Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: UZUNCA Hayat Ağacı ve Her şeyin Teorisi (Bölüm 2/3)  (Okunma sayısı 1534 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 15, 2020, 03:26:38 ös


Yeniden merhabalar sevgili okurlar…

İzninizle 2. uzun yazımıza başlamadan önceki yazıyı bir özet geçelim derim…

1. Bölüm Özeti

Yazımızın önceki bölümünde bahsettiğimiz gibi insan IŞIKTIR ve TANRIDIR. Ayrıca İNSAN Hallac-ı Mansur’un dediği gibi TEK İLAH’tır. Bu yüzden ne kadar kendisi olursa, yani aydınlanırsa, o kadar Tanrı’ya yakın olur.

Genel tabire tezat olarak kişinin Ruh’u yoktur, çünkü kişinin kendisi Ruh’tur ve bu Ruh’un hep bir bedeni vardır. Bu beden zihin ürünüdür ve tam anlamıyla düşünceden imal edilmişti ve Ruh’ta bunun içine girmiştir.

Eğer kişi başka bir bedene girmek istiyorsa Ruh’unun bilincini bu bedene aktarması gerekir. Bu bedene genelde Astral/Lunar beden denir. Ayrıca bir bakıma sıradan birinin şu anki bedeni de bir nevi Astral bedendir çünkü bu beden de Astral beden gibi düşünceden yapılmıştır.
Kişi nihayetinde Solar bedene ulaştığında TANRI olur ve artık tam anlamıyla üstattır ve nihayet Solar beden denilen düşünceden olmayan ve ölümsüz olan, nurdan yapılmış ışıl ışıl bir bedenin içindedir. Artık kişi (olduğu şey) olmuştur.

Boaz ve Jachin Sütunları

Bana göre Kabala’da Boaz ve Jachin sütunlarını çalışmanın en kolay yolu Sefiraların anlamlarını DEĞİL, Gezegensel karşılıklarını çalışmaktır. Bu karşılıklar aşağıdaki gibidirler.

Kabalistik Sefiralar ve Gezegenler

Yukarıdaki görsel aslında bana göre biraz hatalıdır. Bunun nedeni sonraki yüzyıllarda keşfedilen Plüton, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin de sefiralara atanmasından (ve dolayısıyla Astroloji ile birleştirme çabasından kaynaklı olarak anlamlarının çarpıtılmasından) kaynaklıdır. Dolayısıyla asıl Gezegen atıfları aşağıdaki resimdeki gibidir.

Resim1.PNG

Resimde görüldüğü üzere Uranüs yerine Arş konulmuştur ve en tepedeki Kether ise Tanrı’nın her şeyi (yani her sefirayı) gören gözüdür ve tek gözdür, çünkü bir tek O her şeyi görür. Bu yüzden bu makam onun makamıdır. Pluto ise aslında gizli sefira diye geçer ve eski Kabalistik metinlerde bu sefira gerçekte yoktur. Bu sefiraya ben Ay’ın yansıması olduğu için Ay’ın karanlık veya aydınlanmamış yüzü diyorum.

Gezegenlerin karşılıkları Güneş’ten uzaklıklarıyla verildiği gibidir. Orta Sütundaki Güneş ve Ay ise bir nevi özeldir ve onlar Dünya’nın tepesinde, Dünya’yı en çok etkileyen güçlerdir. Aynı zamanda dikkat edilirse Güneş, Tanrı’nın makamının hemen altındadır ve onun oğludur. Güneş onun bu Dünya’daki temsilcisidir.

Bu arada bilindiği gibi sağ taraf Eril ve aydınlık Boaz sütunudur ve anlamı “Merhamettir”. Sol taraf ise Dişil ve karanlık Jachin sütunudur ve anlamı “Metanettir.” Bu arada belirtmekte fayda var ki Işık Kether Elyon’dan önce sağa, sonra zikzak şeklinde sola doğru akmaktadır (bknz).

Şimdi izninizle ilk kısma yani Nephesch (Nefs) veya Beden diye bilinen kısma geçelim.

1.Kısım-Beden ve Dört temel Element

Kabala’da sadece Beden kısmına özel olarak sefiralara elementler atfedilir çünkü bu kısım dünyevidir. Bu elementler aşağıdaki gibidir.
 
Resim2.PNG

İlk (Ezoterik) Yorum

Yukarıda vermiş olduğum resimde görüldüğü üzere Venüs Güneş’in ışığının aktığı ilk sefiradır. Bu yüzden elementi AŞK’ı ve IŞK’ı temsil eden “Ateş” elementidir. Sonraki sefira ise “Hava” elementine atfedilir. Bu iki element “ERİL” elementlerdir ve etkendirler. İki “ERİL” elementin ortasındaki ve direkt etki alanındaki sefiranın elementi ise “Su” elementidir. Bu suların (Mısırlılara göre Nil nehrinin ötesinden) aktığı aşağıdaki, Dünya’yı temsil eden, sefiraya ise “Toprak” elementi atfedilir. “Su” ve “Toprak” elementleri “DİŞİL” elementlerdir ve edilgendirler. Evet, RozaKruacılıkta sefiraların elementleri böyle konumlanır (bknz).

Burada dikkat çeken kısım aslında Kabala’daki “beden” kısmının kişinin/Ruh’un bulunduğu Evrenin tamamını kapsamasıdır. Hatırlanacağı üzere Işık tayfının tamamı Evrenin kendisidir ve ister Astral ister “Fiziksel” olsun, tüm bedenler Evrene aittir.

Peki buradaki semboller nedir?

Buradaki sembol kişinin Işığa mı yoksa karanlığa mı yöneleceğinin sembolüdür. Venüs Merhamet sütunundadır ve kişinin bu evrende(!) aydınlığı seçmesini temsil eder. Meşhur Rozenkreuz efsanesinde Christian Rozenkreuz Kimyasal evliliğini Venüs ile yapmıştır. Venüs bazen Astarte veya İştar olarak da geçer. Genelde Hermetik Kabala’da ise bu Isis’tir. Bu “evlilik” aslında kişinin enerjisi daha yüksek ve tabiri caizse daha “AŞK” ve “IŞIK” dolu, daha “ateşli” bir alemde yeniden doğuşudur. Yeniden doğan şey ise Lunar, yani Astral bedenidir. Bu kişinin yüksek enerjili Aurasıdır ve elbette kişi (henüz) Astral projeksiyona hazır değildir, biraz daha olgunlaşması kendi iyiliği için şarttır.

Venüs’e benzer şekilde Isis örneğinde de kişi Üst Astralde, Tanrı Osiris’in karısı Tanrıça Isis tarafından yeniden doğar ve bir nevi Tanrı’nın oğlu veya Güneş’in oğlu olur. Sonuçta insandan doğan insansa, Tanrıça’dan doğan da Tanrıdır… Bu arada ben Venüs yerine Athena demeyi uygun buluyorum, bunun nedenini 2. Kısımda anlatacağım.

Bu arada üst Astralden kastım genelde insanların Melek veya Annunaki gibi öğretici, sevgi dolu ve bilge varlıkların mekânı olarak gördükleri alemdir.

Tüm bunlara rağmen kişi Metanet sütununu da seçebilir. O sütun daha karanlık ve genelde (özellikle UFO’culara göre) reptoid denilen varlıkların bulunduğu alemdir ve Ezoterizmde yer altı dünyası diye geçer. Burası Alt Astral diye bilinir ve aynı zamanda genellikle kara büyülerin etki alanıdır. Daha doğrusu kara büyülerin mekaniği buradadır denilebilir.

Üst Astral her nasıl Venüs’ün bir nevi diyarı olarak adlandırılabilir ise Alt Astral de bir nevi karanlıklar ve cadılık Tanrıçası Hekate’nin diyarıdır. Hekate cadılığın, hayaletlerin ve ölümün de Tanrıçasıdır ve hep olmasa da GENELLİKLE kara büyücülerin biricik “sevgilisidir.” Witchcraft’ı benim gibi bilen biri Hekate’nin ne kadar büyücülük ile bağdaştığını bilir. İlginçtir ki Hekate aynı zamanda yer altı Dünya’sında, Hades’in evinde yaşar. Kutsal hayvanı siyah köpek veya kokarcadır. Son olarak eklemek gerekirse Hekate’nin babası Tanrıların düşmanı bir Titandır ve tahmin edin bu Titan kimdir?

Bu Titan anlamı “soymak/yağmalamak” veya “yok etmek” anlamına gelen Perses’tir. Yani Hekate tam anlamıyla babasının kızıdır. Kısaca Hekate kara büyücüler için veya en azından “Low Magick” denilen uygulamalar için müthiş bir idealdir (“Low Magick” ve “High Magick” arasındaki fark-İngilizce).

Bu arada bu yazdıklarım yanlış anlaşılmasın. Sonuçta kendini yakın hissettiği tarafa yönelmek herkesin hakkıdır. Ben yine de bilgi olsun diye koymak istedim. Çünkü bazı kimseler bu tarz varlıkları (hele Alt Astraldekileri) bugün bile TANRI veya TANRIÇA diye benimseyip tam anlamıyla tapıyorlar ve gördüğüm kadarı ile sadece kendilerine zarar veriyorlar.

İkinci (Psikolojik) Yorum

Kabala’nın beden kısmını içselleştirmenin bir yolu da onu olduğu gibi bugünkü modern psikolojideki gibi incelemektir. Bilindiği gibi Ay sefirası “Su” elementi ile ilişkilendirilmiştir. Bu sefira kişinin bilinçaltını temsil eder. Bakıldığında bu sefira iki tarafın etkisi altındadır ve bunlardan biri kişinin hisleriyken (sevgi veya ışk gibi) diğeri ise düşüncelerdir.
Unutulmamalıdır ki sol taraftaki “Hava” elementi düşünceleri, mental aktiviteyi ve aynı zamanda Tanrı Hermes’i temsil eder. Hermes akıllı ve kurnaz bir Tanrıdır ve aynı zamanda yaramazlık ve hırsızlık da yaptığı olur.

Psikolojik kısma dönecek olursak Kabala bize kişinin bilinçaltındaki Ruhani hisleri ve kendisi ile düşünceleri ve öğretileri (dogmaları, inançları vs.) arasındaki çatışmayı temsil eder. Ve bu çatışma “fiziksel” bedeni etkilemektedir.

“Su” elementi Astral aleme çok yakışır çünkü Astral alem “akışkandır,” bu yüzden çabuk etkilenir. İdealler, protokoller, gelenekler, öğretiler, dogmalar, fikirler ve diğer düşünce formları kişinin bilinçaltında yer tutarlar ve ara sıra kişinin hisleriyle burada çakışırlar. Lunar alemin sembolü Ay’ın aydınlanması bu yüzden aynı zamanda bilgilenme olarak geçer çünkü kişi “kendini bilmeye” başlamıştır. Yani suyu bulandıran düşünceler ateş ile yakılmış/dönüştürülmüş ve su berraklaşmıştır ve artık daha derin kısımlar nihayet görülebilir.

Dolayısıyla bu kısmın analizi şöyle yapılabilir. Kişi ne kadar kendine yakın olursa, hislerini takip ederse ve kim ne derse desin doğru kabul ettiği uğur için (bu bir fikir olabilir, bir kişi olabilir, fark etmez) çaba gösterirse aynı Simurg efsanesindeki gibi eninde sonunda kendine ulaşır. Onun dışında eğer başkalarının fikirlerine çok takılırsa, kurallara koyun gibi uyarsa, hiçbir şekilde sorgulamaz ve hislerini dinlemez ise, ve en kötüsü inisiyatif ve irade kullanmazsa adeta bir robot gibi verilen komutları yerine getiren ve protokollere uyan bir Android haline gelir ve bir nevi yaşayan ölü olur. Buna zombi de denilebilir çünkü kişinin içindeki Ruh adeta yok olmuş gibidir.

Şahsi görüşüm

Tüm bunların dışında tamamen tarafsız ve objektif olarak yukarıdaki alegori bence gerçekten çok tutarlıdır. Mesela kendimden örnek vermek gerekirse ben eskiden fikirlere ve aşamalara çok takılan biriydim ve bu beni psikolojik olarak çok yoruyor ve kafa karışıklığına neden oluyordu. Ayrıca kendimi bir türlü tam ifade edemiyordum ve çoğunlukla detaylarda boğuluyordum.

Tüm bunlar RozaKruacılık, Kabala ve özellikle Gurdjieff’in 4. Yol öğretisi ile tanışınca azaldı ve kendimi o zamandan beri GERÇEKTEN çok iyi HİSSEDİYORUM. Yani Kabala her ne kadar bazılarına biraz felsefi veya “mistik” gelse de en azından bana çok yardımı dokundu. Umarım bu Kabala’yı kişinin nasıl içselleştireceğine dair fazladan bir ipucu verir.

Neden Tanrı değil de Tanrıça?

Bu arada 2. Kısıma geçmeden önce şu soru sorulabilir. Neden bu formlar genelde Tanrıça iken Tanrı değillerdir?

Aslında bunlar sadece birer alegoridir. Unutulmamalı ki beden dişil iken Ruh erildir. Bu hem Doğuda hem de Batıda böyledir. Ayrıca pek çok Şaman ekolünde de durum böyledir. Kişi Ruhunu yani alegorik anlamda kalbini Üst veya Alt Astraldeki bir varlığa verirse (yani Ruhunu onun içine sokarsa), bu beden onun olmuş olur ve kişi artık o bedeni “kazanmıştır.” Ruh ise zaten ölümsüzdür ve kendini vererek hem kendini daha iyi bir hayata adamıştır hem de ölü toprağı canlandırmıştır/bereketlendirmiştir. Bu sembolizm Mısır piramitlerinde bile böyledir (bknz). Kişi ortadaki kızıl renkli piramit iken öldüğünde beyaz sütunu seçerse kral olur. Eğer sol taraftaki sütunu seçerse kendini yok eder.

Bu yazdıklarım biraz “ayrımcı/cinsiyetçi” gelmiş olabilir ama Alşimide de durum aynıdır. Metaller eril iken toprak dişildir. Bunun nedeni elbette metallerin yapısında (elektrik) vericilik olması var iken toprağın yapısında ise emicilik/alıcılık olması vardır. O yüzden Alşimi de metallerin kurşundan altına dönüşümü Manly P. Hall’un dediği gibi Ruh’un tekamülüdür ve kişinin daha değerli bir şeye evrilmesini sembolize eder. Ayrıca Asya tradisyonlarında da 5. bir element vardır, ve bu element metaldir ve Erildir. Bir de benim ilgimi çeken şey şudur;

Her ne kadar Gnostik bir Panteist olsam da okuduğum bir Kuran ayetinde, Hadid suresinde, metalin Cennetten indirildiği yazıyordu. Bir de bildiğim kadarıyla Bediüzzaman metalin göklerden bir armağan olduğunu söylüyordu. Çok uçmak istemiyorum ama metal Eril olduğuna göre burada bile Işık getiren tanrı Lucifer’ın düşüşünün ve yükselişinin alegorisi var gibi.

2.Kısım-Ruh

Resim3.PNG

Evet, yukarıda görüldüğü gibi Güneş yani Ruh iki tarafın etkisi altındadır. Bunlardan biri Merhamet sütununun temsilcisi Jüpiter yani Zeus iken diğeri ise Metanet sütununun temsilcisi Mars yani Ares’tir. Burada mitolojiye başvurmak 2. Kısmı hem “Ezoterik” hem de “Psikolojik” olarak incelemeyi son derece kolaylaştıracaktır;

Mitoloji

Ares’in hayvanı köpek, akbaba ve domuzdur. Ares her ne kadar 12 büyük Olympus ilahlarından biri de olsa, babası Zeus ve annesi Hera tarafından hoş karşılanmamış bir Tanrıdır. Şayet Ares şiddet ve savaş tanrısıdır, ayrıca Troya muharebesinde pek çok Yunan Tanrı ve Tanrıçasının aksine Yunanları değil Troyalıları desteklemiştir. Ares savaş meydanındaki aklı, beceriyi, merhameti veya stratejiyi DEĞİL, kanı, vahşeti ve şiddeti sever. İlginçtir ki Ares aynı zamanda bir korkaktır ve savaşta kimin haklı olduğuna bakmaz. Sadece eğlenmek için insanları öldürür.

Ayrıca kız kardeşi savaş ve bilgelik Tanrıçası Athena ile sık sık karşı karşıya gelmiştir. Bir keresinde ağır yaralanmış ve Athena’yı Zeus’a şikâyet etmiştir. Zeus ise hiç de oralı olmamıştır. Zaten Olympos’lular Ares’i sevmezler ve Tanrıça Athena Zeus’un en sevdiği çocuğudur. Athena aslında Zeus’un kafasından tamamen olgun ve zırhlı bir şekilde doğmuştur.
Athena bilgelik(1), cesaret(2), ilham(3), medeniyet(4), hukuk ve adalet(5), savaş(6) ve strateji(7) Tanrıçasıdır. Ayrıca el sanatları(8) ve beceri(9) Tanrıçasıdır. En çok savaştaki stratejik akıl ve becerisi ile bilinir. Athena genellikle kahramanların arkadaşıdır ve uygar yaşamı destekler, savaştaki şefkat ve cömertliğiyle de övünürdü. Ares’i Troya muharebesinde bozguna uğratmış ve canavar Medusa’nın öldürülmesine yardım etmiştir. Bu arada Ares ölümlü Herakles’e karşı da iki kere mücadele edip ikisini de kaybetmiştir.

Şimdi Zeus’a gelecek olursak, Zeus genelde Tanrıların en güçlüsü ve babası olarak görülür. Zeus Titanları yenerek Tanrıları kurtarmış ve bir nevi Olympos çağını başlatmıştır. Zeus göklerin tanrısıdır ve aynı zamanda yeminlerin koruyucusudur. Yalan söyleyenleri veya ticarette sahtekarlık yapanları cezalandırır.

İlk (Ezoterik) Yorum

Tüm bunların üzerine Kabala’ya dönecek olursak, ilk yorum şöyle yapılabilir. Eğer kişinin Ruh’u (yani Eril kısmı) Mars’ın etkisi altında ise, muhtemelen bu kişi pek de Merhamet sahibi olmayan, zevk için insanlara acı çektirmeye ve işine gelmediğinde de korkup ortamı terk etmeye hazır birisidir. Bu kişi muhtemelen haklı veya haksız demeden GÜÇ yani tam da bulunduğu sütunun adı gibi “METANET” için pek çok şeyi göze alabilir. Mars’ın bulunduğu sefiranın anlamı zaten GÜÇ’tür ve bu sefiranın bir adı daha vardır, o da PACHAD’dır! Ve bu kelime “Korku” demektir. Aynı zamanda Mars’ın dört çocuğu vardır ve bunlardan ikisi Afrodit’e çeken seven Harmonia (Harmoni ve uyum Tanrıçası) ve Eros (Aşk ve sevgi Tanrısı) iken diğer ikisi Ares’e çekmiş Phobos (Korku Tanrısı) ve Deimos’tur (Terör Tanrısı).

Şu asla unutulmamalıdır ki Alt Astraldeki varlıklar korku, vahşet, şiddet, nefret ve kıskançlık gibi düşük frekanslı enerjilerden, yani düşünce formlarından beslenirler. Bu düşünce formları Dişil METANET sütununun Eril temsilcileridirler ve kişiyi kısıtlarlar. Her nasıl birey Lunar alemde düşünceleri ile Alt Astrale besin kaynağı olmuşsa, Solar alemde de Mars’ı korku ve şiddet ile beslemektedir.

MERHAMET sütununa dönecek ve Zeus’u ele alacak olursak, denilebilir ki birey lider ruhlu, merhametlidir. Hem kendini hem de Zeus’un halkını Titanlardan kurtarması gibi çevresindekilere öncülük edebilir ve korku ile değil, merhamet ve umut ile onların kralı ve babası olabilir. Savaşta veya herhangi bir mücadelede ise kişi Zeus gibi cesurdur ve Athena gibi şefkatli ve beceriklidir. Hem Zeus hem kızı Athena gibi medeniyetin öncüsü olan bu kişi savaşı zevk için değil adalet ve hukukun devamlılığı için verir. Kişi Athena’nın kahramanlara ve cesurlara yardım etmesi gibi, diğer kişilere de yardımsever bir gönüle sahiptir.

İkinci (Psikolojik) yorum

Birinci ve İkinci kısımların METANET sütunundaki analizleri şöyle yapılabilir. Eğer kişi Lunar, yani Dişil katmanda Hermes’in yani düşüncelerin kontrolü altında ise büyük oranda düşüncelere boğulmuş, endişeli, sürekli karamsar ve bir türlü kendi olamayan bir durumdadır. Bilinçaltı sürekli olarak Mars kaynaklı korku ve şiddet düşünceleri ile bulanıklaşmıştır. Kişinin cesareti kırılmış ve muhtemelen asla kendini doğru düzgün ifade edememektedir. Ayrıca kişi son derece baskılanmış ve susturulmuştur. Eğer Venüs’ü yani iradesinin ve kendi iç sesinin dediklerine önem veriyor ise, kişi psikolojik olarak rahat ve kendini ifade edebilir durumdadır. Kendine olan güveni yüksektir ve aynı zamanda sahip olduğu irade ve IŞK’ı çevresine de yansıtmakta ve onlara da güven ve umut vermektedir. Bu kişinin bilinçaltı protokollerden ve tipik düşünce formlarından sıyrıldığı için yeniliklere daha toleranslı ve hazırdır (zaten Masonluğun bir ilkesi de toleranstır). Ayrıca kişinin kendisi olabilmesi için çeşitli kural ve dogmalara pek de ihtiyacı yoktur.

Şimdi ikinci kısım yani Eril katmanın içselleştirilmesine gelelim. Eğer kişinin Eril tarafı, yani Ruh’u Mars’tan yana ise insanları korku ve güç ile ezme ve bu şekilde yönetme eğilimine sahiptir. Bu kişinin çevresine onları korkutarak bazen de ezerek istediğini yaptırması olarak yansıyabilir. Bu tarz kişiler muhtemelen insanları (Lunar/Bilinçaltı katmanda) düşünce olarak sürekli korkutmakta ve onları haklı veya haksız fark etmeksizin karşı tarafa kırdırıp veya nefret ettirip kendi tiranlıklarını GÜÇlendirme çabası içerisindedirler. Muhtemelen hiç Merhametli veya sevecen değildirler. Daha önce de belirttiğim gibi Alt Astraldeki düşük titreşimdeki varlıklar gibi korkudan beslenirler ve varlıklarını diğerlerini tehdit ederek veya korkutarak sürdürme peşindedirler.

Şayet eğer kişi Zeus gibiyse psikolojik olarak daha rahattır ve çabuk sinirlenen veya gergin birisi değildir. Çevresindeki insanlara merhamet göstererek ve babalık yaparak onlara öncülük edebilir. Kişi aynı zamanda içindeki sevgiyi ve yaşam enerjisini başkalarına yansıtmaktan da çekinmez. Zeus gibi sözünde duranları seven ve dürüst bir kişiliğe sahiptir. Güvenilirdir, empati sahibidir, adildir ve VİCDAN azabı çekecek eylemlerden uzak durma gayretindedir.

Şahsi görüşüm

Kendi izlenimlerime bakarak söylemem gerekir ki burada Kabala bize büyük oranda hayattaki iki çeşit temel insanı göstermektedir. Birinci ve ikinci kısımları beraber analiz ettiğimizde kendi hayat tecrübelerime dayanarak çevremdeki insanları rahatlıkla analiz edebiliyorum. Örneğin eğer bir kişi METANET sütunu ağırlıklıysa genelde hep kişileri düşünceleri ve protokolleri ile yönetmeye çalışıyor. Gücü yeter ise onları ezmeye ve korkutarak istediği şeyleri yaptırarak robot gibi kullanmaya başlıyor. Genelde başkalarının fikir ve ideolojilerine çok önem vermiyor ve bu kişiler benim şahsi izlenimlerime göre hep radikal ve tutucu oluyorlar. Karşı tarafı aşağılıyor ve fikirlerinin veya düşüncelerinin yanlış çıkmasından “korkuyorlar.” Bu kişilerde aynı zamanda ölüm ve yargılanma korkusu da bulunuyor. Ölüm veya Ruh üzerine yapılan muhabbetlerden rahatsız oluyorlar ve daha çok dünyevi zevkler ile Ruh’larını besliyorlar. Fikirleri ise çoğunlukla materyalizm ağırlıklı ve pek de empati yanlısı değil. Eğer çok ileri giderlerse Entrosentrik veya egoist bir hale de bürünebiliyorlar.

Diğer taraftan hayatımda karşılaştığım kişiler arasında yardımsever ve güler yüzlü olanlar genelde hep MERHAMET sütunu ağırlıklılar. Şahsi görüşüm şudur ki bu kişiler genelde ölüm korkusuna çok takılmazlar, hayatı dolu dolu yaşamaya daha yatkındırlar. Genelde kişilerin onlara dediklerine değil HİSSETTİKLERİNE takılırlar. Ayrıca ne zaman böyle kişilerle karşılaştıysam dikkatimi çeken bir nokta da bu kişilerin hep daha dürüst, daha açık ve daha yenilikçi veya tolerans sahibi oldukları olmuştur. İster politik, ister dini, ister felsefi olsun, kendi düşüncelerine uymayan veya tezat olan düşünce ve akımlara daha toleranslı ve açık fikirlidirler. Başkalarına bir şey vermek veya sahip olduklarını paylaşmak onlar için kayıp olmaktan ziyade, bir neşe kaynağıdır. Yani cömerttirler.

Evet, en azından Kabala’yı böyle de okuyabiliriz.

Cinsiyet sembolleri

Son kısma geçmeden önce cinsiyet sembolleri hakkında kısaca bilgi vermek eminim bazı kafa karışıklıklarını önleyecektir. Bugün her ne kadar Mars sembolü Eril ve Venüs Dişil semboller olarak kullanılsa da aslında bu olay çok yenidir. Bir botanikçi ve fizikçi olan Carl Linnaeus ilk defa 19. yüzyılda çalışmalarında sıklıkla demir için Mars (♂), bakır için Venüs (♀) ve cıva için Merkür (×) sembollerini bitkileri sınıflandırmak için kullanmıştır. Aslında bu semboller 7 temel Alşimik metallerin sembolleridir ve Linnaeus bunları çok sonradan kendi sistemine adapte etmiştir. Bunlar aslında cinsiyet değil metallerin sembolleridir (bknz).

Lakin Linnaues’tan sonra da bu semboller her şeyde dişil, eril olarak kullanılmaya başlanmış ve bu olay “halk arasında” ilk defa 1950 senelerinde bir televizyon şovunda popülerleşmiştir. Sonra halka açık tuvaletler dahil olmak üzere pek çok yer ve kurum bu sembolleri cinsiyet sembolleri olarak benimsemişlerdir. Dolayısıyla bu sembollerin cinsiyet için kullanımı gerçekte yarım asırdan biraz fazladır. NE YAZIK Kİ Eril sembol buna rağmen METANET sütununun temsilcisi Mars olarak kalmıştır ve Eril enerji Mars ile anılır olmuştur.

Tüm bu bilgiye rağmen bugün kendini “Astrolog” diye tanımlayan kişilerin çoğu bu sembolleri “kadim” zamanların öğretisi olan Astroloji’de Eril ve Dişil olarak görmektedirler. Komik, hatta trajikomik olan şudur ki aslında Astroloji ve Tarot bugün hiç olmadığı kadar bozulmuş ve özünden koparılmıştır, ve GERÇEK kadim öğretiler ile neredeyse bağdaşamaz olmuştur. Asıl Astroloji’yi öğrenmek isteyenler AMORC veya HOGD gibi kurumların kaynaklarından bu bilgiyi edinebilirler. Ve bizzat bu kaynakları okumuş biri olarak söyleyebilirim ki, özellikle Tarot bugün tipik bir fal bakma aracından çok daha fazlasıdır (bknz-İngilizce).

Tarihten Örnek

Tarihten örnek vermek gerekirse Roma İmparatorluğu çok ideal bir örnek olacaktır. Romalılar kendilerine “Mars’ın oğulları” diye hitap ederlerdi. Bunun nedeni Mars’ın Troya muharebesinde Troyalıları desteklemesidir çünkü Troyalılar Romalıların gerçek atalarıdır. Troya yıkılınca Troyalılar ata topraklarına dönmeye karar verirler ve bu topraklar ilk Troyalı Dardanus’un doğduğu Sicilya’dır. Roma’lılar Hermetik öğretinin kaynağı Yunanlar veya Mısırlar, hatta Sümerler gibi kendi sınırlarında kalmamış ve çok büyük oranda diğer halkları işgal etmişlerdir. Bu halklara Keltler, Latinler, Franklar, Cermenler, Yunanlar, Mısırlılar ve Yahudiler gibi diğer Mezopotamya hakları dahildir. Her ne kadar Roma demokrasinin ve medeniyetin bir nevi beşiği olsa da diğer halklara yaptıkları pek de kabul edilebilir değildir.

Bu tarihi örnek bize seçilen Tanrı veya Tanrıça formlarının halkların ve ulusların kaderinde ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu da göstermektedir. Örneğin Yunanlar savaşlarda genelde Savaş Tanrıçası Athena’yı anarlardı ve bugün olduğu gibi Athena şehri o dönemde de Yunanlar için önemli bir merkezdi. Lakin MS 2. Yüzyılda Romalılar Yunanistan’a girdiler ve belli tapınaklarını tahrip etmelerine karşın Ares’in tapınak ve sunaklarına hiç dokunmadılar.
En nihayetinde Emperyalist Roma diğer halkları sömürerek gücüne güç kattı ve sonunda Nazi Almanyası gibi büyük yıkımla bölündü. Bence tarihi bu şekilde okumak bize Alt Astral varlıkların ulusların politik ve devlet yapılarını ne oranda etkilediğini gözler önüne sermektedir. Ne olursa olsun bu Astral formlar “insanlar” kadar gerçek ve “canlıdırlar.” Ek olarak onlara “önem” veren halkların morfik alanlarını, geleneklerini, kültürlerini hatta eğlence anlayışlarını (Kolezyumda zevkine gladyatör dövüştürmek gibi) belli oranda etkilemektedirler.

Diğer yandan Yunanlılar ve Mısırlılar aslında GERÇEK medeniyetin ve Ezoterizmin kaynağıdırlar ve Romalıların yapmış olduğu pek çok vahşeti tarihleri boyunca hiç gerçekleştirmemişlerdir. Mesela sanılanın aksine Mısır’da köleler bir sürü hakka sahiptiler. Aynı şekilde Yunanistan’daki işçi veya köle anlayışı dönemine göre çok medeni ve demokratikti. Bu arada Romalıların öğrendiği pek çok felsefe, bilim, sanat, hatta Pantheonları bile zaten Yunan veya Mısır kökenlidir. Romalılar bunları devşirip kendi çıkarlarına uygun halde dizayn etmişlerdir. Bunlardan bir tanesi ordu yapılanmasıdır. Romalılar özellikle ordu yapılanmasını Yunanlardan öğrenmiş ve çok daha geliştirip diğer çevre halklarına kendilerince “demokrasi” getirmişlerdir. Yani anlaşılacağı gibi Astral alemler ve Ezoterik bilimler Dünya tarihinde sanılandan daha BÜYÜK rol oynamıştır.

3.Kısım-Bilgelik

Resim4.PNG

Pekâlâ, yukarıda verildiği gibi bu kısım diğer kısımlardan bir nevi farklı. Orta sefira kişinin bir nevi ANlık bilincinin kolektif durumu olarak yorumlanabilir. Bu bilinç durumu kişinin zaman-mekân algısı ve kendi iç bilgeliği arasındadır. Bu kısma özel olarak ilk önce psikolojik yorumu yapmak bence en iyisi olur.

İlk (Psikolojik) Yorum

Satürn zamanın Titanıdır ve bir nevi ilk Titandır. Kendini devirmesinden korktuğu için çocuklarını yemesiyle meşhurdur. İlk karısı Titan Lua’dır ve “yıkım,” “bozulma” ama aynı zamanda “gevşeme/yeniden salınım” Titanıdır. Karşı taraf ise Kabala’da arş diye geçer. Böyle bir durumda “modern” bilimi kullanarak psikolojik bir analiz yapmak biraz güç oluyor ama şöyle denebilir;

Bilimsel olarak konuşmak gerekirse 3 boyutlu evren hariç bilim insanlarının 11 boyuta kadar çıkarttığı evren modelleri vardır. Bu boyutlarda zaman-mekân farklı işler ve bazılarında zaman diye bir şey yoktur. Eğer Satürn zamanın Titan’ı ise, zaman algısından kurtulmak ve psikolojik olarak geçmişe takılı kalmamak bilgi sefirasını Satürn ile değil, daha öte boyutlar ile doldurmaktır. Mesela “psikolojik” olarak kişi meditasyon yapabilir ve sahip olduğu anılar gözünde çakmaya başlar. Aynı zamanda kişi ilerleyen dönemlerde Deja vu görmeye de başlar. Bunlar kişinin bir şekilde içinde bulunduğu uzay-mekân bütününden ayrılıp farklı zaman-mekân bütünlerine bilincini yansıtıp bilgi sefirasına farklı anıları yüklemesi olarak gözükebilir. Sonuçta üst boyutlar için zaman tam anlamıyla bir illüzyondan ibarettir.

İkinci (Ezoterik) Yorum

Elbette Ezoterik yorum yukarıdakinden çok farklıdır. Satürn ilk kısıtlayıcıdır ve maddeyi temsil eder. Madde zaman ve mekânın illüzyonu demektir ve Tanrı’yı kısıtlayan ilk şeydir. Satürn Binah sefirasıdır ve anlamı Anne’dir. Aşağıda vermiş olduğum, ve çok sevimli bulduğum Kabalistik Hayat ağacında görüldüğü gibi Evrenin tamamı bir Anne’dir ve bir nevi rahimdir. Baba ise Anne’nin yani Evrenin dışındadır.

EmojiHayatAğacı.PNG

Madde tüm Evrenin yapı taşıdır ve Ruh (Baba) olan Işık Evrenin içine, belli bir An’a hapsolmuştur. Önceden de belirtildiği gibi bir Foton için zaman yoktur ve Işık olan kişi için Satürn onun içinde bulunduğu her yerdir. Bu durum bir nevi Gaia’nın yani evrenin içine hapsolmuş bir ışık huzmesine benzetilebilir. Kişi aslında Ruh, yani ışık olduğu için bir an içerisindeki her şeyi bilmektedir ama bu bilgisi içinde bulunduğu bedenden dolayı kısıtlanmıştır ve bu beden aslında ona örülmüş bir sınırdır.

Satürn’ün etkisinden kurtulmak ve ANlar arası mekanlarda seyahat edebilmek elbette zordur ama imkânsız değildir. Kişinin tam olarak içindeki Işığı açığa çıkarması Satürn olan çevresindeki halkanın ona farklı şeyler yansıtması demektir. Bu şekilde kişi farklı anları deneyimleyebilir hale gelecektir.

Eğer bir kişinin bilgisi METANET sütununda ise o kişi tam olarak zaman illüzyonunu deneyimliyordur ve benim 3. Yoğunluk bilinç seviyesi dediğim bilinç seviyesindedir. Bu kişi farkında olmadan kendini bir döngü içine hapsetmiştir ve hep aynı tarzda madde (düşünce) ürettiği için aynaya hep belli oranda benzer enerjileri yolluyordur ve sonuç olarak hep aynı tarzda anları deneyimliyordur. Bu olay kişiye zaman algısını oluşturuyordur. Bu durumu açıklamanın en iyi yolu boyutlara başvurmaktır.

Resim5.PNG

Yukarıda vermiş olduğum resmin ilk (sol) tarafında olduğu gibi kişi Ruh’tan yani evrendeki TEK altın oran olarak en yüksek enerji formundan en düşük enerji formun yayın yapmakta ve kendisini 0.0035%lik bir bölüme genel anlamıyla hapsetmiştir. Bu Evrendeki bir ANdır ve aslında bütün anlar bir Evrendir. Evrendeki enerji sabit olduğundan kişi her enerji ürettiğinde kendini yeni bir evrende bulur. Kişi hep benzer enerjiyi ürettiği için de hep benzer anlara hâkim olur. Oysaki kişi sadece tüm ışık tayfının olduğu bir AN’a sürekli olarak bakmaktadır. Yani kişi tüm “ömrü” boyunca 2 boyutlu (aslında 1 boyutlu) bir ekrana bakmaktadır. Bu bir kişinin “ömrü” boyunca Sanal Gerçeklik gözlüğü ile yaşayıp, beden ve zihin koordinasyonunun ürettiği illüzyondan dolayı kendini 3 boyutlu bir ortamda sanmasından ibarettir.

Ne demek istediğimi daha iyi anlamak için bu videoyu muhakkak izlemenizi tavsiye ederim=> https://www.youtube.com/watch?v=nVpRSiFrP8Y&list=WL&index=16&t=0s

Söylediğim gibi tüm anlar aslında bir Evrendir ve kişi anlar arasında seyahat ederek aslında Evrenler arasında seyahat etmiş olur. Bu evrenler üst üste biner ve 2 boyutlu görseller olarak (bir defterin sayfalarını hızlıca çevirmek gibi) ona 3 boyut illüzyonunu oluştururlar. Aslında olan şey sadece 2 boyutlu görsellerin arka arkaya gelmesinden ibarettir. Bu geçiş aralığını fark edemeyen kişi bu aralıklara zaman der. Oysaki kişi Evrendeki tek Işıktır ve ikinci (sağ) tarafta çizmiş olduğum gibi kendini bir saatin zembereğinin sürekli dönmesi gibi bir spiralin içine hapsetmiş ve bu spirali de kendisi çevirmektedir. Sıradan bir insan her AN sabit olan enerjiyi üretmek için kalbindeki ışıktan fedakârlık yapar ve boşluk açar. Bu boşluk oluştumu spiral tabiri caizse bir kademe aşağı iner ve oluşan boşluğu tipik bir insanın düşüncesi olan 0.4 ile 100 Hz arası bir frekans doldurur. Bu olay bir elektromanyetik cihazın elektrik üretip çevresine bir radyo dalgası yaymasına benzer. Aşağıdaki resim bu olayı özetlemektedir.

Resim6.PNG

Resimde sol tarafta temsili olarak görüldüğü gibi cihaz kendi içindeki merkezden elektrik çekerek çevreye radyasyon yaymaktadır. Ama aslında bu radyasyon dönen bir spiralin kendi içine kapanıyormuş ve dış sınırlarından yoktan bir şey oluşuyormuş gibi yayılmaktadır ve toplamda sembolik olarak 10 cm’lik olan alan ANLIK olarak doldurulmuştur. O telefonun ekranı için ise sanki 3 boyut ve zaman akışı vardır. Oysa sağ tarafta çizmiş olduğum gibi bu 2 dişliye bağlı bir bandın oluşturduğu illüzyondur. Bu çarklardan biri merkez diğeri ise yokluk veya karadeliktir. Dolayısıyla Ezoterik açıdan Evren 11 boyutlu değil 2 boyutludur. Bu iki boyut kişilerin düşünceleri ile çalışarak bir tekerlek veya film şeridi gibi hızla döner ve 3 boyut olur. Zaman ise yoktur. Her Evren, yani AN arasındaki “ANLIK” geçişe kişi zaman der. Ama ilginç olan şudur ki aslında 2 boyut sadece renk tayfının renklerini kullanarak “çizilen” bir görselden ibaret olduğu için en nihayetinde Evren TEK boyutludur ve o da beyaz ekran veya Işıktır. Kişi durmadan enerji/düşünce ürettiği için de hep zaman akıyormuş gibi gelir.

Peki zaman niye ileri akmaktadır?

Aslında zaman ileriye akmamaktadır. Aslında kişiler hep böyle düşündüğü için onlara hep arka arkaya gelen görseller “bilinçaltlarında” programlandıkları şekilde zamanın ileriye akması illüzyonunu verirler. Aslında zaman-mekân bilgisi ANLIK olarak IŞIK tarafından oluşturulur. Oysaki hep tekrarladığım gibi Evrenin doğuşu-genişlemesi-ve çöküşü eş zamanlıdır. Bu anlık görüntü oluşturuldumu sırasıyla kişiye yansıtılır ve aslında kişi bunu RUH olarak kendisi oluşturur. Bu görseller anlık olarak VAR edilirler kişiye sırasıyla verilirler. En nihayetinde bu olay sola dönen bir diskin sağa doğru okunması gibidir. Aslında zaman ileri doğru akarken geriye doğru bize gelir. Yani ileri akış aslında geriye gidiştir. Bu yüzden zaman “geçmişte” üretilip “gelecek” olarak bize akmaktadır. Zaten bu yüzden gizem okullarında her aydınlanmaya kendini hatırlama veya Akaşik kayıtlara giriş denir. Çünkü her AN her An’da mevcuttur. Bir resimle açıklamak gerekirse durum aşağıdaki gibidir.

Resim7.PNG

Yukarıdaki çark aslında sola dönerken (yani zaman “geçmişe” akarken) aslında pergel için sağa dönüyormuş efektini verir (yani “geleceğe” akış efekti). Bu da gösterir ki aslında zaman geçmişe akmaktadır ve bizim düşünerek ürettiğimiz enerji bu çarkı sürekli olarak tersi istikamette döndürür.

Evet, artık asıl konumuz olan Satürn ve Quorum arasındaki mücadeleye göz atabiliriz…
Satürn ve Quorum (Heyet) Arasındaki Bilgi Savaşı
Her nasıl insan Ruhsal (Eril) ve Evrensel (Dişil) alemde çekişme halindeyse, Bilgi (Androjen) aleminde de çekişme halindedir. Ruhsal ve Evrensel alemde dönüşen kişi artık Bilgi aleminde zaman-mekân ile savaşmaktadır. Bu savaş vermenin ve almanın savaşıdır. Daha iyi anlatmak için yeniden Işık tayfına bakmak gerekir.

Elektromanyetik Spektrum

Çok basit bir tabirle Quorum üyesi Ruhlar sürekli olarak Işık verirler ve böylece hem aşağıdaki kişileri aydınlatır hem de kendileri daha yukarı çıkarlar. Satürn ise sadece Quorum üyelerini aşağı çeker ve zaman-mekân arasında tutmaya çalışır. Işık tayfı üzerinden yorumlayacak olursak Quorum üyeleri çok enerjik bedenlere sahiptirler ve bildiğim kadarıyla ışık tayfının tamamını görürler. Ayrıca çok büyük oranda sadece düşünerek realiteleri değiştirebilirler. Bu Quorum (heyet) üyeleri gök yüzündeki bilinen bazı takımyıldızlarıdır. Gök yüzündeki her yıldız (her ne kadar orta çağ kafası gibi gelse de) üst düzey Ruhların ışıltısıdır aslında. Biz sadece onların en parlak olan beyaz ışıklarını görürüz ama onların ultraviyole bedenleri de vardır ve insanları gözlemlerler. Aslında onlar gözlemcidirler ve bazen Shem Ha-Memphoresh’in melekleri olarak da bilinirler. Samimi olarak kişi ne isterse bu varlıklar kişiye belli oranda yol gösterirler ve rehberlik yaparlar.

Bunları anlamak için insan bedenini analiz etmek yeterlidir. İnsan/Ruh beden denilen 400-800 THz’lik bir düşünce formunun içindedir. Bu varlıklar ise çok daha yüksek titreşimlidirler ve insan bedenine “zarar vermemek” için sahip oldukları bedeni bizim perspektifimizden küçücük bir mekâna sıkıştırmışlardır. Fakat onlar baktıklarında aslında minik olan bizleriz. Aşağıdaki resim bunu anlatmaya yeter.

Resim8.PNG

Resimde görüldüğü gibi kişi bakmakta olduğu Quorum üyesini sembolik olarak ultraviyole olduğu için sadece bir yıldız olarak görmekte ve bu yıldız belki de ona 100 ışık yılı uzaktadır. Fakat Quorum üyesi içinse “görüntü” anlık denecek derecede yakındır ve her an MERHAMET sütununda en yüksek sefiranın temsilcisi olarak VİCDAN doğrultusunda müdahaleye hazırdır.
Peki Quorum ne yapar?

Quorum zaman ve mekânın etkisinden tamamen serbest bir şekilde Evrenin her yerine anlık bilgi ve frekans yollayabilir. Onlar “Gözcülerdir” ve her AN her şeyi görebilirler. Şöyle bir soru sorulabilir; Nasıl oluyor da Quorum neredeyse her AN’ı görebiliyor ve büyük oranda müdahale edebiliyor?

Bu sorunun cevabı Masonik ve Kabalistik sistemlerde gizlidir (en azından benim analizim kadarıyla)…

Resim9.PNG

Yukarıda verildiği üzere kişi 3 (Üstat) olduktan sonra, en aşağı inerek 4 (Gizli Üstat) olur ve yine Orta Dünya’ya çıkarak bu yolculuk 18. Dereceye (Rose-Croix) devam eder. Sonra kişi yeniden yukarı çıkar ve sonra (18-3=15 olduğu için) bir 15 derece daha çıkarak 33 olur. Bu süreçte 30 (Kadoş) son şövalyelik derecesidir ve benim anladığım kadarıyla Satürn sefirasına denk gelir. Satürn’den sonra 31 Chokmah, 32 Kether, 33 ise tüm hayat ağacının dışındaki Ain Soph yani sonsuz ışıktır. İşte Quorum hem Üst Astrale yükselip sonra en aşağı Astralden yeniden Üst Astrale yükseldiği için büyük oranda tüm katların ANlarına yani zaman akışı bilgisine sahiptir ve kümülatif olarak düşünülürse Satürn’ün veya çemberin dışındadır.

Önceden de bahsettiğim gibi Quorum bazı bilinen takım yıldızlarıdır ve bu takımyıldızları arasında meşhur Pleiades, aynı zamanda Kasyopya ve Leo takımyıldızları vardır. Hatta bildiğim kadarı ile Masonluktaki “Inveni Verbum In Ore Leonis-Anahtar Sözcük Aslanın Ağzındadır” sözü buradan gelmektedir. Aslan, yani Leo takımyıldızı Ateş elementini yani Işığa en yakın elementi temsil eder ve aynı zamanda Astrolojide Ateş burçlarının öncüsüdür.

Kasyopya Varlıkları

Kasyopya varlıkları benim Ezoterizm’de ilgimi en çok çeken konulardan biridir. Kısaca değinmek gerekirse Kasyopya varlıkları kendilerini “gelecekteki” bizler olarak tanıtmışlardır ve bir takım ilginç bilgiler vermişlerdir. Verdikleri ilginç bilgileri kısaca sizlerle paylaşmak isterim;
Kasyopya varlıkları Evrende iki çeşit varlık olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan bir tanesi “Kendine Hizmet” yolunu seçmiş ve Alt Astral diye tabir edebileceğimiz varlık türleridir. Diğeri ise “Başkalarına Hizmet” eden varlık türleridir ve bunlarda Üst Astral denilebilecek varlık türleridir. İnsanlar ise henüz kesin tarafını seçmemişlerdir ve Kasyopya varlıklarının dediklerine göre gelecek olan Aeon dalgası ile içinde bulunduğumuz Gezegen 3. Yoğunluk bilinç seviyesinden 4. Yoğunluk bilinç seviyesine geçtiğinde insan türü artık bir seçim yapmak durumunda kalacaktır. 3. ve 4. Yoğunluk arasındaki fark şudur;

4. Yoğunlukta kişinin genel tabir ile “fiziksel” diye tabir ettiğimiz bedeni yerine bir “Astral” bedeni olacaktır ve bu bedenler şu anki bedenlerden çok daha “akışkan” ve “daha az kısıtlayıcıdırlar.” Bu bedenler çok süptil olduklarından dolayı yapılarının bozulmaması için kişinin aurası hep stabil kalmak zorundadır. Yani kişi devamlılığını sürdürebilmek için ya hep Alt Astral frekansı ya da Üst Astral frekansı yaratmak zorundadır. Bu yüzden Max Heindal’ın da “Gül-Haç Evren Kavramı” kitabında yazdığı gibi insan ırkı artık kesin olarak “İyi” ve “Kötü” olarak ikiye ayrılacaktır ve bundan sonra tamamen ayrı Dünyalarda veya realitelerde yaşamlarını sürdüreceklerdir. İyi olanlar kabul eden herkese SEVGİ frekansını verirken kötü olanlar nefret, korku gibi frekanslardan beslenmek durumunda kalacaktır. Bu yüzden Alt Astral varlıklar insanları manipüle edip korkutmaya ve sürekli kontrol altında tutma eğilimi göstereceklerdir (aynı şu an “Reptilian” denilen varlıkların yaptığı gibi). Üst Astral ise sadece vericidir ve kabul edene ve uyumlanabilene her zaman “kapısı açıktır.”

Kasyopya varlıları diğer bir ilginç bilgi olarak Masonluktan bahsetmektedirler. Dediklerine göre Masonik tarzdaki yapılanmalar kişilerin bu süreçteki evrimlerini hızlandırmaya yaramaktadır. Dediklerine göre kişi Özgür-Mason olduğunda artık tarafını seçmiş olmalıdır.

Aynı zamanda Kasyopya varlıkları bize elektromanyetik cihazların büyük hızla kasıtlı olarak çoğalacağını yıllar öncesinden (1994 senesi) söylemişti. Elektromanyetik cihazların çoğalması ile Kendine Hizmet varlıklarının toplumu daha kolay yöneteceklerini ve bu şekilde istedikleri değişimleri daha kolay elde edeceklerini öğrenmiştik. Ben bunu sosyal medya veya algı yönetimi olarak düşünmüştüm ama meğer bir amacı daha varmış…

Elektromanyetik Dalgalar

Yukarıda verdiğim son diyagramdaki gibi Elektromanyetik cihazlar bizim Alt Astral dediğimiz vibrasyonu oluşturuyorlar. Özellikle geçen gün 5G teknolojisinin frekans bandının 4G’ninkinden kat be kat kapsamlı ve güçlü olduğunu öğrendim (tam 100 kat). Dolayısı ile Kasyopya varlıklarının asıl uyarmak istediği bence günümüzde kullanılan elektronik cihazların bir şekilde Alt Astral varlıkların Dünya’mıza girmesini kolaylaştırdığı. Bazı transkriptlerde Kasyopya varlıkları insanların delirmesinin veya akıl sağlığını tamamen yitirmesinin bir nedeninin de Elektronik cihazlar yüzünden olduğunu söylemişlerdi. Kaldı ki bugün Google ve SpaceX gibi şirketler ne yazık ki gezegenimizin her yerine 5G sağlamak için uzaya uydu atma projelerini hızla devam ettiriyorlar. Elbette bazı komplo teorisyenleri gibi ben 5G Covid-19’u tetikliyor gibi iddialarda bulunmuyorum ama bir yazılım mühendisi olarak söylemeliyim ki bu cihazların bulundukları ortamda farklı bir titreşim oluşturdukları bir gerçek. Ve bazı eğer varlıklar 450 MHz ile 52.6 GHz arasında titreşiyor ise bu titreşimi bir nevi portal olarak kullanabilirler.

Kasyopya varlıkları hakkında daha fazla bilgi için aşağıdaki siteleri öneririm:

1-) https://baskalarinahizmet.com/
2-) http://www.zamandayolculuk.com/html-2/kasyopyabilgileri.htm

Diğer Yorumlar

Benim anladığım kadarı ile Quorum’a RozaKruacılıkta gizli şefler bazı Masonik yapılarda ise Yuvarlak masa şövalyeleri deniyor. Satürn’e ise genelde hep Alman-Cermen ekolleri olan Satürn kardeşliği (Fraternitatis Satürni) veya Kara Güneş (Schwarze Sonne) gibi cemiyetler atfediliyor. Sadece 2 sene de olsa, 2 senedir bu konu üzerine araştırma yapıyorum ve dikkatimi çeken bir nokta da şu oldu; sanki Alman ve İngiliz ekolleri eskiden beri birbirleri ile çatışma halindeler ve taraflar aşağı yukarı hep şöyle:

Satürn kardeşliği, Thule, Kara Güneş gibi örgütler hep Neo-Nazi Alman kafa yapısını şekillendirmişler. Bu yapılar neredeyse her zaman karanlık güçlerle, yani Alt Astraldeki varlıklarla iş birliği içinde bulunmuş ve Spiritüel gelişimden çok maddi ve bilimsel gelişime önem vermişlerdir. Alman cemiyetlerine meraklı olanlar için Stephen Flowers’ın ve Michael Moynihan’ın kitaplarını öneririm.

Diğer yandan OBOD (Order of Bards Ovates and Druids), Ancient of of Druids veya HOGD gibi cemiyetler hep İngiliz ekollerinin odak noktası olmuşlar. Örneğin Sacrum Celticum Ordo Templi cemiyeti her ne kadar Kelt ve İngiliz mirasını ayakta tutma çabasını kendine görev edinmişse de Alman Naziler gibi LGBT veya diğer ırklara karşı bir düşmanlıkları bulunmamakta. Ayrıca Masonluğun ilk çıkış noktası İngiltere iken sonradan Bavyera İlluminatisi gibi Alman cemiyetlerin Masonluğun içine sızdığını söyleyenler de vardır. Bu konu hakkında kısa ve ilgi çekici bir video çevirmiştim (bknz).

Evet bu uzun yazımızın da sonuna geldik. Okuduğunuz için yeniden çok teşekkür ederim. Sonraki yazıda görüşmek üzere… Hoşça kalın =)

Sevgiler ve saygılar


Kaynakça:


İlk bölümdeki gibi bu bölümde de kaynakça yok. Psikolojiden Ezoterik ve sembolik fikirlere ve analizlere kadar yazdıklarım tamamen benim görüşlerim ve analizlerimdir. Kullandığım kaynakları zaten yazının içerisinde isim vererek belirttim.

ᛋ Sól er landa ljóme ᛋ Lúti ek helgum dóme