Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KIZILDERİLİLERİN DRAMI - 5  (Okunma sayısı 2370 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 27, 2010, 06:02:21 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bu seri yazıyı izliyorsanız, lütfen buna başlamadan önce Sosyoloji bölümündeki "Kızılderilelerin İnanç ve Gelenekleri" başlıklı yazıyı okuyunuz. Cok daha anlamlı olacak.





Kızılderililerin kökeni, tarihi, günümüzdeki kimlik tanımı ve gelecekteki durumu kesin yanıtları olmayan tartışmaların odağıdır. Günümüzde batı yarımkürede yaklaşık üç milyonu ABD’nde olmak üzere 51 milyon dolayında Amerikan yerlisi yaşamaktadır. Bunların tümüne “Kızılderili” deyip, genel bir sınıflandırmaya soksak da aslında danha önce de değinmiş olduğum üzere öyle tek tip bir yerli yoktur. Amerika kıtasının yerli halkı ya da gerçek sahipleri, birbirinden hem soy hem dil, din ve kültür olarak ayrılmaktadır.

ABD’nde, siyahları bir yana bırakalım, kendilerini ayrı birer “ulus” olarak niteleyen 554 Kızılderili kabilesi, federal devlet tarafından belirlenmiş 293 ayrı koruma bölgesinde yaşamaktadır. 250 kadar ayrı dil konuşan bu halk, üç milyonluk nüfusuyla ABD nüfusunun yaklaşık yüzde birini oluşturur. (Bu aslında birkaç yıl eskimiş bir bilgi ama günümüzde pek bir değişiklik olduğunu sanmam.)

Hiçbir yerli dilinde Kuzey Amerika topraklarında yaşayan yerlilerin tümünü içerebilecek bir sözcük yoktur. Beyazların uydurduğu bir sözcüktür “Kızılderili”.

Ünlü Sioux kökenli tarihçi Vine Deloria Jr.’a göre; Kızılderililik Beyaz Adam’ın kafası dışında asla var olmayan bir kavramdır. Kristof Kolomb karşılaştığı ilk yerlilere “Indio” demişti. Bu sözcük günümüze dek kullanılmıştır; hâlen de “Indian” (Hintli) olarak kullanılmaktadır. Kızılderili, 17. yüzyılda kullanılmış bir deyim olan “Redskins”in tam karşılığıdır. Kimi araştırmacı, daha doğru bir tutumla “Native American” (Yerli Amerikalı) ya da “American Indian” (Amerikan Hintli) terimini kullanıyor. Kanadalılar ise “First Nations” (İlk Uluslar) deyişini yeğliyor. Belki de en doğrusu işte bu.

Amerika yerlilerinin gerçekte ten renkleri esmerdir, kızıl değil. Güneş altında yanmış çıplak bedenleri bronz bir renk aldığı, ayrıca bir de kırmızı boyalarla bedenlerini boyadıkları için Beyaz Adam onlara “Kızılderili” adını vermiş. Bu dilimize de böyle girmiş; kullanmayı sürdürmekten başka çaremiz  yok.

Kızılderililer ise Beyaz Adam için “soluk benizli” ya da kimi zaman “Kara kalpli Beyaz Adam” deyimini kullanırdı.(Bu “soluk benizli” terimi benim çocukluğumda okuduğum çizgi romanlarda sık sık geçerdi.)

Kızılderililere ilişkin yapılan bir genelleme, tıpkı sırf Avrupalı oldukları için bir Ukraynalı ile bir İspanyolu, Asyalı oldukları için bir Çinli ile bir Japonu ya da Afrikalı oldukları için bir Faslı ile Kenyalıyı bir tutmaya benzer. Bu yüzden Kızılderililer her türlü genellemeyi reddeder ve öncelikle kendilerini Kızılderili ya da Amerikan yerlisi olarak deği, üyesi oldukları kabile adlarıyla özdeşleştirirler. Asya ile benzeştirirsek, bir Çinli için bir İranlı ne ise, bir Cherokee için de bir Apaçi odur.

Günümüzde kökenlerinin Asyalı olduğu görüşüne katılan Kızılderililer vardır ama Amerika’nın anavatanları olup, varlıklarının bu topraklarda oluştuğuna, yeraltından ya da kutsal kuyularından ortaya çıktıklarına inanan, bunun doğruluğunu da efsaneleri ve geleneksel öykülerine dayandıran gruplar da vardır.

Batı yarımkürenin beyazlardan önceki nüfusuna ilişkin rakamlar hayli çelişkilidir. Nüfusbilimci Henry Dobbins’e göre 1492’de batı yarımkürenin nüfusu 72 milyondu. Bunun 16 milyonu Kuzey Amerika’da yaşıyordu. 1600’lere gelindiğinde Yeni Dünyalıların % 90’ının Eski Dünya hastalıklarına kurban gittiği sanılıyor.

Avrupalı işgâlciler, Kuzey Amerika’ya Kızılderililerin o zamana dek hiç görmediği birçok hayvan da getirdi. Beyazlar, inek, domuz, koyun, keçi, tavuk gibi evcil hayvanlarla besin ihtiyaçlarını toprağa bağlı kalmadan sağlıyor; yüklerini taşıyan ve arabalarını çeken at, eşek ve katırlarıyla daha hızlı yayılabiliyor, üstün çelik silahları, zırhları, arabaları, topları ve tüfekleri sayesinde hastalıklardan arta kalan yerlileri daha kolay “uygar” edebiliyor ve dinlerini değiştirtip ruhlarını cehennemde yanmaktan kurtarabiliyorlardı.

1490’larda başlayan, 1900’lere kadar süren bu “uygarlaştırma ve ruh kurtarma” süreci sonunda, Kuzey Amerika’daki Kızılderili nüfusu 150.000’e kadar indi.

Meksika’da büyük bir uygarlık kurmuş ve çok eski tarihlerde “Büyük Su” dedikleri Atlas Okyanusu’nun öte yakasına gitmiş olan tanrılarının dönmesini bekleyen Aztekler, devasa kalyonlarından inerek karaya ayak basan iki başlı, iki kollu ve altı ayaklı metal kaplı varlıkların kehanetlerdeki tanrıları olduğunu sanmıştı. Atı ilk kez görüyorlardı. Zırhlara bürünmüş İspanyol süvarilerinin tanrıları olmadığını anladıklarında artık çok geçti. İspanyol sömürgeci-kâşif Hernan Cortés ve fetih ruhu ile coşmuş cengâverleri, soykırımı çoktan gerçekleştirmişti bile...

Kuzey Amerika’da Beyaz Adam ile temasa geçen Kızılderililer sürekli “güneşin battığı topraklara” doğru çekilirken, daha önceleri doğa ile uyum içinde yaşamayı öne çıkaran yaşam biçimleri değişmeye başladı. Önceleri sadece temel gereksinmeleri için avlanan yerliler, artık “dört ayaklı ve kanatlı kardeşleri”ni yani bizonları, Beyaz Adam’ın getirdiği “ateş suyu”, “gürleyen sopa” ve diğer eşya ile takas edebilmek için durmadan öldürdü. Beyaz Adam’a olan bağımlılıkları arttıkça kendilerine yabancılaşmaya ve kimliklerinden de utanmaya başladılar.

1803 yılında Louisiana Anlaşması ile Fransızlardan satın alınan topraklara, 1840’larda Texas, California, Arizona, New Mexico, Utah, Nevada ve Oregon bölgelerinin katılması ile ABD topraklarının yüzölçümü üçe katlandı. Böylece ABD’nin uğraşması gereken Kızılderililerin sayısı da arttı.

1850’de Sierra California ve Nevada’da altın bulunmasıya başlayan o yana hücum, on yıl izçinde150 binden fazla Kızılderilinin yok edilmesiyle sonuçlandı.

1862 tarihli Toprak Dağıtım Yasası (Homestead Act) ise, savaş ve salgın hastalıklarla başedemeyen Kızılderililerin sonunu hızlandırdı. Kızılderililerin topraklarının büyük bir bölümü yerleşmek ve tarım yapmak isteyen beyazlara verildi. Avcı-göçebe Kızılderililer, yerleşik yaşam düzenine geçirilecek, kendilerine ayrılmış özel bölgelerde toplanacak, Hıristiyanlaştırılacak, çocukları eğitilecek, çiftçiliği öğrenecek, beyazlar gibi olacaklardı.

Kızılderilinin uygarlaşması (!) ve beyazlara benzemesi için en büyük engel olarak görülen kabile ruhunu parçalayıp, her bir Kızılderiliye belirli bir toprak parçası vererek onlara bireycilik ruhu aşılamayı ve kalan toprakları da onların iyiliği için (!) satıp paraya çevirmeyi amaçlayan 1887 yılındaki Dawes Toprak Yasası, konuya yeni bir boyut getirdi. Kısa süreoe milyonlarca hektar kabile arazisi beyazlara satıldı ve kabile yönetim birimleri lağvedildi.

1910’lu yıllarda Choctawlar kabilesi, kendilerine özgü kültürlerinin bu şekilde yok olmasındansa Meksika’ya göç etmeyi yeğledi.






Bu noktada biraz duralım; sonraki bölümde devam ederiz.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3018 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 21, 2010, 05:05:37 ös
Gönderen: ADAM
4 Yanıt
4668 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 22, 2010, 05:38:56 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3509 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 23, 2010, 11:12:24 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3011 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 24, 2010, 11:38:56 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
29283 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 26, 2010, 08:16:39 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3528 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 29, 2010, 11:29:53 öö
Gönderen: ceycet
1 Yanıt
3912 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 31, 2010, 03:37:38 ös
Gönderen: alcyone