Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: HAÇLI SEFERLERİ (standart dışı bir anlatım) - 4  (Okunma sayısı 4904 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 19, 2010, 06:40:40 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Birinci Haçlı Seferinin ardından 7 sefer daha düzenlendi. Bu seferlerin askerî ayrıntılarına girmek yerine, yaratılan kıyımlara ve varsa hoşgörülü davranışlara değinmek istiyorum. Çünkü asıl önemli olan bunlar. Ötekiler sadece okullarda ezberletilen tarihsel olaylar gibi…

Haçlılar ile Müslümanlar arasında Ortadoğu’da yaşanan savaşlarda karşılıklı olarak kaleler kuşatılıp alındı; geri verildi ya da kaptırıldı; zaman zaman da geçici olarak süreli barış yapıldı.

Ortadoğu’da Müslümanlar tarafından ele geçirilen her kaleye ilişkin haber Avrupa’ya ulaştığında yeni bir Haçlı seferi hazırlığı başladı Edessa (Urfa) üzerine düzenlenen ve büyük bir bozgun (Daha doğrusu fiyasko) ile sonuçlanan İkinci Haçlı Seferi’ni bu forumda bir başka başlık altında zaten anlatmıştım.



Sonra, hem Fransa kralı hem Germen imparatorundan aşağı kalmak istemeyen İngiltere Kralı Richard (Aslan Yürekli Rişar) da Üçüncü Haçlı Seferi’nde boy gösterdi. 1187 yılının Temmuz ayında, Kudüs’ün kuzeyinde Hattin adlı yerde Salâhaddin Eyyubî’nin bir zafer elde etmesiyle, birçok kent ve kalenin art arda düşme haberlerinin Avrupa’da duyulması üzerine, o sıralarda birbiriyle soğuk savaş halindeki Fransızlar ile  İngilizler, yeni bir Haçlı seferi için işbirliği etmişti.

Ancak şimdi o filmi iki yıl geriye sararak, Üçüncü Haçlı Seferi öncesinde Kudüs’te olanları, daha önce bir diğer başlık altında anlatmış olsam bile, çok ilginç ve önemli oluşu nedeniyle yine özetlemek istiyorum.

Haçlı ordusunun büyük bir yenilgiye uğradığı Hattin Savaşı ardından Salâhaddin Eyyubî, esir düşen Kudüs kralı Guy de Lusignan, Tapınak Şövalyeleri’nin o sıradaki Büyük Üstadı Gérard de Ridefort ve Antakya Prensi Renaud de Châtillon’u çadırına getirtmişti. Susamış tutsaklara su verilmişti. Önce kral, sonra Tapınak Şövalyeleri’nin büyük üstadı kana kana içmişti. Sıra Renaud de Châtillon’a geldiğinde, Salâhaddin uzanarak tası onun elinden almıştı. Tutsaklanan bir kişiye tas ile su verilmesi, geleneksel olarak yaşamının bağışlandığı anlamına gelirdi. Fakat Salâhaddin Eyyubî özellikle onu bağışlamamıştı; savaştan sorumlu tuttuğu bu şövalyenin idamını buyurkmuştu.

Tarihte birçok olayın tam olarak nasıl gerçekleştiği pek belli değildir... Nitekim Renaud de Châtillon ile bağlantılı olmak üzere, sonuç değişmese de bir başka anlatım da şöyledir:

“Salâhaddin Eyyubî,  ona bir insanlık dersi olsun diye suyu kendi eliyle uzattı. Renaud de Châtillon ise, suyu içmedi ve yere döktü. Üstelik bir de hakaret etti. Buna çok sinirlenen Salâhaddin onu hemen orada çadırın içinde öldürttu. Hatta bir de «Biz düşmanlarımızın komutanlarını öldürmeyiz.» dedi ama bu ikisi arasında geçen olayda, Renaud de Châtillon Salâhaddin’in hoşgörüsünün sınırını zorlamıştı. Artık o düşman değil, aşağılığın tekiydi.

Salâhaddin Eyyubî’nin vezirlerinden İmameddin, Hattin’deki bozgunun bir tanığı olarak Avrupalı şövalyelerin başına gelenleri şöyle anlatır:

“Zaferden iki gün sonra, Sultan tutsak alınan tarikat ehli şövalyelerin bir araya toplanmasını istedi ve şöyle dedi: «Ben toprakları bu kirli insanlardan arındıracağım.» Tutsak edilmiş olanlara adam başı 50 dinar vereceğini duyurdu. Ordu hemen en az 100 tanesini ileri çıkarttı. Ölü olmalarını hapiste kalmalarına tercih eden Sultan, kafalarının kesilmesini emretti. Beraberinde çok sayıda âlim, sufi ve kendini dine adamış adam bulunuyordu. Her biri, onlardan birinin kafasını kesebilmek için yalvardı.”

Bu olayda Müslümanların, Hıristiyan askerî tarikatlarına bakış açısı belirginleşir.

Müslümanlar, tarikat üyeleriyle sıradan Hıristiyan halk arasında kesin bir ayrım yapıyordu. Askerî tarikat üyelerini disiplinli, İslâm karşıtı duygularla birbirine kaynaşmış bloklar olarak görüyorlardı. Hıristiyan halk kolayca uyum gösterebilirken, Avrupa’dan gelen taze güçlerle sürekli yenilenen askerî tarikat üyelerinin Müslüman halkla kaynaşmasına olanak bulunmadığını anlamışlardı.

İşte bu düşünce, son derece hoşgörülü ve bağışlayıcı olduğu söylenen Salâhaddin Eyyubî ile yanındaki bilginlerin davranışına aynen yansımış olsa gerektir.

Akdeniz doğusunda kıyı şeridindeki güvenliği sağlayan Salâhaddin Eyyubî’nin hedefi artık Kudüs‘tü. Kent, kendini korumaktan çok uzaktı. Hattin Savaşı sırasında tutsak düşen ama Salâhaddin Eyyubî ile bir daha savaşmayacağına söz verince serbest bırakılan Kudüs garnizonu komutanı Bailan d’Ibelin, kendini garip bir konumda buldu. Ona karşı savaşmayacağına yemin etmişti ama Kudüs’ü savunmak zorunda kalmıştı. Tüm kentte topu topu üç şövalye vardı. Silah taşıyabilen ve soylu bir kandan geldiğini kanıtlayabilen tüm erkek çocuklar ile halktan da 30 kişi şövalye yapıldı. Bailan d’Ibelin, Salâhaddin’e yolladığı bir elçi ile durumunu açıkladı; sözünü tutamayacağı için özür diledi ve kenti almaması için onun bağışlayıcılığına sığındı. Ancak bu dileği geri çevrildi.

20 Eylül 1187 günü Kudüs kuşatıldı. Elindeki güçlerle kentin savunulamayacağı anlayan Bailan D’Ibelin, görüşme dileğinde bulundu. 30 Eylül’de Salâhaddin’in çadırına gelerek, tam bir kıyamet günü tablosu çizdi: Hıristiyanların elindeki 5 bin Müslüman tutsağı öldürüleceğini, Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs-Sahra‘nın bulunduğu tüm kutsal yerleri yaktıracağını söyledi. Salâhaddin ile bir anlaşmaya vardılar. Bu anlaşmaya göre Salâhaddin tüm kent halkını tutsak olarak görmekteydi. Tümüne 100,000 dinar değer biçildi. Ancak bu parayı kimsenin veremeyeceği de ortadaydı.

Kölelikten kurtulmak isteyen herkes fidye ödemek zorundaydı; erkekler için 10, kadınlar için 5, çocuklar için 1 dinar... Halka fidyeyi ödemek için 40 gün süre tanındı.

Kudüs Patriği Herakleios, tutsaklar içinde en uyanık olanıydı. Patrikliğin tüm hazinesini ve Kutsal Mezar Kilisesi de dahil olmak üzere tüm kiliselerden söktüğü altın süsleri Müslümanlara vererek canını kurtardı. Kentten çıkıp gittu. Salâhaddin’in kardeşi Adil, savaştaki yararlılıklarının karşılığında yoksullar arasından bin köle istedi ve sonra onları azat etti.

Kudüs’ün Hıristiyanlarca ele geçirildiğinden beri burada bulunan Hastaneciler Tarikatı (Ordre d’Hospitaliers) üyeleri, daha önce İngiltere Kralı 2. Henry’nin tarikata bağış olarak vermiş bulunduğu 30 bin altını, fidye veremeyecek durumda olan 7 bin Hıristiyan yoksul için kullandı.

Fidyeler ödendikten sonra, Salâhaddin Eyyubî savaşmadan Kudüs‘e girdi.

Ünlü tarihçi Sir Steven Runciman, “Haçlı Seferleri Tarihi” adlı yapıtında bu olay ile bağlantılı olarak şöyle der:

“Haçlıların 88 yıl önce kurbanlarının kanlarında yürüdükleri sokaklarda, şimdi tek bir ev yağmalanmadan, tek bir kişi yaralanmadan yüründü.”

Hıristiyan Arapların Kudüs’te kalmasına, Yahudilerin yine Kudüs’e dönmesine izin verildi. Basileus Isaac Angelus ile yapılan anlaşmaya göre; Hıristiyanlarca kutsal sayılan yerler Katoliklerden alınarak Ortodoks Kilisesi’nin yönetimine geçirildi. Kutsal mezar Kilisesi, Suriye Ortodokslarına bırakıldı.

Hastanecilere, tarikat evinde hacıların bakımı amacıyla on kişi bırakmalarına izin verilmişti. Fidyesini ödeyebilen Hıristiyanlar serbestçe Fenik’ye Sur kentine gitti. Geriye kalanların büyük bir bölümü de serbest bırakıldı ama bu arada yaklaşık 13 bin kişi köle pazarlarında satıldı.

Kudüs’ün düştüğüne ilişkin haber Avrupa’ya ulaşınca, büyük bir panik başladı. Vaiz papazlar Salâhaddin Eyyubi’nin, Kudüs’te Tanrı’nın Tapınağı’ndaki (Mescid-i Aksa) haçı indirttiği, dövdürttüğü, (!) ibret-i âlem olsun diye sokaklarda sürükleterek dolaştırttığı, sonra da Yüce Kurtarıcı’nın Tapınağını gül sularıyla yıkadığı söylencesini Avrupa kentlerinde dilden dile yaydı. Avrupa halkı her zamanki gibi bir kez daha dolduruşa getirildi.

Bu kez Avrupa’da yeni bir ordu hazırlığı işini Germen İmparatoru Friedrich Barbarossa üstlendi. Ordusuyla Balkanları aştı. Bu ordu, o tarihe kadar Kutsal Topraklar’a giden en güçlü orduydu. (Alman tarihçiler 100 bin kişi olduğunu söylerse de, bu abartılmış bir rakam olsa gerek. Artık o kadar da değil.)

Ordu Seleycia’nın (Silifke) güneyinde Calycadnu (Göksu) nehrine ulaştığında, İmparator nehirde yüzmek istedi. Suya kapılıp, boğuldu. Oğlu askerleri bir arada tutmak isterse de, başarılı olamadı. Ordunun büyük bölümü geri döndü; yola devam edip Antakya’ya ulaşabilenler ise ağır kayıplara uğradı. Böylece Alman kanadı çöktü. (Nitekim bundan ötürü İngiltere Kralı Richard, Almanları çok ağır bir dil kullanarak suçladı. Sonra da bu yaptığının cezasını çok ağır olarak çekti.)

Fransızlar ile İngilizler, Akdeniz’in doğu kıyısındaki Akkâ kentini iki yıl kuşattı. Sonunda gücü tükenen kale komutanı, çıkıp gitmelerine izin verirlerse, kenti teslim etmeye hazır olduğunu bildirdi. Fransa Kralı 2. Phillippe kabul etmeye yanaştıysa da, İngiltere Kralı Richard Salâhaddin Eyyubî’den olabildiğince çok şey kopartmak emelindeydi. İsa’nın gerilmiş olduğu ve “Gerçek Haç” denilen çarmıhın Hıristiyanlara verilmesi; Müslümanların elinde bulunan 1500 tutsağın serbest bırakılmasının ötesinde bir de para istiyordu. Salâhaddin Eyyubî, her nasılsa ve her nedense hepsini kabul etti. Tapınak Şövalyelerinin kampında yapılan bir törenle anlaşma imzalandı.

En önemlisi de şu “Gerçek Haç” denilen nesne… Salâhaddin Eyyubî bunu Hattin Savaşı sonucunda ilene geçirmiş, atının terkisine bağlayarak yerde oradan oraya sürüklemiş, paramparça etmişti. İngiltere kralı onu istiyordu işte; kalan parçalarını. Çünkü tılsımlıydı o haç… Birçok işe yaradığı çok iyi biliniyordu. (Şimdiki anlayışla bakacak olursak çok değerli bir antika ama o zaman antika oluşunun değil, tılsımlarının peşinde koşuluyordu.)

Bir diğer söylenceye göre ise, Gerçek Haç aslında hiç de Salâhaddin’in eline geçmiş değildi. Hattin Savaşı’nda bir Tapınak Şövalyesi, Müslümanlar tarafından ele geçirilmesini engellemek amacıyla Gerçek Haç’ı kaçırıp, çölde bir yere gömmüştü. Savaştan sağ kurtulabilen bu Tapınak Şövalyesi, daha sonra onu gömdüğü yerden almaya gittiğinde, bulamamıştı. Gerçek Haç yitirilmiş ya da çalınmıştı.

Bunun ötesinde bir başka söylence de Roma İmparatoru Constantinus’un annesi Helena’nın Kudüs’e geldiğinde onu alıp götürdüğü, yerine bir kopyasını bıraktığıdır. Buna karşıt bir diğer söylence, Helana’nın kopyayı götürdüğü, aslının Kudüs’te kaldığı…

Bir diğer söylence ise İngiltere Karlı Richard’ın bu Haçlı Seferi’ne çıkışının asıl amacının zaten Gerçek Haç’ı ele geçirmek olduğu.

Peki bu arada Fransa kralı ne yapıyor?

Hiç!... O bu işlerden sıkmış. Hem hazır İngiltere Kralı Richard burada oyalanırken Fransa’ya dönecek olursa, belki bir katakulli oynayıp, yıllardan beri ele geçirmeyi hayal ettiği Normandiya’yı İngilzlerin elinden kurtarabilir. Onun için de tası tarağı toplayıp dönüşe geçmişti.

Güneye doğru ilerlemek isteyen, ancak kentin içinde tutsaklar, önünde ise Salâhaddin Eyyubî’nin ordusu varken buradan ayrılamayacağını bilen İngiltere Kralı Richard, Salâhaddin’e anlaşmanın yerine getirilmesi için 30 gün süre tanıdı. Sürenin bittiği gün, 3 binden fazla Müslüman tutsak, kentin 3-4 kilometre kadar dışında Salâhaddin ve ordusunun görebileceği bir tepe üzerinde, kadın çocuk demeden katledildi. Buna karşılık Salâhaddin de Şam’da bulunan tüm tutsakları idam ettirdi.

Derken Richard hastalandı. Zaten Fransa kralının dönüşünden ötürü de tedirgindi. Gerek İngiliz gerekse Müslümanların ordusu pek yorgundu. Salâhaddin Eyyubî, hasta krala şeftali, armut ve serinlemesi için Herman Dağları’ndan toplanan kar kümesini yollarken, son bir öneride bulundu: Hıristiyanlar aldıkları kentleri ellerinde tutacak, isteyen hac ziyareti yapacak ama Mısır yolunda stratejik bir önemi olan Ascalon Kalesi yıkılacaktı. 2 Eylül 1192 tarihinde yapılan bu son anlaşma üzerine İngiltere Kralı Richard, Kudüs’ü şöyle bir gezip dolaştıktan ve eline güya Gerçek Haç’ın parçaları olduğu söylenen birtakım kütükler verildikten sonra Kutsal Topraklar’dan ayrıldı.

İşte bu da Üçüncü Haçlı Seferi idi…



İngiltere Kralı Richard’ın Kutsal Topraklar’dan ayrıldıktan sonra başına gelenleri bu forumda bir başka yazımda anlatmıştım. O serüven, bu başlık altında bizi ilgilendirmiyor. Şimdi gelelim Dördüncü Haçlı Seferi’ne…



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Mayıs 20, 2010, 04:35:18 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Haçlı seferleri ile ilgili olarak,aklımı meşgul eden,inanmakta zorlandığım bir rivayet var.

Rivayate göre haçlı seferleri, essenelilerin takipçileri olarak bilinen yıldız aileleri tarafından kurgulanarak,onların girişimleri ve gayretleri sonucu gerçekleştirilmiş.Yıldız aileleri aynı zamanda,haçlı seferleri yoluyla kendi misyonlarına katkı sağlaması için Tapınak şovalyelerinin de bu organizasyona katılımını sağlamış.

Rivayet doğruysa haçlı seferlerini,gerçekte yahudi olan bir oluşumun gerçekleştirdiğine inanmak gerekir ki,buda nekadar mantıklı olur bilemiyorum.Bu konuda,sayın ADAM'ın ve konuya aşina olanların bildiklerini duymayı çok isterim.


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Mayıs 20, 2010, 04:59:56 ös
Yanıtla #2
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın ceycet'in sözünü ettiği söylenti, -ben daha önce duymamıştım- bilinen birçok gerçeğe aykırı düşüyor. Belki daha sonra sözünü edeceğimiz Hıristiyanlar üzerine yapılan haçlı seferlerini bir yana bırakalım, Müslümanlar üzerine yapılmış olanların hepsinin tarzı ve niteliği farklı. (Bu arada elbette 4. Haçlı Seferi diğerlerinden tümüyle aynrı bir özellik taşır.) Eğer spekülasyonlardan söz edeceksek, 1. Haçlı Seferi'nin ardındaki amaç bambaşkadır. (Benjaminler ve Merovenjler konusu). Hadi diyelim ki 2. Haçlı Seferi tam Hıristiyanca bir girişimdir; 3. Haçlı Seferi kapsamında Aslan Yürekli Rişar'ın tümüyle gizli emelleri olduğu diğer yapıp etmelerinden de bellidir. Bu arada bir de işin içine Tapınakçılar giriyor ki, onların 1188 yılı öncesi ve sonrası nitelikleri ile yapıp etmeleri arasında da dehşetli farklar var. 

Tüm bunları bir "yıldız aileleri" kurgusuna bağlamak ne denli kabul edilebilir, bilemiyorum.  Öyle olunca, sadece Haçlı Seferleri'ni değil, dünya yüzünde gelmiş geçmiş birçok olayı böyle bir misyona bağlama olanağı doğar.

Yahidileri ise bunun içinde paydaş olarak göremeyiz çünkü belki de bu seferlerden ötürü en büyük zarara onların uğradığı söylenebilir. Şayet 1188 yılından sonra Tapınakçılar ile Yahudiler arasında bir gizli iş birliği olduğu ileri sürülecek olursa; bu Yahudilere karşıt bir genel ön yargıdan kaynaklanmakta olsa bile  işte onu göz önünde tutmaya değebilir ama o zaman da «Hangi Yahudiler ve nasıl?» diye bir sorgulamanın yanıtını da bulmak gerekebilir. Bunun yanıtı ise benim bilgi birikimim çerçevesinde yer almıyor. Bilen varsa söylesin.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
6310 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 28, 2007, 02:06:01 öö
Gönderen: shemuel
10 Yanıt
12416 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 27, 2012, 03:59:09 ös
Gönderen: Hacamat
4 Yanıt
5176 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2009, 04:27:14 ös
Gönderen: Prenses Isabella
10 Yanıt
9801 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2009, 03:22:56 ös
Gönderen: Prenses Isabella
Bir Masonun Düşü

Başlatan kudüs prensi Insan

0 Yanıt
3426 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 08, 2010, 12:39:46 ös
Gönderen: kudüs prensi
1 Yanıt
5535 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2010, 08:44:06 ös
Gönderen: Texan
0 Yanıt
3566 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 14, 2010, 08:28:04 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3816 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 15, 2010, 03:07:40 ös
Gönderen: Texan
29 Yanıt
25779 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 06, 2020, 04:29:52 öö
Gönderen: NOSAM33
0 Yanıt
1917 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2013, 10:43:26 ös
Gönderen: Etimolog