Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MANİCİLİK -2  (Okunma sayısı 2713 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 28, 2010, 12:27:33 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay





Manicilik akımının ortaya çıktığı dönemden günümüze kalabilmiş olan resmî nitelikli belgeler, Mani’yi bir din sapkını hatta bir şarlatan olarak tanıtır. 18. yüzyıldan başlayarak bu konu üzerinde yapılan araştırmaların sonuçları ise Mani hakkında önceden bilinenleri hepten değiştirmiştir.

Batı’daki Reform eyleminden sonra, her ne kadar Katolik Kilisesi’nin tutumunda önemli bir değişim olmadıysa da, Maniciliğin araştırılması ve daha iyi anlaşılması çabaları başladı. Bu konuda yapılan incelemeler, Mani’nin Zerdüşt ile İsa’yı birleştirmeye uğraşmış olduğunu gösteriyordu.

Zamanla, eski İran ve Hint inançlarının daha iyi anlaşılmasıyla, Maniciliğin kaynaklarına ilişkin yeni bulgular elde edildi. Maniciliğin temel öğretisi olan “Gnostik Düalizm”in eski Zerdüşt inançlarının yanı sıra Hint öğretilerinde kök bulduğu anlaşıldı. Böylece Manicilik; köktenci Düalizm, Doğu pagan inançları ve doğacı dinlerden kaynaklanan, Zerdüşt’ten yola çıkarak düzenlenmiş, İncil kalıbına dökülmüş bir gnostik Asya inancı olarak belirlendi.

Maniciliğin köklerinin Kalde ve Babil’in eski inançlarında yer aldığı da ortaya çıktı. Sonuçta Mani inancının, İran-Mezopotamya düalizmi üzerine temellenen, evrensel bir din niteliğine ulaşabilmek amacıyla Budizm ve Hıristiyanlıktan aktarmalar yapan bir bağdaştırmacı inanç olarak Doğu  ve Batı’ya doğru genişlediği belirlendi.

Özetle Mani, Zerdüşt inancının da kaynağı olan Kalde-Babil potasında, Budist ahlâk ilkelerini Mitra kültü ve Hıristiyan öğretisiyle harmanlamış olan bir bilgeydi.

Maniciliğin genişlemesi ve yayılması, başlangıç yüzyıllarında hayli etkin oldu; ancak İslâmiyetin yaygınlaşmasıyla durduruldu.

Mani, herkesçe kolayca anlaşılabilen basit bir dil kullanarak kendi öğretisini yazıya dökmüştü. Manici yazıların halktan gördüğü yoğun ilgi, Maniciliğin karşısında olanların, özellikle Katolik Kilisesi’nin neden bu yazıları yok etmeye çalıştıklarını açıklar.

279 Yılında, Roma İmparatoru Diocletianus, İskenderiye kentinde tüm Manici yazıların yakılmasını buyurmuştur. Buna benzer yok etme çabaları yüzyıllarca sürdürülmüştür.

Maniciler ile Hıristiyanlar arasında uzun ve sert kavgalar yaşandı. Önceleri mitoloji üzerine kurulu ve dinsel bakımdan güçlü bir sistematiği de olmayan Paganizm ile boğuşup duran Hıristiyanlık, bu kez karşısında akılcı yöntemleri ve başarılı çözümlemeleri olan, kendi modeline benzer bir tarzda örgütlenen ciddi bir düşman bulmuştu. Her geçen gün, Manicilik karşıtı Kilise kuralları, devlet buyrukları ve düalist öğretileri kötüleyen yapıtlar çoğalıyordu. Öyle ki, Katolik Kilisesi, Manicilik karşısında geçirdiği korkuyu ileride de unutamayacak, yüzyıllar boyunca karşılaştığı her düalist düşünü ve eylemi Maniciliğin devamı ya da hortlaması olarak kabul edecektir.

Aradan yüzyıllar geçmiş olmasına Valdocular, Katharlar hatta Tapınakçılar bile Manicilik yapmak ile suçlandı. Artık Katolik Kilisesi’nin gözünde her sapkın inanç Manicilik olarak niteleniyordu. Bu suçlamadan Protestanlığın ünlü iki lideri, Martin Luther ile Jean Calvin de paylarını aldı. Oysa özellikle Martin Luther, yandaşlarınca Kilise’nin Maniciliğe karşı etkili bir savunucusu olarak gösteriliyordu.

Hıristiyanlığın ilk yıllarında, Kilise babaları çoğu zaman pek dikkatli ve titiz olmalarına karşın, temel teolojik konularda kararsız duruma düşmüştü. Çabalarını “günahtan arınma”ya yöneltmiş, ancak günahın asıl nedenini açıklama konusunda yetersiz kalmışlardı. Oysa o çağlarda Hıristiyanlar için en önemli sorun günahtı. İçinde yaşadıkları, Roma İmparatorluğu’nun acımasız, sefih ve belirsiz dünyası, hiç kuşkusuz günah dolu bir dünyaydı. Öyleyse Tanrı nasıl oluyordu da tüm bu kötülük ve günahlara izin veriyordu?... Bu sorunun çözülmesi için düalust bir Tanrı anlayışına gitmek gerekti.

Forumda daha önce Sayın ceycet Gnostizmi çok güzel ve ayrıntılı bir şekilde anlattı. Bu sistemin temelinde kötülük ve günah sorununu çözme dileği de yatar. Kilise babaları bu konuda güvenilebilir, akla yatkın yanıtlar üretemeyince, düşünürler kendi çözümlerini aramak zorunda kalmıştı. İşte bu arayışın sonunda da Hıristiyan düalizmi oluşmuştu. Öyle ki, 2. yüzyılın ortalarında Gnostik düşünce, birbirinden alabildiğine farklı ama özde birleşen kimli düşünürlerin (Marcion, Valentinus ve Basilides gibi) önderliğinde Roma dünyasını sarsmıştı.

Özellikle 20. yüzyılın bazı yeni bulumları, Mani’nin yaşam öyküsünün tümüyle gözden geçirilmesini gerektirdi. Ortaya çıkarılan, doğrudan Mani’nin yazdığı ileri sürülen bu belgeler, onun insanlığın kurtuluşunu müjdeleyen bir bilge, kimilerinin deyişiyle bir peygamber olarak gösteriyor. Mani, insanlığın dinsel kurtuluşunun tarihsel bir akış içinde en önemli aşamalarını sıralarken, kendi öncülleri arasında Tevrat’ta adı “Hanok” olarak geçen Enoş’u, Nuh’un oğlu Sam’ı, Buda’yı, Zerdüşt’ü ve İsa’yı saymış.

Buna bakılınca şöyle bir yorum yapmak acaba doğru olur mu? “Şayet Mani 3. yüzyılda değil de 10. yüzyılda yaşamış olsaydı, öncülleri arasına Hz. Muhammed’i de katardı. Elbette Hz. Muhammed “son peygamber” olarak nitelenmiştir, o ayrı. Ancak unutmayalım ki daha sonraki tarihlerde de ortaya peygamberlik iddiasıyla çıkmış, kendine göre bir inanç sistemi ya da din kurmuş daha nice kişi vardır.

Mani’nin yazdıklarına göre; tüm din önderleri, Hermes, Buda, Zerdüşt, İsa hatta bid din önderi sayılamasa da Platon bile onun öncülleridir; ancak İsa’nın yeri bambaşkadır ve o hepsinin üzerindedir. Mani inancına göre İsa, bedenleşmiş bir tanrısal varlıktır. O sadece yayılan bir ışık değildir; her yerde vardır. İnsanlık için acı çekerek insanların kurtuluşunu sağlamıştır.

Mani, İsa’nın yaşamının belli başlı olaylarını özetlemiş, havarilerin çabalarını, özellikle Aziz Pavlus’un misyonunu, Hıristiyan Kilisesi’nin yaşadığı krizi ve dünyayı düzeltmek için uğraşmış olan gnostikleri anlatmıştır. Sonunda, İsa’nın müjdelemiş olduğu “Paracletos”un yani bizzat Mani’nin döneminin geldiğini ileri sürmüştür.

“Paracletos” sözcüğü, Kutsal Ruh’a verilen bir ad olarak Yuhanna İncili’nde geçer. Sözlük anlamı bakımından “bağışlayan, aracı, arabulucu” demektir. Özellikle, İsa’nın veda konuşmalarında “Avutucu”, “Gerçek Ruh” ve “Kutsal Ruh” olarak sıkça yer almaktadır. (Yuhanna 14/16, 26 - 15/26 - 16/7)

Manicilikte gerçek gizem, köktenci ve evrensel düalizmdir. Bu gizem, Mani’nin dediğine göre ruhsal ikizi olan Paracletos tarafından ona aktarılmış, Mani de bunu başkalarına öğretmekle görevlenmiş. İlk kez göksel bir olguya daha iki yaşındayken tanıklık ettiğini, ilk ilâhi açıklamaları o zaman aldığını, sonra bunların giderek geliştiğini ileri sürer.




Mani hakkındaki bu özet bilgilerden sonra, izleyecek bölümde onun öğretisinden söz etmek niyetindeyim.





ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Mayıs 28, 2010, 06:58:55 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Buna bakılınca şöyle bir yorum yapmak acaba doğru olur mu? “Şayet Mani 3. yüzyılda değil de 10. yüzyılda yaşamış olsaydı, öncülleri arasına Hz. Muhammed’i de katardı.




Bence doğru olur.


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
23 Yanıt
10026 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 12, 2008, 07:11:12 ös
Gönderen: shemuel
0 Yanıt
2064 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 27, 2010, 08:28:20 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2030 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 29, 2010, 02:11:33 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2455 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 31, 2010, 01:41:01 ös
Gönderen: ADAM