Bu ikinci bölümün geciktirilmeden yazılmasının yararlı olacağını düşündüm. Umarım şu “diyalektik” bağlamında Sayın Popperist ile uyuşuyoruzdur.
Daha önce bilginin diyalektik olarak oluşması için gerekli iki birbiriyle çelişkili öğeden yani bilen ile bilinenden söz etmiş, sonra da eğer bilen “insan” olursa, bilinenin de “doğa” olacağından söz etmiştim ya…
Nitekim kimileri bilgiyi “insan ile çevresi arasındaki ilişki” olarak tanımlıyor. İnsanın çevresi ya da doğa… Aynı şey
Ancak bu tarzda yapılar tanımlamada iki sınır yanılgısı ortaya çıkıyor.
Eğer bilen insan olursa, insanın çevresi yani duyu organlarıyla algılayabildikleri, bilmek ya da bilgisini edinmek üzere ilişki kurabileceği şeylerin yalnızca bir bölümünü içerir. Oysa insan, duyu organlarıyla algılayamadığı çok şeyin bilgisine erişmiştir. Bunun için, duyu organlarıyla bilgisine erişmiş olduğu başka şeyleri “bilgi edinme aracı” olarak kullanmıştır. Dolayısıyla eğer bilen “insan” olursa, bilinenin kapsamı insanın çevresinden çok daha geniş olmalıdır.
İkinci sınır yanılgısı buradaki bilen kavramını yalnızca “insan” olarak düşünmektir. Daha önce de değinmiştim; bazı çağdaş bilim kolları değil insanın, değil yalnızca canlı varlıkların, cansız varlıkların bile bilgi edinmek bakımından bir etkinlik gösterdiğini ortaya koyuyor.
Ne var ki, bilen kavramını insan ile birlikte başka öznelere de yaygınlaştırdığımızda temel konunun irdelenmesini çok güçleştirmiş oluruz. Dolayısıyla bir göreli ön yargı ile şöyle bir deyişte bulunabiliriz: Bilginin oluşmasında bize göre bilen, insandır. Dikkat: bize göre… Göreli bir deyiş bu. Öte yandan, bilinen kavramının karşılığı ya da kapsamı olarak çok rahatlıkta tüm doğayı alabiliriz hatta istersek tüm evreni; ne kadarına ulaşabiliyorsak…
Şunu unutmayalım: Doğa, bilinen olarak özünde insanın kendisini yani bileni de içerir. Bir diğer deyişle, bilen bilinenden soyutlanmış değildir.
Bu noktada sorulması gereken, bilginin nerede başladığıdır. İnsanda mı, çevresinde mi?
Bu bağlamda sakın bilginin insandan başladığını söyleme yanılgısına kapılmayalım. Çünkü diyelim ki o insan benim. Ben doğa ile o ilişkiyi kurup o bilgiyi edinememiş olabilirim. Fakat o ilişkiyi bir başkası kurup bilgiyi edinebilir. Aynı şeyi daha başkaları da yapabilir. Çünkü bilginin kaynağı oradadır; o değişmez. Belki de bilgiyi saltık (mutlak) sananların yanılgısı bu değişmezlikten ileri gelmektedir; bilinenin tek, onu bilenin çok oluşu. Bilginin her bilende bir başka süreçten geçerek oluşumu.
Bilgiyi hazır bir şey mi sanırsınız?... Hayır, değildir. İnsan zihninin işleyişinin bir ürünüdür bilgi. Bir başka başlık altında bunun dört aşaması olduğunu belirtmiştim. Bu aşamalar bir tasarım ya da varsayım değildir. Bilimsel bir olaydır.
Bilgi, oluşma evrelerinden geçerken insanın bilincinde çeşitli soyutlama ve bireşimlere uğrar. Bunlardan üçüncüsü (sondan bir önceki) olan anlama evresi tamamlanınca, bilgi, yeniden somut doğaya döner. Bilginin doğrulanabilmesi için bu dönüş zorunludur. Eğer bilgi doğa ile tam bir uyum göstermezse, doğanın nesnel gerçeğini yansıtmıyor demektir. Bilginin oluşumumun son aşaması olan açıklama evresi, işte bu doğrulanmadan sonradır.
Bu nedenle de doğa, bilginin hem kaynağı hem denektaşıdır.
Somutlandıktan sonra doğaya uyarlanarak sınamadan geçen bir bilgi, doğa ile tam bir uyum gösterse bile doğanın nesnel gerçekliğinin tümünü, bütününü içeremez. Yazabildiğimiz ya da söyleyebildiğimiz sayıların en büyüğü, en sonuncusu değildir. Çünkü doğa sonsuzdur.
Doğa sonsuz olunca bilgi süreci de sonsuz olacaktır.
Bilginin sona ermesi demek, sonsuzun sona ermesi demektir. Bu nedenle bilgi her zaman eksik ve bütünlenmemiş olarak kalacaktır. Bir diğer deyişle bilgi, saltıklığın (mutlaklığın) doğrultusunda ilerler. İnsan ile doğa ardasındaki ilişkilerin kurulması sürdükçe ilerlemeyi sürdürür. Her an biraz daha yaklaşıklık kazanır yani hep GÖRELİ olarak kalır. Bu gelecekte de öyle olacaktır.
Konusu ve türü her ne olursa olsun, bilgi görelidir.
Ancak bilginin göreli oluşu, saltık (mutlak) bilginin elde edilemeyeceği anlamına çekilmemelidir. Çünkü doğaya uyarlandığında doğrulanmış olan her eksik bilgi tamlığını da birlikte taşır. Bu da şu demektir: Her göreli bilgi saltıklığını da içerir. (Belki bu bir yineleme oldu ama çok önemli.)
Zamanla yerlerini kendilerinden bir sonrakine bırakan tüm doğrulanmış ve elbette göreli bilgiler, doğanın nesnel gerçekliğinin saltık (mutlak) bilgisiyle bağlantılıdır. Ancak doğaya uyarlandığında doğrulanamayan bir bilgi, saltıklığını içermeyen göreli bir bilgidir. Böylesine bir bilginin de doğanın nesnel gerçekliğini yansıttığı ileri sürülse bile bu kanıtlanamaz. Sadece kabul edilebilir; kanıtsız olarak öyle olduğuna inanılabilir. Bu bağlamda birtakım kanıtlar ileri sürülse de bunlar bilimsel değildir. Bilimsel olmadığı sürece inançsaldır. Bilimsel kanıtlamanın yapılamayışı, “bilgi” olduğu savunulan şeyin bilimsel bakımdan ya bir imge ya da bir varsayım olduğunu gösterir.
Sanırım özellikle şu yazdığım son paragrafa karşı çıkışlar olacak. Olsun!
Diğer yazdıklarıma karşı çıkışlar da olabilir. Elbette… Ben kendi anlatılarımın tam ve kesin doğru olduğunu ileri sürmüyorum. Öyle yaparsam, kendi kendimle çelişkiye düşer, kendimi kendi yarattığım bir dogmaya bağlamış olurum.
Daha önce deeağinmiş olduğum üzeri, bilginin göreli olduğunu belki tarihsel geçmişinden bir iki örnek vererek ortaya koymak daha kolay, daha anlaşılır olacak. Ancak onu sonraya bırakıp bu aşamada durmak, bu konu üzerine kendi bilgi ve görüşlerine aktaracak olanlara fırsat vermek istiyorum.