Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: DİNİN FELSEFİ SORUNU  (Okunma sayısı 16835 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 26, 2007, 02:46:08 ös
  • Administrator
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 9553
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk, Masonlardan Öğrenilmelidir

DİNİN FELSEFİ SORUNU

- Philosophical Problem of Religion-
Prof. Dr. Hüseyin ATAY
Ankara Ü. İlahiyat Fak. Emekli Öğr. Üy.





İnsanlığın doğuşundan günümüze kadar gelen en genel insanlık sorununun din
olduğu görülmektedir. Dinin iptidai toplumlardaki insanlar üzerine olan etkisi,
gelişmiş toplumlarda aynı şekilde devam etmektedir.
Günümüzde tanrısal kaynaklı olduğuna inanılan üç din: Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslam medeniyet ve kültür bakımından dünyaya hakim olma yarışını
sürdürmekte ve dünyayı yaşanmaz hale getirmektedir.
Bu üç dinin dışında kalan Uzak Asya dinleri daha çok nüfusa sahip oldukları
halde, dünyaya hakim olma konusunda ne kendi aralarında ne de bu üç dine karşı bir
egemenlik savaşı içindedirler.
Tanrı kaynaklı bu üç dinin ana ve temel kitaplarına, bütün dünya dinleri
kaynaklarına ve kültür eserlerine bakılınca bu üç dinin kaynaklarında insanüstü
güçlü bir varlığın, bütün insanların mutluluğunu eşit olarak amaçlayan bir öneriyi ve
öğretiyi getirdiği görülmektedir.
Ancak, tarihleri boyunca bu dinleri izlediğimizde şunu görüyoruz.
Yahudiliğin ana kitabı Tevrat bu üç dinin ilk ve en geniş kitabıdır. İçinde
anlatılan Tanrının bütün evreni ve içindeki insanları da var eden bir yüce varlığı
anlatan sözler ve deyimler bulunduğu gibi o yüce varlık küçük bir Yahudi
topluluğunun tek ve yegane hamisi ve koruyucusu olması anlayışına indirgenmiş,
günümüz deyimiyle insanlar içinde sadece Yahudi topluluğunun parti başkanı olarak
rol aldığı öne çıkarılmaktadır.
İptidai milletlerdeki aile tanrılarına benzeterek, yüce varlığı kendi Yahudi
ailesi tanrısı görüp başka insanların bu tanrıya inanmakla Yahudi olmalarını kabul
etmemekte, ancak onları kendi içlerine almadan dışarıda ikinci sınıf insan olarak
görmektedirler.Yüce varlık, Yahudilerin özel aile tanrısı olduğu için, başkalarının
kendi Yahudi dinine girmelerine sıcak bakmamakta ve Yahudiliği de başkasına
överek anlatmaktan uzak durmaktadırlar.
İkinci din olarak Hıristiyanlığa gelince, Yahudilerin din anlayışına bir açılım
getirerek ve Yahudiliğin tek yüce varlık anlayışından ayrılarak üçlü bir tanrı aile
sistemine yönelmişlerdir. Tevrat’ın tek Tanrı anlayışını doğrudan değil, kendilerinin
Roma’nın üçlü tanrı anlayışına uydurmak için Tevrat’ın yüce tek Tanrı anlayışına
bir üst derece vererek onu Baba Tanrı yapıp ona bir oğul eklemişler, bir babanın
oğlu olması için doğal olarak kadına ihtiyaç duyulmasını karşılamak üzere de Hz
İsa’nın annesi Meryem Baba Tanrının karısı ve tanrı doğuran anne olarak da Hz.
İsa’nın annesi olup tam sosyoloji deyimi ile bir çekirdek aile Hıristiyanların Tanrı
ailesini meydana getirmiştir.
Bu şöyle olmuştur. Yahudiliğin, hiçbir devletin yönetiminde olmadan egemen
bir güç olarak doğması, Hz. Musa’nın yönetiminde Mısır’daki kölelikten
kurtulduktan ve 40 yıl çölde dolaşarak özgürlük ruhunu ve havasını aldıktan sonra
Kudüs’ü alıp egemen bir devlet kurmasıyla Yahudilik fiilen başlamış oldu. Kölelikte
kanuna gerek yoktu. Ancak devletin kanuna ihtiyaç duyması sebebiyle, bir devlete
kavuşan Yahudilikte şeriat (kanun)’a gerek vardı. Bunun için Tevrat şeriat
hükümleri de içerir.
Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu içinde Bir cemaat olarak doğdu. Cemaat
kendi içinde kapalı bir topluluktur. Dışarıda olanları düşman görür. Onları iki
şekilde işleme tabi tutar. Ya onları herhangi bir yolla kendi içine alıp kendine
katmak ve onları özümseme yoluna başvurur ya da fırsat kollayarak çeşitli
yöntemlerle karşıdakini yok eder ve ortadan kaldırır. Hıristiyanlığın bu cemaat
zihniyeti ve ruhu iki bin yıl içinde en açık deyimi ile bugün dünya hakimiyetine göz
koyan devlet başkanı tarafından açıklanmış, uygulanması ise dünya milletlerinin
gözü önünde yapılmaktadır.
Hıristiyanlıkta asıl sapma 325’de İznik (Nicea) ‘de yapılan toplantıda
meydana geldi. O zamana kadar Hz. İsa Tanrının oğlu sayılmıyordu, ancak
İmparator Büyük Kostantin baskısı ile Hz. İsa’nın dininde iki büyük olay ortaya
çıkmıştır. Biri, Hz. İsa’nın Tanrının oğlu olması ve anasının Tanrının karısı olması,
ikincisi de Hıristiyanlığın devletin emrinde siyasallaşmasıdır. Bunun tarihi kanıtı
Roma Katolik Kilisesinin kurulmasıdır. Kilise Hıristiyanlığı siyasaldır ve bunun için
ayrıca devletin dışında da etkisini sürdürmek için papa bir resmi devlet başkanıdır.
Katoliklikten ayrılan Protestanlar ve diğer mezhepler papanın rolünü üstlenmeyi
sürdürmeye çalışmaktadırlar.
İslam’a gelince, tarih boyunca hiçbir devletin kurulmadığı ve hiçbir devletin
egemenliğine girmeyen Arabistan’ın Hicaz bölgesinde bir devlet olarak doğdu.
Devletin içinde her türlü inançtan, dinden, renkten ve ırktan insanlar bulunur. Devlet
onların aralarındaki olayları düzenler ve bunun için kendine göre kanunu (şeriatı)
olur.
İslam’ın ana kaynağı olan Kuran daha önce gelmiş Tevrat ve İncili kabul eder,
ancak onları aşar, Hz. İsa gibi bir kimseye, Yahudilik gibi bir aileye aidiyeti ve
mensubiyeti kabul etmediği için, Kuran kendisine bildirilen Hz. Muhammed’e de
aidiyeti olduğunu kabul etmez. Din kendisine ait olmayıp kendisi dine aittir,
mensuptur. Kuran’ın getirdiği bu dinin adını İslam olarak adlandırarak ancak
Tanrıya isnat edildiğini ifade eder.





Bunun için İslam hiçbir yere ve ırka ait değildir. Hz. Muhammed, bu anlamı
bütün hayatı boyunca anlattı ve uygulattı. Böylece İslam’da ırkçılık, aşiretçilik,
kabilecilik kimliklerini silip herkesi insanlık kimliğinde birleştirmek istemiştir. Bu
suretle İslam Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi herhangi başka bir parti dini olmayıp
bütün dinlerin üstünde hakemlik rolünde bir din olarak ortaya çıkmıştır.
Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Kureyşin ileri gelenleri işi kolayından
yakalamak için gelenekte olan Kureyşin Mekke’yi idareciliği olgusuna dayanarak
Kureyşiliği en üst kimlik yapmak suretiyle Hz. Muhammed’in Kureyşiliği üst kimlik
olarak almamasından saptılar ve kabileciliği günümüz deyimi ile particiliği ve kabile
milliyetçiliğini yeğlediler. Böylece İslam’ın evrensel insanlığı amacına ters düştüler.
1400 yıllık uzun tarihi süre içinde ve günümüzde hala bu yanlış zihniyet
egemenliğini sürdürmektedir.
Senelerce önce İslam dünyasında üç türlü din anlayışı yani üç türlü İslam
olduğunu yazmıştım.

1. Kuran’ın İslam’ı, Kuran’ın dini
2. Bilginlerin İslam’ı, bilginlerin dini
3. Halkın İslam’ı, halkın dini

1- Kuran’ın dini. İlk üç asırda (10 M.) Kuran’ın İslam’ı veya dini aksak ve
eksik devam ettiği için dünya çapında bir İslam medeniyeti ve felsefesi inşa
edilebildi. Kuran’ın bu din anlayışında hem Müslüman’a , hem Müslüman olmayana
tam din özgürlüğü vardır.

2- Bilginlerin dini. Dördüncü asırdan sonra (10 M.) fakihlerin, bilginlerin dini
başladı. İslam’da ilerleme ve gelişme durdu, öncekileri tekrar ettiler. Bu, alimlerin
dini yani onlar neye din dedilerse, o din sayıldı. Bu zamanda mezhepler teşekkül
ettiğinden, din parçalara, partilere ayrıldı, herkes kendilerinin asıl din olduğunu
iddia etme yarışına girdi.

3- Halkın dini. Her biri, halka daha yakın olmak yolunda, halkın hoşuna
gidecek hurafeleri, hikayeleri din diye anlatmaya başladı ve halkın dini böylece
doğdu. Ben bunlara halkın din hocası anlamında avam uleması (ulema-ul avam)
diyorum. Günümüzdeki kendini din bilgini gören (Dr. veya profesör) halkın din
anlayışının yanlış olduğunu bilmez, bilmiş olsa bile, onu söyleyemez, halktan ve
devletten çekinir.

Bilginlerin dininde ve halkın dininde Müslüman olmayana tam din özgürlüğü
olduğu halde Müslüman olana asla din özgürlüğü yoktur.
Hıristiyanlar nasıl Baba tanrının yerine geçen oğul tanrıyı bir parti başkanı
gibi görüyorlarsa, İslam bilginleri ve halkı da Allah’ı parti başkanı gibi algılarlar.
Arada şu fark vardır. Müslümanların parti başkanı gibi gördükleri Tanrı demokrattır,
başka partilerin yaşamalarına izin verir ve hak tanır. Hıristiyanların parti
başkanlığını yapan tanrı despottur, başka partililerin yaşamasına hak tanımaz, ya
ölecekler veya gelip partiye katılacaklardır.
Siyasal İslam dışa karşı, Müslüman olmayanlara karşı bir mücadele olmayıp
içe yönelik ve kendi aralarında bir mücadeledir. Siyasal Hıristiyanlık dışa yönelik ve
özellikle İslam’a karşı bir savaş inancıdır. Bilginlerin ve halkın İslam’ında
Müslüman olmayana karşı bir savaş kurgu zihniyeti inançlarında yoktur.
İnsanoğlunu incelediğimizde iki sınıfa ayrıldığını görürüz. Bir kısmı,
sığınacak, dayanacak, koruyacak birini arar. Kendini zayıf, tehlikede görür. Diğer
kısmı, insan başkasına egemen olmak, onlara hükmetmek eğiliminde olur. Sığınak,
koruyan sistemi ve arama eğiliminde olan, iki sağlam sığınak olduğunu görür. Biri
dindir, öbürü de güçlü kuvvetli başka bir insandır. Dinde aradığı sığınma Tanrıya
kadar yükselir ve böylece öldükten sonraki yaşamı da sağlamış ve elde etmiş olur.
Güçlü kişide aradığı sığınma ise dünya işlerinde (sosyal, siyasal ve ekonomik) böyle
bir kişiyi kendine önder seçer ve onun buyruğu altına girer.
İnsanlara egemen olma eğiliminde olan insan kendi egemenliğini sağlayacak
iki kaynak tespit eder. Biri dini kullanmak, öbürü de kendi gücüne dayanmak. Bu
eğilimde olan kişi, birinci sınıf insanı çok kolayca avlar ve onu kendine kul, köle
yapar. Kendi gücüne dini de katarsa, önüne durulmaz bir güç olur.
Evreni yaratan yüce Tanrı, insanı yaratmış, ona akıl vermiş ki kendi işlerini
düşünerek çözsün adil ve dürüst olsun. Ne var ki Yüce Tanrı insana hükmeden, onu
her tarafa yönlendiren güçler de vermiş olduğu için insan bazen ve kimi kez de çok
defa aklını kullanmıyor, yanlış işler yapıyor, birbirine haksızlık yapıyor ve
zulmediyor. İnsanlar huzursuz, mutsuz oluyor ve çok zarar görüyorlar. İnsanlar
yaratıldıkları amacın tam tersini yapıyorlar.
Bunun üzerine Yüce Yaratan topluluklar içinde en büyük haksızlığa uğrayan
bir küçük grubu, büyük zalimden kurtarmayı örnek olarak, Mısır’da Firavunlar
yönetiminde köle olarak işkenceye uğrayan ve soykırım sayılacak yeni doğan erkek
çocukları da öldürmeyi bir düzen haline getiren Mısır yönetiminden Yahudileri
kurtarmak üzere Yahudilerden bir kişiyi seçiyor ve ona sözlü bilgiler vererek
Yahudileri Mısırlıların zulmünden kurtarıyor.




Ancak Yahudiler Yüce Tanrının öğretilerini sırf kendi ailelerini kurtarmak
diye yanlış anlayarak başkalarından üstün ve onları aşağı görüp kıyımlara
başlıyorlar. Adalet ve dürüstlükten sapınca da Yüce Tanrı onları Sasaniler eliyle
cezalandırdı. Devletleri yıkıldı ve yurtlarından sürgün edildiler.
Bunun üzerine Yüce Tanrı Yahudileri eğitmeye devam etti, bazı özelliklerle
donattığı Meryem oğlu İsa’yı gönderdi. Yahudiler, bunun kendi amaçlarına
doğrudan hizmet etmediğini ve kendilerini Roma’nın yönetiminden kurtarmaya
önem vermediğini görünce Hz. İsa’ya karşı çıktılar. Hz. İsa da büyük bir başarı
gösteremedi, kendisine uyanlar İsa adına yeni bir dini akımı ortaya koydular ve
böylece Hıristiyanlık dini vücut buldu. Şimdi bütün dinler içinde, dünyayı sallayan
ve karışıklık çıkaran Hıristiyanlıktır. Bu felsefeyle Hıristiyanlık kendi dışındaki
insanların hem dinlerine, hem dillerine hem de mülklerine el koymuştur ve tarihteki
olup bitenler de bunun kanıtıdır.
Hz. İsa’nın havarileri daha becerikli çıktı. Hocalarından yakaladıkları bazı
sözlerin üzerine senaryolar yazarak İsa’nın dinini onun bir manevi (soyut) hayat
hikayesi olarak ortaya koydular.
Üç asır boyunca bu senaryoların üzerinde bazı değişik anlayışlar ve yorumlar
ortaya atıldı. Kimi asla ve orijinale sadık kalmayı sürdürürken, kimi de insanlara
manevi baskıyı kuvvetlendirmeyi yeğleyerek Hz. İsa’yı tanrının gerçekten oğlu ve
onun yerine tapılması gerektiği inancını yaymaya başladı ve bunu Roma’nın
sembolik olan üçlü tanrı inancını maddileştirdiler ve onu insanlaştırarak Baba
Tanrıyı da insan kılığına sokup evreni yaratan tanrı yerine oğlu Mesihi koydular.
İnsanın hayal gücünün neye kadir olduğunun kanıtı olarak önce Mesih İsa’yı
öldürttüler, sonra onu tanrı yaparak insan aklını sıfırladılar. Batı da Hıristiyanlık
dünyasında din dışında o kadar büyük akıllarca öldürülmüş Mesih İsa’nın evrene
hakim olan bir tanrı kabul edilmesi insanlığa büyük bir şeref mi yoksa büyük bir
hakaret mi?
Dünyaya düzen ve nizam verme davasında olan kilise Hıristiyanlığı ile İslam
arasında tarihi olaylara dayanarak çok kısa bir karşılaştırma ile sözümüzü bitirelim.
İnsanoğlunun egemen olma eğiliminin iki temel kaynağı veya dayanağı vardır. Biri
dindir. Din eğilimi, inansın, inanmasın her insanda doğuştan vardır. Böylece dini
eğilime yönelip ona önem vermek suretiyle onu istenilen yöne yönlendirme,
kullanma ve ondan en büyük yarar sağlama imkanı bulunmaktadır. İnsanın ikinci
dayanağı hem aklı, hem de güçlü kişiliği ve şahsiyetidir. İnsan bu iki kaynağa
dayanarak egemen olmaya çalışır. İkisinden birine dayanarak da egemenlik
kurabilirse de, bu o kadar sürekli ve sağlam olmayabilir.
Büyük Kostantin (Roma İmparatoru) 325’de İznik (Nicea) toplantısında
Hıristiyanlığın Roma kilise anlayışını benimseyerek, onu siyasallaştırmış ve onu
kendi beşeri otoritesi ile birleştirmiştir. Hıristiyanlığın derin ve açıkça söylenmeyen
bir inancı vardır. Bunu sembollerle inceden inceye anlatmaktadır: Hz. İsa’nın
öldürülmesinin intikamını almak. Bu iki şekilde ortaya konulmaktadır. İsa’nın
öldürülmesi bir insanlık suçudur. Bu durumda, bütün insanlık suçludur. O halde
bütün insanlığın bu suçtan kurtulması için gelecek, İsa’nın çarmıha gerilmiş
resminin altında tövbe ederek secde edecek ve teslim olacaktır. Bunu yapmayan,
öldürülmeyi hak etmiştir ve öldürülecektir. Bunun için bir Hıristiyan imparator,
devlet başkanı, savaştığı zaman beşeri, maddi otoritesiyle bir memlekete egemen
olmakla yetinemez, ancak manevi ve dini otoritesiyle, oranın halkını Hıristiyan
yapmadıkça, dini otoritesi amacına henüz ulaşmış sayılmayacağından oranın halkını
Hıristiyan yapmadan bırakmaz. İşte Hıristiyanlığın insanlığa karşı tutumu budur ve
bunu başarmak için her yol ona göre meşrudur ve bu dini bir görevdir.
Hıristiyanlığın bu amacı, Hz. İsa’nın çarmıha geriliş resminin kilisede herkesin gözü
önüne sergilenmekte olmasıdır. Niçin, Hz. İsa’nın genç güzel bir delikanlı resmi yok
da kana bulanmış resmi vardır?
İslam’a gelince, Yüce Tanrı Meryem’in oğlu İsa’nın beceriksizliğini görünce
ve havarilerinin de işi ne kadar sapıtıp insanlığa adalet ve dürüstlükle bir huzur
getirmediği ortaya çıkınca Hz. Muhammedi işi tamamlamak üzere gönderdi.
Burada Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam’ın temel kaynağı olan Yüce Yaratanın
insan felsefesinde önemli bir konuya değinmek istiyorum. Yüce Tanrı insanı yarattı
ve ona diğer varlıklardan ayrıcalıklı olarak üç özellik verdi:
Akıl, irade ve kudret. Akılla düşünecek, iradesiyle karar verecek, kudreti ile
de düşündüğünü yapacak. Ancak insan aklı ile doğru düşünürse de iradesi başka
şeye karar veriyor ve onu yapıyor. İnsanları akıllarına göre hareket etmelerini
desteklemek için, toplumların içinden kendisinin uygun gördüğü bazı kimselere
öğretiler öneriyor ve yolluyor. Böylece insanlara akıllarını nasıl kullanacaklarının
örneğini gösteriyor. Ancak, insanlar gene de akıl dışı işler yapmaya devam ediyor.
Yüce Tanrı da bıkmadan insanları uyarmayı sürdürüyor. İnsanlar ilk anda Tanrı
öğretilerine uyum göstermeye çalışıyorlarsa da bir süre sonra gene kendi özel
çıkarlarını sağlamak üzere amaçtan sapmaya başlıyorlar. Yüce Tanrı son mesajında
şunu açıkça ortaya koyuyor. Eğer Kendisi dilemiş olsa, insanları tek bir millet haline
getirebileceğini ancak bunu yapmayacağını insanları değişik ve çeşitli işler
yapabilecekleri için yaratıldıklarını ve bunu değiştirmeyeceğini açıklamaktadır.
Burada tek milletten kastedilen hayvanlar gibi robot, belli işi yapmanın dışında bir iş
yapamayan varlıklar olmasıdır. Örnek, arı bal, yılan zehir, inek süt yapar, başka bir
şey yapamazlar. İnsan ise bin türlü iş yapar, insan bunun için yaratılmıştır. İnsanlar
Tanrının hem akıl, hem de öğreti verilerine uymuyorlarsa da yine de onların
uymalarını sağlamak için insanlıklarını ve insanlık özelliklerini yok etmeyeceğini
vurgulamış olmaktadır.



Tarih boyunca Yüce Tanrının gönderdiği öğretilerin uygulamalarının
değişikliğe uğraması sonucunda, artık insanın işine yön verecek daha fazla öğretilere
gerek olmadan tarih boyunca gönderilmiş olanların içinden en genel anlamda bir
özet verip onu sağlama alarak, bundan sonra bir daha öğreti göndermeyeceğini
açıklıyor. Böylece insanı, iradesi ve kudreti karşısında onu aklı ve son öğretisiyle de
baş başa bırakmıştır. Bu son öğreti Kuran’dır. Kuran, Tevrat ve İncil’deki tanrısal
ilkeleri tekrarlayıp eksiklerini tamamlamaktadır. Bunun için, Kuran’ın öğretisi hem
Tevrat hem İncili aşmış ve onların yorumlamalarını da insan kaynaklı oldukları için
geçersiz saymış, insanın iradesini baskı altına almayı yasaklamış, öğretilerini
gönderdiği peygamberleri ile bu insanın özgür iradesine, insanın kendi yararı
düşünülerek, tasarlanarak bile olsa herhangi tür bir oyun, hile ile baskı altına alınıp
insana zorla bir inancın kabul ettirilmesini yasaklamıştır. İşte bu son mesaj olan
Kuran’ın temel felsefesi ve tutumudur.
Müslümanların tarihleri boyunca her İslam milleti bu ilkeye sadık kalmış ve
onu uygulamıştır. Hıristiyanlık tarih boyunca ve günümüzde Kuran’dan yararlanarak
bu ilkeyi benimseyip uygulamaktan uzak durmaktadır.
Bir Müslüman devlet başkanı egemen olmak için kendi kişiliğine dayanarak
savaş açabilir, savaşta başarı göstermek için milletinin dini duygularını da harekete
geçirebilir; ancak elde ettiği memleketin insanına maddi, kişisel egemenliğine göre
adalet ve dürüst idare etme zorundadır ve en önemlisi, elde ettiği memleketin
insanının hem dinine, hem de diline el atamaz. Onları hem dinlerinde, hem
dillerinde özgür iradelerine bırakmak zorundadır, onlara dini otorite kullanamaz.
İşte, insanlığın huzuru böyle bir dinin mensuplarının dünyayı idare etmeleri ile olur.
Bu idare felsefesi içinde Müslümanlar insanların ne dinlerine, ne dillerine ne de
mülklerine el atmışlardır. Müslümanların tarih boyunca uygulamaları bunun
kanıtıdır.
Hıristiyan devleti yani kilisenin siyasal Hıristiyanlığı ile İslam’ın siyasal
anlayışı arasındaki fark budur ve bunun yani kilisenin siyasal dini Türkiye’nin
Avrupa Birliğine engel olmasının kaynağı Hıristiyanlığın İslam düşmanlığından
başka bir şey değildir. Kilise başka dinlere karşı çıkmayabilir. Çünkü onları
özümseme ihtimali vardır. Ancak İslam din bakımından kendisinden daha güçlü
olduğu için onu özümsemeyeceğinden korkmaktadır. Kuran’ın dininde herkes
serbesttir. Kuran’a göre her insan inanmak zorunda değil ise de insan olma
bakımından adil ve dürüst olmak zorundadır. Bu aklın gereğidir, dinini zorla kabul
ettirmeye çalıştığı bir tutum değildir.
Burada “İslam” kelimesine bir açıklık ve tanım getirmek gerekmektedir.
Yukarıda dini üçe ayırmıştım. Kuran’ın dini, bilginlerin dini ve halkın dini. Bunu
kısaltarak şöyle söylemek mümkündür. Kuran’ın dini ve bilginlerin dini.
Çünkü halkın dini bilginlerin dinine dayanıyor. Halkın dini deyimini
kullanmamızın nedeni gerçek din bilginlerinin, halkın inandığı bazı şeyleri
reddetmesindendir. Bunun için din bilginlerini ikiye ayırmak gerekiyor. Biri,
doğruyu bilip doğru olarak söylemek gerçek bilgin olmaktır, diğeri de gerçeği bilse
bile halkın hoşuna gitmeyeceği için gerçeği söylememektir. Halkın dinini besleyen
gerçeği bilmeyen, doğrusunu bilmeyen din adamlarının da bulunduğunu ne acıdır ki
görmek mümkündür.
“İslam” kelimesini Kuran Kerim dinin adı olarak kullanıyor ve Yüce Tanrı
katında kabul edilecek olan din “İslam”dır diyor. O halde “İslam” ne demektir?
Hangi anlamda kullanılmaktadır. “İslam” kelimesinin kökü (silm, selm, selam,
salim) kelimeleridir. Her dilde olduğu gibi türemiş olan kelimeler türetildikleri
kökün anlamını taşırlar. Bu silm, selm, selam, salim, teslim kelimelerin sözlük ve
kök anlamları, barış, sağlam, doğru, sağlıklı ve saflık, samimiyet, teslim olmayı
ifade eder. “İslam” kelimesi bunları içerir. Bunları bir araya getirerek şu tanım
ortaya çıkar. İslam: Doğruya içtenlikle bağlanmak, iyiye samimiyetle teslim
olmaktır. İslam’ın bu anlamını Kuran bütün boyutlarıyla anlatır. Hangi sözde, işte,
düşüncede olursa olsun, onda bulunan iyiye, doğruya samimiyetle, gönülden
bağlanmaya İslam denir. Kuranın evrensel dini bu anlamda olan İslam’dır. Bu Kuran
dinidir.
Bilginlerin dinine gelince; bilginlerin Kuranın özel hüküm ve söylemlerini
esas alıp, bunların ışığında Kuran’ın evrensel ilkelerini kısıtlamaları, onları
daraltmaları ve şartlara bağlamaları ile de bilginlerin ve halkın İslam’ı ortaya çıkar.
Bazı kimselerin, bilginlerin İslam’ı bu şekilde anlamalarına “Müslümanlık”
demeleri yanlıştır. Uyguladıkları İslam, Kuranın İslam’ı olmayıp, kendi kafalarında
ve algılamalarında olan “İslam”dır. Onun için Kuran’ın İslam’ı ile bilginlerin
İslam’ı aynı değil, Kuranın Müslümanlığı ile bilginlerin Müslümanlığı aynı olmadığı
gibi. Sapmalar, taviz vermeler, yanlışlar kavramlar yerli yerinde anlaşılıp
kullanmamaktan ortaya çıkıyor.
Kuranın İslam’ında Müslüman olana ve olmayana tam özgürlük vardır.
Bilginlerin İslam’ında Müslüman’a hiç özgürlük yok, Müslüman olmayana ise tam
özgürlük vardır. Mezheplerin, dini cemaatlerin dini kurum ve örgütlerin, tarikatların
dini ve İslam’ı bilginlerin dini ve İslam’ıdır. Bilginlerin İslam’ı da devletlerin
İslam’ıdır ve bu siyasal İslam’dır, kilisenin siyasal Hıristiyanlığın devletin din
olduğu gibi.
Yahudiliğin insanlık amacı, Yahudilerin mutlu ve huzurlu olmalarına katkıda
bulundukları ölçüde diğer insanlara huzur ve mutluluk sağlamaktır. Hıristiyanlığın
insanlık amacı, bütün insanları Hıristiyan yaparak, onları mutluluğa ve huzura
kavuşturmaktır. Kuran’ın amacı ise, bütün insanların her birinin kendi kişiliklerine
göre mutluluğa ve huzura kavuşmalarına yardımcı olmaktır.
Bütün insanlığın huzurlu ve mutlu olması için önerim şudur:
Bu üç dinin din görevlileri değil, sadece filozof ve kelamcıları (teologları)
tarafından, Tevrat, İncil ve Kuran’dan şu konulardaki ayetler seçilip her üç dinin ve
isterse her dinin okullarında okutulmak üzere bir kitap yazmalarıdır.

Konular:
1- Dinde özgürlükle ilgili ayetler
2- Düşünmede özgürlükle ilgili ayetler
3- Akılla ilgili ayetler
4- Ahlakla ilgili ayetler
5- Tanrı ile ilgili ayetler

Bu ayetler ışığında yapılacak bir çalışma, din olarak değil, bilgilendirme ve
kültür verme formunda olacaktır.
- Sahsima ozel mesaj atmadan once Yonetim Hiyerarsisini izleyerek ilgili yoneticiler ile gorusunuz.
- Masonluk hakkinda ozel mesaj ile bilgi, yardim ve destek sunulmamaktadir.
- Sorunuz ve mesajiniz hangi konuda ise o konudan sorumlu gorevli yada yonetici ile gorusunuz. Sahsim, butun cabalarinizdan sonra gorusmeniz gereken en son kisi olmalidir.
- Sadece hicbir yoneticinin cozemedigi yada forumda asla yazamayacaginiz cok ozel ve onemli konularda sahsima basvurmalisiniz.
- Masonluk ve Masonlar hakkinda bilgi almak ve en onemlisi kisisel yardim konularinda tarafima dogrudan ozel mesaj gonderenler cezalandirilacaktir. Bu konular hakkinda gerekli aciklama forum kurallari ve uyelik sozlesmesinde yeterince acik belirtilmsitir.


Aralık 26, 2007, 03:39:48 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341

Prof. Dr. Hüseyin ATAY yer yer yapmış olduğu doğru tespitlerini tarafsız bir şekilde devam ettirmiş olsaydı eğer daha etkileyici olurdu diye düşünüyorum..


Aralık 26, 2007, 03:44:32 ös
Yanıtla #2

Güzel bir yazı Sn. Üstadım.Paylaştığınız için teşekkürler.

Hayatta karşımıza çıkan her türlü olguyu (inanç sistemleri de dahil olmak üzere) sorgulayıp araştırabiliyorsak,neden,niçin,nasıl sorularının cevaplarını bulmak için bize anlatılan hikayeleri değilde kendi araştırma sonuçlarımız doğrultusunda ulaştığımız bilgileri mantık çerçevesinde özümseyebiliyorsak ,dünyaya İnsan (düşünebilen ,yorumlayabilen bir beyin sahibi) olarak gelmenin hakkını verebiliyoruz demektir.Aksi takdirde içgüdüsel bir yaşam süreriz ;yeriz, içeriz,uyuruz,üreriz.Dünya üzerinde hemen hemen her canlı kapasitesi dahilinde yaşar.Bitki yaşam süresi boyunca yapabileceğinin maksimumunu yapar,hayvanlarda öyle.Biliç sahibi varlıklar olarak kapasiyemizi diğer canlıların seviyesinde tutarak yaşamak kendimize ve bizi yaratan varlığa yapılmış en büyük ihanettir.

Saygılarımla,
Omnia mors aequat


Aralık 26, 2007, 04:18:49 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341

Her insan kendi sınırları çerçevesinde neden,niçin,nasıl  sorularına cevap bulur ve yaşamını çizdiği o yolda devam ettirir,,aslında bizlere içgüdüsel bir hayattan başka birşey yaşamıyor dedirten insanlar da birşekilde bu sorgulamayı yapıp 'kendi mantıklarında anlamlandırdıkları'  varoluşu ya da varoluşsal boşluğu yaşamaya koyulurlar bişekilde...
İnsan olmanın hakkını vermek düşünüp yorumlamaktan geçiyorsa eğer dünkü bugünkü savaşları,kıyımları da düşünüp yorumlayanlar mevcuttu,,aslında insan olmanın hakkını vermek sadece yaratılmış bütün canlıları sevmek ve saygı duymaktan geçiyor olsa gerek..


Aralık 26, 2007, 05:08:10 ös
Yanıtla #4

Alıntı
insan olmanın hakkını vermek sadece yaratılmış bütün canlıları sevmek ve saygı duymaktan geçiyor olsa gerek..

Bu cümleniz çok doğru Sn. tuana,

Ancak sevme eyleminin doğru bir şekilde ortaya konulabilmesi için eylemdeki derin anlamı idrak edebilmek gerekir.
Basit bir örnek;
Biz genelde neyi severiz?
Güzel olan veya bize faydası olan şeyleri(canlı veya cansız).
Neden ?
Çünkü benmerkezci düşünce bilincimize sahiptir.Bu tarz sevgi ile insanlar sevdikleri şeyler için canını bile feda edebilirler.
Bu sevme tarzının yanlış olduğunu nasıl anlarız?
Sevdiğimiz şeyi kaybettiğimizde duyulan üzüntü ile.
Bilinçi bir zihinbu üzüntüyü nasıl yorumlar?
Doğru olan hiç bir enerji ve eylem üzüntü vermez tam tersine mutluluk verir.Yani negatif değil pozitif enerji üretir.Bu bağlamda sevginin gerçek olabilmesi için hiç bir şekilde üzüntü vermemesi gerekir.Üzüntü duymamak içinse sevilen varlık elden gittiğinde üzüntüyü meydana getiren bencil ,benmerkezci yaklaşımı uygulayacak zihinsel yaklaşımda olmamak gerekir.Yani bağlanmamak.Bir şeye çok bağlı isek ve kaybetmekten korkuyor isek bu bencilliktendir.
Bilinçsiz bir zihin bunu nasıl yorumlar?
Kayıptan sonra hayata küser,kendine zarar verir.Kin duyar.
Doğru bilince ulaşmak tecrübe ve derin araştırma gerektirir.Bunun içinde derinlemesine düşünmek.Bizler yaşadığı olaylardan ders çıkartabilme kabiliyetine sahip varlıklarız ancak araştırma ve düşünme ile daha derin anlamlara ve hiç umulmadık sonuçlara ulaşmak mümkündür.

Sevgiyi sadece hissetmekle değil sebeplerini ve sonuçlarınıda sorgularsak gerçek anlamına varabiliriz.Sonra insan olmanın hakkını da verebiliriz.Diğeri içgüdüsel ,biliçsiz ve bencil bir eylemdir.Sonuç olarak en nefret edilecek eylemi yapan varlığa karşı bile kin ve nefret duymuyorsak ver her objeye (canlı-cansız) aynı saf artniyetsiz sevgiyi duyabiliyorsak çok ciddi aşama kaydetmişiz demektir.

Saygılarımla,
Omnia mors aequat


Aralık 26, 2007, 05:45:01 ös
Yanıtla #5
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay


Hayatta karşımıza çıkan her türlü olguyu (inanç sistemleri de dahil olmak üzere) sorgulayıp araştırabiliyorsak,neden,niçin,nasıl sorularının cevaplarını bulmak için
En son neden,niçin,nasıl dedim ve marek ettim. başıma ne geldiyse meraktan geldi.Suçum neydi bilmiyorum ama bizim Haham beni kovdu


Aralık 26, 2007, 05:48:47 ös
Yanıtla #6

Alıntı
En son neden,niçin,nasıl dedim ve marek ettim. başıma ne geldiyse meraktan geldi.Suçum neydi bilmiyorum ama bizim Haham beni kovdu

 :) Sn Shemuel başa bişey gelmesi hiçbirşey gelmemesinden çok daha iyidir inanın bana yoksa olduğumuz yerde sayarız  ;)

Saygılarımla,
Omnia mors aequat


Aralık 26, 2007, 06:03:46 ös
Yanıtla #7
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Alıntı
En son neden,niçin,nasıl dedim ve marek ettim. başıma ne geldiyse meraktan geldi.Suçum neydi bilmiyorum ama bizim Haham beni kovdu

 :) Sn Shemuel başa bişey gelmesi hiçbirşey gelmemesinden çok daha iyidir inanın bana yoksa olduğumuz yerde sayarız  ;)

Saygılarımla,
Bak o doğru  :D

Ama şu `yeriz, içeriz,uyuruz,üreriz. ` Hoşuma gitti aklıma yatmadı dersem yalan olur :D


Aralık 26, 2007, 08:50:02 ös
Yanıtla #8
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341

Sevgiyi sadece hissetmekle değil sebeplerini ve sonuçlarınıda sorgularsak gerçek anlamına varabiliriz.Sonra insan olmanın hakkını da verebiliriz.

Öncelikle şunu belirtmek isterim yazdıklarınıza tamamiyle katılıyorum,,ilk yazdığınız cevapta sorgulama- yorumlamadan ne kastettiğinizi idrak edememiştim doğrusu çünkü sorgudan sorguya yorumdan yoruma fark vardır,mantıktan mantığa değişir,aksiyomdan aksiyoma..;ancak verdiğiniz örnekteki çıkarım mantık olarak kabul edilmesi gereken en güvenli yoldur:'Doğru olan hiç bir enerji ve eylem üzüntü vermez..!'.
Zaten bütün yaşadıklarımızı,öğrendiklerimizi,okuduklarımızı,duyduklarımızı bu şekilde sorgularsak cevapların bizde var olduğunu farketme imkanına kavuşuruz,hislerimiz bize nasıl bir yolda olduğumuzu haykırırlar adeta ve dediğiniz gbi böylece insan olmanın hakkını vermiş oluruz.. Aslında zaman kavramına burda değinmek isterim,,ona çok şey borçluyuz çünkü bizlere var olan cevapları sorgulayarak ulaşmamızı sağlayan bir aracıdır, hediye demek daha doğru olur sanırım:)
Bu bazda ele aldığımızda kapasitemizi kullanmamak,,bize sunulanları değerlendirmemek  'gerçek anlamda' bizi yaratan varlığa yapılmış en büyük ihanettir..



Mart 05, 2008, 07:49:33 ös
Yanıtla #9

Alıntı
En son neden,niçin,nasıl dedim ve marek ettim. başıma ne geldiyse meraktan geldi.Suçum neydi bilmiyorum ama bizim Haham beni kovdu

 :) Sn Shemuel başa bişey gelmesi hiçbirşey gelmemesinden çok daha iyidir inanın bana yoksa olduğumuz yerde sayarız  ;)

Saygılarımla,

Çok Doğru;) şahsen bilerek ve isteyerek olumsuz ortamlarda kasıtlı olarak olumsuzluklarla karşılaştım. Çünkü bilincinde olduğum bir durum vardı; Karşılaştığım her olumsuz olay bana önemli derecede ders verecek ve İnsani yönde ilerlememi sağlayacaktı. Tabiki normalde Biz İnsanlar özellikle Bayanlar ;) hassas ve duygusalızdır. Ancak Günümüz Çağında Özgür Bayan Tiplemesi adı altında İnsanlık Tekamül >>Sürecinde  Bayan- Erkek ayrımı yapılmaksızın Bayanların, Kendi Ayakları üzerinde durabilen Güçlü ve İradeli / Mantıklı bir şekilde hareket ederek İnsanlığı İleri Seviyeye Götüreceklerdir. < = Bu beklenilmektedir.   
« Son Düzenleme: Mart 05, 2008, 07:53:32 ös Gönderen: Sevil »
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
4 Yanıt
3979 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 23, 2008, 10:28:00 ös
Gönderen: Anatolic
3 Yanıt
3808 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 22, 2008, 02:42:57 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
3488 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 27, 2009, 01:04:58 ös
Gönderen: asoraman
0 Yanıt
2691 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 10, 2011, 07:51:14 ös
Gönderen: M1TO
4 Yanıt
4304 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 10, 2012, 09:54:26 ös
Gönderen: NOSAM33
0 Yanıt
2599 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 19, 2011, 03:35:56 öö
Gönderen: MASON
8 Yanıt
5981 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2013, 11:54:44 ös
Gönderen: park10
39 Yanıt
14524 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 24, 2012, 07:13:18 ös
Gönderen: Waldow
7 Yanıt
4711 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 06, 2013, 05:27:46 öö
Gönderen: Etimolog
0 Yanıt
2385 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 11, 2015, 03:15:07 öö
Gönderen: Risus