Masonluktaki eşitlik anlayışını irdelemek, özgürlük anlayışını işlemek kadar kolay değil.
Dünya yüzünde çeşitli kültürlerde bu bağlamda birtakım çapraşık ya da çelişkili tutumlar var; bunların bir bölümü pek genel olarak Masonluğa da yansımış durumda.
Hani Masonluk öğretisiyle ve masonlar aracılığıyla toplumları ve kültürleri etkiler diye düşünülüyorsa da, aslında toplumlardan ve kültürlerden etkilendiğini söylemek daha doğru olabilir.
Bu da kendini en çok şu “eşitlik” anlayışında ortaya koymuş gibi görünüyor.
Nasıl bir eşitlikten söz ediyoruz?... Elbette insanın insana eşitliğinden.
Ancak her insanın herhangi bir diğerine mi, yoksa birinin tanımlanmış nitelikleri olan ötekine mi? Hangi düzeyde ve nasıl bir eşitlik?
Sorun burada.
Eşitlik söz konusu olduğunda hep George Orwell’in “Hayvanlar Çiftliği” adlı ünlü yapıtındaki hicvi anımsarım. Bunu bu forumda sanırım birkaç kez anlatmışımdır. Bir kez daha anlatmayıp sadece son sözünü aktarayım: “Bütün hayvanlar eşittir ama bazıları daha eşittir.”
Dolayısıyla şunu görüyoruz ki insanların eşitliğinden söz edildiğinde, bu kavram, birbiriyle çelişen değişik biçimlerde tanımlanabiliyor. Bunun nedeni de, eşitliğin baştan bir kavram olardan ela alınmayışı, önceden belirlenmiş amaç ve görüş şekli ya da konuya bakış açısı üzerine tanımlanışı.
Dolayısıyla, çeşitli kültürlerde ve politik rejimlerde olduğu gibi, “eşitlik” kavramının Masonlukta yapılan tanımı, başka tanımlarla uyum içinde olmayabilir.
Bu bağlamda Masonluğun kendi içindeki çelişki ya da uyuşmazlıkları bir yana koyalım, -ona sonra geliriz- Masonluğun eşitlik konusuna genel bakışı, bu kavramın başka tanımlarından farklı olabilir. Belki kısaca şöyle diyebiliriz: “Bir insanın bir diğer insan ile aynı düzeyde sayılıp, aynı haklara sahip olması”.
Masonluktaki bu tanım, “insanların tümünün her bakımdan birbirleriyle eşit olması” anlamını taşımaz. Öyle bir anlayış ancak birtakım doktrinlerde görülebilir. Üstelik o doktrinler de, uygulamaya konduğunda, “Hayvanlar Çiftliği”ndeki gibi bir olguyu ortaya çıkarıyor. Masonluktaki anlayış ise, insanlar arasında her türlü farklılıklarından ötürü ayırım ve ayrıcalık güdülmemesi anlamını taşıyor.
İnsanlar arasında ayırım ve ayrıcalık güdülmesine neden olmaması gereken bireysel ya da toplumsal farkların bence en belli başlıları şunlar: Ulus, zümre, ırk, soy, aile, cinsiyet, din, mezhep, inanç, sosyal sınıf, ekonomik düzey, gelenek, töre, dil, eğitim ve bilgi düzeyi, yetenek ve beceri.
Çok mu saydım?... Yoksa birtakım eksikler mi var?
Saymış olduklarım çoksa “İnsanlar arasındaki şu fark ayırım ya da ayrıcalığa neden olmaz.” diye işaret edin. Eksik varsa lütfen ekleyin.
Herhangi bir yerde “eşitlik” kavramının üzerinde özenle duruluşu ve insanların eşitliğinin savunularak bunun sağlanmasına çalışılması, “eşitsizlik olgusu”nun varlığını gösterir. Eşitliğin sağlanması ise, yalnızca benimsenmesiyle, eşitlikten yana olmayla gerçekleştirilemez; eşitliğe karşı çıkan, eşitliği bozan ya da bunu yozlaştıranlarla savaşımı da gerektirir.
Dolayısıyla, eşitlik uğruna yapılacak bir savaşım, önce eşitsizliği yaratan etkenlerin iyi bilinip anlaşılmasını, bunların zayıf noktalarının saptanmasını gerektirir. Jean-Jacques Rousseau, bu nedenle doğrudan “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” diye, çok önemli ve değerli bir yapıt vermiş. Gerçi onun yaşam dönemi Avrupa’daki Aydınlanma Çağı (18. yüzyıl ikinci yarısı); elbette o günden bugüne toplumlarda çok şey değişti ama saptamalarının bazısı günümüzde bile geçerliğini sürdürüyor.
Burada duralım. Bu konunun ötesine sonra devam ederiz.