Varoşlarda, dar sokaklı mahallerde insanların oturduğu evler, ışıklı reklam panoları için yalnızca bir arka fon durumundadır artık. İnsan unutulmuştur... Çünkü reklamlar başlamıştır... Herşey artık kendi başına bir değer olarak görülmez; yalnızca değişim değerine sahipse değerlidir; herşey değiştirilebilir duruma getirilmiştir. Yani satılabilir ve alınabilir duruma... Gereksinimini hissettiğiniz şey gerçekten bir gereksinim midir sizin için ? Yoksa yanılıyor musunuz ? Hiç düşündünüz mü bunu ? Çoğunlukla hayır. Sartre’ın Bulantı romanında deniz kıyısındaki taşların bir yüzünün rengarenk ve pırıl pırıl diğer yüzünün ise yosunlu ve pis olması gibi yansımaz herşey reklamlara. Reklamlarda gördükleriniz ve duyduklarınız gerçeğin anlamları mıdır ? İşte bunu çok da düşünemezsiniz. Çünkü reklam anlamlarınızı değiştiriverir.
Jöleler, rujlar, kozmetikler kimyasal yan etkileri olabilen ürünler olarak değil güzellik yaratan ürünler olarak sunulur. Otomobil reklamlarında aracın motorunun ne kadar benzin yaktığı ve havayı ne kadar kirlettiği iletilmez, bir kadın ve aşk figürü ile paketlenip sunulur size otomobil. Böylece birey sosyal benliğini kitle kültürünün tüketiminde gerçekleştirir. Artık o vardır; tüketen bir birey olarak vardır. Sahip olduğu anlamlar tüketim toplumunun bir parçasıdır bundan böyle.
Reklamın (Fr. Réclame) doğuş yeri olan Fransa’nın, hattâ Avrupa’nın en çok para kazanan reklamcısı, Frederic Beigbeder şöyle diyor: “Hedonizm (hazcılık) bir hümanizma değil, nakit akışıdır. Sloganı ise: Harcıyorum, öyleyse varım. Ama gereksinimler için kıskançlığı, acıyı, doyumsuzluğu körüklemek gerekiyor. İşte benim savaş gereçlerim bunlar. Hedefim ise sizsiniz.”
Antik Yunan mitolojisindeki Tanrılar bile ilan vermeyi hiç unutmazlar; çanlarla, çağrılarla kendilerini hatırlatırlarmış. Hatta Erasmus’un bir sözü vardır: “Kimse sizi övmüyorsa siz kendinizi övün”, yani reklamınızı yapın.
Reklamın işlevleri konusunda iki temel yaklaşımdan biri, reklamın, tüketicinin gereksinimlerini karşılayacak ürünlerle doğru ve sağlıklı şekilde tanışması eyleminden ibaret olduğudur. Diğeri ise, eleştirel bir yaklaşım getirir. Buna göre, kitle iletişim araçlarında sunulan mesajlar reklamını yaptıkları ürünlerin fayda-değerini sunmazlar. Ürünler tüketicilerin gerçek gereksinimlerine göre değil, ürünün kendi gereksinimlerine göre sunulur. Bu eleştirel yaklaşıma göre reklam, üretenler ile tüketenler arasında tek yönlü bir iletişimdir. Haliç Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Yalçın Çetinkaya, Reklam ve Manipülasyon adlı kitabında, parasını ödeyerek iletişim araçlarını kiralayan reklamverenin, kiralama süresi içinde, bazı resmî sınırlamaların dışında, markasını tüketiciye belletebilmek için, istediği her yöntemi kullanabildiğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Reklamcının işi, ortalama bir insanın aklına gelmeyecek şeyleri bulup, onları bir mesaj diline dönüştürmektir. Reklamcı, peribacalarına şapka çıkartmak, dağları yerinden oynatmak, insanları havalandırmak gibi spektaküler gösterilerle izleyicinin dikkatini çeker ve dikkatlerin en yoğun olduğu noktada markayı söyler”.
Kapitalist ekonomik sistemlerin ilerlemesinde önemli etkisi bulunan reklamın M.Ö. 3000’li yıllara uzanan bir tarihsel evrimi olduğundan söz edilir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası televizyonun büyük etkisiyle tüketim ekonomisinin birincil faktörü “reklam” olmuştur. 21.yy’ın başlarında dünya reklam pastasını elinde tutun Amerika, Avrupa ülkeleri ve Japonya’nın yıllık reklam harcamaları 200 milyar doların üzerindedir. Türkiye’de ise reklamcılık sektörü son yıllarda 1 milyar dolar civarında bir ciroya sahip durumdadır.
Televizyonun reklama etkisi konusunda çeşitli bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. Gazi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Nevin Şanlıer ve Dr. Melek Yaman tarafından Ankara’daki çeşitli ilköğretim okullarında okuyan, yaşları 7-14 arası olan toplam 300 öğrenci üzerinde yapılan “İlköğretim Okullarında Okuyan Öğrencilerin Televizyonda Yayınlanan Yiyecek ve İçecek Reklamlarından Etkilenme Durumu” başlıklı çalışmada, öğrencilerin %49.0’unun sürekli ya da bazen televizyonda yayınlanan yiyecek ve içecek reklamlarını izledikleri saptanmıştır.
İzlenen reklamların çoğunlukla müzikli, danslı ve hareketli reklamlar olduğu, en sevilen reklamların da kolalı içecek reklamları (%61.6) ile çikolata, gofret reklamları (%57.3) olduğu dikkat çekmektedir. Reklamı yapılan yiyecek-içecek konusunda ailelerin, öğretmenlerden daha çok çocuklarını uyardıkları gözlenmiştir. Öğrencilerin %36.7’sinin piyasaya yeni çıkan ürünü reklamı yapıldığı için, %29.7’sinin ise ürünü merak ettikleri için aldıkları saptanmıştır.
Şanlıer ve Yaman araştırma sonucunda şöyle diyor: “Reklamlar nüfusu çok genç olan ülkemizde, kültürel ve çevresel bozulmaya neden olarak toplum yaşantısını etkilemektedir. Bu nedenle geleceğimizi oluşturan çocuklara doğru, akılcı, düşünsel ve davranışsal açıdan geliştirecek, gerçeği yansıtan reklamların olmasında fayda vardır. Bunun için ise hem reklamcıların hem de bunları yayınlayan kanallara büyük görevler düşmektedir. İnsan sağlığı ve beslenmesi konusunda yapılacak kaliteli programlar ve reklamlar ile toplum bilinçlendirilmelidir”.
Uluslararası Reklamcılık Derneği (IAA) tarafından Gallup'a yaptırılan “Tüketici Alışkanlıkları” konulu bir araştırma, Türkiye’de insanların gelişmekte olan ülkeler arasında reklam konusunda yüksek bilince sahip olduğunu ortaya çıkarmış. Merkezi New York'ta bulunan ve 90 ülkede araştırmalar yapan ajansın; Azerbeycan, Türkiye, Kazakistan, Estonya, Romanya, Ukrayna ve Mısır gibi gelişmekte olan ülkelerde yaptığı araştırmadan ilginç sonuçlar çıkmış. Araştırmada, 14 ülke vatandaşına reklamların tüketici üzerindeki etkileri konusunda sorular sorulmuş. 11 başlıkta belirlenen sorulara tüketicilerin verdiği yanıtlar reklama en sıcak bakan tüketicilerin Mısır'da, en soğuk bakanların ise Rusya'da yaşadığını göstermiş. Türkiye’deki tüketiciler ise, reklamın tüketici tercihleri ve medya üzerindeki etkileri konusunda verdikleri dengeli yanıtlarla bilinçli tüketici imajı çizmişler. Yapılan araştırmadan çıkan en ilginç sonuç ise, Türkiye’deki reklamların tüketicilerin beklenti ve değişiklik gereksinimlerini karşılayamadığı yolundaki eğilim olmuş.
Gallup’un yaptığı araştırma sonucuna göre Türkiye’deki reklamların yetersiz olduğunu söylemek mümkün; ama toplumumuz reklam konusunda ne kadar bilinçli, tartışılır. Değerlerini, anlamlarını tüketim toplumu içinde bulan bir genç kuşak var önümüzde. Anne-babaların, öğretmenlerin verdikleri değerler, özelikle temel eğitim aşamasından itibaren değişmeye başlıyor. Anne-babanın ve öğretmenin etki gücü bu yaşlardan sonra gitgide azalıyor ve çevresel uyarıcılar öne çıkıyor. Bu etkinin büyük bölümünden artık medya sorumlu; ve diğer popüler kültür araçları. Bilindiği gibi medya “dördüncü kuvvet” niteliğini sürdürüyor. Kamuoyunun önüne geçiyor. Reklam da kendine bu düzlemde yer buluyor ve doğrudan bilinçaltına hükmediyor. Böylece, belleğimizde yer eden imgelere sahip olmaya çalışıyoruz. Çünkü bu görüntüler sıcak, mutlu, şatafatlı anlamlar sunuyor bizlere. Tükettiğinizde ise yeniden başa dönüveriyorsunuz. Reklamınız da hazırlanıveriyor o arada. Sonra tekrar, tekrar... Haydi çocuklar uyuyun artık, iyi reklamlar...Dr.Bülent AKDAĞ