Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Immanuel Kant  (Okunma sayısı 4596 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 23, 2009, 10:21:21 ös

"Öldüğümde bile göğsümde onu taşıyacağım" sözleriyle Ahlaka verdiği önemi gösteren ve hayatı boyunca köyünü hiç terketmediği halde globalizmin babası olarak görülen Kant benim daima hayran olduğum filozoflar arasındadır. Bu nedenle beğendiğim bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim:

"1724-1804 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman filozofu. Temel eserleri: Kritik der Reinen Vernunft (Saf Aklın Eleştirisi), Kritik der Pratischen Vernunft (Pratik Aklın Eleştirisi) ve Kritik der Urteilkraft (Yargı Gücünün Eleştirisi).
Temeller: Modern felsefenin gelişim seyrine uygun olarak epistemolojiyi ön plana çikartmis olan Kant, öncelikle Hume’dan etkilenmiştir. Kendi deyişiyle Hume onu dogmatik uykusundan uyandıran, spekülatif felsefe alanındaki araştırmalarına yeni bir yön veren filozof olmuştur. Öte yandan, o Descartes’in akılcılığının da birtakım olumlu yönler içerdiğini saptamış ve zihnimizin, matematikle uğraştığı zamanki işleyiş tarzı karşısında adeta büyülenmiştir. Kant, bundan başka asıl, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda göz kamaştırıcı gelişmeler kaydeden bilimden, özellikle de fizikten etkilenmiştir. Kant’ın gözünde bilim, öncülleri kesin olan ve yöntemleri, ancak Hume’unki gibi felsefi bir kuşkuculuk benimsendiği zaman, sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. Bir bilim adamı, Kant’a göre, bir yandan kendisinden önceki bilim adamlarının ulaştığı sonuçları kabul eder; yine, bir bilim adamı kabul ettiği bu sonuçlara ek olarak, yeni araştırmalara giriştiği zaman, deneysel yöntemler kullanır. Bilim yansızdır ve nesneldir.
Öte yandan bilimin, özellikle de Newton tarafından geliştirilen modern fiziğin çok başarılı sonuçlar doğurmuş olan yöntemi, Kant’a göre, rasyonalizmi de ampirizmi de aşarak gelişmiştir. Başka bir deyişle, fizik bilimi, rasyonalizmin ulaştığı sonuçları da, ampirizmin ulaştığı sonuçları da yanlışlayarak gelişimini sürdürmektedir. Buna göre, kendisine en sağlam bilgi modeli olarak düşünülen matematiği örnek alan rasyonalizm, şeylerin bizatihi kendilerine yönelmeden, şeylerin kendileriyle bir temas kurmadan, yalnızca düşünceleri birbirlerine bağlamakla yetinip, şeylerin kendileriyle ilgili olarak a priori sonuçlara ulaşir. Oysa fizik, matematiği de kullanarak şeylerin bizzatihi kendilerine yönelmekte, şeylerin kendileriyle, rasyonalizm tarafından kurulamayan teması, başarılı bir biçimde kurmaktadır.
Kant’a göre, İngiliz filozofu Hume’un empirizmi, belirli bir nedenden daima aynı sonucun çıkacağını hiçbir zaman kesin olarak bilemeyeceğimizi savunmak suretiyle, nedensellikle ilgili olarak kuşkucu bir tavrı benimsemiştir. Oysa, çok başarılı sonuçlar elde etmiş olan fizik bilimi hemen tümüyle nedensellik ilkesine dayanmaktadır. Kant bu bağlamda, kendisine düşen işin, rasyonalizm tarafından da, empirizm tarafından da açıklanıp temellendirilemeyen bilimi, özellikle de fizik bilimini temellendirmek, bilimsel bir biçimde düşündüğü zaman, insan zihninin nasıl işlediğini bulmak olduğunu düşünmüştür.
Başka bir deyişle, o felsefedeki ilk ve temel misyonunun bilimi temellendirmek, daha sonra da ahlakın ve dinin rasyonelliğini savunmak olduğuna inanmıştır. Bununla birlikte, bu hiç de kolay bir iş değildir, çünkü bilim ve din yüzyıllardır birbirlerine karşi amansız bir mücadele içinde olmuşlar ve bilim, dinin otoritesi karşisında mutlak bir zafer kazanma yoluna girmiştir. Bu zafer, Kant’a göre, bilimin bakış açısından iyi ve olumlu olmakla birlikte, ahlak ve dinin bakış açısından tam bir felakettir.
Bilimin dinin müdahaleleri karşısında özerkligini kazanması hiç kuşku yok ki iyi bir şeydir, fakat bu, bilimsel olmayan tüm inançların, din ve ahlakın temelsizleşmesi ve anlamsızlaşması anlamına geliyorsa, bilimin zaferi, insanlık açısından, dinin bakış açısından gerçek bir felakettir. Kant, öyleyse, yalnızca din, bilim ve ahlakı temellendirmek durumunda kalmamış, fakat rasyonel bir varlık olmanın ne anlama geldiğini gösterme durumunda kalmıştır. O, işte bu amacı gerçekleştirebilmek için, hem Descartes’in rasyonalizminden ve hem de Hume’un ampirizminden önemli gördüğü öğeleri alarak, transandantal epistemolojik idealizm diye bilinen kendi bilgi kuramını geliştirmiş, yükselen bilimin felsefi temellerini gösterdikten sonra, özgürlük ve ödev düşüncesine dayanarak Hıristiyan ahlakını savunma çabası vermiştir.
Bilgi Görüşleri: Düşüncesinde rasyonalist felsefeyle deneyci felsefenin bir sentezini yapan Immanuel Kant, bilgide hem deneyimin ve hem de aklın katkısının kaçınılmaz olduğunu öne sürmüştür. O, ilk olarak en basit bir deneyimin, duyu izlenimlerinin bile a apriori bir öğeyi, deneyden türemeyen, fakat deneyi yaratan ve mümkün kılan bir öğeyi içerdiğini göstermiştir. Söz konusu a apriori öğelere karşılık gelen zaman ve mekâna, deneyin transandantal koşulları adını veren Kant, böylelikle Hume’un matematiksel bilimlerin tümüyle analitik bir yapıda olduğu görüşüne karşı, matematiğin mekân ve sayıyla ilgili yargılarının sentetik doğasını ortaya koyabilme imkanı bulabilmiştir.
Başka bir deyişle, zihnin bilgideki temel, ayırıcı faaliyetini deneyimden gelen ham ve işlenmemiş malzemeyi bir sentezden geçirmek ve bu malzemeyi birleştirip, ona bir birlik kazandırmak olarak tanımlayan Kant’a göre, zihin söz konusu sentezi, her şeyden önce, çeşitli tecrübelerimizi sezginin belirli kalıpları içine yerleştirerek gerçekleştirir. Sezginin söz konusu kalıpları ise zaman ve mekândır. Buna göre, biz şeyleri zorunlulukla zaman ve mekân içinde olan şeyler olarak algılarız. Bununla birlikte, zaman ve mekân duyu-deneyinden türetilmiş ideler, izlenimler ya da kavramlar değildirler. Zaman ve mekânla, Kant’a göre, doğrudan ve aracısız olarak sezgide karşılaşılır. Bunlar sezginin a priori, yani her türlü deneyimden önce gelen ve her tür deneyin onsuz olunamaz koşulları olan kalıplarıdırlar. Yani, bunlar duyu-deneyindeki nesneleri her zaman kendileri aracılığıyla algılamakta olduğumuz gözlüklerdir. O zaman ve mekanla ilgili bu öğretisine transandantal estetik adını verdikten sonra, transandantal analitiğe, kategoriler öğretisine geçmiş ve tıpkı, duyarlık ya da deneyimin a apriori algı formları içermesi gibi, doğaya ilişkin araştırma ve bilginin de bağıntı, töz ve nedensellik türünden a apriori ilkeleri içerdiğini göstermiştir.
En sıradan düşüncede bile, sistematik olmayan bir tarzda var olan bu kategoriler, matematiksel-mekanik bir doğa biliminin temel öğeleri olarak ortaya çıkar ve rasyonel bir doğa kavrayışını mümkün hale getirir. Başka bir deyişle, düşüncenin ya da insan zihninin duyu-deneyinden gelen malzemeye bir birlik kazandırması veya söz konusu malzemeyi bir sentezden geçirmesiyle ilgili olan belirli kategorilerin bulunduğunu ifade eden Kant’a göre, zihin söz konusu sentez ya da birleştirme faaliyetini çeşitli yargılar ortaya koymak suretiyle gerçekleştirir, öyle ki bu yargılar bizim dünyaya ilişkin yorumumuzun temel bileşenlerini meydana getirir. Deneyimde söz konusu olan çokluk, Kant’a göre, bizim tarafımızdan nicelik, nitelik, bağıntı, töz gibi belirli değişmez formlar ya da kavramlar aracılığıyla değerlendirilir ya da yargılanır. Örneğin, nicelikle ilgili bir yargı söz konusu olduğunda, zihnimizde bir ya da çok olan vardır. Nitelikle ilgili bir yargı öne sürdüğümüz zaman, ya olumlu ya da olumsuz bir önerme ortaya koyarız. Bağıntıyla ilgili bir yargıda bulunduğumuz zaman ise, ya neden ile sonucu ya da özne ile yüklem bağıntısını düşünürüz.
Bütün bu düşünme tarzları, Kant’a göre, zihnin duyu-deneyinden gelen malzemeyi birleştirme, bu malzemeyi sentezden geçirme ya da söz konusu malzemeye bir birlik kazandırma faaliyetinin temel bileşenleridir. Ve biz bu sentez faaliyetiyle de duyu izlenimlerinin çokluğundan, yani sonsuz sayıdaki darmadağınık izlenimden, tek bir tutarlı dünya resmi elde ederiz.
Kant’a göre, duyu deneyinin kapsamı içine giren her nesne, bu kategorilerden birine ya da diğerine uymak durumundadır. Zira anlama yetisi, insan zihni bu kategorilere uymayan bir şeyi hiçbir şekilde konu alamaz, alsa bile anlayamaz. Görünüşlerin, fenomenlerin bir şekilde anlaşılabilmeleri için, onlara anlama yetisinin kategorileri aracılığıyla bir yapı kazandırılması gerekmektedir. Anlama yetisinin kategorilerine uymayan bir şey insan zihni tarafından bilinemez. Kant’a göre, duyu-deneyimiz belirli bir yapı ve bir birlik sergilemektedir. İşte duyu-deneyinin sergilediği bu yapı ve birlik, ancak ve ancak görünüşleri kendi kategorilerine göre düzenleyen anlama yetisinin faaliyetiyle açıklanabilir.
Bununla birlikte, kategoriler düşüncenin ya da bilginin öznel koşulları olduklarından, burada bunların nasıl olup da nesnel bir geçerliliğe sahip olabildiği, yani nesnelere ilişkin bilgimizi mümkün kılan koşulları sağlayabildikleri sorusu ortaya çıkar. Kant’a göre, a apriori kavramlar olarak kategorilerin nesnel geçerliliği, insanın nesnelere ilişkin duyu-deneyinin yalnızca bu kategoriler sayesinde mümkün olabilmesi olgusuna dayanır. Duyu-deneyinin bir nesnesi, yalnızca bu kategorilerle düşünülebilir. Bir nesneyle ilgili bir düşünce, onunla ilgili tüm yargılar ve dolayısıyla ona ilişkin bilgi, yalnızca kategorilerin sağladığı kavramsal çerçeve içinde olanaklıdır.
İnsan zihninin yalnızca, kategorileri aracılığıyla kendilerine bir yapı kazandırdığı fenomenleri bilebileceğini, bunun ötesine giderek şeylerin bizatihi kendilerini bilemeyeceğini, duyu deneyindeki nesnelerin insan zihninin işleyişine uyduğu için bilinebildiklerini söyleyen ve tüm ampirik yasaları insan zihninin yasalarına indirgeyen Kant’ın bu bilgi anlayışının en önemli sonuçları, mutlak bir determinizm, bilginin sınırlılığı ve metafiziğin imkansızlığıyla ilgili sonuçlardır. Bilgimiz iki bakımdan sınırlıdır. Bilgi, her şeyden önce duyu-deneyinin dünyasıyla sınırlanmıştır. Bilgimiz ikinci olarak, algılama ve düşünme yetilerimizin deneyimin ham malzemesini işleme ve düzenleme tarzlarıyla sınırlanmıştır. Kant elbette ki, bize görünen dünyanın nihai ve en yüksek gerçeklik olmadığından kuşku duymaz. Nitekim o fenomenal gerçeklikle, yani duyusal olmayan ve akılla anlaşılabilir olan dünya arasında bir ayrım yapmıştır. Bir şey algılanmadığı zaman nedir? Şeyin bizatihi kendisi ne anlama gelir?
Metafiziği: biz algılamadığımız şeyleri elbette ki bilemeyiz. Bizim bildiğimiz şeyler numenler, şeylerin kendileri değil de, fenomenlerdir, şeylerin görünüşleridir. Bizim bildiğimiz nesneler duyular aracılığıyla algılanan nesnelerdir. Biz buna ek olarak, duyusal dünyanın bizim zihnimiz tarafından yaratılmadığını biliyoruz. Zihin, bu dünyayı yaratmak yerine, şeylerin kendilerinden türetilmiş olan ideleri ona yüklemektedir. Bu, bizden bağımsız olarak var olan, ancak bizim kendisini yalnızca bize göründüğü ve bizim tarafımızdan düzenlendiği şekliyle bilebildiğimiz bir dış gerçekliğin varolduğu anlamına gelir. Böyle bir gerçeklik bizim bilgimizi arttırmaz, fakat bize bilgimizin sınırlarını gösterir.
Immanuel Kant bu öğretisiyle bilimsel bilginin olanaklı olduğunu göstererek, Newton fiziğini temellendirir, fakat varlığın genel ilkeleri, Tanrı’nın varoluşu, ruhu ölümsüzlüğü gibi konuları ele alan geleneksel metafiziği olanaksız hale getirir. Çünkü metafizik alanında, ruh, Tanrı, evren kavramlarını düşündüğümüz zaman, burada duyu-deneyi tarafından sağlanan malzeme bulunmaz. Bilginin iki temel öğesinden biri olan deney, tecrübe öğesi metafizik alanında söz konusu olmadığı için, akıl burada antinomilere düşer. Öyleyse, metafizik alanında bilimsel bilgi olanaklı değildir.
Ahlakı: Bununla birlikte, Kant görünüş-gerçeklik ya da görüngü-numen ayırımını insan varlığına uygulayarak, ahlak imkânını kurtarır. Zira ona göre, insanın bir görüngü, bir de numen tarafı vardır. Yani, insanın biri duyusal, diğeri akılla anlaşılabilir olan iki farklı boyutu vardır. Duyusal yönüyle ele alındığında, insan doğadaki mekanizmanın bir parçasıdır. Başka bir deyişle, insan fiziki eğilimleriyle, içgüdüleriyle fenomenler dünyasının bir öğesidir.
Buna karşın, insan kendisini hayvandan ayıran aklıyla, fenomenler dünyasının üstüne yükselir, aklı sayesinde, nedenselliğin, doğal zorunluluğun hüküm sürdüğü dünyanın ötesine geçip özgür olur. Başka bir deyişle, metafiziğin ancak pratik akıl alanında, ahlaki iradenin kesin kanaatleriyle mümkün olabileceğini savunan ve deneyimdeki a apriori öğeyi çikarsama yöntemini, ahlak alanında ahlaki yargılara da uygulayan Kant, önce ahlaki yargıları psikolojik bir açıdan değerlendirmiş ve sonra kategorik buyrukla, yani formel olarak koşulsuz olma özelliğiyle, ahlak alanında a apriori öğeyi yakalamıştır.
Ona göre, kategorik buyruğun, yani insandan insan olduğu için belli şeyleri yapması isteyen ahlak yasasının, iyi iradenin tanınması, insanın yüceliğini, gerçek kişiliğini ve insan varlıklarını kişiler olarak birbirlerine bağlayan halkayı oluşturur. Pratik ve ahlaki temeller üzerinde gelişen bir metafizik öne süren Kant’ın felsefesinde, bu ikinci alan, teorik aklın zorunlulukla belirlenen duyusal dünyasından sonra, pratik aklın özgürlükle belirlenen akılla anlaşılabilir dünyası olarak ortaya çıkar. Akılla anlaşılabilir özgürlük dünyasının fiziki ve doğal dünyayla olan ilişkisinin ne olduğu sorusu ise, Kant’ı her iki dünyayı da uyumlu kılan bir tanrısal düzen postülasıyla, ölümsüzlük postülasına götürür ki, bu postlalar da ifadesini Tanrı düşüncesinde bulmaktadır"

ALINTIDIR.

SAYGILARIMLA...

Ben, ben olanım


Ocak 21, 2010, 10:12:34 öö
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 159
  • Cinsiyet: Bay

kant’a (1724-1804) göre, evrende değer üreten, özgürlüğünü iyi iradeyle yaşayabilen, bir amaç ortaya koyabilen biricik canlı, insandır. o nedenle ahlak da, hukuk da ortaya amaç koyabilen insanın ürünleridir.

insan aklı iradeyi yönlendirir; davranışlar arasında seçim yapar. irade aklın dışında olduğu zaman insan seçim yapma gücünü yitirir.

özetle seçim, aklın ürünü olduğu sürece insan iradesi özgürdür.

böylelikle kant, ahlak bilimini felsefenin bir parçası yapar ve evrensel boyutta iyi niyet yörüngesine oturtur. aklın işlevi, bir araç olarak değil, bir amaç olarak iyi olana kendiliğinden koşmaktır, ulaşmaktır.

kısacası kant, düşünceyi algıya yeğler, duyguyu ödev bilinci düzeyine yükseltir.

çünkü, ödev bilinci, davranışa ahlaksal değer katan kaynaktır.

davranıştaki bu ahlaksal değer ölçütü, bencilliği, makyavelizmi, hazcılığı, yararcılığı, çıkarcılığı ve aklı bunlara ulaşmak için bir araç olarak kullanan çocukça ve bencilce kurnazlığı mahkûm ve reddeder, kant. çünkü, kant’a göre, belli bir sonuca ya da amaca yahut da başarıya ulaşmak için belli davranış(lar)ı benimsemek yetmez. önemli olan, davranışın, aklın evrensel yasasına uymasıdır.

bu yasa, kökenini insanın içinde/vicdanında bulan kutsal bir sestir, kant’a göre. bu yüzden akıl, eğer mutluluk, haz ve yarar/çıkar gibi değişkenlerle iradeyi yönlendirir ve davranışı belirlerse, ahlaksal değerini yitirmiş, ahlakın dışına taşmış olur.

ahlakın dışında kalan gerçekler, görelidir, değişkendir. sözgelimi, bir köye gitmek için kara yolu varsa, demir yolu yapma zorunluluğu duyulmayabilir. akıl, bu ‘ teknik buyruğu’ verebilir, kolaylıkla. bunun ahlakla ilgisi yoktur.

bir de erişilmek istenen amaca bir araç olarak bir başka şeyi buyuran ‘ koşullu olan/kesin olmayan buyruk’ vardır . sözgelimi, ‘sınavı başarmak istiyorsan, çalışmalısın’ buyruğu gibi. böylece ortaya, bir başka şeye bağımlı olan ‘eğerli’ bir buyruk çıkar. elbette bu buyruğa uyulması zorunlu değildir. zira, koşullu olan/kesin olmayan buyruk, ahlaksal değer ve düzey açısından yalnızca bir öğütten ibarettir. o kadar.

buna karşılık, kant’a göre bir de ‘kesin/koşulsuz buyruk’ vardır. matematik kadar değişmez gerçekliği, öncelliği (a priori) ve evrenselliği olan, hiçbir ayrık kural tanımayan ahlaksal zorunluluk yasasının buyruğu.

bu buyruğun özüne, ahlak ve hukuktaki yansımalarına bir başka yazımda değineceğim.

kant’ın özetlemeye çabaladığım bu ülkücü ahlak görüşü, hiç kuşkusuz bütün zamanlar için geçerlidir: ‘her davranışınızda, kendinizde ve başkalarında olan insanlığı amaç edinin, onu asla araç kılmayın ‘.

buradan yola çıkan kant, ahlakın, hukukun yasalarını, ilkelerini kotarır.

gerçekten hiçbir düşünür, ahlaka, hukuka kant gibi yaklaşmamıştır.

o, ‘ ahlaksal akıl ve zorunluluk’ ile ‘ kesin/koşulsuz buyruk’ kavramlarından yola çıkar, ulpianus’tan esinlenir, üç değişmez ödeve değinir: ‘onurlu yaşa (honeste vive), yani ilişkilerde kendini araç kılma, amaç ol, değerini koru. kimseye zarar verme (neminem laede). çok açık değil mi? herkese hakkını ver (suum cuique tribue). bu da çok açık.

‘pratik aklın eleştiri’sinde, şöyle demişti, kant: ‘insan ruhunu sürekli olarak hayranlık ve saygıyla dolduran iki şey vardır: üzerimdeki yıldızlı gökyüzü, içimdeki/vicdanımdaki ahlak yasası’.

kant’ın yaşamını ve felsefesini özetleyen bu son cümle, mezar taşına yazıldı.

herkes bir kez daha okusun ve sonsuza dek düşünsün diye.

s. selçuk
veritas lux mea.


Ağustos 22, 2010, 11:46:29 ös
Yanıtla #2
  • Ziyaretçi

Kant evrensel ahlak yasalarını oluşturmaya çalışması açısından önemli bir insan ancak bu değerler sizce masonluğun hierarşik yani elit yasalarına aykırı mı yoksa değil mi? Çünkü ahlağı genele indirgeyince bir takım özelliklerden fedakarlık etmek zorunda kalıyor.


Ağustos 23, 2010, 11:55:16 öö
Yanıtla #3

Sayın Escalation, sorunuzun cevabı bir hayli göreceli...

Sorunuza kendi yanıtınızı oluşturmanız açısından şuna değinmek isterim ki;

Kant saf insan ahlakını hayatının ve düşüncelerinin merkezine oturtmuş ve çalışmalarının bir çoğunu bu noktadan başlatmıştır. Bunlardan birtanesi de Küreselleşmedir. Bu iki olgu bileşkesinden yola çıkarak kendi cevabınıza ulaşabileceğiniz kanısındayım.

SAYGILARIMLA...
Ben, ben olanım


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
4796 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 24, 2009, 06:41:29 öö
Gönderen: erdal
4 Yanıt
8346 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 08, 2010, 01:52:33 ös
Gönderen: redkit
Kant ve Özgürlük

Başlatan ZAMAN Felsefe

0 Yanıt
10216 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2011, 12:14:08 öö
Gönderen: ZAMAN