Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ARAP DÜNYASINDA (İslâm ile birlikte) “TAŞ” - 1  (Okunma sayısı 2749 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 20, 2010, 12:27:18 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bu konuya başlarken önce “akik” olarak anılan taşa değinmek istiyorum.

Çok sert ve beyaz bir taş olan akik, hem İslâm öncesi Arap inançlarında hem İslâmiyetin gelişinden sonra folklorik bir önem taşımıştır. Hz. Muhammed’in akik yüzük takmasının insanı yoksulluğa düşmekten koruyacağına ilişkin bir görüş belirttiği söylenir.

Kuran-ı Kerim’in yedinci suresinde A’raf anlatılır. Toplam 206 âyetten oluşan bu surede A’raf, bir sözcük olarak “kum tepesi” anlamına gelen “urf” sözcüğünün bir türevidir. Cennet ile cehennem arasındaki bir tepeyi niteler. 10. yüzyıl başlarının ünlü İranlı tarihçisi Tabarî’nin anlatımlarında, günah ve sevapları eşit olduğundan ne cennet ne de cehenneme gidebilenlerin durdurulup bekletildiği yer olarak algılandığı anlaşılmaktadır. Kimilerine göre “peygamber ile doğruluktan ayrılmayan Müslümanların bulundukları yüksek yer” anlamına gelmektedir. Suredeki anlamı bakımından ise, cennetlikler ile cehennemlikler arasında bir örtü ya da bir duvar, belki de bir makamın en yüksek tepesi anlamına geldiği anlaşılmaktadır.

Kabala ile bağlantılı öğretilere ve Musevi folklorik inançlarına göre insanın ruhu, ölümden sonra 7 gün cesette kalır. Bundan ötürü Museviler, ölülerin başında matem tutardı. Bu 7 gün içinde iyi ve doğru bir insanın ruhu tekrar yeryüzüne dönebilirdi. Ancak bu dönüşün şekilsiz bir şekilde gerçekleştiğine inanılırdı. Ölümü izleyen 11 ay süresince yapılan dualar ile ruhun, “Gheniom” denilen o bulunduğu düzeyden cennete yükseldiğine inanılırdı.
 
Buna benzer bir anlayışın yani ruh ile ilâhi göksel cennet arasında başka bir platform gibi bir yerin bulunduğuna ilişkin inancın Müslümanlığa da olduğu gibi yansıdığı görülüyor.

Musevi inancına göre arınmış ruh, burada ilâhi var oluşun ışınlarının varlığı (Sehinah) ile büyük bir mutluluğa ulaşır. Ruhun köklerinin ilâhi dünyada olmasından ötürü ölümden sonra yine oraya geri döneceğine inanılır. Bir diğer deyişle ruh açısından insanın bu dünyada geçirdiği zaman, bir çeşit sürgünde olmak gibidir.

Bazı Musevi düşünürler hem dindar bir yaşamı hem peygamberlerin vahiylerini bu dünyadaki yaşam sırasında ölümden sonra ruhun başından geçenler ve sefirota (evrensel yörüngeler) yükselme ile eş görmüştür. Örneğin Musa dünyadaki yaşamında Tanrı ile beraberliğin en yüksek düzeyine ulaşmış ve bu durumdan sonra tanrısallığın en gizemli oluşumlarını solumuştur.
 
Bu inançlar arasında bir de ruhun değişik bedenlere girmesi kuramı olarak bilinen “metempsikosis” olarak anılan bir görüş vardır. Bu, ruhun ölümden sonra yeni bir bedene girmesi ve kaderini tamamlaması şeklinde açıklanabilir. Hint inançları ile benzerlik göstermektedir.

A’raf konusunun sonrası elbette Arafat…

Bu, İslâm’da hac ziyaretlerini yapan hacıların toplandığı tepedir. Mekke’nin güneydoğusundadır. Arife günü burada toplanılır. Âdem ile Havva’nın ilk buluştuğu yer olarak kabul görür.

Bir başka inanç da Hz. İbrahim’in ilk olarak burada Cebrail ile konuştuğu üzerinedir. Hz. İbrahim’in Tanrı’nın buyruğuna olan bağlılığını göstermek için oğlu İshak’ı kurban etmek üzere Kudüs’teki Moriah Dağı’na gitmesi (İbrani inançlarına göre) tarih bakımından daha sonraya düşer olarak kabul edilir.

Bu bağlamda Musevi ve İslâm inançları arasında yer yer farklılıklar var. Bunlar, gerek yer gerek kronoloji bakımından çelişkiler gösteriyor. Bunu doğal karşılamak gerekir.

İshak, 37 yaşında iken kendi isteği ile sunak başına gelir. İshak’ın başından geçenler, sonradan Musevi inancının simgelerinden biri olmuştur. Öykünün bir başka anlatımında ise, onun aslında daha önce ölüşü ve yine canlanışı söz konusudur.

Arafat, folklorik inançlarda “rahmet dağı” olarak anılmaktadır.

Hıristiyan inançlarında da benzer bir motif olan “zeytin dağı” dikkat çekicidir. İsa, ünlü son akşam yemeğinden sonra “Getsemani” denilen yere çekilir. Yahuda tarafından ele verileceğini önceden bilmektedir. Öğrencilerine duaya gittiğini, beklemelerini söyler. Petrus’u ve Zebedi’nin iki oğlu Yakup ile Yahya’yı yanına alarak, üzgün ve kaygılı bir şekilde onlara «Ölüme dek üzgündür gönlüm. Burada benimle uyanık kalın.» der. «Tanrım mümkünse eğer gelmesin bana bir kâse ama benim isteğim değil, senin istediğin olsun» diye ekler. Aşağıya indiğinde, öğrencilerini uyur bulur. Onlara sitem eder ve «Uyanık durun ve dua edin ki igvaya düşmeyin. Gerçi ruh tetiktedir ama hep zayıftır.» der. Yine onlardan ayrılan İsa duasına devam eder: «Tanrım eğer bu kâseyi ben içmeden uzaklaştırmak olanaksız ise senin iraden olsun o gerçekleşir.» Öğrencilere döndüğünde, onları gene uyur bulur. (Not: İgva, baştan çıkma anlamına geliyor.)

Görüldüğü üzere, Musevilikteki yüksek bir yere çıkıp ilâhiyat ile baş başa kalmak ya da mistik bir deneyim yaşamak, Hıristiyanlıkta yinelenmiştir.

Bu bağlamda İslâm’ın tutumu ise biraz farklıdır. Musevilikte var olup Hıristiyanlıkta yitirilen “melek” konusuna ağırlık verilmiştir. Meleklerin başında da bir bakıma Cebrail gelir.

Hz. Muhammed Mekke’de Hira Dağı’ndaki bir mağarada tek başına oturmuş düşünürken, Cebrail ona «İkra!» (Oku!) diye seslenmiş, böylece Kuran-ı Kerim’in ilk âyeti gelmiştir. Cebrail daha sonra ona «Yaratan Rabbin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, o kereminin sonu olmayan Rabbindir. Kelâmla öğreten odur; insana bilmediğini bildiren odur.» demiştir.

Bunlardan sonra bir şey gelmeyince, Muhammed Hira Dağı’ndaki mağaradan aşağıya inmeye koyulur. Bu esnada Cebrail’i ufukta yerle gök arasında bir kürsü üzerinde, meleğin ilk yaratıldığı şekli ile görür. Çok ürker çünkü melek ona insan şekli dışında gözükmüştür. Evine gelir; örtünerek yatar. Bu sırada “Ey örtüsüne bürünen Muhammed! kalk, halkı uyar. Rabbini tekbîr et.” ayetleriyle başlayan Müddessir suresi iner.



Burada durup, bir açıklama yapmak istiyorum. Kuran-ı Kerim’in meali, İslâm dininin uzmanı olan profesörlerin kaleme almış olduğu kaynak kitaplarda, ayrıntıda birbirinden yer yer birtakım farklılıklar ile verilmektedir. Hangisinin “tam doğru” ya da “en uygun” olduğunu söylemek olanaksızdır. En azından bana gore olanaksız. Bu nedenle benim burada vereceğim âyet alıntıları, bazı kaynaklardaki karşılıkları ile tam uyum göstermeyebilir. Şöyle diyorum: Burada akademik bir çalışma söz konusu olmayıp konu aslında “taş” ile bağlantılı olduğundan, önemli olan ilgili âyetin kapsamında yaklaşık olarak ne söylendiğidir. İzleyecek bölümde ve sonrasında lütfen bu deyişimi göz önündü tutun. Yanlış bir şey söylemişsem, bu konuyu benden çok daha iyi bilenlerin düzeltmesini rica ediyorum.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
5300 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 11, 2010, 06:35:00 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
6285 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 12, 2010, 02:20:22 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2891 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2010, 11:44:49 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2535 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 21, 2010, 12:58:18 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2561 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 22, 2010, 04:08:15 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2139 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 24, 2010, 12:39:23 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2454 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2010, 03:44:53 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2139 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 26, 2010, 06:29:39 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
5773 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 28, 2010, 08:21:37 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
2924 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 29, 2010, 03:40:01 ös
Gönderen: ADAM