Altısı yok oldu, biri duruyor,
Üçünün nasıl olduğunu ise kimse bilmiyor;
Firavun Khufu´nun mezarı olup olmadığı artık tartışılan Büyük Piramit; Kıskançlık uğruna yapılan Babil´in inanılmaz Asma Bahçelerini anlatan tarihçiler hiç görmemişlerdi; Zeus´un altın kaplı fildişi heykeli İstanbul´da yandı; 40 katlı bina yüksekliğindeki İskenderiye Feneri´nin içindeki dev aynayı kim, nasıl yapmıştı; ayaklarının arasından filoların geçtiği Rodos Heykeli ve Anadolu´da bir delinin ünlü olmak için yaktığı Artemis Tapınağı ile yine bir aşkın ürünü olan ama şimdi taşlarını Bodrum´da tatil yaparken kale olarak seyrettiğimiz Mozoleum. Dünyanın 7 Harikası bunlar mı? Modern araştırmacılar, hayır diyorlar; başkaları da var ve üstelik hala duruyorlar...
Dünyanın 7 Harikası´nı isimlerini tam olarak sayamasa da hemen herkes biliyor. Liste, ilk olarak M.Ö. II. Yüzyıl´da tarihçi Heredot tarafından yapılmış ve 5. Yüzyıl´da Decades tarafından tescil edilmişti. Yunanlı tarihçiler 7 Harika´yı sonralarda sık sık yazdılar. M.Ö. 305-240 arasında yaşayan Cyrene´li Callimachus, İskenderiye Kitaplığı´nın başındaydı ve "Dünyadaki Harikalar Kolleksiyonu" adlı eserinde 7 Harika´dan söz ediyor ve tüm bilginin kitaplıkta bulunduğunu yazıyordu ama İskenderiye Kitaplığı, ne yazık ki tümüyle yok edildi. Orta Çağ´larda liste bir kez daha yapıldı, tanım olarak Antik Çağ´ın en etkin yedi yapıtı deniliyordu. 7 Harika´nın bazıları Orta Çağlar´da halen duruyordu ama diğerleri tamamiyle yok olmuştu. Elimizdeki en eski yazılı kayıt oyma olarak Hollandalı ressam Maarten van Heemskerck (1498-1574)´den ve Johann Fischer von Erlach´ın "History of Architecture." den kalmadır. Günümüzün arkeolojisi, harikaların tarihinde çok fazla gizemin bulunduğu görüşünde. Harikaların yapımcıları için bu yapılar, dinsel yüceltmedir, mitolojiktir, sanatsal yönü tartışılmazdır, gücü ve bilimi simgelerler. Ama bizler için 7 Harika, değişen çevre koşullarında, daha henüz kütlesel ve estetik mimari yokken, bin yıllarca ayakta kalıp, biri dahi olsa bugüne kadar ulaşabilen insan yeteneğini simgeler. Antik kaynaklara göre 7 Harika´yı bir kez daha anımsayalım;
GİZA'DAKİ BÜYÜK PİRAMİT
"İnsan zamandan korkar, zaman ise piramitlerden..."
7 Harika´nın hala yaşayan tek kanıtı; öylesine ki tarihçilerin veya ozanların onu harika olarak tanımlamasına hiç ihtiyacı yok. Görüntüsü, ölçüleri ve şekliyle inanılmaz güzellikte görkemli dev bir yapıt. 7 Harika´den geriye bir tek o kaldı ve hala zamana karşı dimdik duruyor ve Büyük Piramit ya da Khufu-Keops Piramiti yok olmamakta direniyor.
Yeri: Giza´da, antik Memphis mezar kentinde, bugün artık Mısır´ın başkenti Kahire´nin bir parçası.
Tarihi: Genel zan Giza piramitlerinin üçünün de 7 Harika kapsamına alındığıdır ama belirtilen piramit, 4. Hanedan´dan Mısır Firavunu Khufu´nun, bilimsel saptamalara göre anıt-mezar olarak M.Ö. 2560´da yaptırdığı Büyük Piramit´tir. Geleneksel olarak, piramit yapımı Eski Mısır´da bir "platform-mastaba" kültürünün ürünüdür ve kraliyet için yapılır. Daha sonraları, sayısız yığma mastaba yapılmıştır, ilk piramitlerin en iyi örneği ünlü mimar İmhotep tarafından Kral Djoser adına yapılan Sakkara piramitidir. Bilimsel geleneğe göre, Büyük Piramit, 20 yılda yapılmıştır; önce bir kent yapılmış, taş blokları taşınmış ve yığılmıştır. Yüzeyin düzleştirilmesi için uzun zaman çalışıldığı sanılıyor. Ama taş blokların nasıl yerleştirildiği henüz anlaşılmış değil, çeşitli kuramlar üretiliyor; bir kurama göre yapılan spiral bir rampa çıkarılan taş bloklar üstüste konuluyordu. Rampa, çamur kaplanıyor, sulanıyor ve taş bloklar itilerek kaydıralabiliyordu. Bir diğer kurama göre, taş bloklar dev manivelalarla kaldırılıyordu. Uzmanlara göre Giza Piramitleri´nin tümü İnsanlığın hayal gücünün en büyük kanıtıdır ve uyarıcıdır. Napolyon, 1798´de Mısır´a girdiğinde, piramitlerin önünde askerlerine; "Askerler, piramitlerin tepesinden 40 yüzyıl bize bakıyor." demişti. Bugün, Piramitler ve Sfenks turistik bir hazinedir, yine platoda bulunan müzede 1954´de bulunan "Güneş Kayığı" görülebilir. Kayığın Khufu´yu son yolculuğunda taşıdığına inanılıyor. Eski Mısır inancına göre, bu yolculuk ölümden sonraki yolculuğu simgeliyordu.
Tanımlama: Büyük Piramit, 145. 75 metreydi, şimdi on metresini kaybettiği kabul ediliyor. 43 yüzyıl boyunca, dünyanın en yüksek yapısıydı, ancak 19. Yüzyıl´da geçilebildi. Yüzeyi yumuşak ve düzleştirilmiş taşlarla kaplıydı, kalıntısı hala görülmektedir. Eğimi, 54 derece, 54 dakikadır. Tabanının dört kenarı tam ölçüldüğünde ve yönleri belirlendiğinde kusursuzdur, taban köşelerinin birleştirilmesiyle tam bir kare elde edilir, her kenarı 229 m.´dir ve kenar uzunlukları arasında maksimim hata oranı şaşırtıcı bir şekilde % 0.1 bile değildir. Piramitin her biri birkaç ton ağırlığında olan iki milyon taş bloktan yapıldığı sanılıyor. Eğer üç piramitin taşları yan yana dizilirse, tüm Fransa´yı çevreleyecek 3 m, yüksekliğinde ve 30, 48 cm. kalınlığındaki bir duvar yapılabilir. Büyük Piramit, Roma´daki St. Peter, Floransa, Milanove Londra´daki Westminster ile St. Paul Katedralleri´nin tümünü yanyana koyarsanız, kapladıkları yeri tamamen dolduracaktır. Geçmişe göre artık piramitler için yeni kuramlar geliştiriliyor; astronomik bir gözlemevi; özel bir inanç için tapınak; bilinmeyen çok eski bir uygarlığın yaptığı geometrik bir yapı; dünyadışı canlılar tarafından yapılan özel amaçlı bir yer. Sonuç olarak hangisi olursa olsun, bugün dev piramit ve yanındaki iki benzeri ilk bakıldığında ölümden sonraki yaşama doğru yapılacak mistik yolculuğun simgesi ve anısı olarak Nil´in batı kıyısında gizem bulutları arasında duruyorlar.
EFES'TEKİ ARTEMİS TAPINAĞI
"Artemis´in kutsal evi bulutların içinde kule gibiydi; diğer muhteşem yapılar onun gölgesinde kalıyorlardı; güneş oraya tanrılar dağı Olympos´a baktığı gibi eşit bakıyordu ..." (Yunanlı ve Filistinli ozan Antipater)
Gerçekten bir tapınak mıydı? Onu Piramit, Asma Bahçeleri, Rodos Heykeli gibi göremiyoruz. Evet, kaynaklar halk tarafından bir tapınak olarak ziyaret edildiğini yazıyorlar ama Artemis Tapınağı sadece bir tapınak değildi. Dünyanın o zamanki en güzel yapısı olarak tanınıyordu. Tapınak, Eski Yunan´ın av ve doğa tanrıçası Artemis´in onuru için yapılmıştı; İşte Ege kıyısında Antik Efes kenti yakınındaki Diana-Artemis Tapınağı;
Yeri: Türkiye´de, İzmir´in 50 km. güneyindeki Selçuk´un Antik Efes´de.
Tarihi: Kaynaklar, tapınağın kökeninin M.Ö. 7. Yüzyıl´da varolduğunu yazıyorlar ama harikalar tarihçesinde M.Ö. 550´de inşa edildiği belirtiliyor. Tamamiyle mermerdi, Lidya Kralı Krezüs tarafından finanse edilmiş ve Yunanlı mimar Chersiphron tarafından yapılmıştı. Dönemin en ünlü sanatçıları olan Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon´un heykelleriyle dekore edildi. Artemis Tapınağı, aynı zamanda da bir pazar ve dinsel bir enstitüydü. Yüzyıllar boyunca tanrıçaya inançlarını sunan ve isteklerde bulunan tüccarlar, turistler, sanatçılar ve krallar tarafından ziyaret edildi. Yapılan kazılarda, hacıların hediyesi olan altın ve fildişi Artemis heykellerine, bileziklere, küpelere ve gerdanlıklara raslandı, bazıları İran, Mısır ve Hindistan´dan getirilmişti. Ve M.Ö. 356 yılının 21 Temmuz gecesinde, Herostratus adlı biri, tapınağı yakarak istediği gibi adını ölümsüzleştirdi; garip bir raslantıyla aynı gece Büyük İskender doğdu. Romalı tarihçi Plutarch, o gece tanrıçanın İskender´in doğumuyla meşgul olduğu için tapınağını koruyamadığını yazıyordu. Yıkımın neden olarak görülen Büyük İskender, Anadolu´yu fethettiğinde, tapınağın yapımına yadım etti. 200 yıl sonra yine restore edildi. 1, Yüzyıl´da Aziz Paul, Efes´e gelerek Hıristiyanlığı yaymaya başlayınca Artemis inancı yıkılmaya yüz tuttu. 362´de Gotlar tapınağı yine yıktılar ama Efesliler tekrar inşa ettiler. Ve 4. Yüzyıl´a gelindiğinde, Efesliler´in çoğu artık hıristiyandı ve tapınak cazibesini yitirmişti. 401´de Aziz John Chrysostom Artemis Tapınağı´nı tamamiyle yıktırdı zaten artık Efes´da artık kimse yaşamıyordu. 19, Yüzyıl´da ilk kazılar yapıldı ve tapınağın temelleri, birkaç sütün ve batık kentten bölümler ortaya çıkarıldı. Buluntular Osmanlı´nın cehaleti nedeniyle Türkiye dışına kaçırıldı. Bugün yerinde sadece üstüste konmuş birkaç taş parçasından başka birşey yok. Ama Artemis´in muhteşem iki heykeli Selçuk müzesindeki yerinden eski görkemini anımsatırcasına hala bakıyor.
Tanımlama: Tapınağın dikdörtgen olduğu biliniyor. Benzeri tapınaklarda olduğu gibi ama yine benzerlerinin aksine bütünüyle mermerden yapılmıştı ve ön yüzü çok geniş bir avluya bakıyordu. Mermer basamakların çevrelediği yaklaşık 80x130 m. boyutlarında bir platform üzerindeydi. çevresini kaplayan 127 adet 20 metrelik sütünların üzerlerinde ionik kabartma yazılar vardı. Platformun tam ortasında, aşağıya doğru inilerek orthogon veya tanrıçanın evi bulunuyordu. İçindeki dört bronz amazon heykeli çok ünlüydü. Aziz Paul´un ziyaret ettiği dönemde tapınağın içi altın sütünlar, gümüş heykellerle doluydu. Selçuk Müzesi´ndeki ünlü Artemis heykelinin tapınağın merkezinde durup durmadığı bilinmiyor. Artık Artemis Tapınağı yok ve 2000 yıl öncesinin rüya yapısı ebediyete kadar gerçek haliyle bilinmeyecek.
BABİL'İN ASMA BAHÇELERİ
"Bahçenin yamacına yaklaştığınızda, yapının kat kat yükseldiğini görüyorsunuz... tamamı sanki tüm dünyayı simgeliyor... dev bitki yığınları, büyük ve kalın ağaçlar öylesine cazibeli ki, bakanları büyülüyor... nehirden gelen bol suyu aletler yükseltiyor... ve dışardan bunları göremiyorsunuz..." (Tarihçi Diodorus Siculus)
Meyveler ve çiçekler, şelaleler, yapının katlarından taşan bahçeler, egzotik hayvanlar... İşte Babil´in Asma Bahçeleri´ni görenlerin aklında kalanlar bunlardı. Eğer Eski Yunan´ın tarihçileri ve ozanları olmasaydılar, kimse böyle bir mucizeden haberdar olmayacaktı.
Yeri: Fırat´ın doğu kıyısında, Bağdat´ın 50 km. güneyinde.
Tarihi: Babil Krallığı´nın en parlak dönemi ünlü Kral Hammurabi dönemidir (M.Ö. 1792-1750). Krallık, Naboplashar (M. Ö. 625-605) dönemine kadar görkemini sürdürmüştü ve Naboplashar´ın oğlu olan Nebuchadnezzar II (M. Ö. 604-562), efsanevi Bahçeler´in yapımcısıdır. Anlatılara göre Kral bu muhteşem bahçeyi karısı için veya karısını kıskandığı için yaptırmıştır, Bahçeler´le ilgili en geniş bilgiyi Diodorus Siculus ve Berossus gibi tarihçilerden alıyoruz; Babil kaynaklarında ise hiçbir kayda raslanmıyor. Nebuchadnezzar döneminden kalan tabletlerde dahi Bahçeler´den söz edilmiyor; buna karşın kralın sarayından, Babil´den ve kentin surlarından söz ediliyor. Bu arada belirtmek gerekir ki, Asma Bahçeleri´nden söz eden tarihçilerin hiçibirisi o kadar detay vermelerine rağmen bahçeyi gözleriyle görmüş değiller. Modern tarihçilere göre Büyük İskender´in askerleri Babil´in verimli, yemyeşil topraklarından çok etkilenmişler ve geri döndüklerinde Mezopotamya´nın büyüleyici bahçelerini, palmiyelerini, Nebuchadnezzar´ın sarayını, Babil´in ünlü kulesini ve zigguratları anlatmakla bitirememişlerdi, ötesi ozanların ve antik tarihçilerin hayal gücüydü, böylece Babil´in Asma Bahçeleri Dünyanın 7 Harikası´nın arasında yerini aldı. 20. Yüzyıl´a kadar bu gizem böyle sürdü; derken birkaç arkeolog bazı kanıtlara ulaştıklarını açıkladı, bulunan kanıt Bahçeler´in sulama sistemiydi ve bu gerçek bir kanıttı.
Tanımlama: Ayrıntılı bir tanım için özellikle Strabo´ya ve Bizanslı Philo´dan yararlanacağız; "Bahçe dörtgen biçimindeydi, iki uzun kenarı 400 m. uzunluğundaydı, kemerler ve küb biçiminde çeşmelerle süslüydü. Altan başlayan merdivenler dönerek yükseliyor ve en üst terasa kadar ulaşıyordu... Asma Bahçeleri, en alttan itibaren bitkilerle doluydu, dev ağaçlar topraktan en üst kata kadar ulaşıyordu. Tüm yapı, taş sütünlarla destekliydi, su akımı eğimli kanallar aracılığıyla sağlanıyor ve bir sistemle sular yukarı çıkıp yine aşağıya akarken, tüm bitkileri suluyordu. Yapılanlar tam olarak bir krallık lüksünü yansıtıyordu..." Bahçenin, kralın sarayına yakın olduğu tahmin edilerek, sulama kanalları antik Babil öreni yakınlarında kazılar yapıldı, bulunan su kanalı ve duvar yıkıntıları Bahçe´ye ait olabilirler... Babil´in Asma Bahçeleri´ni gören bilen yok ama görkemi hala sürüyor ve belki Irak´da birgün yeniden sağlıklı kazılar yapılabilirse daha güvenli veriler elde edebiliriz.
İSKENDERİYE FENERİ
"Denizin tanrıları adına... " (Cnidian´lı Sostratus)
Şimdi mimari bir harakadan söz edeceğiz; İskenderiye Feneri her fener gibi denizcilerin limana güvenle dönmeleri için yapılmıştı. Çağında dünyanın en uzun yapısı olarak biliniyordu. Ama fenerin gizemli yönü olan ünlü "Ayna" bilimcileri daha çok ilgilendirmektedir. Fenerin ışığını yansıtan aynanın 50 km. (35 deniz mili) uzaklıktan görüldüğünü kaynaklar yazıyorlar.
Yeri: Şimdiki İskenderiye kentinin önünde bulunan Pharos Adası´nda.
Tarihi: Büyük İskender´in ölümünden sonra kumandanlarından Ptolemy Soter Mısır´ı bir dönem yönetti ve İskenderiye´nin kuruluşuna tanık oldu. Kentin kıyısını Pharos Adası yani Firavun Adası kapatıyordu. Kıyıda ve liman girişinde su altı çok tehlikeli olduğundan bir fenerin yapımı gerekliydi; Tasarım ve ilk çalışmalar Ptolemy Soter´e aittir ama fener oğlu Ptolemy Philadelphus tarafından bitirilmiştir. Euclid´in çağdaşı olan mimar Sostratus, fenerin ayrıntılı hesaplarını vermektedir. Fener, koruyucu tanrılara, Ptolemy Soter´e ve karısı Berenice´e adanmıştı. Limanın girişini belirtiyordu, içinde geceleri ateş yakılıyor, gündüzleri ise güneş ışığı bir ayna ile yansıtılıyordu. Fener, Eski Yunan ve Roma paralarında gösterilmektedir. Araplar, Mısır´ı ele geçirince İskenderiye´yi ve iklimini çok beğendiler ve fener yanmaya devam etti. Ama başkent Kahire´ye taşınınca fenerin bakımı ihmal edildi ve kazayla dev ayna kırılınca da bir daha yenisi yapılmadı. M.Ö. 956´daki depremde fener zarar gördü ama yıkılmadı. Ama 1303 ve 1323 depremlerinde fener yıkıldı. 1349´da büyük Arap gezgini İbni Batuta, İskenderiye Feneri´nin yıkıntılarını gördüğünü ve giriş kapısına kadar da ulaştığını yazıyordu. Ve 1480´de Memlük Sultanı Kayıtbay İskenderiye´nin savunulması için bir kale yaptırmaya karar vererek, yıkık fenerin tüm taşlarının ve mermerlerinin kalenin yapımında kullanılmasını emretti.
Tanımlama: Yokolan altı harikadan en son yokolanı İskenderiye Feneri´dir. Bugün yeri tama olarak bilinmiyor; Strabo´ya ve Romalı tarihçi Küçük Pliny´e göre, kulenin dışı tamamiyle beyaz mermerle kaplıydı. Gizemli aynanın yansıttığı ışığın onlarca kilometre uzaktan görüldüğünü yine onlar yazdılar. Bazı efsanelerde aynanın yansıttığı güneş ışınıyla düşman gemilerinin yakıldığı da yazmaktadır. 1166´da Arap gezgini Ebu Haccac el-Endülüsi feneri gezdi ve uzun uzun tanımladı. Modern uzmanlar, bu kaynaklardan yola çıkarak, fenerin üç katlı olduğunu, en alt kat 55.9 m. yükseklikte ve kare şeklindeydi, ortasında silindirik bir bölüm veya şaft vardı, karenin üstünde 18.30 m. eninde, 27.45 m. yüksekliğinde sekizgen bir kule, onun üstünde ise 7.30 m. yüksekliğindeki üçüncü kat bulunuyordu. Fenerin toplam yüksekliği 117 metreydi ve bu yükseklik günümüzdeki 40 katlı binalara eşittir. Ortadan geçen şafta yakılan ateşin yakıtı konuyordu, en tepede gizemli ayna bulunuyordu, ilk yapımda fenerin damında veya tepesinde Tanrı Poseidon´un bir heykeli vardı. İskenderiye Feneri, sonraki yüzyıllarda Akdeniz´de yapılan birçok fenere mimari örnek oldu. Bulunduğu adanın adı olan Pharos sözcüğü, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca´da fener yerine hala kullanılmaktadır. Fenerin en büyük gizemi olan ayna hakkında hiçbir bilgi bulunmuyor, bu kadar büyük bir aynayı kimin, nasıl yapabildiğini ve hangi tekniğin kullanıldığını hala bilmiyoruz.
BODRUM MOZOLESİ
"Ben burada, Halikarnas´da yatıyorum. Hiçbir ölü için bu kadar büyük bir anıt yapılmadı, at heykelleriyle süslendi ve bunun için en iyi mermerler kullanıldı..." (Kral Maussollos-"Lucian´ın ´Ölü Diyalogları´ndan)
Büyük Piramit´te olduğu gibi, yine antik bir kralın mezarıyla karşı karşıyayız. Ama bu farklıdır, başka bir yönden ünlenmiştir yani yeri önemlidir; coğrafi olarak Artemis Tapınağı´na yakındı ve bir estetik yapı ya da bir sanat şahaseriydi.
Yeri: Güneybatı Türkiye´de, Ege kıyısında Bodrum´da.
Tarihi: İmparatorluğun çok büyük olması nedeniyle. Pers Kralları yönetimde zorlanıyorlar ve yerel yöneticilerin desteğinden yararlanıyorlardı; bunlara Satrap deniyordu. Bodrum´un içinde bulunduğu Karia Bölgesi ve Krallığı da bunlardan birisiydi. M.Ö. 377-353 arasında yaşayan Karia Kralı Mausollos´ın başkenti Bodrum yani Halikarnas´ idi. Aslında kralın bir mezar-anıt yapmak gibi bir düşüncesi yoktu, anıtı yaptıran karısı ve kızkardeşi olan Artemisia´dır; Anıt veya Mozoleum, kralın ölümünden üç yıl, karısının ölümünden ise bir yıl sonra tamamlandı. Bodrum Mozolesi, 16 yüzyıl boyunca yapıldığı günkü gibi kaldı, sonraki depremlerde çatısı ve kolonları yıkıldı, 15. Yüzyıl´da Malta Şövalyeleri bölgeye hakim olunca mozoleyi yıkıp, yerine bir kale yaptılar. Bugün Bodrum´da görülen kalenin parlak taşları ve mermer blokları Mozole´yi anımsatmaktadır. Bazı heykel kalıntıları ve Yunanlılarla, Amazonlar arasındaki bir savaşı gösteren frizler bugün Londra´da British Museum´da görülebilirler.
Tanımlama: Mozole 40x30 boyutunda bir dikdörtgendi ve basamaklı bir podyumun üzerindeydi, çevresi heykellerle süslenmişti. Mezar salonu ve lahit beyaz mermerdendi ve altınla süslenmişti, podyumun çevresinde ionik sütünlar, piramit şeklindeki çatının çevresinde de yine heykeller bulunuyordu. Dört atın çektiği dev bir savaş arabası heykeli tepedeydi. Yüksekliğinin 45 m. olduğu hesaplanmıştır, güzelliği kendisinden çok heykellerin olağanüstü olmasından kaynaklanıyordu. Ayrıca birçok insan, aslan, at ve hayvan heykelleri de vardı. Heykeller, dört ünlü Yunan heykelcisi olan Bryaxis, Leochares, Scopas ve Timotheus tarafından yapılmışlardı, her biri Mozole´nin bir yanını süslemişti. 19. Yüzyıl´dan sonra arkeolojik kazılar yapıldı ve elde edilen bilgilerle yapının boyutları daha iyi anlaşıldı. Mozoleum, Asma Bahçeleri gibi bir aşkın ölüme karşı direnişiydi, bugün ikisi de yapımcıları gibi ebediyen yokoldular ama başardılar çünkü biz onları biliyor ve tanıyoruz.
RODOS HEYKELİ
" Ey Güneş, senin için Rodoslu Dorian halkı bu bronz heykeli Olympos´a ulaştırmak için, savaş dalgalarını uzaklaştırmanı ve kenti taçlandırmanı dileyerek yaptı. Kentimiz, yağmadan uzak kalsın, sadece denizler değil, karalar da özgürlük meşalesinin ışığından yoksun kalmasın. " (Heykel´in ithaf yazısından)
Sadece 56 yıl ayakta durabilen Rodos Heykeli için Küçük Pliny; "Evet, yerde yatıyor ama muhteşem." demişti. Rodos Heykeli sadece dev bir heykel değildir, aynı zamanda da çok güzel bir ada olan Rodos halkının birliğini simgelemekteydi.
Yeri: Rodos limanının girişindeydi.
Tarihi: Antik Yunan´da belirli güçleri olan kent-devlet sistemi geçerliydi, Ialysos, Kamiros ve Lindos gibi Rodos´da dört ada devletinden birisiydi. M.Ö. 408´de dört ada anlaşıp, Rodos´u başkent yapıp bir birlik kurduktan sonra ekonomik yönden büyük başarı sağladılar. Mısır Kralı Ptolemy I Soter´le çok gelişmiş ticari bir ilişki içindeydiler, M.Ö. 305´de Makedonyalı Antigonid´ler, ticari rekabet sonucunda bu Rodo-Mısır ticari birliğini savaşarak kırdılar ama asla kente giremediler. M.Ö. 304´de barış yapıldı, birlik yine kuruldu ve tüm askeri malzeme satıldı ve parasıyla Güneş Tanrı Helios adına dev bir heykelin yapılmasına karar verildi. Heykel 12 yılda yapıldı ve M.Ö. 282´de bitirildi ama M.Ö. 226´da oluşan çok şiddetli depreme kadar ayakta durabildi, kent tamamen yıkılmıştı, heykel ise en zayıf yeri olan dizlerinden kırılarak devrildi. Rodoslular, Mısır Kralı Ptolemy III´den restorasyon için maddi yardım istediler ama sonra bir kahin heykelin yeniden yapılmasının yasaklandığı kehanetinde bulununca Ptolemy´nin yardımından vazgeçildi. Yaklaşık 900 yıl boyunca kırık heykel öylece yerde kaldı, tabii artık bir kalıntıydı. Sonra garip birşey oldu ve bir Suriye´li bir yahudi heykeli satın alarak, 900 devenin sırtına yükleyerek taşıdı. Sonrası bilinmiyor...
Tanımlama: Aslında her ne kadar Rodos Limanı deniyorsa da, bugün heykelin hangi limanın ağzında durduğu bilinmiyor; tahminler Mandraki Limanı doğrultusunda. Resimde görüldüğü gibi, heykelin boyutları inanılmaz görünüyor, devrildikten sonra limanın ağzını tıkadığından söz eden antik yazıtlar da var ama çelişki çok fazla; heykelin karada mı yoksa denizde mi 900 yıl yattığı pek anlaşılamiyor, yahudi tüccar neyi satın aldı? Bir kısmını mı? Ya da başka birşeyi mi? Heykelin Rodoslu heykeltraş Lindoslu Chares başkanlığındaki bir komisyon tarafından yapıldı, bronz parçalar halinde çalışıldı, sonra birleştirildi, ayakları ve topukları konuldu. Çatısının yapımında demir ve taş blokların kullanıldığı da sanılıyor. Kaidesi beyaz mermerdendi, bittiği anda yüksekliği 33 metreydi. Tam olarak şekli ve görünümü bilimiyor, çizimler anlatılardan yola çıkılarak yapılmış. Ve Fransız heykelci Auguste Bartholdi, Rodos Heykeli´nden esinlenerek modern dünyanın en çok tanınan ve dünyanı en büyük ülkesini simgeleyen heykelini yaptı; New York´daki Hürriyet Heykeli´ni; ne gariptir ki, her iki heykelde özgürlük adına yapıldılar.
OLYMPİA'DAKİ ZEUS HEYKELİ
" Sağ elinde altın ve fildişinden yapılmış bir zafer simgesi var, sol elinde ise tüm metallerden yapılmış üzerinde bir kartalın bulunduğu bir asa; Büyük Tanrı´nın sandalları ve giysisi tamamiyle altından yapılmış... " (Yunanlı Pausanias-M.S. II. Yüzyıl )
Heykel antik olimpiyat oyunları için yapılmıştı, zaten bulunduğu yerin adı oyunlara verilerek olimpiyatlar denildi. Savaşlar durunca atletler Anadolu´dan, Suriye´den, Mısır´dan, Sicilya´dan gelirler, tanrılan kralı olan Zeus´un onurunu yüceltmek için yarışırlardı.
Yeri: Yunanistan´ın batı kıyısında, Atina´ya 150 km. uzaklıkta, antik kent Olympia´da, .
Tarihi: Antik Yunan takvimi M.Ö. 776´da başlar ve olimpiyat oyunlarının başlangıcı olarak kabul edilir. Zeus tapınağı, mimar Libon tarafından projelendirildi ve M.Ö. 450´de bitirildi. Önceleri basit bir dorik tapınak olarak görünüyordu ve güzelleştirilmesi için görkemli bir heykelin yapımına karar verildi. Tarihin en ünlü heykelcilerinden olan büyük Pheidias, bu iş için görevlendirildi; benzer bir görev yüzyıllar sonra Michelangelo´ya Sistine Kilisesi´ni resimlemesi için verilecekti. Yıllar boyunca tapınak, ziyaret edildi ve adaklar adandı; I. Yüzyıl´da Roma İmparatoru Caligula, heykeli Roma´ya taşımaya kalkıştı ama kurulan yapı iskelelerinin çökmesiyle vazgeçildi. II. Yüzyıl´da yenilendi ve dev heykel restore edildi. M.S. 391´de İmparator Theodosius I, pugan inançlarını yasakladı ve tapınağı kapattı. Depremler, seller ve heyelanlar tapınağı zamanla yok ettiler; heykel zengin Yunanlılar tarafından Bizans´a yani İstanbul´a taşındı ama 462´deki yangında yok oldu. Bugün sadece, tapınağın temel taşları ve yıkık sütünları duruyor.
Tanımlama: Pheidias, heykeli M.Ö. 440´da yapmaşa başlamıştı. özel .ir teknikle altın ve fildişi karışımı heykel yapımında tek uzmandı. Ağaç çerçeveler yapıyor, içlerine metal ve fildişi plakalar yerleştiriyor ve sonra bunlarla heykelleri kaplıyordu. Pheidias´ın atölyesi bugün hala Olympia´da duruyor, burada çeşitli heykel parçaları bulundu. Strabo şöyle yazıyor ve tarihin ilk eleştirmeni olarak şimdikilerin yaptığını aynen yapıyor; "Tapınak büyük ama heykeltraş eleştirilebilir zira orantısız bir iş yapmış; Zeus otururken tasarlanmış ama başı tavana değiyor, bu nedenle de her an büyük tanrının kalkıp, tavanı delip, yıkacağı izlenimine kapılıyoruz." Strabo doğruyu yazmıştı ama eleştirisi yanlıştı çünkü heykel bu etkiyi vermek için özellikle öyle yapılmıştı, tanrıların kralının başı tavana delip, göklere yükseliyor izlenimini vermeliydi. Heykelin kaidesi 1 m., kendisi 13 metreydi yani dört katlı bina kadar... Tanıklar, Zeus´dan çok tahtından söz ediyorlar, tahtın ayakları sfenksler ve zaferi simgeleyen kanatlı yaratıklarla süslenmişti, arada diğer tanrıların tasvirleri bulunuyordu. Daha sonra benzerleri yapıldı ama hiçbiri aslı gibi olamadı. Ve bizler bugün diğerleri gibi bu büyük sanat eserini de sadece merak ediyor ve yine Strabo´yu anımsıyoruz; "Herşey yok olabilir ama düşüncenin gözü asla yok edilemez..."
Modern tarihçiler, sanatçılar, mimarlar ve arkeologlar, Dünyanın 7 Harikası bu kadar değildir yani 7 tane olamaz unutulan veya antik çağ tarihçilei tarafından bilinmeyen diğer harikalar da vardır; İşte üzerlerinde birleşilen diğer antik harikalar; üstelik bunlar 6 harika gibi yok olmuş değiller;
* Mısır´daki Abu Simbel Tapınağı.
* Kamboçya´daki Angkor Wat.
* Mexico´da Tenochtitlan´daki Aztek Tapınağı.
* Roma´da ki Colosseum.
* Büyük Çin Seddi.
* Peru´daki İnka kenti Machu Picchu.
* İtalya´daki Pisa Kulesi.
* Guatemala´daki Tikal Maya Tapınağı.
* Pasifik´deki Paskalya Adası´nda bulunan Moai heykelleri.
* Atina Parthenon´u.
* Ürdün´deki kaya-kent Petra.
* İngiltere´de Stonehenge.
* Hindistan Agra´daki Taj.
* Meksika´daki Palenque Tapınağı.
Buraya kadar gelmişken, bizim başımız kel mi diye soralım ve modern dünyanın harikaları de öğrenelim. Yine aynı uzmanlar grubu bunu da belirlemişler; İşte 20. Yüzyıl´ın harikaları;
* Manş Tüneli
* Londra´daki Big Ben saat kulesi.
* Paris´de Eyfel Kulesi
* New York´da Empire State Building gökdeleni.
* San Francisco´da Golden Gate Köprüsü.
* Mısır, Aswan Barajı.
* Brazil/Paraguay´daki Itaipú Barajı.
* Panama Kanalı.
* New York´daki Özgürlük Heykeli.
* Mısır´da Süveyş Kanalı.
* Avustralya, Sydney´de Opera Binası.