Yeni Şafak, dün baş sayfasını Fethullah Gülen’in zamanında mason olduğuna ayırmış. Bugün ve yarın da yazı dizisi devam edecek.
Bilen bilir, bilmeyenler için söyleyelim, bu gazete AKP’nin adı konmamış “resmi” yayın organıdır. Siyasi partilerin yayın organları olamaz mı? Tabii ki olur. İlan edilmişi de edilmemişi de pekala olur.
Kimileri bunu yüksek sesle söyler, bazıları seslendirmez, bir kısmı ise yeri gelir inkar bile eder.
Allah için, Yeni Şafak bu konuda “dobra” bir duruş sergilemektedir.
Bu gazete için, hükümet ne derse, odur.
Hükümetin çıkarları Yeni Şafak’ın, Yeni Şafak’ın çıkarları ise hükümetinkilerle yüzde yüz örtüşür.
Böyle olunca, Yeni Şafak’ı hükümet gibi, hükümeti de Yeni Şafak gibi okumakta yarar vardır.
***
Hükümetin arka odaları Yeni Şafak yazarlarının rahatlıkla girip çıktıkları, hatta hükümet ve gazete politikalarını çakıştırdıkları alanlardır.
Nereden mi biliriz bunları?
Benim gibi otuz küsur yıllık gazeteci olmaya gerek yoktur bunu anlayabilmek için. İyi gazete okuru olmak yeter.
Hükümetin neye niyeti varsa Yeni Şafak’ta okuruz. İcraat haline dönüştüğünde, ilk bu gazete haber verir bize. Yapılanların sonuç getirmesi için en büyük desteği de bu gazetenin verildiğini görürüz.
Buradan da anlarız ki, hükümet Yeni Şafak, Yeni Şafak hükümet demektir.
***
Fethullah Gülen ve cemaatinin önce gözden düşürülmesi ve giderek “suç örgütü” haline dönüştürülmesi, itinayla bu gazete tarafından gerçekleştirilmiştir.
İsterseniz gelin, son söyleyeceğimi başlarda söyleyeyim de kafa karışıklığına yol açmasın:
Ne Fethullah Gülen’i severim ne de cemaati.
İsterseniz daha da doğrudan söyleyeyim sözümü.
Fethullah Gülen ve cemaatini sevmem. Üstelik, sevenleri de sevmem.
İşte bu kadar açık ve net!
***
Hayatımın hiçbir döneminde, dini arkasına alarak siyaset yapanları sevmedim.
Allah, peygamber, şeriat filan gibi lafları bayrak yapanların iyi niyetinden hep kuşkulandım.
Bu kavramları kullanarak toplumun gözünü boyadıklarını, dertlerinin çıkar devşirmek olduğunu düşündüm.
Fethullah Gülen ve cemaati de bana göre bu guruplardan biriydi. Tıpkı AKP’yi kuran bütün öteki cemaatler gibi...
***
Bu memlekette yaşayıp da Gülen ve cemaatinin başlangıçtan itibaren AKP’nin kurucu unsurlarından biri olduğunu bilmeyen var mı?
Ya öteki cemaatlerin?
İsimlerini burada uzun uzun saymayayım, her soydan ve türden cemaat el ele verdiler, umudu kırık liberallerin, milliyetçilerin ve sosyalistlerin ağızlarına da birer parmak bal çalarak AKP’yi yarattılar ve iktidara getirdiler.
Bütün bunlar olurken Türkiye’nin hangi tarihi koşullardan geçtiği tabii ki uzun uzun anlatılabilir ve hatta yazılabilir. Ama yazımızın konusu bu değil.
***
Yol üstünde milliyetçi, liberal ve sosyalist yoldaşlarını tasfiye eden, birbirlerine fikir ve zikir olarak görece daha yakın tekke, zaviye çıkışlı her türden ve soydan cemaat, (fıtratlarına uygun bir biçimde) “al takke ver külah” muhabbetiyle epey yol kat ettiler.
Okullara, kamuya filan hırsızlama puanlarla kadrolar yerleştirdiler, “devlet malı deniz yemeyen keriz” tekerlemesinde olduğu gibi talan, rüşvet yoluyla zenginleştiler.
Ama zenginleşmenin sonu yok malumunuz!
Bir yönüyle zengin olmak, tabii ki zengin olmak ama bir başka yanıyla güç toplamak demek.
Zurnanın zırt dediği nokta da tam burası zaten.
Hangi cemaat ya da cemaatler devlette daha güçlü olacak, hangileri daha çok paraya sahip olacak filan derken, beklenen kıyamet koptu. Siyasal iktidarın en tepe noktasını elinde bulunduranlar, her geçen gün daha fazla etraflarının sarıldığını, her geçen dakika “the cemaat”in paraca daha zenginleştiğini hissedince, bu “mümtaz” yol arkadaşlarının “ip”ini çekmeye karar verdiler.
***
İşte Yeni Şafak da tam bu noktada devreye girdi.
Önce, Fethullah Gülen ve cemaatinin ne büyük bir “yılan” olduğuna toplumu inandırma işlevini üslendi. Sonra da adım adım bu “yılan”ın hem başının hem de gövdesinin ezilmesine eşlik etti.
Ve, gelindi bugüne.
Yeni Şafak (yukardaki tespitimizden hareketle söyleyecek olursak bizatihi hükümetin kendisi) bu seferde kullanabileceği belki de en büyük taşı, masonluğu alıp saldırdı Gülen ve cemaatine.
***
Seçimler de yaklaşıyor ya hani...
Gülen ve cemaatinin gösterdiği yolda ilerlemeyi düşünen bir kaç kişi kaldıysa maazallah kenarda köşede...
Masonluk kartını oynayarak itibarsızlaştırma geldi bu kez de gündeme...
***
Bu, masonluğun bir siyasal kişi ya da çevreyi itibarsızlaştırmak için ilk kullanılışı olmayacak.
Daha önce de defalarca başvuruldu bu yönteme.
En iyi bilineni ise, Süleyman Demirel’e ilişkin olanı. Bilindiği gibi, 1964 yılında Adalet Partisi’nin genel başkanı Ragıp Gümüşpala ölünce, başkanlık adayı olarak iki isim öne çıkmıştı. Bunlardan biri Sadettin Bilgiç, ikincisi ise Süleyman Demirel idi. Seçim propagandaları esnasında, Demirel’i destekleyenler onun ABD devlet başkanı Johnson ile çektirdiği resimleri, Bilgiç yanlıları ise, mason locasına üye olduğunu gösteren kayıtları dağıttılar. Demirel mason olduğunu inkar etmiş, locadan da “mason olmadığı”nı gösteren bir belge almıştı. Bu belgenin verilmesi üzerine bazı üyeler “durumun kabul edilemezliği”ni ileri sürerek locadan ayrılmış, yeni bir mason locası kurmuşlardı.
Tabii ki meselemiz bu konuyu da uzun uzadıya tartışmak değil. Meraklıları biraz tarih okur, o dönemde neler olduğunu öğrenir.
***
Meselemiz ne mi? Şu:
Neden bu ülkede birileri, özellikle de siyaset arenasında itibarsızlaştırılmak istendiğinde, masonluktan istifade edilmeye çalışılıyor?
İşte size, on numaralık bir bitirme sorusu.
Var mısınız birlikte çözmeye?
Bir sürü nedeni var “masonluktan istifade edilmek istenmesi”nin kuşkusuz.
Ben size, en öne çıkan iki tanesini söyleyeyim:
Türkiye toplumunun büyük bir kısmı, hala masonların batı kaynaklı bir kurum (dış mihrak) olduğunu düşünüyor.
Ve aynı insanlar, hala, masonluğun siyasetle alakalı bir kurum olduğunu zannediliyor.
Oysa böyle değil.
Gelin isterseniz, öncelikle ilk soruyu irdelemeye çalışalım.
Belki yüz yıl kadar önce böyleydi.
Çünkü, yaşadığımız topraklarda masonluk yabancılar eliyle kurulmuştu. Ama köprülerin altından çok sular aktı.
Kaldı ki, böyle yaklaşacak olursak, hangi kurumumuz batıdan esinlenerek ya da batılıların yardımı olmaksızın kuruldu ki?
Şu anda bütün dünyayla rekabet etme becerisini gösterdiğimiz (güreş ve cirit dışında) hangi spor dalı bu toprakların ürünü? Ya da sivil toplum görevi ifa eden hangi kuruluş oluşturulurken, batıdan esinlenilmedi? İddia ediyorum, bir tane bile örnek gösteremezsiniz!
Çok da anlaşılır bir durumdur bu.
Çünkü, bu ülke modernleşme serüvenini sürdürürken, doğudan değil batıdan esinlenildi.
Masonluk da esinlenilen alanlardan biridir.
Ama o kadar.
Bugün Türkiye’de, yirmi bine yaklaşan üye sayısı ve yüzlerce locasıyla, yerlileşme sürecini tamamlamış, ülkesini dünya masonluk platformunda başarıyla temsil eden bir masonluk camiası vardır.
Gelelim ikinci soruya:
Masonluk siyasetle alakalı bir kuruluş mudur?
Hayır değildir.
Masonlar bunu, Süleyman Demirel vakası zamanında da öncesinde de sonrasında da anlattılar. O kadar ki, anlatmaktan dillerinde tüy bitti! Sağır sultan duydu, bizim tekke, zaviye çıkışlı her türden cemaat mensupları bir türlü duymadı.
Neden mi?
İşlerine gelmedi de onun için!
Yoksa, masonların bu iki konuyu, din ve siyaset’i mabetlerinde ele almadıklarını bilmeyen kaldı mı Allah aşkına?
Nedeni de şu:
Mason mabetlerinde her dinden ve değişik siyasal görüşten üyeler bulunabilir ve bunlar eğer din ya da siyaset üzerine tartışırlarsa, kurumun en çok gözettiği kardeşlik yara alabilir.
Masonlar mabetlerinde esasa dair hiç mi konu konuşmazlar peki?
Tabii ki konuşurlar.
Sadece, kendilerini gündelik siyasetin dar labirentlerine hapsetmezler o kadar. Bir başka deyişle, din ve siyaset bezirganlarının en azından mabetlerinde at koşturmasına izin vermezler. Peki, bu iki konudan başka, esasa dair konu yok mudur üzerinde konuşulacak Allahınızı severseniz?
Artık biliyoruz. Kimilerine göre yok.
Bunu son on üç yıldır, yaşayarak öğrendik!
***
Yeni Şafak’ın Fethullah Gülen’i masonlukla ilişkilendirme çabası, hiçbir anlamı olmayan bir itibarsızlaştırma hareketinden başka bir şey değil.
Mesele, seçimler yaklaşırken, mütedeyyin kesimlerden birkaç oyun daha AKP’ye devşirilmesiyle alakalı. O kadar!
Tıpkı Süleyman Demirel’in genel başkan olmasının önünün kesilmesi örneğinde olduğu gibi, bu kez de “günah keçisi” olarak Fethullah Gülen ve cemaati seçilmiş durumda.
Peki masonlar bu konuda ne mi düşünürler?
Bilemem... Büyük bir ihtimalle, daha önce de defalarca yaptıkları gibi, üzerinde konuşulmaya bile değer bulmayacaklardır...
Bildiğim bir şey varsa, o da şu:
Yeni Şafak’ın haber-yorumunu okuyan mason olsun olmasın bu toprakların insanları, çoktan “başınıza masonluk kadar taş düşsün” deyip geçmişlerdir bile.
Tıpkı benim gibi.
http://www.haber3.com//basiniza-masonluk-dussun-108357y.htm