“Özgürlük” kavramını kullandığımız zaman herkesin aklına birbirinde öyle farklı şeyler gelebilir ki, bir uyuşmazlığın içine düşmemek için bu kavramı çok iyi tanımlamak gerekir.
Her şeyden önce nü türden bir özgürlükten söz edilmekte olduğunu belirlemek gerekir. Çünkü özgürlük, bireysel ya da toplumsal olmak üzere iki ayrı boyutta ele alınabilir. Bireyin özgürlüğü başka topulumun özgürlüğü başkadır. Elbette toplum içinde bireysel özgürlük olmadıkça toplumsal özgürlükten söz edilmesi de anlamsız kaçar. Bir diğer deyişle, bireylerin özgür olmadığı bir topluma, o toplum başka toplumların boyunduruğu altında olmasa bile “özgür bir toplum” denilemez.
Kendini toplumundan soyutlamış bir kimsenin bireysel özgürlüğünden söz etmek de anlamsızdır. Çünkü “özgürlük” denilen olguyu bireyin kendisi, tek başına değil, ancak içinde yaşadığı toplum belirler.
Bununla birlikte günümüzdeki Masonluk daha çok toplumsal nitelikli özgürlükten değil, bireysel nitelikli özgürlük ile ilgilenir. Bunun nedeni Masonluğun toplumların özgürlüğüne karşı ilgisiz ya da kayıtsız kaldığı için değildir. Masonluk, tüm insanların olduğu gibi tüm toplumların da özgürlüğünden yanadır. Ancak toplumsal özgürlükten söz edilmesine başlandığı anda işini içine ister istemez politika (siyaset) girer. Masonluk ise, kurumsal olarak kendisini politikanın dışında tutar. Bunun istisnaları da olmuştur; olmaktadır hatta kimi mason örgütleri iyiden iyiye politikaya bulaşmakta hatta bunu örgütsel çalışmalarının bir parçası haline getirmektedir. Benim burada sözünü edeceğim ise, bu gibi istisna ya da sapmaların dışında, olması gereken tutumdur. Bu nedenle, konuyu Masonluk odaklı olmak üzere ele almak istediğimden o tür istisna ya da sapmaları bir yana bırakarak, toplumsal nitelikli özgürlüğü anlatım kapsamına almayacağım. Ancak elbette isteyen tartışmaya girişip, konuyu o yöne de sürükleyebilir; ona bir şey diyemem. Benim konum daha çok bireysel özgürlük olacak ve ben de bunu savunacağım için kimsenin özgürlüğüne karşı çıkamam.
Masonluktaki özgürlük anlayışı, öncelikle bireysel nitelikli olduğuna göre, düşünme ve vicdan özgürlüğü ile başlar, giderek genişler ve nesnel olarak da nitelendirilen diğer özgürlüklerin tümünü kapsar.
Genel olarak nedir özgürlük?
Kimi zaman bir kavramı kendi içinde açıklayarak değil de karşıtıyla birlikte tanımlamak daha kolay oluyor.
Nitekim özgürlük tutsaklığın karşıtıdır. Karşıtıyla birlikte tanımlanırsa daha iyi kavranır.
Konuya somut örnekle başlayalım.
Bir yere kapatılmış ve oradan dışarıya çıkması yasaklanan ya da engellenen, sınırları belli bir çevrede yaşamak zorunda olup istese de başka bir yere gitme olanağı bulunmayan, ayrıca başkalarınca belirlenmiş olan bir işi hiç istemese de yapmak zorunda tutulan kişi özgür değildir. (Burada, sırf geçim kaygısıyla ve o sırada başka bir olanak bulunmadığı için gönülsüzce yapılan bir işi konu almıyorum. Günümüzde çoğu insanlar aslında istemediği, hoşlanmadığı işlerle sağlıyor geçimini. Nitekim bir işi gönülsüzce yapan bir insan, olanak bulduğunda isteyerek yapacağı bir işe yönelebilir; dolayısıyla bu bağlamda onun tutsaklığı söz konusu olmaz.)
Zorla, baskıyla, korkutularak, kandırılarak, ödül vaatleriyle umutlandırılarak ya da benzeri etkiler altında tutularak, kendini ilgilendiren konularda serbestçe karar verebilme yetisi elinden alınmış bir insan da özgür değildir.
İşte bunlar, tutsaklık (esaret) olgusunun en basit örnekleridir.
Bütün bunların dışında kalan, böyle bir tutsaklığı yaşamayan ya da aşabilen kişi özgürdür.
Ancak hemen bu aşamada şu sorulacak: «Bu bağlamda özgürlük sıfırdan başlayıp sonsuza mı uzanır? Bunun hiç sınırı yok mudur?»
Haklı ve yanıtlanması gerekli bir soru. Ancak gelin onun yanıtını izleyecek bölüme bırakalım. Hem belki bu aşamaya kadar konuyu tartışmak isteyenler, farklı görüşler ileri sürenler çıkabilir.