri arkeolojik ve tarihsel açıdan kesin kanıtlanmış gibi kabul ederek tüm Mabedleri Moriah Dağı üzerine koyarlar.
Şimdi Tevrat’ta yer alan bilgilere kısaca değinelim.
Davud Yeruşalayim’i başkent yapar yapmaz şehrin kuzey sınırındaki küçük bir tepeyi, sahibi olan Aravna adlı bir Yebusi’den 50 Şekel gümüş karşılığı satın alır. Bu satın alma Tora’da (Tevrat’ta) iki yerde kayıtlıdır (2. Samuel 24:24 ve 1. Tarihler 21:25). Bu tepe Moriah Dağı’dır. Burası, Tora’nın belirttiği gibi Avraam’ın (İbrahim’in) oğlu Yitshak’ı (İshak) kurban etmeye gittiği ve şu sözleri söylediği yerdir: “Tanrı görecek” ya da “Tanrı’nın dağında, O görünecek.” (Bereşit 22:14)
Burası, Yaakov’un (Yakup) rüyasında gökyüzüne çıkan bir merdiveni gördüğü ve şöyle dediği yerdir: “Bu yer ne kadar huşu verici! Tanrı’nın evinden başka hiçbir şey yok ve bu, gökyüzünün kapısı.” (Bereşit 28:17)
Bu bilgilerin ardından Kutsal Kitap 1. Bet Amikdaş’ın yapım öyküsünün ayrıntılarına girişir. Verilen bilgilerin tümü Masonik yazında verilen bilgileri aşan bir şeyler içermez.
Bu bağlamda 1.Mabed’in yapım öyküsünün ayrıntılarına girmeye gerek duymuyorum. Onun yerine şu Sion Tepesine dönmek daha yararlı olacak. Bu dönüşü Antik Çağ ve
öncesi ile sınırlı tutmayıp biraz daha yakın tarihlere getirmek gerekiyor.
Devir Orta Çağ. Avrupa’dan silahlı silahsız asker, sivil, din adamı, hırsız, çapulcu yüz binlerce insan akın akın Kudüs’e hacı olmaya ya da daha doğrusu çapulculuk yapmaya gidiyor. Ama gidenlerin tümünün amacı bu değil. İçlerinde 9 kişilik bir şövalye grubu var. Amaçları başka…
Başlarında Bouillon dükü Godfroi var. Godfroi de Bouillon Birinci Haçlı Seferi’ne çıkmadan önce Avrupa’daki varını yoğunu tümüyle elinden çıkarmıştır. Bu durum onun Kudüs’ü ele geçirse de geçirmese de, bir daha dönmemek üzere gitmekte olduğunun bir işareti olabilir mi?
Şimdi işin en ilginç yerine geliyoruz: Neden Haçlı ordusu Kudüs’ü ele geçirince, Godfroi de Bouillon, kendi ordugâhını, o tarihlerde üzerinde bir Bizans bazilikasının yıkıntılarından başka hiçbir şey olmayan Sion Tepesi’nde kuruyor?
Askeri açıdan en uygun yer olduğu için orayı seçmiş diyorsak soruyu kolayca yanıtlamışız demektir. Ama “belki işin içinde başka iş vardır” diyorsak başka bir açılıma gideriz.
Bu durumda ister istemez bin yüz yıl kadar önceye dönmek zorundayız.
Tevrat’ın “Yeşu” 18. Babına kalırsa; Israiloğulları “Vadedilen Topraklar”a yerleştikten hemen sonra, bu ülkenin 12 kabile arasında paylaştırması yapılmış. Tevrat’ta her bir kabilenin sahip olduğu bölgeler uzun uzun betimleniyor. Kudüs’ün de içinde yer aldığı bölgenin Benjaminler’e verildiği belirtiliyor. Tevrat’ta, daha Kral Süleyman zamanında, Israiloğulları’ndan kimilerinin gene “puta tapar” olmaya yöneldikleri, yozlaşmanın giderek arttığı da yazılı.
“Hakimler” 20. ve 21.’de yazıldığına göre, özellikle Benjaminler “Baal inancı”na kapılmışlar. Bu yüzden, diğer kabilelerle bozuşmuşlar ve Israiloğulları arasında yer yer kanlı çatışmalar çıkmış. Benjaminler’in çoğu öldürülmüş. Sağ kalanları da ülkeyi terk etmişler.
Fransız tarihçi René Grousset (1885-1952) Paris’teki Milli Kütüphane’de bulunan “Gizli Dosyalar” içinde yer alan bazı sayfalarda şunları yazıyor:
Kudüs’ten ayrılan Benjaminler önce Fenikeliler’e sığınmışlar. Benzer ilkeler üzerine kurulu inançları olduğundan, Fenikeliler onları hoş karşılamışlar. Daha sonra gruplar halinde Fenikeliler’in gemileriyle denize açılmışlar. Kimileri Mora Yarımadası’na, kimileri de Anadolu’nun Ege kıyılarına çıkmış. Mora’ya çıkanlar Arkadyalılar ile, Anadolu’ya çıkanlar ise Lidyalılar ile kaynaşmış. Truva’ya yerleşenleri de olmuş. Çoğu ise kuzeye doğru göçmeyi sürdürmüş. Makedonya’yı geçip Balkanları aşarak Tuna boyunca Batı’ya doğru ilerlemişler. Atinalılar Truva’yı düşürdükten sonra, burada kalmış olanlar da Trakya üzerinden Orta Avrupa’ya çıkmış olanlara katılmışlar.
Bir süre Prusya’da kalmış, sonunda Galya’ya (bugünkü Fransa’nın kuzeydoğusuna) ulaşarak orada yerleşmişler. Paris ve Troyes kentlerinin adlarının daha önce Truva’da kalmış olan Benjaminler tarafından oradaki olayların anısını yaşatmak üzere konduğu gibi bir varsayım da öne sürülmüş.
Bu noktada ilginç bir yanlışlık yaşanmış olsa gerek. Paris kenti adını Galya halklarından Parisii lerden almaktadır. "Paris" aslında Romalıların "Lutetia" yerine kullandıkları "Civitas Parisiorum" (Parisiilerin şehri) adının zamanla değişmesi sonucu oluşmuştur. Paris aynı zamanda şehrin etrafındaki yöreye de (Parisis) verilen isim olmuştur.
Troyes ismi Truva (aslı Helence Troia)’dan gelse bile Paris adının şu meşhur Helena’yı kaçıran Kral Priamos’un oğlu, Hector’un kardeşi yakışıklı İda Dağı çobanı Paris’ten gelme değildir. Bu yanlışlığa göz ardı edip şu Benjaminler öyküsünü Sion Tepesine bağlamaya çalışalım.
“Gizli Dosyalar”daki soy ağacı çizimlerine göre; Frank Krallığı’nın temelini oluşturan Merovenjler, Benjaminler’in kalıtımını taşıyorlar. Godfroi de Bouillon’un asıl amacı “Kutsal Topraklar”ın Müslümanlar’dan alınarak Hristiyanlığa mal edilmesi değildir. Bu görünüm altında Haçlılar’ın desteğiyle, kendi ana yurdu saydığı ülkeyi ele geçirmektir. Daha yola çıkmadan önce oluşturduğu kurumun adı, amacına eriştiği zaman Sion Tepesi’nde yerleşmeyi, orada bir küçük manastır (prieuré) kurmayı kafasına koymuş olduğunu göstermektedir. Somut olarak böyle bir manastır kurulmamıştır. Fakat “Prieuré de Sion” bir örgüt ya da bir kurum niteliğini taşımak üzere önce Kudüs’te, sonra Fransa başta olmak üzere Avrupa’da varlığını sürdürmüştür.
Sion Tepesi Yahudiler için bu denli önemli midir?... Çok daha önemli olan, bir “simge” olarak da benimsenebilecek başka bir yer, bir kişi adı bulunamamış mıdır?
Bu sorunun yanıtı hem evet hem de hayır olabiliyor. Tutucu Yahudiler için Sion adı başlıbaşına bir simge olaydır. Ve bunun işareti çeşitli kaynaklarda adeta mitolojik bir öykü gibi yer almaktadır.
Yahudilerin "Sion'a geri dönmeleri" ifadesi ilk olarak 1140'da ölen Yehuda Halevi tarafından dile getirilmiştir, Bir Yahudi efsanesine göre, Kudüs'e yaklaşınca kutsal şehrin gücü altında ezildi ve en güzel ağıtını söyledi bu sırada atlı bir Arap tarafından ezilerek öldürüldü. Yahuda Samuel Halevi Andalusia (Endülüs Toledo) doğumlu ve yazılarını Arapça yazan bir dinbilgini ve şair idi.
Sion Tepesi, Birinci Haçlı Seferi sonunda Hıristiyanlar’ın Kudüs’ü ele geçirmelerini sağlamış olan Godfroi de Bouillon için çok önemliydi. Onun bir tutkusuydu. Bu nedenle 1090 yılında kurduğu örgüte Prieuré de Sion adını vermişti. Bu örgütün ülküsünün ise Yahudiler ile hiçbir ilgisi yoktu. Fakat Merovenjler ile ilgisi vardı; Benjaminler ile ilgisi vardı. Hatta bu işin ardında bir “tarihsel hesaplaşma” olduğu bile söylenebilir.
Peki bu Prieuré de Sion adlı örgütün bir başka kurum için önemi yok mu?.
Şövalye Ramsay tarafından Masonluğun kökleri Templier Şövalye örgütüne bağlanınca, G.de Boullion’un da bu örgütün ilk Başkanı (Büyük Üstadı) olduğu saptanınca Sion Tepesi’nin tapınakların inşa yeri olmaktan öte bir şey olduğu ortaya çıkar gibi oluyor (mu?)
Nereden nereye!
Sayın ADAM öyle yerleri deşiyor ki değinmeden olmuyor. Konu başka yönlere kayar gibi olsa da “Din Değiştiren Yapılar” adlı araştırmamı “lastik gibi uzasa da” sürdürmeye ve bitirmeye kararlıyım…
Not: Bu arada hemen deşilecek bir konu da aklıma geliverdi: Masonluk ve Siyonizm…