Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tutkularımızla,boş inançlarımızla savaşabiliyormuyuz?  (Okunma sayısı 7147 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 04, 2011, 10:50:11 ös
Yanıtla #10
  • Ziyaretçi

Öncelikle tüm katkıda bulunanlara teşekkür ederim, katkıların artması ile konunun daha da zenginleşeceğine eminim.

Belirttiğim ilk kavramı kendimce biraz daha açmak istiyorum; görüşlerde genel olarak tutkunun yararlı olduğu belirtilmiş, tutkuyu şu kriterlerle değerlendirmek sanırım  daha yararlı olacaktır; bir tutkunun olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğunun farkındalığına varabiliyorsak eğer, zaten o tutkunun esiri olmamışızdır. Dolayısı ile bu tutku kişinin sadece kendisine değil toplumada yararlı olacaktır.

Ayrıca ,Tutkular, her ne kadar doğrudan doğruya fiziki varoluşun hizmetinde değilseler de, içgüdüler kadar hatta onlardan çok daha güçlüdürler. İnsanın yaşama duyduğu ilginin, onun coşkusunun, heyecanının temelini bu tutkular oluşturur. Yalnızca insanın düşleri değil, sanat, efsane, tiyatro... yaşamı yaşanmaya değer kılan her şey bile bu kaynaktan doğar.



Sanırım yazdıklarınıza alıntı yapar isem, kendimi daha iyi ifade etmiş olacağım.

Sayın Adam'ın

Doğrudur, bu görüşte uyuşabiliriz, hatta uyuşmamız mümkün mü ? ( Şu “tutku” kavramı üzerinde durmak istiyorum. Sayın Siempre uzun bir tanım yapmış. Ben sözcüğün tanımını masonik sözlükten alayım; şöyle: Bir şeyin elde edilmesi ya da bir amaca ulaşılması için şiddetli ve sürekli istek.

Bu bir tutkudur.

Masonluğun amaçlarına ve ilkelerine (bence) uygun bir tutkudur.)


Sayın MMT ,

 Bir mason düşünün. Sürekli çalışan, sürekli okuyan... Nerede olursa olsun, ne zaman olursa olsun ,olur ya, işini gücünü bırakıp loca toplantılarına katılan bir mason...
   Bu bir düşkünlük değil midir?

belirtmiş,
 Masonlukta tutku için : masonların hep olumlu tutkular edinmeleri, olumsuz tutkulardan ise sakınarak varsa bunları gidermeleri önerilir ve öğütlenir. Bundan ötürü tutkuda olumluluğun ve olumsuzluğun farkının kavranması gerekir. Bireysel ya da zümresel bir amaca yönelen, başkalarından üstün olmayı erek alan, servet ya da mevki gücü elde etmeyi isteklendiren, salt bireysel düzeydeki doyum ve mutlulukları sağlayıcı türden tutkular olumsuzdur. Toplumlara ve insanlara yarar sağlamayı öngören, insanı ve insanlığı özgürlüğe , barışa, gönence, toplu mutluluğa evrime yöneltmeyi erek alan türden tutkular ise olumludur.

 Masonlukta tutku kavramı üzerinde epeyce durulmuştur. Ölçülü tutku, kişiliğin olumlu yönde gelişmesi, olgunlaşması  kendisine ve başkalarına yaratıcı katkıda bulunmasına neden olur. İnsanda tutku, güç ve sabır olmasaydı, bilimde, teknikte,sanatta,gelişmeden söz edilemez.

Yine sayın MMT 'ye bir söz ile katkıda bulunur isem,

Fransız Aydınlanması’nın filozofu von Holbach’ın bir zamanlar söylediği gibi: “Tutkulardan ve arzulardan yoksun bir insan, insan olmaktan çıkar”. Bu tutkular ve arzular, işte insan onlarsız insan olamayacağı için, bu denli yoğundur. İnsan tutkuları, insanı yalnızca bir nesne olmaktan çıkararak bir kahramana, aşılması güç engellere karşın yaşamına anlam kazandırmaya çalışan bir varlığa dönüştürür

 Felsefe tarihinde filozoflar, tutkuya karşı genellikle olumsuz bir tavır takınmışlardır. "Tutku olmazsa, büyük ve önemli hiçbir iş yapılamaz" diyen Hegel ve Nietzsche gibi düşünürler bir yana bırakılırsa, hemen hemen tüm düşünürler tutkuyu insana zarar veren akıldışı bir öge olarak değerlendirmişlerdir. Örneğin Platon ve Spinoza gibi düşünürler, insanın, tutkunun kölesi olduğu zaman özgürlükten yoksun olduğunu dile getirirken, insanın kendi kendisinin efendisi olmasını en büyük değer olarak görenler tutkuyu bir tür ruh hastalığı olarak görmüşlerdir. Bu iki uç arasında, modern felsefenin kurucusu olan Descartes, tutku konusuna biraz daha yansız bir tavırla yaklaşır; hayranlık ya da şaşkınlık, sevgi ve nefret, ne-şe ve hüzün gibi temel tutkularla, bunların birleşiminin sonucu olan "özel tutkular"dan söz ederek, yaşamın tatlılığını ve güzelliğini tutkularda bulduğunu belirtmiştir.


Tutkular olmalıdır, vardır ve değerlidirler, ama nereye, hangi sınıra kadar? İşte bu, tutkunun değerini ortaya koyan en önemli unsurdur. Çünkü eğer tutku insanı yanlışlara götürmeye başlamışsa, değersizleşmiştir. Yanlışlara götürmeye başlama sınırı öylesine açık, net ve belirgin bir çizgi de değildir ne yazık ki!
Birey içindeki her türden arzu, istek ve eğilimleri evrensel temel değerler ve temel doğrular ışığında irdeleyebilmeli ve bunun sonucunda hangi değerlere, hangi doğrulara yönelmeyi kendisine erek edineceğinin bilinciyle tutkularını belirleyebilme gücüne sahip olmalıdır. Tutku bireyin düşünsel dünyasının, akıl ve mantığının ürünü olmuş ise o kişiyi olumlu ve doğru sonuçlara götürecektir.

Tutku, heyecandır.
Tutku, insan mantığını zorlar.
Tutkular duygularla uyuşur, mantıkla çelişirler.
Us ötesi tutkulara esir olmak, insanı köleliğe götürür.
İnsan, duygusal tutkularıyla zayıflar; ussal tutkularıyla güçlenir.
Tutkuların ussal ve dengeli olabilmesi
insana büyük ve yüce ufuklar açar.

Belki de son söz olarak söylenebilecek olan “hazlardan ve coşkulardan payını alarak, ancak onlara tutsak olmadan, içimizdeki iyilik ve sevgi ateşini güçlendirerek, olumlu tutkularımızı olabildiğince açığa çıkartmak ve onu insanlığın yararına kullanmak” tır

Sayın Eureka,
yazdıklarına bütünüyle katılıyorum, kendisine teşekkür ederim.

Çok uzattım, özür dilerim.
(Sayın Adam, haklısınız ikiye ayırmak gerekiyormuş...)

Sevgi ve Saygılarımla,












Aralık 28, 2012, 02:00:12 ös
Yanıtla #11
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

ölü link canlansın....!

aslında iyi ve kötü tutku diye bir şey olduğunu şahsen düşünmüyorum, eğer kişinin hayat düzenini, temposunu , düşüncesini ,insanlarla,ailesiyle genel olarak toplumla ilişkisini çok fazla etkilemiyorsa adını veya bağımlılık ölçüsünü tutku olarak belirlediği hiç bir düşününün olumsuz olduğunu ve savaşmayı gerektireceğini sanmıyorum fakat boyutu veya önemi ne olursa olsun kişinin ardından koştuğu veya yokluğunda büyük sıkıntı yaşadığı ,kaybettiğinde  psikolojisinin harap olduğu, ona ulaşmak için gözünü kör eden ve bağımlılık derecesine varan her ruh hali ve düşünüsünü "savaşılması gereken tutku" olarak görüyorum.Dolayısıyla tutkuya konu olan eylemlerin şu ya da bu şekilde isim isim sınıflandırılması bu kuvvetli ruh haline ,soyut bir kavrama gem vurmaya çalışmaya benziyor.
Savaş kelimesinin ise tdk sözlüğündeki 3.tanımı "Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen mücadele" şeklindedir...fakat bir diğer gerçeklikte hiçbirşeyin yoktan varolmadığı gibi vardan da yok olmayacağı ,şekil değiştireceği şeklindedir.

kişinin kendi ruh halini tahlil etmesi çok zor , o nedenle kendini hergün yeniden tanımaya çalışarak olumsuz olduğunu "farkettiği" tutkuları ile hergün yeniden savaşmaya başlaması belki olumlu anlamda bir ilk aşama olabilir...sonucunda bu tutkularını tamamen yok edemeyecektir...fakat tekrar tekrar düşünerek,kendini daha iyi tanımaya çalışarak ,hata ve noksanlarını kendi keşfederek  aslında tutku olarak adlandırdığı ve çoğunlukla bireysel menfaatinin sözkonusu olduğu ruh hallerini ve isteklerini ,faydası tüm insanlığa olabilecek amaç ve ereklere ulaşamaya evriltebilir ve kendini de hayata daha iyi ve erdemlice kanalize edebilir.
Bilgili bir aptal, bilgisiz bir aptaldan daha aptaldır.
  Moliere


Ocak 30, 2013, 08:56:12 ös
Yanıtla #12
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 856
  • Cinsiyet: Bayan

Her ikisi ile savaşmak, itaatkar bir akıl gerektirir bana göre.

“Sizi hiç kimse tuzağınızdan çekip çıkaramaz. Hiçbir guru, hiçbir ilaç, hiçbir mantra. Hiç kimse. Ben dahil hiç kimse. Bütün yapmanız gereken, başlangıcından sonuna kadar farkında olmak ve arada dikkati yitirmemek. Farkındalığın bu yeni niteliği dikkattir. Bu dikkatin içinde ben tarafından çekilmiş hiçbir sınır yoktur. Bu dikkat erdemin en yüce biçimidir. Bu yüzden aşktır. Bu en yüksek derecedeki zekadır. Eğer insan elinden çıkmış tuzakların yapısına ve doğasına duyarlı değilseniz, bu dikkat var olamaz.”

Krishnamurti
Adequatio intellectus et rei