Tarih boyunca toplumlarda en çok engellenen hâlâ da engellenmekte olan özgürlüklerin başında söz özgürlüğü gelir.
Sayın enelsır’ın “Özgürlük” başlığı altındaki aktarımında Söz Özgürlüğü, insanın, bilgilerini, düşüncelerini ve görüşlerini açıkça söyleyebilmesi, istediklerini yazarak ve çizerek de anlatabilmesi olarak tanımlanmış. Düşüncelerin yazarak ve çizerek anlatılmasını da içermekte olduğu için “Konuşma Özgürlüğü” ile eş anlamlı olmadığı, ondan daha geniş olup, onu da kapsadığı vurgulanmış.
Peki bu Düşünce Özgürlüğü ile aynı şey değil mi?
Sanırım değil… Çünkü bir de “Düşünme Özgürlüğü kavramı var. Sayın enelsır’ın aktarımındaki metinde bunu göremedim. Düşünce Özgürlüğü için eskiden Fikir Hürriyeti denirdi. Düşünme Özgürlüğü ise Tefekkür Hürriyeti. Toplumlarda ikisi rde engellenmiştir; biri açıkça diğeri çaktırmadan. En kötüsü de zaten Düşünme Özgürlüğü’nün engellenişi. Hatta şunu da söylemek yanlış olmaz sanırım:
Toplumlarda düşünce özgürlüğünü engelleyenler kendi düşünme özgürlükleri engellenmiş olanlardır.
Buradan bir başka şey daha çıkıyor: Düşünme özgürlüğü bireysel bir olgu. Düşünce özgürlüğü ise toplumsal. Dağ başında ya da bir ıssız adada, kendini toplumdan soyutlamış olarak tek başına yaşayan bir insanın düşünme özgürlüğüne gereksinmesi olabilir ama düşünce özgürlüğü olsa ya da olmasa ne fark eder? Zaten tanıtlanamaz.
Metin, demokratik toplumlarda söz özgürlüğünün rejimin temel direklerinden biri olduğunu belirterek devem ediyor. Demokratik olmayan, özellikle totaliter nitelikli ya da dine dayalı (teokratik) rejimlerin egemen olduğu toplumlarda ise söz özgürlüğünün büyük ölçüde kısıtlanmış olduğuna değiniliyor. Bu kısıtlamanın, toplumu geri kalmaya tutsak eden birçok etkenin başında geldiği de ekleniyor.
Geri kalmak… Hangi açıdan? Totaliter bir rejimi olan toplumlarda bilim ve teknolojinin hızla ilerlediği görülmemiş midir?
İlerlemiş midir sahiden? Yoksa belli bir aşamaya kadar ilerleyip, orada kalakalmış mıdır?
Metnin yazarı, “Gelişmenin temel koşulu sorgulamaktır. Sorgu yeni bulgular getirir. Bunlar toplum ile paylaşılırsa ortak akıl süzgecinde arınmış, sınanmış ve yararlı yönleriyle benimsenmiş olur. Paylaşabilmenin tek koşulu iletmek, aktarmak ve yansıtmaktır. Bu ise, ancak söz özgürlüğü ile olanak bulur.” diyor.
Katılırım. Ancak buna Düşünce Özgürlüğü desek sanki daha iyi.
Peki, bu başlığı düşünürsek eğer, düşünce ve söz özgürlüklerinin de bir sınırı olmalı mi olmamalı mı?
Bence olmalı. O sınırın ötesindeki kimi sözler ve aktarımlar toplumsal düzeni olumsuz yönde etkileyebilir, kişiler arasındaki uyum ve barışı zedeleyebilir. Ancak bu sınır yaptırımcı değil, töresel bir nitelik taşımalı. Kişi, kendi söz özgürlüğünün nereye kadar uzanabilmesi ve nerede durması gerektiğini kendisi belirlemeli. Üstelik bunu içtenlikle benimsemeli.
Belki benim bu düşünceme karşı çıkanlar olacak. Onlar da görüşlerini belirtince, ben niçin böyle düşündüğümü daha iyi anlatma olanağı bulabilirim.
Doğruyu düşüncelerimizi çatıştırarak bulabiliriz.