Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: “Gerçek Haç” İle Bağlantılı Bazı Olaylar  (Okunma sayısı 5340 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 08, 2009, 08:31:18 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Tapınakçıların hazinesinden söz edildiği zaman, bu dehşetli ticarî örgütün malî birikiminin yanı sıra manevî değeri maddî değerinden çok daha yüksek olan birtakım öğelerden de söz edilir.

Kuşkusuz bunlardan biri şu varsayımsal “Kutsal Kâse”, bir diğeri Tevrat’ta sözü edilen “Ahit Sandığı”, bir başkası da yine Tevrat’ta sözü edilen adam boyundaki “Yedi Kollu Altın Şamdan”dır.

“Yedi kollu Altın Şamdan” konusunu daha sonra başlı başına incelemek düşüncesindeyim. Onun için şimdilik onu bir yana bırakalım da şu sorunun yanıtına bakalım: «Hıristiyanlar Yahudilere ait olan bir sandığı niçin önemsiyor?»

Bu soru bizi Hıristiyanlığın temel inanç ilkelerine ve “Kutsal Kitap” kavramına götürür. «Hıristiyanlığın Kutsal Kitabı İncil’dir.» deyip geçersek yanılırız. Hıristiyanlığın kutsal kitabı, birbirini izleyen iki ana bölümden oluşur. İncil sonra gelendir ve “Yeni Ahit” olarak da anılır. Önceki ise “Eski Ahit” olarak da anılan Tevrat’tır. Hıristiyanlıkta Tevrat ile İncil bir bütün sayılır. Bu nedenle Hıristiyanlar, Tevrat’ta sözü edilen o sandığı en az Yahudiler kadar hatta belki Yahudilerden çok daha fazla önemsemiştir.

Hıristiyanların bu tutumu, “dinin bütününe başından beri sahip olma” eğilimi olarak da düşünülebilir. Bu, şu şekilde de özetlenmektedir: “Hıristiyanlık, Yahudileri de içerir. Oysa Yahudi dini Hz. İsa’yı dışlar ve bu yüzden kısır kalır. Yahudilerin benimsediği din, sadece belli bir soyun dini olarak nitelendiği için yetersiz ve yanlıştır. Oysa Hıristiyanlık, tüm insanlığın dinidir ve bu nedenle de Yahudi dininden çok üstündür.”

Ahit Sandığı’nın belki sadece Hz. İsa’ya kadar İsraillilerin olabileceği, ancak Hz. İsa’dan sonra artık onlara değil, Hıristiyanlara ait olduğu düşünülür.

Elbette “Ahit Sandığı” denilince, önemli olan bunun dışı yani sandığın kendisi değil, içinde bulunanlardır. Bunların arasında en çok önemsenen ise Musevi inancını benimseyenlerin “Yehova” olarak andığı ama inançları uyarınca adını dile getirmekten özenle sakındığı “Tek Tanrı”nın Sina Dağı’nda Hz. Musa’ya iletmiş olduğu on emrin üzerinde yazılı olduğu iki taş levha” gelir.

Tevrat kökenli anlatıma göre; Tanrı’nın buyruklarını içeren bu tabletler, her iki yanında taşımak için kolları olan büyücek bir sandığın içine yerleştirilmişti. Bu sandığın üzerinde, o dönemdeki inanç uyarınca içindekileri korumakta olduğu benimsenen ve Tevrat’ta “Kerubiler” olarak anılan, altından yapılma birtakım kanatlı yaratık heykelcikleri vardı.

Yahudilerin göçebe olarak yaşadığı dönemde, bu sandık “Tabernakl” olarak anılan çok direkli bir çadırda tutulurdu. Gerek taşınması gerekse korunması için, Hz. Musa’nın kardeşi Harun’un soyundan gelen “Levi” ailesi görevlendirilmişti. İsrailliler Yahudiye’ye yerleşip de Kudüs’ü başkent edinince, Ahit Sandığı da buradaki en kutsal yere konmuştu.

Tapınak Şövalyelerinin Bulgusu

(Bu grafik meğerse biraz büyükmüş; farkına varmadım; özür dilerim.)


Tapınak Şövalyelerinin Kudüs’te geçirdikleri ilk dokuz yıl içinde orada bir şeyler bulmuş olduğundan hep söz edilir. Bunların neler olabileceğine değindim. Bir de ne olduğu bilinmeyen birtakım belgelerden söz edilmekte; hani şu varsayımsal “kutsal geometri kitabı” gibi.

Denen o ki, Tapınak Şövalyeleri Kudüs’te bir başka şey daha bulmuş: Hıristiyanların “Gerçek Haç” olarak andığı bir nesnenin parçaları.

Bu nesne, Golgota tepesinde Hz. İsa’nın gerilmiş olduğu çarmıhtır.

Denir ki, ahşaptan yapılma o çarmıh bir yana kaldırılıp saklanmış. Zaman içinde çürümüş. 326 yılında Roma İmparatoriçesi Helena Kudüs’e gittiğinde, onu bir mağarada bulmuş. Rastlantı mı, değil mi orası bilinmiyor.

Bu mağarada birbirine benzer üç ayrı çarmıh varmış. Gerçek haçı ayırt edip altın ile kaplatarak saklamış.

Nasıl olmuş da onun “Gerçek Haç” olduğunu anlamış?

Tarihte dinler ve inançlarla bağlantılı olmak üzere anlatılan efsaneler sayarak, anlatılarak bitmez, tükenmez. Bu konunun da efsane gibi bir öyküsü var:

İmparatoriçe Helena, Kudüs’e yanında Macarius adlı bir piskopos ile birlikte gelmiş. Yüzyıllarca bulundukları yerdeki doğal koşullar altında yıpranmış olan bu üç çarmıhı bulunca, bunlardan birinin “Gerçek Haç” olabileceğini düşünmüşler. Bunun doğru olup olmadığını, şayet doğruysa hangisi olduğunu anlayabilmek için, inançlarına dayanarak bir deneme yapmaya karar vermişler.

Yıllardan beri hiçbir yeri tutmayan, yatalak bir kadını sırayla üç haçın üzerine yatırmışlar. Bir yandan Macarius dua okurken, hasta kadın üçüncü haça yatırıldıktan az sonra doğrulup ayağa kalkmış.

Hz. İsa da birçok felçli hastayı bir dokunuşuyla iyileştirdiği için, bir tek bunun üzerine kanının aktığı çarmıh olabileceği anlaşılmış.

İmparatoriçe Helena, altın ile kaplattığı bu nesneyi alıp Bizans’a götürmek istemiş ama Piskopos Macarius ona bu kutsal emanetin burada, ait olduğu yerde kalmasının daha doğru olacağını söyleyince bırakmış. Gerçek Haç, Kudüs’te Hıristiyanların “Kutsal Mezar” olarak andıkları yerde koruma altına alınmış.

627 yılında İmparator Heraclius, daha güvende olabileceğini düşünüp bu haçı Bizans’a götürmüş ama her kim ona bu konuda ne dediyse sonra yine geri getirip önceki yerine yerleştirmiş.


Şimdi burada öyle bir karmaşıklık var ki!... Diyelim ki bu “gerçek haç” denilen nesne gerçekten de gerçektir. Bunun bir de kopyası var. Şimdi bunlardan hangisi Bizans’a gitti, hangisi Kudüs’te kaldı. Kimine göre Kudüs’te kalmış olan kopyası. Nitekim Dördüncü Haçlı Seferi’nin 1204 yılında Bizans’ta sona erişinin asıl gerekçesinin Bizans’ı talan etmek değil, o görünüm altında “gerçek haç”ı ele geçirmek olduğu da söylenir. Bu anlatıma bakılacak olursa gerçek haç Bizans’tan önce Avrupa’nın içlerine, sonra da kuzeyde Baltık Denizi’ndeki bir yere kaçırılıp saklanmış.

Öteki türlüsüne bakacak olursak; Kudüs’teki Tapınak Şövalyeleri, çok değerli olan bu çarmıhı kendi korumaları altına almış. Gerçi Haç aslında Kudüs kralının gözetimi altında tutuluyormuş ama Tapınakçılar sırf bunun için birkaç şövalyeyi görevlendirmiş.

Bu hep “mişli geçmiş” anlatımların hepsi sadece söylenti... Bu çarmıh ile ilgili olmak üzere daha belirgin bilgileri ancak Salâhaddin Eyyubî zamanında olan bitenlerle ilgili belirgin tarihsel bilgilerden çıkarabiliyoruz.

1187 yılında Salâhaddin Eyyubî, kendisine Kudüs’ün teslim edilmesini sağlayan Hattin Savaşı sırasında, diğer birçok ganimetin yanı sıra “Gerçek Haç” olarak anılan bu nesneyi de ele geçirmişti. Çünkü Tapınak Şövalyeleri, Müslümanlar ile giriştikleri savaşlarda askerlerin dinsel duygularını körükleyip onları coşturmak için bu çarmıhı da yanlarında taşıyor, herkesin görmesini sağlıyor, savaşı bunun sayesinde kazanacaklarını söylüyordu.

Kuşkusuz bunun sahiden de efsanesel anlatımlarda sözü edilen “Gerçek Haç” olup olmadığı belli değil ama öyle olduğunu ileri sürüyorlardı. Kim çıkıp da bunun uydurma olduğunu ileri sürmeye kalkışabilirdi ki!

Bu uygulama, Roma İmparatoru Büyük Konstantin’den esin alınarak taklit edilmiş gibi görünmektedir. Konstantin, imparatorluğun merkezini İstanbul’a taşıdıktan sonra, kendisi için bir flâma yaptırmıştı. Yunan alfabesindeki X (çi) ve P (ro) harflerinin birleşiminden bir simge oluşturmuştu. Bu, Yunanca KRISTOS sözcüğünü temsil ediyor, Hz. İsa’nın simgesi olarak benimseniyordu.



Büyük Konstantin, savaşa giriştiğinde, askerlerine «İşte bu işaretle kazanacaksın!» diye seslenip, onları yüreklendirirdi. Sonradan bu söz “In Hoc Signo Vinces” diye bir öz deyiş tarzında Lâtince’ye çevrilmiş ve “I.H.S.V.” biçiminde kısaltılmıştır. Gerek bu simge gerekse buna verilen anlamın kısaltması, günümüzdeki Tapınak Şövalyeleri tarikatlarında da görülür.

Ancak biliyoruz ki Büyük Konstantin’in taklit edilişi, Hattin Savaşı’nda Tapınak Şövalyelerinin işine yaramamıştı. Salâhaddin Eyyubî, Tapınak Şövalyeleri ile Hıristiyan ordusunu Hattin’de bozguna uğratınca, Tapınakçılar bir daha askerî bakımdan kendilerini toparlama olanağını elde edemedi. Her ne kadar Üçüncü Haçlı Seferi’nde İngiltere Kralı Richard bir Tapınak Şövalyesi gibi giyinmişse de, bu seferde Tapınakçıların özel bir katkısı, bir yararı olmamıştı. Üstelik daha önce anlatmış olduğum gibi bu haçlı seferi Hıristiyanlar açısından zaferle de sonuçlanmamıştı.

Kral Richard’ın Serüveni

Salâhaddin Eyyubî, Hıristiyanların “Gerçek Haç” olarak andığı bu nesnenin ne olduğunu öğrenmişti. Ona göre, bu aptalca bir puttan başka bir şey değildi.

Hattin Savaşı’ndan üç ay kadar sonra anlı şanlı bir biçimde Kudüs’e girerken, Kral Guy de Lusignan’dan teslim aldığı bu çarmıhı atının terkisine bağlatmıştı. Daha sonra her gittiği yerde tozu dumana katarak aynı biçimde dolaşmayı alışkanlık edindi. Böylece, Hıristiyanlığın en yüksek değerlerinden biri sayılan bu putu yerle bir ettiğini ilân ediyordu. Bu uygulamayı, atının peşinde oraya buraya çarparak sürüklenirken, giderek hırpalanan çarmıh paramparça oluncaya kadar sürdürdü.

Üçüncü Haçlı Seferi’nin sonunda İngiltere Kralı Richard, Salâhaddin Eyyubî’nin izniyle Kudüs’ü ziyaret ettiğinde bu haçın arta kalmış bazı parçalarını buldu. Bunları alıp götürmek istedi. Salâhaddin Eyyubî, «Ne yaparsan yap!» dercesine omuz silkti. Ona göre; bu Hıristiyanlar hâlâ puta tapıyordu.

Kral Richard’ın alıp götürmüş olduğu söylenen parçaları ne yaptığı bilinmiyor. Bilinmeyişi de kralın Kudüs dönüşünde bir deniz kazası geçirdikten sonra Töton Şövalyelerinin eline geçmesi ve ardından yıllarca Viyana’da tutsak edilişinden ileri geliyor. (Tötonların öcü!)

Ancak bu haçın geri kalanlarını da sonradan yine Tapınak Şövalyeleri gizli gizli toplatıp sadece kendi bildikleri bir başka yere saklamış. (mış!)

Bu söylentinin doğru olup olmadığı, doğruysa nereye sakladıkları bilinmese de Hıristiyan dünyasında bunu duymayan kalmamış. Dolayısıyla Fransa Kralı 4. Philippe, Tapınak Şövalyelerini tutuklatırken ele geçirmek istediği hazinenin kapsamında elbette “Gerçek Haç”ın parçalarını da arayacaktı. Aradı da… Boşuna!

Sonraki yüzyıllarda bu “Gerçek Haç”ın parçaları olduğu söylenen birçok nesne pazara düştü. Düzenbazlar, buna sahip olmaya pek meraklı kişileri kandırmayı becerip, oldukça yüksek bedeller biçerek sattı. Bedeli elbette yüksek olacaktı; ucuz olursa hemen özgünlüğüne kuşku konar, taklit olduğu anlaşılırdı. Üstelik bu satışlar gizli kapaklı, hiç olmayacak yerlerde yapıldı; İskandinavya’nın uzak bir köşesi gibi; sakın kimse görmesin, duymasın, öğrenmesin diye. (!)

Yeryüzünde ender olan birtakım nesneleri toplayan koleksiyonculara, özellikle antikacılara, hele sanat yapılarını koruma altına alanlara elbette diyecek yok. Böyle nesnelerin “din” ile bir bağlantısının olması değerlerini daha da artırıyor. Bu yalnızca Hıristiyanlıkta değil, diğer dinlerde de böyle. Örneğin bu bakımdan Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan “Hırka-i Şerif”e paha biçilebilir mi?

Tapınakçılar da işte bundan nasibini almış.


Bu kimi tarihsel kimi varsayımsal (doğru olup olmadığı ya da ne ölçüye kadar doğru olduğu bilinmeyen) olayları anlattıktan sonra şimdi Tapınak Şövalyeleri Tarikatı'na son veriliş ile bağlantılı anlatımlara dönebiliriz.



  


« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 09:47:40 ös Gönderen: dogudan »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
4716 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 17, 2007, 07:43:49 ös
Gönderen: shemuel
28 Yanıt
66144 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2017, 08:24:27 ös
Gönderen: ADAM
8 Yanıt
10429 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2014, 07:54:45 ös
Gönderen: Tace
0 Yanıt
14135 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 05, 2008, 02:15:26 öö
Gönderen: bugfree
0 Yanıt
3933 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2009, 10:01:36 öö
Gönderen: karahan
13 Yanıt
8385 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 03, 2009, 12:31:49 öö
Gönderen: aashooter
31 Yanıt
38316 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 17, 2015, 05:15:38 öö
Gönderen: Risus
13 Yanıt
12693 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 19, 2017, 10:53:42 ös
Gönderen: karahan
1 Yanıt
8489 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 21, 2009, 02:20:05 ös
Gönderen: Waldow
1 Yanıt
3682 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 19, 2017, 11:41:52 ös
Gönderen: karahan