Hakikat bilgisinin, geleneksel anlamdaki somut verilerle beslenen bilimden çok uzak olduğunu, böyle bir şey varsa eğer, bunun ayrı bir alanı olduğunu bu alanın da insanın kendi düşüncesiyle çalışan, felsefenin metafizik alanı olduğunu belirtmiştim. Bu metafiziğin, kabaca son yüzyılda artık rafa kaldırıldığını ve dünyadaki dominant kültür olan batının entelektüellerince, artık metafizik hakkında bir yorumda bulunulmadığını söylemiştim. Bu nedenle bugün hakikat dediğimiz şey, insanın mutluluğu neyse o oluyor. Batının en büyük değerleri; çalışmak, kazanmak ve kazandığını mutlu olmak için sarf etmek anlamında bir döngüye oturtulmuş durumda. Aslında ben de asgari müşterek olarak, kötü bir metafizik öğretiden ziyade, böyle bir batı anlayışını kabul edebilirim. Batı zorunlu olarak bu yola girecekti, çünkü bilim bunu öngörüyordu.
Sayın Ceycet'in alıntısına, benim hakikat anlamında söylediklerimle baktığımda şunları görüyorum;
1. Hakikat, bize öğretilenin tersidir.Hakikati öğrendiğinizde şok olabilirsiniz.
Kadim metinleri ve kutsal kitapları incelediğimiz yıllar içinde birçok genel inancımızın, kendi hayat akışımıza tümüyle yabancı bir sistem tarafından bizzat yaratılıp korunduğunu fark ettik. Gerçeği gördüğümüzde bir şok yaşadık, tam bir şok!
2. Şok olmamanız için, bu güne kadar edindiğiniz tüm geleneksel bilgiyi, önyargıyı, kavramları bir kenara bırakmanız gerekir. Dil sizi aldatabilir. Bu yüzden bizim kullandığımız kavramlara önyargıyla yaklaşmayın. Bunları doğrudan kabul edin.
Tekrar tekrar vurgulamak zorundayız ki Gnostik dünya görüşünü anlayabilmek için sahip olduğunuz çağrışımları, önyargıları ve hazır kavramları bir kenara bırakmalı ve kullanılan terimleri yeni anlamlarıyla dikkate almalısınız. Dili kullandığımız şekliyle anlamanız, hali hazırda sahip olduğunuz dini ‘bilgilerinizle’ anlamamanız çok önemlidir. Sizden söylediğimiz her şeyi kabul etmenizi veya eski terimlere getirdiğimiz yeni tanımları düşünmeden kabul etmemiz gerekiyor.
Açıkçası böyle bir gnostik anlayışın da, geleneksel skolastik din anlayışından hiçbir farkı yok. Sorgulamadan kabul? Neden efendim? Ben robot muyum? Geleneksel dinde sorunların varlığı, bu dinin bizim standartlarımıza tamamen karşıt bir şeytani güç tarafından yaratıldığını söylemek için yeterli değildir.
Tüm bu noktalarda söylenmek istenen, ama bir türlü dile getirilip söylenmeyen düşünce şudur; "İnandığınız tanrı, aslında tanrı değil. Kötü olduğuna inandığınız şeytan, aslında şeytan değil. Evet bunları kabul etmek zor. Fakat önce bunları kabul edin, önyargıya kapılmayın. Sonra biz size her şeyi açıklayacağız".
Gnostisizm kısaca bundan ibarettir ve bu çeşit bir düşünceye ben elle tutulur bir kanıt göremedim şu ana kadar.
Az çok (kendisi de bir gnostik olan) Elvin Azar Süzer'in kitaplarından, Yahudilikten, Pavlus'tan ve İslam içindeki Mutezile akımından geleneksel din içinde birtakım sorunların varlığını hissetmiş, ve buna ikna olmuştum. Fakat sorun teşhisiyle, toptan red arasında büyük fark vardır.
Ve, Kallikles ile başlayıp Nietzsche ve 20. yy'da Ayn Rand ile devam eden "Ahlakın Soy Kütüğü" düşüncesinin, bana, geleneksel din içinde birçok sorunların varolduğunu çok şık bir biçimde göstermişlerdi. Şu kadarını söyleyebilirim; Günah diye yerilen çoğu şey, aslında insanın yaşama gücüdür, onun en asil yetenekleridir. Bunların günah diye yerilmesi, yanlıştır. Çünkü bu çeşit bir tutup siyah-beyaz bir tutumdur. Griye yer ayırmaz. Ben aşırı olan her şeyin günah olduğuna inanıyorum. Aslında bu noktada benim hakikat anlayışıma Platon değil, "Altın Orta"cı Aristoteles daha çok katkı sağlıyor. Tarih boyunca, kötüler, saflar ve tembeller, iyiler , zekiler ve çalışkanlardan hep daha fazla olmuş, toplum dinamikleri ve hakim ahlak teorileri de bu birinciler tarafından şekillendirilmiştir. Bu etki, dinlere de yansımış ve dindar, adeta tutuculukla bir görülür olmuştur. Bu yüzden de pek ilerleyememiştir.
Fakat her şeye rağmen, bu durum, bizim geleneksel inançlarımızın bir anda çöpe fırlatılmasına yeter bir sebep değildir.
Benim ulaştığım hakikat bu. Ben temkinli bir sorgulayıcılıkla yola devam etmeyi öneriyorum. Ve, hakikat bilgisinin, herkesin "kendi" subjektif algısına göre şekillenmesi gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden, hakikat denen şey hakkında herkes kendi fikrini ortaya koyabilir, fakat kimse "benimki doğrudur, buna bu şekilde inanmalısın" diyemez. Çünkü "doğrudur" dediği şey, aslında emin olmadığı şeydir. Sadece bir miktar sorumluluğunu üzerine aldığı, tanrının da bu sorumluluğun niteliğini bildiğine güvenerek, kendisini hoş karşılayacağına dair bir umut vardır içinde. Yanlış yaparsanız, sizi affedebilir; çünkü öte tarafın yanlış olduğuna gerçekten inandığınız için bu hatayı yapmış olduğunuzu bilecektir; bu kararı özgür iradenizle verdiğinizi bilecektir. Ve bu durum tamamen bireyseldir. Siz, kendi inancınızı mutlak doğru kabul edip, başkalarına propaganda ettiğinizde, işte tam emin olmadığınız bir konuda başkalarına teminat verdiğiniz için büyük bir hata işlemiş olursunuz ve bu affedilemez.
Hakikat denen şey, eğer varsa bu türden bir şey olmalıdır. Mevlana "bu söylenmez, ancak bilinir" derken de bunu kastetmiş olabilir. Bilinir, ama başkalarına bu doğrudur diyemezsin, çünkü belki de yanlış bilmişsindir. Sorumluluğunu üzerinize aldıktan sonra, vicdanınızı ve kendinizi kandırmayarak, özgür iradenizle, yüreğiniz hür, vicdanınız hür atılan her adımı, adaletli bir tanrı içinizdeki dinamikleri bildiği için, anlayışla karşılamakla yükümlüdür. Aksi takdirde ben, bilmediğim bir şeyden nasıl sorumlu tutulabilirim? Yanlış olduğuna gerçekten inandığım bir şeyi uygulamaya koysam da, bu bir içtenlik konusu olabilir mi?
Saygılar.