Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Dinde Öze Dönüş Projesi...4  (Okunma sayısı 13976 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 28, 2011, 12:45:38 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 199
  • Cinsiyet: Bay

   
    Devam;

   Her şey yavaş yavaş halloluyordu. Hutbeler artık Türkçeydi. Ortada Türkçe mealler vardı. (Elmalılı'dan bahsetmiyorum onun tarihi 1936) İnsanlar artık dinlerini anlamaya başlamışlardı. Çünkü artık camilerde Türkçe Kur'an okunuyordu. (Bu konuya değineceğim.) M. Kemal'in dediği "Beyni sulanmış hafız" olmaktan çıkıyordu insanlar artık. Ve artık en önemli meseleye sıra gelmişti. Karşı devrime direnememiş, günümüzde hala tartışılan, insanların çoğunun "hala" kafirlik olarak nitelendirdikleri bir devrime.

   Türkçe Ezan meselesine gelmişti artık sıra.

   Tarih:3/02/1932, Yer: Ayasofya Camii, Zaman: Teravih namazı sonrası

   Şimdi sözü Yunus Nadi'nin Cumhuriyer Gazetesi'ne bırakalım.

   "Dün gece Ayasofya Camisi tarihin kaydetmediği emsalsiz bir tezahürata sahne oldu. Ayasofya'da kırk bin kişi vardı. Camiye sığamayan otuz bin kişilik bir halk kitlesi meydanları doldurmuştu. Namaz kılarken secde edilemiyordu. Türkçe tekbir halkı ağlatıyor, amin sedaları asumana yükseliyordu...

   Ulu Tanrı'nın ulu adını, semaları titreten vecd ve huşu ile dolu olarak tekbir ederken, her ağızdan çıkan tek bir ses vardı. Bu ses Türk dünyasının, Tanrı'sına kendi bilgisi ile taptığını anlatıyordu...

   Ezan okundu. Otuz tane güzel sesli hafızın iştirak ettiği bir müezzin heyeti ile teravih kılındı; halk o kadar sıkışık bir halde idi ki, herkes birbirinin ayakları arasında secde ediyordu. Bir kısım halk da ayakta veya oturduğu yerde namaz kılıyordu.

   Teravih biter bitmez, caminin içinde emsali görülmemiş bir uğultu başladı... Bu ne bir nehir uğultusuna, ne bir gök gürlemesine, ne de başka bir şeye benziyordu. Herkes ellerini semaya kaldırmış dua ediyordu... Bu uğultu, birkaç dakika devam etti... Müteakiben otuz güzel sesli hafız, hep bir ağızdan tekir almaya başladılar."

   Evet işte o gün böyle bir hava vardı. Siz belki 70.000 kişilik bir cemaati gözlerinizin önünde canlandıramıyor olabilirsiniz. Benim yaşadığım şehrin merkez nüfusudur 70.000. Ya da en büyük futbol stadlarından olan Old Trafford Stadı'nın resimlerine bakın. Ve işte oranın hıncahınç dolu olduğunu düşünün. İşte böyle bir kalabalıktı Ayasofya'daki.

    Bugüne kadar M. Kemal'den "Ayasofya'yı Yunanlılara yaranmak için müzeye çeviren adam" olarak bahsettiler. Peki neden hiç "Tarihte, Ayasofya'da en büyük kalabalığı toplamış adam" olarak bahsetmezler?

   Acaba Fatih Sultan Mehmet o ünlü 3 tekbirli cuma namazını kıldırırken cami bu kadar dolumuydu? Doluyu geçtim sokaklara yayılmış 30.000 kişilik bir halk kitlesi var mıydı? Amacım Fatih Sultan Mehmet Han ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü karşılaştırmak değil. Herkesin hakkını verelim diyorum sadece.

   Elimdeki bir başka kaynakta ilk Türkçe ezanın 29/01/1932 tarihinde Fatih Camii'nde okunmuş olduğu yazıyor.

   Ama muhtemelen bu bilgi yanlış. Fatih Camii'nde okunan ezan Ayasofya'dan daha sonradır. Hatta elimdeki bu kaynağa göre Fatih Camii'den okunan Türkçe ezan Ayasofya'da alınan Türkçe tekbirden 6 gün öncedir. Yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü Cumhuriyer gazetesinin 3 Şubat 1932 tarihli yazısı şu şekilde son buluyor.

   "Tanrı uludur. Tanrı uludur.
    Tanrı'dan başka Tanrı yoktur,
    Tanrı uludur, Tanrı uludur,
    Hamd ona mahsustur."

   Daha sonra bu sözler yaygınlaşmıştır. Tabii tam olarak böyle değildir Türkçe ezanın sözleri. Cumhuriyet Gazetesi'nde Türkçe ezan okunacak camiler önceden bildirilmeye başlanmıştır. "Bugün Fatih Camii'nde Türkçe Ezan okunacak." cümlesini manşetten vermiştir örneğin. İşte çoğu kaynağın bahsettiği "İlk Türkçe Ezan" budur.

   Tam anlamıyla ilk Türkçe ezan Fatih Camii'nde okunmuştur denilebilir. Çünkü Ayasofya Camii'nde okunan ezan sembolik, halka tanıtmak amaçlı okunan bir ezan olmalı. Yoksa teravih namazından sonra neden ezan okunsun ki? Ezan namazdan önce okunur. Neyse daha fazla kurcalamayalım bu tarih konusunu. Sadece şunu söyleyip kapatalım. 18/06/1932 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tüm camilere yayınlanan bildiri sonucu ezanlar tüm camilerde Türkçeye çevirilmiştir.

   Bu arada 1932 yılında Arapça ezan yasaklanmıştır. Okuyanlara ceza verilmiştir. Bildiğiniz üzere de 16/06/1950 tarihinde de bu uygulama sona ermiştir ve sadece bu olay bir partiyi 10 yıl hükümette tutmuştur.

   Ezan amaç değil, araçtır. Mühim olan ibadetin kendisidir. Amaç insanları namaza davet etmektir. Arapça anlaşılmaz cümleler kurarak etrafta bir ses yankılanması yaratmak değildir. Amaç insanları namaza davet etmek, inananlar namaza icabet etmediklerinde içlerinde bir huzursuzluk hissetmeleridir.

   Devam edelim...

   Artık dinde "öze" dönülüyordu. Türkçe dinin içine girmişti. Ya da "din" o yabani görüntüsünden kurtulup insanların arasına giriyordu. "Kavm-i Necib" anlayışı yıkılıyordu. Yeni ezanın sözleri şöyleydi:

   Tanrı uludur. Tanrı uludur.
   Tanrı uludur. Tanrı uludur.
   Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı’dan başka yoktur tapacak
   Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı’dan başka yoktur tapacak
   Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı’nın elçisidir Muhammed
   Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı’nın elçisidir Muhammed
   Haydin namaza, haydin namaza
   Haydin felaha, haydin felaha
   (Namaz uykudan hayırlıdır, Namaz uykudan hayırlıdır)
   Tanrı uludur, Tanrı uludur
   Tanrı’dan başka yoktur tapacak.

   İşte tarih bu sözlerle yazılıyordu.

   Kronolojik sırayı bozacağım ama bir de ilk Türkçe Kur'an-ı Kerim okunuşunu aktaracağım.

   Tarih: 22/01/1932 Yer: Yerebatan Camii

   Hafız Yaşar Okur, Yerebatan Camii'nde Yasin Suresi'nin hem Arapçasını hem de Türkçesini okumak için görevlendirilmiştir.

   Hafız Yaşar Okur anlatıyor:

   ".... Kürsüye çıktım. Nefesler kesilmişti. Bütün gözler bende idi. Besmeleyi şerifi çekip, arkasından yine Arapça olarak Yasin suresini okumaya başladım. Kur'an'ı Türkçe okuyacağımı zannedenlerin gözlerindeki hayert ifadesini görüyordum. Sureyi 'Sadakallahülazim' diye bitirdikten sonra;
   
   'Vatandaşlar' diye söze başladım. Otuz altıncı sure olan Yasin seksen üç ayettir. Mekke-i Mükerreme'de nazi olmuştur. Şimdi size tercümesini okuyacağım.

   Müşfik ve rahim olan Allah'ın ismiyle başlarım. Hakim olan Kur'an hakkı için Kasem ederim ya Muhammed! Sen tarik-i müştekime (doğru yola) sevk eden bir resulsün. Kur'an sana aziz ve rahim olan Tanrı tarafından nazil olmuştur.
 
   Sureye böylece devam ederek seksen üçüncü ayetin sonunu da şöyle okudum:

   "Her şeyin hükümdar ve hakimi olan Tanrı'ya hamd olsun. Hepiniz O'na rücu edeceksiniz.' (...)

   (...) Amin."

   Cumhuriyet Gazetesi olayı manşetine taşıdı. "Türkçe Kur'an Dün İlk Defa Okundu." Alt başlık ise şöyleydi:" Yasin Suresi Büyük Bir Vecd-ü Heyecanla Dinlendi"

   Haberden dikkatimi çeken bir kısmı çekip alıyorum:

   "Matbuatın birkaç günden beri verdikleri haberler üzerine Yerebatan Camii halkın tehacümüne maruz kalmıştır. Daha sabahleyin saat onda cami dolmuştu. Küçücük caminin içinde kadın ve erkek büyük bir kalabalık vardı. Avluda ve sokakta birçok kimseler pencerelere tırmanmış içeriden gelecek sesleri işitmeye çalışıyorlardı."

   İşte her ne kadar bazıları Türkçe ezanı "Şarkı" olarak nitelendirseler de "Dinde Öze Dönüş Projesi" buydu. Halka İslam'ı anlatmaktı amaç. Ve halk bu projeyi öylesine benimsemişti ki insanlar camilere sığmaz olmuştu. Yozlaşmış dini yüceltmekti "Dinde Öze Dönüş Projesi." Oysa karşı devrime direnemedi. M. Kemal'in belki de en büyük eseri ellerimizin arasından kayıp gitti. Biz ise sesimizi çıkarmadık. Çıkaramadık.

   "Kur'an tercüme edilemez demek, Kur'an'ın manası yoktur demektir."
                                                                                                    M. Kemal Atatürk

   "Kur'an manadır, lafız değildir."
                                            İmam-ı Azam Ebu Hanife   

   Saygılarımla...

                                                                                                                                            MMT
 

   
Size ne yapacağınızı söyleyebilirler ama ne düşüneceğinizi asla!


Ağustos 29, 2011, 12:06:21 öö
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1795
  • Cinsiyet: Bay

         Sayın MMT, Ezanın ve Kur'an'ın Türkçe okunması bence müthiş bir değişim. Ne var ki bundan rahatsız olanlar , dini siyasi emelleri için kullananlar tarafından bu konudaki devrim tamamlanamadan sona ermiştir.
         Ezan'ın  Türkçe okunması veya Kur'an'ın mealinin okunmasının ne mahsuru olabilir ki !
Arapça okunan Kur'an'dan kimler ne anlıyorlar. Toplumun ezici çoğunluğu Arapça bilmiyor ki. Güncel hatyatımda sıkça rastladığım bir olaydır. Kur'an dan Bakara Suresinden bir Ayet okunur, insanlar özellikle kadınlar göz yaşlarını tutamaz hıçkıra hıçkıraağlarlar. Oysa okunan Ayet mealen, "İsrail oğullarına " hitaben söylanmiş bir kelamdır. Ve buzağıya tapınmayı anlatır. Bu ayette ağlamayı gerektirecek hiç bir hiç bir şey yoktur ama insanlar iki göz iki çeşme ağlarlar. Çünkü Arapçayı bilmedikleri için Ayet'in ne manaya geldiğini de bilmezler .
         Bakın ülkemizin nereden nereye geldiğini görmek için güzel bir paylaşım olduğunu düşünüyorum.
         Saygılar-sevgiler.
   
"Vur ama dinle beni"


Ağustos 29, 2011, 12:34:51 öö
Yanıtla #2

Ezanın Türkçeye çevrilmesi konusu geçiyor madem, şöyle bir detayı da araya sokuşturuvereyim.

Türkçe'ye çevrilmiş ezana bakarsanız, tüm kelimeler Türkçe'dir. Anlamları normal bir Türk'ün anlayacağı şekildedir. Fakat "haydi felaha" kelimesi Türkçeye çevrilmemiştir. Neden?

Felah, kurtuluş demektir. Ola ki insanlar bu sözü anlarlar da kurtuluşun bu yolda olduğunu sanırlar diye. Bu yüzden, çeviri editörleri bu kısmı çevirmekten imtina etmişler, ve bu kısmın anlaşılmamasının daha yararlı olacağını düşünmüşlerdir.

Yani işin içinde bir "toplum mühendisliği" vardır. Bir art niyet vardır. Art niyet olmasaydı, tüm ezan, Öztürkçeye çevrilirdi. Burada "insanlar anlasın" motivasyonundan çok, "insanlar işimize geleni anlasın, işimize gelmeyeni anlamasın" gibi bir motivasyon vardır.

Artık yorum sizin :)

Saygılar
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ağustos 29, 2011, 01:08:15 öö
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 342
  • Cinsiyet: Bayan


İnsanlara kendi dili ile dini  bilgileri ögreterek körüne inanctan cıkartmayı ilk planda hedef aldıgı icin bu yolu secmistir.
Kurtulus önce insan olmaktan gecer ,insan olmayı bilgiyi sindirmeyi bilinc evriminin hazırlıgı, evet  bir toplum muhendisligi vardı..birileri bu yeni imarın getirdigi uyanıstan korktu ve ilk fırsatta köhne inancları tekarar geri getirdi.


seytanı dısarda aramamalı  icimizde :))


Ağustos 29, 2011, 01:16:25 öö
Yanıtla #4

O köhne inançlar, belki biraz daha samimi bir gayret içinde olunsaydı ve toplum mühendisliğine soyunulmasaydı, belki bir tepki oluşturmazdı ve hiç geri gelmezdi.

Dünyadaki tüm kötülükler, birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendinde görmesiyle başlar. Şeytan da oradadır. ;)
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ağustos 29, 2011, 01:28:59 öö
Yanıtla #5
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 229

Asil toplum muhendisligi ezan ve diger islami seylerin arapca tutulmasi olmasin?

Esenlikler,
Laus Deo.
YY & Y


Ağustos 29, 2011, 01:55:42 öö
Yanıtla #6

İslamın içinde yeşerdiği dil olan Arapça'nın etkisi, illaki kendini bir yerlerde gösterecektir. Ve bu kendini gösteriş, sürekli kendini tekrar eden unsurlarda pek ala olabilir. Bunun bir sakıncası yoktur. Arapça ezan, Türkiye'deki bağnazların bağnaz olmasının nedeni değildir.

Bir de "Arapça tutulması", aslında bir edim değildir. Gelenek, geçmişten gelenin aynen devamını ister. Bu bireylerin aktif olarak işin içinde olduğu, her gün bunun için enerji sarfettikleri bir tutum değildir. Öyle gelmiştir, onlar da bunun farkında değildir ve böyle gidiyordur. Fakat insanlar, bir değişim olduğunda o değişime karşı çıkarlar. Bu, sonuçları sakat olsa ve irrasyonel olsa da, tarihte sürekli görülmüş bir toplum tepkisidir.  Fakat bir değişim olduğunda, ve o değişimi yapanların motivasyonu anlaşılabilirlik değil de, işimize geleni anlaşılabilir kılmak ise, kusura bakmayın, o değişime, sadece muhafazakarlar değil, dürüst olan herkes tepki gösterir. Bu tepkiyi göstermek de "eskiyi muhafaza etmek"ten çok çok farklı şeylerdir. İşin içinde saf bir özgürlük motivasyonu olsaydı, değişim de pek ala mümkün olabilirdi.

İkincisi, şu yukarıdakinden farklı olarak, ezan gibi devri daim eden bir unsurun, değiştirilmesi veya değiştirilmemesinin toplumsal dönüşüme pek hizmet etmeyeceği kanısındayım. Ezan, bir nevi çan sesidir, neyi ima ettiği açıktır. Ha Arapça, ha Türkçe. Bu unsurun değiştirilmesinin getireceği muhafazakar tepki ile değiştirilmesinin getireceği yararı tartarsak bunun zararı ortaya çıkar. Çok basit bir örnek: Menderes bu vaatle başa gelmişti. İnsanları bu konu çok ilgilendirmişti. Ve o günden sonra, muhafazakar halkın içinde Chp'ye karşı daima bir soru işareti doğdu. Hatta denilebilirki, bu tepki, Türkiye'de derin bir seküler-dindar çatlağı yarattı. Açıkça görülebilir, bugünleri o dönemin CHP'si görseydi, halkın içselleştirdiği, ve değiştirilmesinin pek bir anlam ifade etmeyeceği bu işgüzarlıktan vazgeçerlerdi.

Fakat Kuran'ın Türkçeleştirilmesi için aynı şeyi söyleyemem. Ezanın Türkçeleştirilmesi ne kadar gereksiz ise, Kuran'ın Türkçeleştirilmesi de o kadar gereklidir.

Samimiyet ile toplum mühendisliği arasındaki fark da buna benzer.

Saygılar
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ağustos 29, 2011, 09:15:53 öö
Yanıtla #7
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay


Bütün baskılara rağmen Türkçe ezan kabul görmemişti
 
Bütün cezalara rağmen din görevlileri Türkçe ezanı kabullenmemiş ve Türkçe ezanı çocuklara ve meczuplara okutarak durumu idare etmeye çalışmışlardı.
 


İkinci Meşrutiyet'ten sonra ibadetin Türkçeleştirilmesi gündeme geldiyse de uygulama alanına inmemişti. Ziya Gökalp, 1918'de yazdığı "Vatan" şiirinde, ezanın ve Kur'an'ın Türkçe okunmasını gündeme getirmişti. TDV İslam Ansiklopedisi'nin "Ezan" maddesinde Türkçe ezan meselesi teferruatlı olarak anlatılır.
 
TÜRKÇE EZAN KABUL GÖRMEDİ
 
Cumhuriyet'in ilanından sonra ibadetin Türkçeleştirilmesi için birkaç teşebbüs yapıldı fakat halktan gelen tepkiler üzerine vazgeçildi. Ancak bu yöndeki çalışmalar devam etti. Özellikle İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve Reşit Galip bu konuda faaliyet gösterdiler.
 
Daha sonraki yıllarda uygun ortam meydana gelince, ibadetin Türkçeleştirilmesine ezandan başlandı. 1932'de Eğitim Bakanı Reşit Galip ile Hasan Cemil Çambel'in yönetimi altında Dolmabahçe Sarayı'nda devrin meşhur dokuz hafızının katılımıyla ezan Türkçeleştirildi. Çeviride tereddüt edilen yerler Atatürk'e sorulmuştu. Türkçe ezanın bestesi için de konservatuvar üyesi İhsan Bey görevlendirilmişti.
 
1932 yılı Ramazan'ında 29 Ocak 1932'de Türkçe ezan, ilk kez Hafız Rıfat tarafından Fatih Camii minaresinden seslendirildi. Bu bir başlangıçtı. Ardından Türkiye'nin her yerinde Türkçe ezan okutulmasına çalışıldı. Fakat Türkçe ezan kabul görmedi.
 
1 Şubat 1933'te Bursa'da Ulu Camii'de Topal Halil adında halktan birinin Arapça ezan okuması üzerine tutuklanmaya kalkınca halk durumu protesto etti. Bunun üzerine Atatürk bizzat duruma el koydu. Türkçe ezan meselesine karışan 19 kişi Çorum'da yargılandıktan sonra hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı. Ezanın Türkçe okunması yönündeki denetimler sıkılaştırıldı. Bu dönemde ezanın Arapça okunması bir suç değildi. Ancak ezanın Türkçe okunması kararına uy­mayan görevliler, Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesine göre "yetkili mer­cilerin kamu düzenini sağlamaya yöne­lik emrine aykırılık" suçunu işlemiş sa­yılıp cezalandırıldılar. 1941'de 526. maddeye Arapça ezan okuyanların hapis ve para cezası alacağı hükmü eklendi. Arapça ezan okumak artık kanunlara girmiş bir suçtu.

 Bütün cezalara rağmen bu durumu kabullenmeyen din görevlileri pasif direnişe geçerek farklı yöntemler geliştirdiler. Türkçe ezanı çocuklara ve meczuplara okuttular. Ezanın Türkçe'sini yüksek sesle okuduktan sonra al­çak sesle Arapça'sını da tekrar ettiler.

İbadetin Türkçeleştirilmesi Cumhuriyet döneminde yapılan inkılaplar içerisinde halkın kabul etmediği ve tepki gösterdiği bir uygulama oldu. Bütün polisiye tedbirlere rağmen birçok yerde Arapça ezanlar okunmaya devam edildi. Halk Partisi hükümeti ise bu konuda taviz vermeden Arapça ezan okuyanlara hapis ve para cezaları verdirip, Arapça ezan okuyanların bir kısmını akıl hastanelerine göndertti.
 
DEMOKRAT PARTİ'NİN İLK İŞİ EZANIN ASLÎ DİLİNE ÇEVRİLMESİ OLDU
 
1950 seçimlerinde Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinin hemen ardından ilk gündem maddesini Arapça ezan okuma yasağının kaldırıl­ması oluşturdu. 31 Mayıs 1950'de Tokat Millet­vekili Ahmet Gürkan, 2 Haziran 1950'de Kayseri Milletvekili İsmail Berkok ve 13 arkadaşı, 14 Haziran 1950'de Başbakan Adnan Menderes hükü­metince TBMM'ye bu konuda çeşitli kanun teklifleri sunuldu. Meclis'e sunulan tekliflerin gerekçesinde, ceza kanununa hüküm konulmasının din ve vicdan hürriyetine baskı sayıldığı belirtilmişti.
 
Halk bu gelişmeler üzerine büyük bir heyecana kapılarak gelişmeleri takip etmeye başladı. Kahvelerde, çay bahçelerinde ezanın aslî dilinde okunması meselesi konuşuldu.

Sonunda Türkçe ezan meselesi 16 Haziran 1950'de Meclis gündemine geldi. TBMM'de oturum başkanlığı yapan Hulusi Demirel, tasarının Meclis'te gündeme alınmasını da, ivedilikle görüşülmesini de ayrı ayrı oylattı. CHP'liler de tasarının gündeme alınmasını desteklediler. Tasarıyla ilgili konuşan CHP'liler, ezanın Türkçe okunmasının daha doğru olduğunu ancak bu meseleyi politik bir tartışma konusu yapmayacaklarını söylediler. Daha sonra söz alan Demokrat Partili ve bağımsız milletvekilleri hararetli konuşmalar yaptılar. Tasarının kabul edilmesine kimse karşı çıkmayınca kabul edileceği beli olmuştu. Ancak bu defa da ne zaman yürürlüğe gireceği tartışılmaya başlandı. Sonunda bir milletvekili "ceza hükmü kaldırıldığı için daha önce Arapça ezan okuyanların bile suçlu sayılmayacakları"nı ifade edince bu mesele de çözüldü.

Ceza Kanunu'nun 526. maddesinde gerekli değişiklikler yapılmasıyla Ramazan arifesinde ezanın Arapça okunması serbest bırakılmıştı. Arapça ezanın serbest bırakıldığı her tarafa duyurulamadığı için İstanbul'da bile sabah ezanı bir yerde Türkçe başka bir yerde ise Arapça okunmuştu. Bunun üzerine İstanbul Müftülüğü bekçiler vasıtasıyla müezzinlere duyurdular.

Ramazan ayında minarelerden yükselen ezanlar büyük bir sevinçle karşılandı. Sabah ezanlarını din­lemek için camilerin etrafında toplanan­ halktan secdeye kapanıp yeri öpenler oldu. Türkiye'nin her tarafında kur­banlar kesildi. Hükümete ve Millet Meclisi'ne tebrik ve teşekkür telgrafları gönderildi.
 
Rahmetli Adnan Menderes, ezanı asli diline döndürdüğü için ölümünden sonra da halk tarafından unutulmadı. O dönemi yaşayan insanlar Menderes'i her zaman büyük bir minnet ve şükranla andılar.
 
TÜRKÇE EZAN
 
Tanrı uludur
 
Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı'dan baş­ka yoktur tapacak
 
Şüphesiz bilirim bil­diririm Tanrı'nın elçisidir Muhammed

Haydi namaza
 
Haydi felaha

Tanrı uludur
 
Tanrıdan başka yoktur tapacak
 
ZİYA GÖKALP VE TÜRKÇE EZAN
 
Ezanın Türkçeleştirilmesi konusunun fikir babalarının başında Ziya Gökalp gelir. Ziya Gökalp, 1918'de yazdığı "Vatan" şiirinde,
 
"Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur
 
Köylü anlar manasını namazdaki dua­nın...

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur
 
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın
 
Ey Türk oğ­lu işte senin orasıdır vatanın" diyerek ezanın ve Kur'an'ın Türkçe okunmasını gündeme taşımıştı.
 

 
alıntı erhan afyoncu
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Ağustos 29, 2011, 10:20:03 öö
Yanıtla #8
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

"Kur'an manadır, lafız değildir."
                                            İmam-ı Azam Ebu Hanife   

Sn.mmt

Çok doğru ve güzel bir söz.kuranın manasına yani özüne vakıf olamadınmı hep dış kabuğunda kalırsın işin özü asıldır.
Ezanın ilk okunduğu anki okunuştaki özü müslümanları namaza çağırmak için Bilali habeşe sesinin gürlüğünden dolayı okutulan bir çağrıdır.Evet ezan bir çağrıdır zaman içinde ilk okunuş kalıbı ilemi gelmiştir bilemem bu çağrının nasıl yapılacağını kuranda belirtildiğini sanmıyorum çünkü öz namazdır ezan ise şeklidir.Bize lazım olan öz olduğuna göre ezanın insanı etkileyen o tınısını insan ruhunun nasıl kabul ettiğine bakmalıyız.

Ben lorenna mc cennit müziği hastasıyım tango evorayı o söylerken çok hoş nilüferde en az onun kadar okuyor ama aslı daha güzel.Bazı şeylerin aslı gibi kalması anlam bütünlüğü açısından bence doğru olanıdır.Ezanın türkçe okunuşunu video olarak burada paylaşmayı denedim ama yapamadım.Bir dinleyin ne demek istediğimi anlayacaksınız bizim sevdiğimiz ezanla en ufak bir belirtisi yok.

Ezan türkçede arapçada okunsa bir müslüman o çağrıyı duyunca ne yapması gerektiğini bilir.Türkçeleştirilmiş şeklinde bir çok hata olduğuda bir gerçek.Sanırım bu işin altında çokça arap kültür emperyalizmi olduğu ve bundan kurtulmak istendiği gerçeğinide unutmnamalıyız.

Saygılar

ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Ağustos 29, 2011, 05:00:03 ös
Yanıtla #9
  • Ziyaretçi

Sayın Mustafa Kemal'in de genelde üstüne basa basa bana göstermeye çalıştığı bir yargılama yöntemini dile getirmek istiyorum "Konunun geçtiği tarihe ve tarihi tabloya iyice bakarak yorum yapmak daha doğru olur".

Rahmetli Atatürk'ün osmanlının parçalanmasına neden olan ve yarattığı yeni ülkenin çevresini saran kafatasçı milliyetçi başkaldırılara karşı bir Türk milliyetçiliği tepkisi vermesi doğal karşılanmalıdır. Bunu da ezanı Türkçeleştirme şeklinde başkaldırıcı araplara karşı bir siyasi duruş olarak görmek yanlış olmayabilir.

Bir doktor arkadaşımın ilk yıllarında gece acilde çalışırken gelen hastanın yüzde 90 ının elinde ölmesi üzerine ilk günlerde tutuklanacağım korkusunu yaşaması aklıma geliyor. Yani o anki şartları ve Atatürkün de bir insan olması istemsiz hatalar yapmasına neden olmuş olabilir. Ben bu gibi şeylere genelde iyi niyetle yapılan hatalar olarak değerlendiriyorum.

Ayrıca arap yarım adasını egemenliği altına alan islami görüşün yayılmacı bir öldürücü bir virüse benzerliği nedeniyle de toplumunu zorla islamdan soyutlamaktansa bu virüse kapılanları yok edip kalan insanları rehabilitasyona yani yoğun bakıma almak gibi duruyor devrimler.

Benim yakın tarihte görebildiğim Atatürk'ün milletini zorla islamdan soyutlama kavramına yanaşmaması fakat Atatürk sonrasında zorla islamdan soyutlama mekanizmasının faaliyete geçirildiği.. Bunu da köy enstitülerinde yetişmiş yaşlı bir öğretmenden dinlediğim kadarıyla ateist bir nesil yetiştirme projesi ve bu projede ateist yetişen öğretmenlerin ateist bir toplum yaratma çabası gibi duruyor.

Neticede Türk milleti ateist yapılamamıştır bu projede olanlar bundan çok büyük hayıf duyuyorlar ve %60 ımıza aptal diyorlar,  fakat vahhabilik ve radikal islam gibi virüslerden de etkilenmemiştir.

Saygılarımla.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2817 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 01, 2008, 06:43:22 ös
Gönderen: Ulu Mason
27 Yanıt
16687 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 28, 2009, 12:19:22 öö
Gönderen: Isis
8 Yanıt
7767 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 03, 2014, 02:34:24 öö
Gönderen: ozgurppp
0 Yanıt
2728 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 07, 2010, 01:50:03 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2505 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 09, 2010, 02:34:55 ös
Gönderen: sundance
0 Yanıt
5849 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 27, 2011, 02:36:35 öö
Gönderen: MMT
2 Yanıt
6186 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 27, 2011, 11:48:08 ös
Gönderen: MMT
0 Yanıt
3984 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 27, 2011, 11:02:58 ös
Gönderen: MMT
6 Yanıt
3527 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 18, 2018, 11:14:39 ös
Gönderen: NOSAM33
2 Yanıt
3126 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 30, 2015, 08:46:25 ös
Gönderen: karahan