1924’te doğan Richard Lowell Rubenstein 1952’de New York Yahudi Teoloji okulundan mezun olur ve 1960’da Harvard’da doktorasını tamamlar. En önemli eseri, ‘After Auschwitz’, 1966’da yayımlanır ve dini kesim tarafından tepkiyle karşılanır. 1970’de Florida State Üniversitesinde profesör olur ve John Roth ile beraber hazırladığı Holocaust hakkındaki ‘Approaches to Auschwitz’ adlı kitabını yayımlar.
Yazılarında Rubenstein, Nazi döneminde yaşananlardan sonra doğaüstü bir Tanrı fikrine inancın mümkün olamayacağını söyler. Bu görüş, Evanjeli Kilisesi başkanı Heinrich Grüber’le Ağustos 1961’de yaptığı bir toplantıda gelişir. Rubenstein batı Almanya’ya gitmeyi planlar ama 13 Ağustos’da doğu ile Batı Almanya arasında duvar örülür. Rubenstein ziyaretini iki gün sonraya erteler. Bonn’a vardığında Federal Cumhuriyet tarafından , Berlin’e , toplu bir gösteriye davet edilir. Ayrıca Doğu Almanya’ya da gider. Bu karışık atmosferde Rubenstein Dean Grüber ile Batı Almanya’daki evinde görüşür.
Savaş sırasında Grüber Nazilerin Yahudi karşıtı politikalarına karşı çıkmıştır. Bunun sonucunda Sachsenhausen Toplama kampına gönderilir. Grüber, 1961’de Adolf Eichmann’ın mahkemesinde şahitlik yapan tek Almandır. Rubenstein’la yaptığı görüşmede Grüber altı milyon Yahudi’nin ölmesinden Tanrı’nın sorumlu olduğunu ileri sürer. Mezmurlar’dan 44:22’ye (‘Senin uğruna her gün kurban edildik’) işaret ederek, Yahudilerin yok edilişini Tanrı’nın büyük planının bir parçası olması gerektiğini öne sürer Nazi rejiminin koşullarını o gün ile karşılaştırarak şöyle der:
Farklı zamanlarda Tanrı farklı insanları , Kendi halkı Yahudiler’e karşı kamçı olarak kullanıyor ama kullandığı kişiler , Tanrı’nın halkından çok daha kötü biçimde cezalandırılıyor… Tanrı ‘nın bizi cezalandırdığını biliyorum çünkü İsrael’in kamçısı olduk biz. 1938’de sinagogları yıktık, 1945’te bizim kiliselerimiz bombalandı. 1938’de Yahudileri evlerinden kovduk, 1945’ten beri on beş milyon Alman evsiz kaldı. (Rubenstein, 1992, 10).
Grüber Hitler’in hareketlerinin ahlaksız olduğuna ve cezalandırılacağına ikna olmuştu. Rubenstein Grüber’in aslında Yahudiler’in İsa’yı Kabul etmemeleri nedeniyle cezalandırıldıklarına inandığını açıklar. Bu, savaştan üç sene önce Alman Ekümenik kilisenin görüşüdür: 1948’de Kilise Holocasut’un Yahudilere verilen ilahi bir ceza olduğuna hükmeder ve bunun fikirlerini değiştireceğini düşünür.
Rubenstein Grüber’in sözlerinden çok olsa da, tarihi Tanrı’nın planının bir açılımı olarak görmek açısından hiç bir yenilik getirmediğini belirtir. Tarihin benzer bir yorumu, peygamberler, hahamlar tarafından da açıklanmıştır. Yine de Rubenstein bu fikrin güncel olaylara uyarlandığını hiç duymamıştır. ‘After Auschwitz’de belirttiği gibi, bu tip bir görüş teolojik olarak bütündür:
Kutsal metin’de güçlü bir şekilde ifade edildiği gibi, Yahudi-hıristiyan kavrayışında tanrı’nın tarihi dramadaki aktör olduğu inancı ancak altı milyon Yahudinin ölümünü açıklayabilir... bütün zaman ve tarih İsa’nın bakış açısından incelenirse eninde sonunda varılacak sonuç yahudiler’in İsa’yı kabul etmedikleri için Tanrı’nın onları Nazilerce öldürülmesine neden olduğuna varılır. Rabban Johanan ben Zakkai’ın görüşü takip edilirse, Yahdiler, Tanrı’nın Tora’da yazan emirlerini yerine getirmedikleri için öldürülmüşlerdir. (17).
Rubenstein Grüber’in evinden ayrıldıktan sonra , Tanrı’nın Holocaust ile ilişkisinin göz ardı edemeyeceğine ikna olur. Grüber’in Tanrı inancı Kutsal Metin ile uyumluysa da Rubenstein, böyle ilahi bir varlığa inanamaz. Yahudi teologlarının Holocaust trajedisinden sonra, her şeye gücü yeten, merhametli bir Tanrı’ya inanmalarını anlayamaz. Geleneksel Yahudi teolojisi Tanrı’nın olan her şeyden sorumlu olduğuna inanır- bütün trajediler Tanrı’nın İsrael’e günahları yüzünden gönderdiği cezalardır. Ama Rubenstein bu görüşün Hitler’i Tanrı’nın bir aracı olarak nasıl gördüğünü anlayamaz:
Avrupa Yahudilerinin acısı , İyov’un sınanmasına benzetilemez. Ölüm kamplarında herhangi bir amaç arayarak, geleneksel inanan tarihin en şeytani, en insanlık dışı olayını Tanrı’nın amaçlarının anlamlı bir ifadesi olarak görmeye zorlanır. Bu fikir, benim kabul edemeyeceğim kadar terstir. (Rubenstein, 1966, 153).
Rubenstein’a göre, Yahudi halkının bir zamanlar Tanrı’nın varlığını deneyimlediği yerde bir boşluk vardır. Yahudi mirasının böylesine değişimi, teolojide açıkça görünmese de Yahudi çağdaş yaşamında görülmektedir. Hem diaspora da hem de İsrael’de çoğu Yahudinin hayatlarında her şeye Kadir Tanrı miti reddedilmektedir. Nazi döneminden sonra hayat, Tanrı’ya herhangi bir atıfta bulunulmadan kendi içinde yaşanmaktadır.
Rubenstein Yahudi Kitabındaki tanrı kavramını reddetse de , konumunu ateism olarak ortaya koymanın da yanlı şolacağını savunur. Göstermek istediği, insanların şimdi Tanrı’nın reddedildiği bir zamanda yaşıyor olduklarıdır. Rubenstein’ın zorunlu olarak böyle bir ifade kullanmasının sebebi çağdaş yahudiliğin ‘tanrısızlığını’ çağrıştırmasıdır. ‘ Tanrı’nın öldüğü bir zamanda yaşıyoruz dediğimde , Tanrı ile insanı birbirine bağlayan ipten söz ediyorum. Cennet ve dünya ayrılmıştır. Biziler soğuk, sessiz, duygusuz kozmozun içindeyiz, kendi kaynaklarımız dışındaki hiçbir kuvvetten yardımalamıyoruz. Autschwitz2den sonra bir Yahudi tanrı hakkında başka ne diyebilir ki? (151-2).
Rubenstein’ın Holocasut çalışmalarının sonuncusu Approaches to Auschwitz adlı kitapta, günümüzdeki kendi dini görüşlerinin mistik dine benzediğini açıklar. Artık kainatı soğuk ve duygusuz olarak nitelendirmez. After Auschwitz’ yazdığında konumu, anlaşılır biçimde iç karartıcıdır, ancak şimdi Rubenstein kozmozdaki yaratıcılık ve sevgiyi, yıkım ve nefret ile 1966’dan daha çok dengelemeyi başarır. Rubenstein’ın Auschwitz’e ilk tepkisi Yahudiliği teolojik temellerinin sarsılmasının , geleneğin psikolojik veya sosyolojik işlevlerine son vermek zorunda olmadığıdır. İnanç kayıplarına rağmen Yahudiler’in genelde cemaatlerine bağlı kaldıklarının farkında olarak , dinin sadece bir inanç sisteminden daha fazlası olduğunu savunur. Din, paylaşılan ritüelleri, gelenekleri ve kültür anılarını içerir. Rubenstein’a göre din, inançtan çok, hayat döngüsünün olaylarına bağlıdır. Dolayısıyla After Auschwitz’de , Yahudiliği, Yahudilerin hayattaki önemli zamanları ve krizleri, sahip oldukları toplumun gelenleriyle paylaştıkları bir yol olarak açıklar. Bu tip bir paylaşım ihtiyacı , Tanrı’nın öldüğü zamandan bile yok olmamıştır.
Dini ve rabinik Tanrı kavramını tek ederek Rubenstein, Tanrı’nın içkinliği ve aşkınlığına inandığını ifade eder. Rubenstein’a göre kozmos, tek bir birleştirici kuvvetin ifadesidir: ayrıca, insanlar kainatın içkin bir parçası olarak görülüyorsa - ki bu ilahi olanın da bir ifadesidir- ilahiyat, en azından insani manifestosunda düşünce, refleksiyon ve duygulara yeterlidir. Dini mistisizmde yer alan böyle bir İlahiyat kavramı , Rubenstein’ın Tanrı anlayışının, ve Yahudi halkının Sion’a dönüş hayalleri hakkında düşündüklerinin temelini oluşturur.
Rubenstein’a göre, Holocaust’tan ve İsrael’e dönüşten sonra , doğanın içinde ve doğa yoluyla kendini açan Tanrı, Yahudilerin yönelmesi gereken Tanrıdır. Bu nedenle, Rubenstein , Kutsal Kitap’taki Tanrı yerine Kenaani doğa paganizmini destekler. Ancak aradan yıllar geçtikçe İsrael topraklarıyla ilgili bu doğa paganizmi düşüncede önemini yitirir- dünyada yaşayan Yahudi toplumunun İsrael’i anavatanı olarak görmedikleri giderek daha açık biçimde anlaşılır. Bir çok Yahudi Kutsal topraklara göç etmek istemez. Dolayısıyla Rubenstein, ölüm kamplarına rağmen, bir çok dindar Yahudinin Kutsal kitaptaki Tanrı kavramına ibadet ettiğini fark eder. Ayrıca, İsrael’de yaşayanlar ise, doğa paganizmine az ilgi gösterir.
Bu farklı durum Rubenstein’ın eski düşüncelerini yeninden gözden geçirmesini sağlar. Uzak doğu medeniyetleri ve dinlerini tanıdıkça Rubenstein, Budizm’deki mistisizme benzer bir mistik teoloji geliştirir. Mistisizmde Rubenstein, Holocaust’tan sonra da onaylayabileceği bir Tanrı bulur. Bu görüşü , kozmosun sessizliği düşüncesinin yerine geçer. Bu tip bir Tanrı anlayışı, tarihte oynayan bir Tanrı fikrinden daha anlamlıdır. Bu, batı ve doğu mistisizmindeki eski bir anlayıştır. Bu görüşte, Tanrı, Kutsal Hiçliktir. Aynı zamanda her şeyin temeli ve kaynağıdır. O bir boşluktur. Bütün varoluş, onun özünden çıkar. O, varlığın yokluğundan ziyade varlığın süperakışkanlığıdır.
Rubenstein’ın “Hiçlik” kavramını kullanışı , sonlu varlıkların tüm tanımlamalarındın soyutlama içermesi gerektiği fikrinden yola çıkar. Sonsuz tanrı tanımlanamaz. O, sonlu varlıklara hiçbir şekilde benzemez. Çağlar boyunca mistikler Tanrı’yı, içinden dünyanın çıktığı karanlık, isimlendirilemez bir kuyu olarak bahseder. Büyük dünya dinlerinde , bilgeler , benzer imgeler kullanarak ilahi esrarla iletişim kurmaya çalışır. Rubenstein şöyle yazar. “Belki de, Kutsal Hiçlik olarak Tanrı kavramının en iyi metaforu , Tanrı’yı okyanus bizi ise dalgalar olarak betimleyendir. Bir anlamda, her dalganın, ayrı bir bütün olarak tanınacağı kendine has hareketi vardır. Yine de, hiçbir dalga okyanıstan tamamen bağımsız değildir.’ (Rubenstein, 1987, 316).
Dolayısıyla Rubenstein, mistisizmde Auschwitz’den sonra onaylayabileceği Tanrı’yı bulur. Rubenstein’ın görüşleri dindar evrelerde tepkiyle karşılansa da, yazıları çağdaş dini Yahudi düşüncesine büyük katkılar sağlamış, geleneksel Tanrı anlayışını ve Holocaust olayını sorgulanmasının yolunu açmıştır.
Referanslar / Rubenstein’ın Önemli eserleri
Richard L. Rubenstein, After Auschwitz, IN, 1966, 1992
Richard L. Rubenstein ve John K. Roth, Approaches to Auschwitz, London, 1987
Daha Fazla Bilgi İçin:
D. Cohn-Sherbok, Holocaust Theology, London, 1989
B. Rogers Rubenstein ve M. Berenbaum, What Kind of God: Essays in Honour of Richard L. Rubenstein, London, 1995