Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: OPUS DEI  (Okunma sayısı 8791 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 13, 2009, 08:30:24 ös
Yanıtla #10


Sayın Isabell’in dileği üzerine, bu kurum ile ilgili bir anlatımı aktarmakta yarar görüyorum.


Merakımı giderdiğiniz ve bu hususta düşüncemdeki karışıklığı birazcık çözümleyebildiğimi sağladığınız için çok Teşekkür ediyorum.

Saygılarımla
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Kasım 13, 2009, 09:43:12 ös
Yanıtla #11
  • Ziyaretçi

Opus Dei, yani Tanrı'nın Hikmeti, Roma Katolikliği yolunda çalışan köktenci, kimilerine göre faşist bir oluşumdur.Resmi olarak Katolik Kilisesi'nin bir organı olarak değerlendirilir ve Opus Dei de ayrı bir kimliğe sahip olmadığını iddia eder ancak onun aslında kendi kendine işleyen bir yapısı olduğuna dair çokça belirti vardır.Tarikat 1928'de kurulmuş ve Avrupa,Kuzey/Güney Amerika'da özellikle Katolik inancın güçlü olduğu ülkelerde yaklaşın seksen bin üyeye sahip olacak şekilde büyümüştür.

Yakın zamanda Papa II.John Paul,daha çok yöneltilen eleştirilerin çokluğu nedeniyle,tarikatın İspanyol kurucusu Josemaria Escriva de Balaguer'in azizlik mertebesine yüükseltildiğini doğrulamıştır.De Balaguer,yazdıklarına bakılırsa,Katolik ya da sağcı olmayan her şeyi lanetleyen açık bir faşistti ve liberallere ve kadınlara karşı açık bir düşmanlık besliyordu.Franco diktatörlüğüyle ve bir çok İspanyol kilise görevlisiyle bağlantılar kurmuş,1930'larda İspanya Cumhuriyeti'ne karşı faşistlerle işbirliği yapmıştı.Cumhuriyetçi milisler binlerce rahibi öldürmekle tehdit ediyorlardı,De Balaguer canını kurtarmak için kaçmak zorunda kaldı.Bu geçmiş düşünüldüğünde sola karşı duyduğu nefretin yaklaşımlarındaki temel etmen olması şaşırtıcı değildir.Aynı zamanda Hitler'e karşı güçlü bir sempati duyuyordu ve Nazi diktatörünün Hıristiyanlığı Komünizmden kurtaracağını söylediği biliniyordu (Opus Dei literatüründe Komünizm kelimesi doğrudan belirtilmese de,bir çok eski üyeye göre,Komünizm karşıtlığı oluşumun her yanına sinmiştir).

Opus Dei'de üyelik yalnızca davetle gerçekleşir.De Balaguer'in aynı zamanda Farmasonluğu ''şeytan işi'' olarak gördüğü söylediği rivayet edilir.Bir çok açıdan Opus Dei bir kültü andırır ve beyin yıkama yöntemleri kullandığı eski üyeler tarafından ifade edilir.

Kürtaj ve doğum kontrolüne karşı çıkmak gibi aşırı muhafazakar Katolik değerlerin sıkı bir savunucusudur.Aynı zamanda Roma Katolikliğinin diğerlerinden üstün bir statüye sahip olduğunu öne sürer.Papa II.John Paul ile olan ilişkisi çokça tartışılmıştır.Papanın en gözde ilahiyatçılarından Hans Urs von Balthasar Opus Dei'yi ''Kilise'deki köktenci gücün yoğunlaşması'' olarak tanımlar.Bu arada Vatikan'ın basın sözcüsü Joaguin Navarro-Valls bir Opus Dei üyesidir,yani bir çıkar çatışması kaçınılmazdır.

Oluşum gerçekten faşist midir? Opus Dei'nin Franco ile ilişkisi her zaman muğlaktı ve rejimin önemli yetkililerinden bazılarının oluşuma üye olmasına karşın bir Opus Dei grubu İspanyol diktatörden ayrılığı sağladı ve bu sayede İspanya'nın Franco sonrası bir dünyada filizlenen demokrasisinin yolunu açtı.Diğer yandan Opus Dei karşıtları de Balaguer'in açık biçimde faşişt ideoloji öğeleri barındıran Yol adlı manifestosuna saldırdılar.Bu manifestoda köktencilik, diğer dinlere karşı hoşgörüsüzlük ,tarikatın antidemokratik yapısı ve emirlere körü körüne itaatle ilgili şeyler vardı.Tarikatın ''haftalık görüşmelerle'' (ruhlarındaki en gizli sırları ruhani liderlerine anlatmak zorunda oldukları yer) üyeleri üzerinde psikolojik denetim kurma ve yeni üyeler bulma biçimindeki saldırgan ve baskıcı yöntemleri oldukça tehlikeliydi.Buna gerçek hedeflerini açıklamayıp kamuoyundan bir çok şeyi gizlemeleri ve de Balaguer'in yönetici bir elit konusunda ısrar etmesi eklenince karizmatik bir lider etrafında oluşmuş bir kültün tüm özelliklerini barındırdığı açıkça ortaya çıkmaktaydı.

Bir çok kült lideri gibi, de Balaguer de insanların ibadet ettikleri tanrının gözünde eşit olmadığını söylerdi.Rahipler müritlerden daha değerliydi.Yol'da tüm bölümlerde güçlü bir liderlik ihtiyacı anlatılmakta ve doğaları gereği üstün olaran insanlardan söz edilmekteydi.Bu seçkinler tüm yanıtları biliyordu ve onlar gözü kapalı takip edilmeliydi.Bunlar,dikkat çekici biçimde Hitler'in Aryan hayallerini ve tüm gizli topluluklarda görülen bildik yolları andırmaktadır.

Opus Dei üyelerinin de Balaguer'e Tanrı muamelesi yapmak zorunda oldukları iddia edilir.Bugün bile kimi üyeler uzun zaman önce ölmüş bu adama mektup yazmaktadırlar.Kitapda başka hiçbir dinden bahsedilmez.Katoliklik dışında bahse değer bir şey yoktur.Anglikan Kilisesi'nin başı olan Kraliçe Elizabeth'e ''bu şeytan'' dediği söylenir ve Protestanlık gibi diğer Hıristiyan mezheplerinden nefret eder.Hıristiyanlar'ın Müslümanlar'la yaptıkları savaşları zafer olarak değerlendirmesinden Hıristiyanlık dışındaki dinlere yaklaşımının ne olduğunu çıkarabiliriz.

Opus Dei'nin Roma Katolikliği üzerindeki etkisi yönündeki suçlamalar çoğu zaman göz ardı edilemeyecek niteliktedir.Söz gelimi, II.Dünya Savaşı sürecinde Nazi hükümetine karşı çıkma başarısızlığında oluşumun ne kadar payı vardır? Eleştiriler, Papa'nın de Balaguer'i aziz ilan etmesiyle hat safhaya çıkmış ve kuşkusuz dış dünyaya hiç de iyi sinyaller verilmemiştir.

1979'da , sonradan Opus Dei'nin başına geçecek kişi Vatikan için bir miktar istatistiksel veri toplamış, bu veriler sonradan ''bazı boşboğazlar'' tarafından kamuoyuna açıklanmıştır.Buna göre tarikatın farklı üniversitelerde 479, gazetelerde 604, radyo ve televizyonlarda 52, haber kanallarında ve reklam ajanslarında 38 ve film yapım şirketlerinde 12 üyesi vardır.Tarikatın en temel hedefi herkesin Katolik olduğu bir dünya yaratmaktır.

''Nick Harding / Gizli Topluluklar''


Kasım 14, 2009, 12:52:40 öö
Yanıtla #12
  • Ziyaretçi

Bir mecliste Fetonun  bu tarikata mensup olduğu ve gizli kardinal olduğu iddia edilmişti  ama ne kadar doğru bilmiyorum...


Kasım 14, 2009, 08:59:24 öö
Yanıtla #13
  • Ziyaretçi

bu tip örgütlenmelerde  sanırım üç farklı taraf var 1 .oluşturanlar 2 . oluşturuma taraf olanlar  3. mevcut ortam . bü üç ayrı tarafi ayrı ayrı analiz etmek daha doğru olur sanıyorum.  hepsini birden tahlil topyekün araştırıp sonuça varma en sonraki yapılması gereken faliyettendir.
 1. oluşturmaya çalışanlar kişiselveya bir gurupta olabilir . bu kesimde ortada bir düşünçesi   bir fikir i  vardır bunu açıktan veya bazen öylesine topluma bazen çevresine sunar. bufikrin ateşli savunuçusudur. bazan bu görüş sönuk olarak geçer. zaMAN İÇERSİNDE ORTAMDA MÜSAYİT İSE öyle bir alevlenir ki eger sahıs sağsa kendiside saşar kalır. ben bunu kastetmemiştim diye yakınır.şahıs geçmişte kalmıssa yorumlar yapılı çunkü iyi anlaşılamamıştır.
2.taraftarlar her zaman genelde mevçuttur. aradıgını budugunu sanır veya kendine özel sebeblerden dolayı ateşli bir destekci halinde  olabilir. ortamın durumuna göre yani rüzgarın yönünde gider bu istiyerek veya istemeden gitmektir.
3 mevçut ortam yani zaman.  ilk ikisi ile ust üste gelince bir üçünçüsü  deney gerçekleşir belli bir potansiyel güç vardır ortada. bu gücu oluşturabilmek kendiligindan olabilecegi ğibi  toplum m ühendisleri tarafından oluşturulabileçeginide  savunanlar var.tarih bu tip oluşumların toplamından  ibarettir .bir kusurumuz oldu ise affola . sevgiyle kalın.


Aralık 14, 2010, 07:40:57 öö
Yanıtla #14
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 879
  • Cinsiyet: Bay

Kurucusu, İspanyol Josemaria Escriva de Balaguer y Albas , 1966 yılındaki bir söyleşide Fransız Figaro gazetesine
“Opus Dei ‘de insan kendisini evinde hissetmektedir; Kenya ‘da veya Nijerya ‘da olduğu kadar Japonya ‘da, Amerika ‘da olduğu gibi Avusturya , Meksika veya Arjantin ‘de, hiç fark etmez. Dünyanın her tarafında, bütün bu ülke insanları arasında kök salmış, aynı din ve aynı imana mensup olma hadisesi. Hiçbir kültürün belirlemediği, tarihin her hangi bir özel çağına ait değil. ”
demektedir. Ancak haritaya dikkatlice bakıldığında, bu Katolik teşkilatın, özellikle İspanyol kültürü nün hâkim olduğu ülkelerde daha kolay serpilip geliştiği dikkati çekmektedir.
Bunu da olağan karşılamak gerekir, zira teşkilat 1928 yılında İspanya ‘da kurulmuştur. Genişleme faaliyetlerine 1935 yılından itibaren Fransa ‘da başlamış, 1947 ‘de bu ülkede başarıya ulaştıktan sonra dünya çapında yayılma gayretlerini artırmıştır. Asıl genişleme dönemi, 1946 yılından itibaren merkezini evrensel katolik kilisesinin merkezine, Vatikan ‘a nakletmesinden sonrasına rastlamaktadır.
Teşkilatın Katolik felsefesine uygunluğu sürekli tartışılmaktadır. İsviçreli ilahiyatçı Hans Urs von Balthasar gibi taraftarları, Opus Dei ‘yi katolik inanç bütünlüğü içinde değerlendirirken, Regensburg ‘ta katolik Dogmatik Profesörü olan alman Wolfgang Beinert, Katolik fondamantalizm olarak algılamaktadır.
Opus Dei ‘nin uygulamaları da farklı tepkilere yol açmaktadır; Hıristiyanlardan, yaşadığı dönemdeki İsa gibi emeklerini ve günlük hayatlarını kutsallaştırmalarını beklemektedir. Bu teklif, birçokları tarafından makul bulunsa ve kabul edilse bile kullandıkları metotlara şiddetle muhalefet edenler de eksik değildir. Güçlü bir tarzda yerleştikleri toplumlardaki sosyal etkileri ve Vatikan üzerindeki tesirleri tenkit konusu olmakta, kendi anavatanı İspanya ‘da dahi “Kutsal Mafya ” olarak adlandırılmaktadır.
Teşkilat bir ülkeye ilk girdiğinde, yüksek rütbeli bir din adamını bölge sorumlusu olarak tayin etmekte ve o bölgeyle ilgili bütün kararlarda kendisine tam yetki vermektedir. Hemen bölge ve ülke çapında faaliyetle başlamakta, genellikle yabancılar tarafından yürütülen yayılma faaliyetleri ve kurulan vakıfların çalışmaları Opus Dei ‘nin ismi anılmadan topluma benimsetilmeye çalışılmaktadır.
Bu çalışmalar çoğu zaman “günlük hayatın kutsallaştırılması ”, yani insanların günlük hayatlarında daha dindar davranmaları amacının çok ötesine geçmekte, ilim, kültür, medeniyet, politika, sanat ve sosyal ilişkilerin tamamının din eksenine yani Hıristiyanlık temeline oturtulmasını hedef almaktadır.
Teşkilat altmışlı yıllardan itibaren ağırlığı politikadan ziyade ekonomi ve sanayiye kaydırmıştır. Dünya çapında yürüttüğü faaliyetleri desteklemek ve güçlendirmek için büyük bir maddi güce ihtiyaç duymaktadır.
Gelir getirici faaliyetleri yönetmek için seçilmiş mesleklerin kalifiye mensuplarından yararlanmaktadır. Çoğunlukla laik görünümlü ünlü birer doktor, avukat, sanayici, bankacı, ilim adamı ve politikacı plarak tanınan mensuplarının yarıya yakını bekar insanlardır. Bunlar kazançlarının büyük bölümünü teşkilata devredip cüzi meblağlarla geçinen idealistlerdir. Böylece teşkilat dünyanın her tarafından gönderilen asgari 30 milyon marklık bir aylık gelirin bir kısmını, yeterli gelir elde edemediği Afrika ve Asya ‘ya tahsis edebilmektedir.
Vatikan bürokrasini desteklemek; Amerika , Avrupa ve Asya ‘daki altı adet üniversitesi ile, beş adet iş idaresi okulu nun bütçe açığını kapatmak ve dünyanın dört bir yanına dağılmış sayısız enstitü ve okulların masraflarını karşılamak bu şekilde mümkün olmaktadır.


Teşkilatın mali yapısını güçlendirmek üzere 1964 yılından itibaren Opus Dei ‘ nin kendisine bağlı veya üye ve sempatizanları tarafından yönetilen banka ve finans kurumları arasında yeni bir yapılanmaya gidildi. Bağlı kurumlar ve şahıslar arasında ilişkiler sıklaştırılarak yeni ortak fonlar, kuruluşlar meydana getirildi. Böylece daha sonraları “altın şebeke ” diye anılan mali yapı ortaya çıkmış oldu. Bu yapılanma sonucu teşkilata ait birçok faaliyet, üyelerinin şahsi teşebbüsü görüntüsünü kazanmış oldu. Üyelerinin ismi gizli tutulduğu gibi gizli talimatları (Vademecum de las Sedes de los Centros ) gereği bu faaliyetlerin ve maddi menfaatlerin hangi amaca hizmet ettiği hemen hemen hiç anlaşılamamaktadır. Kuruluşların pek çoğu milli ve milletler arası alanda tanınmış kurumları desteklemek suretiyle kendilerine iyi isim yapma, tanınıp benimsenme yolunu seçmektedir.
Mesela İtalya ‘daki milletlerarası üniversite vakfı, Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu ile birlikte çalıştıklarını ileri sürerek “kalkınmakta olan ülkeler ve doğu Avrupa” konularında faaliyetlerini sürdürmekte, AB fonlarından yaralanmaktadır.
Bu kadar karışık ve karmaşık sistemin istismar edildiği de görülmektedir. Örnek olarak teşkilatın aktif üyesi, yetmişli ve seksenli yıllarda uluslar arası faaliyette bulunan İspanyol Rumasa Grubu nun kurucusu ve yöneticisi J. M. R. Mateos gösterilebilir. Teşkilatın imkânlarından kendisine muntazam menfaat sağladığını itiraf etmiş, şirketlerinin kamulaştırılması sonucu hükümetin sırtına iki milyar dolar borç yüklenmiştir. Bu şirketin ortaya çıkmış çalışma sistemine bakarak Opus Dei ‘nin dünya üzerindeki ekonomik faaliyetlerini nasıl yürüttüğünü anlayabiliriz.
Netherall Educational Association isimli bir firma, 1983 yılında Londra ‘nın güzel bir bölgesinde geniş miktarda arsa kapatabilmek için gerekli finansmanı temin etmekte güçlük çekmemiştir. Zira Rumasa ‘ya bağlı olarak Zürih ‘te kurulan Limmat ‘ın yöneticisi avukat A. Wiedederkehr aynı zamanda Nordfinanzbank ‘ın genel müdürüdür ve finansman kolaylıkla transfer edilebilmiştir.
. Aynı şahıs, Tanrı ‘nın Bankacısı diye anılan R. Calvi ile birlikte Vatikan bankasında çalışmaktadır. Limmat ‘ın başındaki diğer iki yöneticiden birisi, alman H. Thomas , Rhein – Danau ( Ren – Tuna ) kuruluşu ile güney amerika ve doğu avrupa işlerini yürütmektedir. İkincisi ( İtalyan U. Farri ) ise ICU ‘nun ( Üniversite ve üniversite gençliği dayanışması, işbirliği kuruluşu ) genel sekreteridir. ICU, teşkilatın bütün dünyadaki üniversitelerinin ve buralardaki öğrencilerin finansmanından sorumludur. Gazeteci G. Urquhart ‘ın araştırmaları, Avrupa Komisyonu nun dört genel müdürlüğü ve yardım programı olan ECHO ‘nun, ICU ve bağlı kuruluşlarını desteklediğini, 44 büyük, 144 küçük projesinin finansmanını sağladığını açıklığa kavuşturmuştur.
Avrupa Birliği , Limmat ve Rhein- Danau ‘nun projelerinin yanında belçıkalı Actec ‘i, Estonya ve Rusya üzerinde çalışan finlandiyalı Avrupa Eğitim Merkezi (ETC) ‘ni de desteklemektedir. AB, “Avrupa Ruhu ” programının Opus Dei ‘nin bir faaliyeti şeklinde yürütüldüğünü görmezden gelmektedir.
Filipinlere kurulan Asya ve Pasifik Üniversitesi ‘nin kuruluş organizasyonunda da aynı sistemin işleyişini görmek mümkündür. Faaliyetlerin yürütülmesinde ICU ‘nun yanıbaşında başka kuruluşlarla birlikte Rhein-Danau ve Limmat da görev almıştır. Avrupa Birliği 1995 ‘te kuruluş faaliyetleri için avans olarak 250 bin Ecu ‘lük resmi bir yardımda bulunmuştur. İsviçredeki kalkınmaya yardım kuruluşu, Bern insani yardım teşkilatı da devreye girip Filipinler ‘deki Opus Dei ‘ye ait Meslek Eğitimi ( PT İnc. ) vakfına gerekli yardımı ulaştırmıştır.
Bir projenin uygulanma alanı, merkeze veya destekleyicilerine ne kadar uzaktaysa, kontrolü ve gözetimi de o kadar zor olmakta, küreselleşme denilen hadise ilerledikçe teşkilatın para toplaması ve bunları gözlerden uzak tutması kolaylaşmaktadır.
Nadiren de olsa aksi durumlarla karşılaşıldığı, dönen dolabın dişlerine taş değdiği de olmaktadır; Berlin ‘deki FWM vakfının AB ‘nin Tempus projesi kapsamında Polonya ‘da uygulayacağı gençleri hedef alan bir pilot proje için finansman talebi incelendiğinde, projeyi uygulamak için partner seçildiği belirtilen teşkilatın böyle bir çalışmaya niyeti olmadığı görülmüş, proje tutarının yükseltilmesi için harcama kalemlerinin aşırı şişirildiği belirlenmiştir.


Katolik kilisesi çevreleri teşkilata büyük önem atfetmekte, Papa ‘nın bizzat kendisi bile, toplumun kendilerince klasik yollardan ulaşılamayan kısımlarına nüfuz edebilen organizasyonu “seyyar kuvvet” olarak nitelemektedir.
Nitekim Papa 2. Jean Paul 1994 yılında “Avrupa ‘daki tüketimi özendiren hedonist fikriyata karşı büyük bir savunma duvarı ” gerektiğini açıkladığında teşkilat, kendi ifadeleriyle, bu düşmana karşı yeni bir Majino Hattı inşa etmeye, gençleri yarı askeri sıkı bir disiplin içinde organize ederek “savaş birlikleri ” kurmaya başlamıştır.
Teşkilatın AB , Nato vs. gibi çokuluslu kuruluşlarda papalığın politikalarını benimsetmek, milletler arası toplantılarda da bu yönde kararlar alınmasını sağlamak için büyük gayretleri olmakta, bu gibi faaliyetler global amaçlar olarak görülmektedir.
Onlara göre toplumun inanç sisteminin ifade usulleri gibi fertlerin ruhlarının kurtuluş yolu, imanı koruma ve onu tanrıya yöneltme yöntemleri de Hıristiyan olmak zorundadır. Hıristiyanlaştırmaktan kastedilen ise demokratik çoğulculuğu da hiçe sayarak, muhalifleri tamamen toplumdan dışlamaya dönüşen katolikleştirme çabasıdır. Zaten gizli tutulan inançlarına göre de ( De Spiritu et de piis servandis consuetudinibus ) sadece Katolikler hakiki Hıristiyan sayılmakta, diğerleri İsa ‘yı bile bilmeyen, sözde Hıristiyanlar olarak kabul edilmektedir.
Hıristiyanlaştırma çalışmaları 1950 ‘lerden itibaren her yerde aynı yolu izlemektedir; önce belli bir çevreye nüfuz edebilmek için üst seviyede bir şahıs bulunur, onun yardımıyla ağır fakat ısrarlı gayretlerle yukarıdan aşağıya doğru inilir.
Bu modelin ilk uygulaması İspanya ‘da bizzat teşkilatın kurucusu Escriva tarafından yapılmış, 1940 ‘larda başlayan çalışmalar ellili yıllarda semeresini vermiş, 1957 yılında üç üyesi hükümette bakan olarak görev almıştır. Elde edilecek nüfuzlu kimseler için öncelikle devlet yönetimindeki kimseler tercih edilmektedir. Aynı stratejiyi Vatikan bürokrasisinde de uygulamışlar ve büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Diğer ülkelerde de önemli olan şahsın kudret ve nüfuzudur; yönetim biçimi veya ideolojisi onları ilgilendirmemektedir. Yine de programın en kolay uygulanabildiği yerler Katolik ülkeler olmaktadır. Latin Amerika ‘nın askeri diktatörlükleri hem Katolikliği yayma, hem de dini komünistlerden koruma kisvesi altında ülkelerinde teşkilatın başarısına zemin hazırlamışlardır.
Teşkilatın Doğu Avrupa ülkelerinde aynı gelişmeyi gösteremediğini, zira komünist hükümetlerden aynı müsamahayı görmediğini tahmin etmek zor değildir. Seksenli yıllarda Papa 2. Jean Paul ‘un özel gayretleri ve temin ettiği maddi imkânlar teşkilatın kendi ülkesi Polonya ‘da dahi gelişmesine yetmemiştir.
İspanya ‘nın kültür hakimiyeti dışındaki İtalya, İrlanda, ve Portekiz gibi Katolik ülkelerde de Opus Dei güçlü örgütlere sahip olabilmiştir. Katolik oranı fazla olan Kenya , Kamerun , Kongo D. C. ve Uganda gibi bazı Afrika ülkelerinde de teşkilat 1958 yılından itibaren kuvvetlice yerleşmiş haldedir. Protestan nüfusu fazla olan G. Afrika ‘ya ise ancak 1998 ‘den sonra girebilmiştir. Asya ‘da fazla bir başarı gösteremese de yine 1958 yılından itibaren faaliyetini sürdürmekte, 1993 yılından itbaren de İsrail ‘de Kutsal Toprak ‘ta (Kudüs ) çalışmaktadır. İslamiyet ’in hakim olduğu ülkelerden sadece geniş bir Katolik azınlık barındıran Lübnan ‘da 1996 yılından itibaren faal haldedir. Daha önceleri bir İspanya sömürgesi olan Filipinler ise diktatör Marcos ‘un yönetiminde iken, 1964 yılından itibaren teşkilatın Güney – Doğu Asya ‘daki kalesi durumundadır.
Etkili durumdaki üye sayısı 80. 000 tahmin edilmektedir. Sayılarının az olduğu yerlerde bile büyük ağırlıkları mevcuttur. Din yayma faaliyetleri; bankalar, sanayi kuruluşları ve zengin tabakanın katkıları ile kurulan vakıf ve özel fonlarla desteklenmektedir.Şahıs bazında ise üyelerini gözü kapalı fanatikler gibi kullanmakta, klasik kilise teşkilatının sınırlandırılmış görev alanlarına bağlı kalmaksızın onlara dünyanın her tarafında görev verebilmektedir. Teşkilatın başı, gerektiğinde adamlarını sorumlu papazlarının haberi olmadan bölgelerde görevlendirebilmekte, Opus Dei bürolarında üyeler fişlenerek özelliklerini belirten ayrıntılı dosyaları tutulmakta, kendilerine merkezden tanzim ve tasdik edilen fotoğraflı kimlik kartları verilmektedir.  Teşkilattaki din adamları, papalığın kurmayı işaret ettiği savunma hattının kale burçları gibi görev yapmakta, bunlar zaman içinde Vatikan hiyerarşisinde yükselerek bünyenin omurgasını oluşturmaya çalışmaktadırlar. Son Papa seçiminde ( Mart 2005) Konklav (seçici meclis) ‘a giren üyelerin en yenisi J. L. C. Thorne da teşkilata mensuptur. Vatikan ‘da zaten yeteri kadar destekçileri her zaman mevcuttur. Papa 2. Jean Paul ‘ün ölümü üzerine papa seçilen Jozeph Ratzinger (yeni Papa 6. Benediktus ) papa olmadan önce din konseyini yönettiği gibi, teşkilata ait Pamplona üniversitesinde de görev yapıyordu.
. E. M. Somalo : ispanyol, iki konseye başkanlık ediyor, papanın ölümüyle yeni papanın seçilmesi arasında geçen sürede sorumlu yönetici, bütün ailesi ve bir yeğeni teşkilatta görevli.
. D. C. Hoyos : kolombiyalı, konsey başkanı, teşkilatın bütün faaliyetlerine katılır
. R. Etchgaray : fransız, 2000yılındaki büyük jübile komitesinin başkanı, Pamplona üniversitesi şeref üyesi .
. L. M. Neves : brezilyalı, konsey başkanı, güney Amerika komisyonu yöneticisi
. A. L. Trujillo : kolombiyalı, papalık aile konseyi başkanı, çok uzun süreden beri teşkilata bağlı.
Teşkilatın gücünü artıran bu gibi yüksek makamdaki Vatikan yöneticilerinin yanında, Opus Dei ‘nin elde ettiği nüfuzu doğru bulmayan kardinaller de mevcuttur. Ancak teşkilatın gücü, sadece üyeleri, yandaşları veya tek bir ülke ile sınırlı kalmamaktadır; bu kaynaklardan ve dünyanın dört bir yanından akmakta olan bilgiler Roma ‘daki merkezde toplanmakta, değerlendirilmekte ve “hakiki” kilisenin kuruluşu için gerekli stratejinin tesbitinde kullanılmaktadır. Zira, teşkilatın kurucusu Escriva ‘ya göre kilise, bu günkü haliyle çürümekte olan kokuşmuş bir cesetten ibarettir! Kendi teşkilatı ise “güneş gibi açık, talimli bir ordu gibi korkutucu … tabiat üstü bir güzellik” olarak gözler önünde durmakta, “takdir-i ilahi, Tanrı ‘nın kilisesinin tam kalbine yerleştirilmiş kurtuluş reçetesi” kimliğine bürünmektedir. Opus Dei ‘nin katolik kilisesi üzerindeki etkisinin devamlı artması, diğer sebeplerin yanında, papalığın meclis ve konseylerinde üyelerinin sürekli görev almalarıdır. Üstelik teşkilatın gizliliğe verdiği önemden dolayı, bilinen üyelerinden başka çok sayıda üyesi de kurullarda görev almasına rağmen teşkilatla olan bağları gizli kalabilmektedir. Vatikan ‘ın hükümet teşkilatında da çok sayıda üyenin mevcudiyeti bilinmekle beraber, açıktan etkilerini hissettirmemeye özen göstermekte, bizzat papanın kendisine nüfuz etmeyi tercih etmektedirler. Hükümetin her bakanlığında her yıl bir genel kurul yapılmakta, danışmanlar davet edilmekte, projeler hazırlanmakta, dosyalar tamamlanmakta, kararlar alınmaktadır. Teşkilatın merkezi de Roma ‘da olduğu için, bu danışman ve uzmanların birçoğu teşkilat üyelerinden seçilmekte, alınan kararların çoğunluğu doğrudan teşkilat tarafından geliştirilmiş olmaktadır.
Dünyanın her tarafından toplantılara katılmak üzere gelen temsilciler zaten görev yaptıkları yerlerde etki altına alınmakta ayrıca haklarındaki her türlü bilgi merkeze ulaştırılmaktadır. Bilgilerin toplandığı yerin ( basın bürosu ) başında da, papayla her gün görüşme imkânına sahip bir teşkilat üyesi bulunmaktadır.
Teşkilatın genel merkezi Roma ‘nın en itibarlı semti Parioli ‘nin en gözde caddesi Bruno Buozzi üzerindeki Tevere Sarayı dır. Burası, dünyada din, diyanet ve kilise konusundaki bilgilerin başka hiçbir teşkilatın başaramayacağı şekilde toplandığı yerdir. Buradan geniş bir etki alanı yaratarak, gelişmeleri ve çatışmaları yönlendirme fırsatını ve olaylara zamanında müdahale imkanını bulmak mümkündür. Kısacası, Opus Dei ‘nin kilise dünyasının en yüksek gücü olarak çıkışını durdurmak imkansız görünmektedir.





KAYNAK :Peter HERTEL Che Cosa é, e Quanta Costa l ‘Opus Dei ? L‘Imes dergisinin L‘Impero del Papa, 1 / 2000 (Papa İmparatorluğu) özel sayısı, sh. 163 - 171
G. Corigliano Aynı dergi, sh. 172 - 176


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
3 Yanıt
10095 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 26, 2007, 02:42:55 öö
Gönderen: Ittihatci
37 Yanıt
17339 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 16, 2014, 12:42:35 öö
Gönderen: blackfriairs
0 Yanıt
1936 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 17, 2011, 10:59:08 ös
Gönderen: 418
9 Yanıt
9869 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 20, 2012, 12:18:53 ös
Gönderen: akcanmd