Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: pkk-akp pazarlıkları ve amerika  (Okunma sayısı 3884 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Şubat 14, 2012, 07:18:52 öö
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Daha önce defalarca bahsetmiştim ama, illa ünlü birisinin yazması gerekiyor.

Nedense işin içinde bir tane ateist veya tinerci yok, hepsi müslüman.

SEVGİLİ okuyucularım, cuma günkü yazımda şöyle demiştim: “Eğer önemli güncel gelişmeler olmazsa. Pazar günü bu köşede Genelkurmay Başkanı Necdet Özel e hitaben bir açık mektup yayınlayacağım.”

Ancak benim açımdan çok önemli bir güncel gelişme oldu… Ve elime devletin çok, ama çok önemi bir kurumu tarafından son olaylarla ilgili olarak yazılmış bir belge ulaştı. Belgenin başlığı, aynen bu yazının başlığı…

Kurunun ismini vermiyorum, okudukça sız tahmin edin!

Bu konuda hiçbir kişisel yorumda bulunmuyorum ve belgeyi sizlere bir gazetecilik görevi olarak aynen iletiyorum:


***


“MİT Müsteşarı ile diğer eski ve mevcut MİT görevlilerinin ifadeye çağrılmasının iki ana nedeni vardır. Bunlardan birincisi cemaat ile AKP iktidarının kavgasıdır. İkinci neden ise MİT’in PKK ile ilgili faaliyetlerinin, kontrol etme boyutundan çıkarak PKK eylemlerinin bir parçası olma gerçeğidir.

Öyle ki MİT içindeki vatansever kadro da bundan son derece rahatsızdır. Özellikle son bir yılda MİT’e alınan çok sayıda kişinin tarikat mensubu olması, 15 kadar üst düzey tarikatçı bürokratın MİT’e aktarılarak kritik yerlere gelmesi, aynı şekilde ideolojik olarak istenilen çizgide olmadığı için orduda terfi edemeyen 6 emekli subayın Daire Başkanı ve daha üst düzeyde görevlendirilmesi, Atatürkçü kadroda rahatsızlık yaratmıştır.

Bu noktadan bakıldığında ise olan biteni AKP-CEMAAT kavgası ı olarak nitelemek yanlış ve eksik yorum olur. Her şeyden önce Erdoğan, MİT’i, iktidarını kalıcı bir rejime dönüştürmek için kullanmaktadır.

Savcılığın ulaştığı belgeler Erdoğan‘ın Kürt Sorunu üzerinden hem Türk hem de Kürt siyasetini kalıcı olarak dizayn etmek istediğini ortaya koymaktadır. Dosyadaki kanıtlar çerçevesinde ki MİT’in ülkeyi terör ile yüz yüze bıraktığı ve buradan AKP’yi teröre karşı canla başla mücadele eden bir parti konumuna oturtarak siyasi çıkar ekle etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır.


Savcılığın ulaştığı belli başlı bulgular şunlardır:


• MİT üst düzey yöneticileri, Erdoğan‘ın talimatıyla Abdullah Öcalan ile 2009 yılından itibaren gizli görüşmelere başlamıştır.

•Eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve Afet Güneş’in yanı sıran Erdoğan’ın özel temsilcisi sıfatıyla o dönem Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olan Hakan Fidan bu görüşmeleri yürütmüştür.



•ABD’nin arabuluculuğunda, CIA görevlilerinin gözetiminde (ABD bütün görüşmelere hakem devlet olarak katılmıştır) Oslo’da gerçekleştirilen görüşmelere, PKK tarafından örgütün üst düzey yöneticileri Zübeyir Aydar, Sabri Ok, Mustafa Karasu ve Adem h. Uzun katılmıştır. Mustafa Karasu ve Sabri Ok yüzlerce askerin şehit olmasından doğrudan sorumlu teröristlerdir.

•Bu görüşmelerdoğrultusunda 19 Ekim 2009′da Habur skandalına imza atılmış ve yargıya baskı uygulanarak siyasi karar almak zorunda bırakılmıştır. www.kemalistler.org

•14 Temmuz 2011 İde, Demokratik Toplum Kongresi, Diyarbakır’da yaptığı toplantıda tek taraflı olarak “Özerklik” ilan etmiştir. Aynı gün Diyarbakır Silvan’da 13 askerimiz şehit edilmiştir. Her iki olayın Hakan Fidan’ın başkanlık ettiği heyet tarafından İmralı’dan alınarak Kandile ulaşması sağlanan Öcalan’a ait mektup doğrultusunda gerçekleştirildiği savcılık tespitleri arasındadır. (Bu mektup 13 Ocak 2012′de Diyarbakır’da ele geçirilmiştir.)

Aynı günlerde, 27 Temmuz 2011′de Öcalan’ın avukatları arasında yer alan MİT haber elemanlarının Öcalan’ın “Eylemleri tırmandırın” talimatı verdiğini MİT’e rapor ettikleri tespit edilmiştir.


•14 Eylül 2011’de basına örgütün haber ajansı üzerinden servis edilen MİT-PKK görüşmelerinde, örgütün şehir eylemleri için yaptığı yığınağın MİT tarafından bilindiği anlaşılmıştır. Bundan 6 gün sonra, Ankara Kumrularda meydana gelen patlamada dört yurttaş hayatını kaybetmiştir.


•Gözaltına alınan bazı şüpheliler, MİT’e çalıştıklarını ve yürüttükleri bütün faaliyetlerin Teşkilat’ın bilgisi dâhilinde olduğunu söylemişlerdir. Bazı KCK sorumluları, yürüttükleri faaliyetler hakkında Gizli Tanık olarak ifade vermek istemişlerdir. Bu süreçte yapılan itiraflardan, PKK’nın İstanbul’daki tüm silahlı saldırı ve bombalı eylemlerini doğrudan yöneten 5 kişilik sorumlu hücresine ait tüm iletişim bilgileri ve gizli şifrelerin MİT’e detaylı olarak rapor edildiği, MİT’in İstanbul ve civarındaki tüm eylemlerden haberdar olduğu ortaya çıkmıştır. MİT’in ne polise, ne de savcılığa eylemlerin öncesi ya da sonrasına ait herhangi bir bilgi aktarmadığı tespit edilmiş, adeta PKK’nın silahlı eylemlerine göz yumulmuştur.

• 13 Ocak 2012′de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla Diyarbakır BDP İl Başkanlığında arama yapılmıştır. Burada, Oslo görüşmelerine katılan PKK yöneticileri tarafından kaydedilen on iki adet ses kaydı ele geçirilmiştir.


•Diyarbakır aramasında Öcalan’ın kendi el yazısı ile KCK Yürütme Konseyi ne yazdığı altı sayfalık bir mektup bulunmuştur. Mektubun Hakan Fidan’ın Başkanlık ettiği MİT heyeti tarafından İmralı’dan örgüte ulaştırıldığı tespit edilmiştir. Basına sızan Oslo görüşmeleri ses kaydında Afet Güneş tarafından da İmralı-Kandil arasındaki mektupların MİT görevlileri tarafından taşındığı ifade edilmiştir. (Mektuptaki talimat doğrultusunda Silvan saldırısı yapılmış ve ardından çok sayıda yurttaşın öldürüldüğü sürecin başladığı tespit edilmiştir.)

• Aramalarda Öcalan’ın hazırladığı ve MİT ile mutabık kalındığı tespit edilen protokoller de bulunmuştur. Bunlar arasında, 12-13 Mayıs 2011de yapılan bir toplantıda PKK yöneticileri ile MİT yetkilileri arasında mutabakata varılan hususları içeren protokol belgesinde… ”Üç paragraflık giriş ve 9 maddeden oluşan iş bu mutabakat metni, taraflar arasında arabuluculu yapan HD (Hakem Devlet-ABD) | temsilcileri tarafından, taraflar adına imza altına alınmış ve aslı HD merkezinde arşive alınmıştır” ifadeleri tespit edilmiştir. Yani AKP iktidarı, siyasi temsilci olarak atadığı MİT Müsteşarı aracılığıyla ulusal bir sorun konusunda ABD ve PKK ya, yabancı devletlere imzalı taahhütlerde bulunmaktadır.

Savcılığın dosyasında yer alan bu kanıtlara ilişkin detaylar ve son gelişmeler bir arada ele alındığında:

1. Oslo görüşmelerinde Hakan Fidan, MİT’in kurumsal kimliğini aşan siyasi bir figür olarak yer almıştır. Oslo görüşmelerine ait ses kayıtlarında Fidan, örneğin MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’ten farklı, Erdoğan’ın uzantısı mahiyetinde AKP’nin siyasi çıkarını hesap eden bir dil ile kendisini konumlandırmıştır.


Fidan’ın Oslo’da takındığı tavır ve Erdoğan’ın özel temsilcisi olarak orada bulunması, Kürt sorunu aracılığıyla MİT’in tepe yönetiminden başlanılarak siyasi angajmana alınması çabasının göstergesidir ve Hakan Fidan’ın göreve gelmesinde MGK’daki askeri yetkililerin muhalif tavırlarının haklılığını göstermiştir.


2. Hükümet, Hakan Fidan aracılığıyla MİT’i, AKP muhaliflerinin denetim altında tutulacağı bir aygıta dönüştürmek istemektedir. Erdoğan’la polemiğe giren gazetecilerin “Terör örgütüyle mücadele ve casusluk ” kılıfı altında dinlemeye alınması, Fidan’ın özel siyasi temsilci görevini devam ettirdiğini ve MİT olanaklarını AKP muhaliflerinin baskı altına alınması için seferber ettiğini göstermiştir.
Hakan Fidan, casusluk alanında mahkeme karan olmadan dinleme yapma talebini kamuoyuna duyurmuştur. Gazetecilerin dinlenmesi ve takibi olayı ile Fidan’ın MİT adına alınacak yetkileri bizzat Erdoğan’ın siyasi arzularına amade edeceği (emrine sunacağı) ortaya çıkmıştır. Fidan’ın “Barışı getirme” vitriniyle aslında devlet istihbaratı olanaklarını Erdoğan’a hediye edeceğini göstermektedir.

3. AKP’nin siyasi çıkarlarına odaklanmış Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı’nın başında olması, AKP’nin siyasi rakiplerine karşı beşinci kol ve yeraltı faaliyetlerini yönlendirmesine de olanak verecektir.
Fidan’ın kurumun başında olduğu dönemde, 28 Mart 2010 da, MİT ajanı Abit Sümer, 25 Şubat 2011 günü Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Ali Haydaroğlu’nun kızı avukat Elif Haydaroğlu’na yönelik silahlı eylem hazırlığında iken yakalanmıştır. Hakan Fidan’ın ellerine teslim edilmiş Devlet İstihbaratının ajanları aracılığıyla, varın bu tip karanlık saldırılara girişilmeyeceğinin garantisi bulunmamaktadır. Nitekim Oslo görüşmelerinde MTT heyetinin, ana muhalefeti hem görüşmeye katılan PKK yöneticilerine, hem de Hakem Devlet (ABD) alanlarına şikâyet ettiği ortaya çıkmıştır.
Ses kayıtlarında Hakem Devlet (C1A) ajanının, muhalefetin PKK’ya tanınan imkânlardan haberdar olması halinde sureci baltalayacağı yönündeki sözleri, Erdoğan’ın siyasi temsilcisi Fidan’ın görüşme ortamında bile muhalefet aleyhine bir lobiyi dillendirdiğini göstermektedir.

4. Savcılık dosyasında ulaşılan kanıtlar ile AKP’nin kamuoyuna yansıyan yüzü karşılaştırıldığında, AKP’nin ikiyüzlü bir Kürt politikası yürüttüğü anlaşılmaktadır.

AKP, Türk Ordusunun kitleler halinde tutuklanması karşısında sessiz ve fırsatçı bir duruş göstermiş. Fidan olayında ise hemen kanuni düzenleme yapma arayışına girmiştir. AKP’nin bu tutumu, yargının eylemleri konusunda tam bir yandaşlık politikasıdır.
Dosyadan (Savcılık soruşturma dosyasından) ortaya çıkan tablo şudur: AKP hem İmralı, hem de Oslo’daki görüşmeleri Kürt sorununun çözümü için değil, 2011 şenel secini süreci İçin gerçekleştirmiştir. Böylece secim süreci kontrol artma alınmış MİT-PKK arasındaki protokollere de yansıdığı üzere İmralı ve PKK ya ciddi vaatlerde bulunulmuştur.
Bu durum,’ AKP’nin niyetinin Kürt sorunu olmadığım göstermektedir.
Öte yandan Erdoğan, Kürt siyasetçilerine yönelik operasyonlara olanca desteğini açıktan vererek KCK üzerinden siyasi prim yapmayı da ihmal etmemiştir. Erdoğan’ın özel temsilcisi Fidan, MİT üzerinden sokak eylemlerinin canlanmasına izin vermiş, öbür taraftan da polise açık destek verilerek Kürt Siyasetçiler tutuklanmıştır.
Bu durum siyasetin bizzat Erdoğan tarafından dizayn edilmesidir. Erdoğan bu süreçte CHP ile PKK’yı ilişkili göstermeye yönelik propagandayı da ihmal etmemiştir. Erdoğan’ın bu çabası da dikkate alındığında aslında Kürt Sorunu üzerinden Kürt ve Türk siyasetini tekeline alma ve dizayn etme çabası belirginleşmektedir.

Sonuç olarak: Bütün tabloya bakıldığında Erdoğan’ın, Hakan Fidan üzerinden MİT’i teslim alma çabası yürüttüğü, bunda başardı olduğu takdirde muhalefeti Devlet İstihbaratının imkanlarıyla denetim altına alacağı ve despot bir rejim inşa edeceği ortadadır. Erdoğan’ın hedeflediği tarzda otoriter rejimlerin ancak denetimsiz istihbarat kuruluşlarıyla varlığını sürdürebileceği kesindir. Bu nedenle Erdoğan’ın Hakan Fidana sahip çıkmasına izin vermek, despotizm rejimi inşasının temelini atmak olacaktır.
Ayrıca, Erdoğan bir şeyi çok iyi biliyor. Hakan Fidan savcılara tutuklanma korkusuyla ifade verseydi “Her şeyi Başbakanın emriyle yaptım” diyerek onu çok zor durumda bırakacaktı.”

***

Emin Çölaşan’ın notu: Cuma günkü yazımda, MİT Müsteşarı ve başka MİT’çiler hakkında soruşturma başlatıp onlar ifadeye çağıran özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya için şöyle demiştim:
“Bu işin faturası sonunda birilerine çıkarılacak. Peki, kim bir yerlere gidecek? Onlar ifadeye çağıran savcı Sadrettin Sarıkaya gidecek… Bekleyin, göreceksiniz.”
Dediğim oldu ve savcı dün soruşturmadan alındı. Gidici olduğu belliydi. Kurtuluş yok! Hükümete ters düşmeye gör, dokunan yanar!

Akp ye oy verenlerin ellerine şehit kanı bulaştı derken boş yere konuşmuyorduk. Ama sizler gene de anlamazsınız.
Onca gencimizin, hesabını nasıl vereceksiniz?
Vermezsiniz, çünkü kendinizi suçlu bulmazsınız siz, hep başkaları suçludur.

Alıntıdır.
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Şubat 14, 2012, 09:29:37 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1811




Neyin Kavgası?
Fatih Yaşlı

Türkiye’nin içerisinden geçmekte olduğu ve “davalar dönemi” olarak adlandırdığımız süreçte, AKP-Cemaat koalisyonundaki gerilim ve çatlağın gözle görünür hale geldiği yerin politik nitelikli davalar olmasında şaşırtıcı bir yan bulunmuyor.

Hatırlayalım, sözünü ettiğimiz gerilim ve çatlağı ilk kez aleni bir şekilde şike davasında görmüştük. Hazırlanan yeni şike yasası bir siyasi krize neden olmuş, cumhurbaşkanı yasayı tekrar görüşülmek üzere meclise göndermiş, meclis ise yasayı değiştirmeden tekrar göndererek cumhurbaşkanını yasayı imzalamak zorunda bırakmıştı. Süreç boyunca cemaat medyasında Erdoğan’ı ve AKP’yi sert bir şekilde eleştiren yazılar yayınlanmış, örneğin Zaman yazarı Ahmet Turan Alkan, Erdoğan’a şöyle seslenmişti: “Eğer hâlâ vazgeçilmedi ise yeni anayasa çalışmalarında, şike kanununda sizi can-baş ile destekleyen CHP ve MHP'yi ortak çalışmaya ikna edip, vaadiniz üzre yeni anayasayı yaparsanız ferâsetinize şapka çıkartacağım... Aksi takdirde, ‘Bir başbakan vardı’ deyip üzüleceğiz.”

AKP-C koalisyonundaki ikinci gerilim Uludere Katliamı vesilesiyle ortaya çıktı ve oradan da KCK davasına bağlandı. En son yaşanan MİT krizinin de başlangıcı olan süreçte, Cemaat medyasında Uludere istihbaratının terörle mücadeleyi zaafa uğratmak için MİT tarafından verildiği iddia edilmiş; Mehmet Baransu ve Emre Uslu, bunun sorumlusu olduklarını iddia ettikleri Beşir Atalay ve Hakan Fidan’a çok sert biçimde saldırmışlardı. Sürecin geldiği nokta, aşağıda ayrıntılı bir şekilde üzerinde duracağımız gibi Hakan Fidan ve 4 MİT’çinin KCK davası kapsamında ifadeye çağrılması oldu.

Ortaklar arasındaki üçüncü gerilim ise İlker Başbuğ’un gözaltına alınmasıyla birlikte baş göstermişti. “Düne değil yarına dair bir hesaplaşma”nın parçası olduğunu söylediğimiz bu gözaltı esnasında Erdoğan, “mesai arkadaşım” dediği Başbuğ’un tutuksuz yargılanması gerektiğini düşündüğünü açıklıyor, Erdoğan’a yakın Takvim gazetesinde ise Başbuğ’un Ergenekoncu olmadığını, aksine Ergenekon tarafından düzenlenen bir suikasttan kıl payı kurtulduğunu anlatan haberler yapılıyordu. Sürecin sonunda ise, Erdoğan’a rağmen, Başbuğ’un tutuklanarak cezaevine gönderildiğine şahitlik ettik.

Ortaklar arasındaki gerilim ve çatlağın, beyanatlar, manşetler ve köşe yazıları üzerinden değil, doğrudan politik icraatlar üzerinden gözlemlenebilir hale gelmesi ise savcılığın Hakan Fidan ve diğer MİT’çileri KCK davası kapsamında ifade vermeye çağırmasıyla mümkün oldu. Bu çağrıya koşut olarak, Hatay’da bir MİT operasyonu gerçekleştirildi ve hatta medyaya İbrahim Tatlıses’e suikast girişiminde kullanılan silahın tetikçiye MİT tarafından verildiğine dair haberler servis edildi. Koalisyonun C kanadının bu hamlesine AKP ve Erdoğan’ın verdiği yanıt ise son derece sertti. Savcının yanı sıra savcıyla yakın bir işbirliği içerisinde çalışan ve cemaate yakın oldukları iddia edilen emniyet müdürleri görevden alındılar. Bunun yanı sıra, Hakan Fidan’a dokunulmazlık sağlayacak bir yasa tasarısı hazırlanarak çok hızlı bir şekilde meclise gönderildi.

Kavganın Nedeni
Peki ortaklar neyin kavgasını veriyorlardı? Bir görüşe bakılırsa, söz konusu olan Kürt sorununu diyalog zemininde çözmek isteyenlerle operasyonlar aracılığıyla çözmek isteyenlerin mücadelesiydi ve “operasyoncu”lar MİT üzerinden “diyalogcu”ları etkisiz hale getirmek istiyorlardı. Başka bir görüş ise kavganın “milliciler”le “gayri millici”ler arasında cereyan ettiğini söylüyor, Erdoğan, Fidan ve MİT’in küresel güç odaklarının hedef tahtasına yerleştirildiğini ve ülke içerisindeki kimi unsurların bu güçlerle işbirliği içerisinde olduğunu iddia ediyordu. Bir diğer görüşe göre ise söz konusu olan emniyet ve yargının, yani atanmışların, devlet geleneğine uygun bir biçimde, seçilmişler üzerindeki vesayetini devam ettirmek istemeleriydi. Tüm bunlar dile getirilirken “milli sır”rımızın korunmasına azami ölçüde özen gösterildiğini ve taraflardan birinin yani Erdoğan ve AKP’nin adı sıkça zikredilirken, cemaatin adının zikredilmesinden olabildiğince kaçınıldığını da geçerken not düşelim.

Yukarıda sözünü ettiğimiz görüşlerden üçünün de meseleyi doğru bir şekilde kavrayabilmek açısından herhangi bir anlam taşımadığını düşünüyorum. 14 Temmuz Silvan saldırısı ve demokratik özerklik ilanıyla birlikte yürürlüğe giren “entegre strateji”nin devam ettiği bir dönemde koalisyondaki çatlağın “operasyoncular”la “diyalogcular” arasındaki mücadele üzerinden okunması pek mantıklı görünmüyor. Kürt meselesi, kavganın nedenini teşkil etmiyor, olsa olsa kavganın gerçekleştiği bir sahne olma niteliğini taşıyor. AKP ve cemaat söz konusuyken, milli ve gayri milli gibi bir ayrımdan söz etmek de komik oluyor, seçilmişler-atanmışlar ayrımına dayanan analizler ise meseleyi demokrasiye ilişkin bir mücadeleymiş gibi gösteriyor ki, yaşananın bununla da uzaktan yakından bir alakası bulunmuyor.

Bana göre kavganın gerisinde esas olarak üç neden var: Nedenlerden ilki, devlet aygıtının ve bürokrasinin kontrolünün kimde olacağına ilişkin. Yargı, emniyet, istihbarat, üniversite, bakanlıklar ve tüm bunlardan kaynaklı güç, kadro ve rant imkanının nasıl bölüşüleceği kavganın ilk nedeni olarak görülebilir. Taraflar, hangi makama kimin atanacağından tutun da hangi ihalenin kime verileceğine kadar çeşitli meselelerde sık sık karşı karşıya geliyorlar ve bunun zaman zaman bir gerilime dönüşmemesi imkânsız görünüyor. İkinci neden, 2014 seçimleriyle ilgili. Hem cumhurbaşkanlığı seçiminin hem de genel ve yerel seçimlerin yapılacağı bu tarihe doğru gidilirken, yeni bir anayasanın yapılıp yapılmayacağı, başkanlık sistemine geçilip geçilmeyeceği, Erdoğan’ın köşke çıkıp çıkmayacağı ve eğer çıkarsa AKP’nin başına kimin geçeceği gibi sorular kavganın ikinci nedenini oluşturuyor. Taraflar bu sorulara verdikleri yanıt farklılaştığı ölçüde birbirleriyle karşı karşıya geliyorlar. Üçüncü ve aslında ilk iki nedenle doğrudan bağlantılı neden ise Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale esnasında ve sonrasında Türkiye’nin alacağı pozisyon. ABD Türkiye’yi, ordusu olmayan ama Suriye’ye müdahale isteyen Arap Birliği ile birlikte savaşa sokmayı amaçlıyor olabilir; ya da geçtiğimiz günlerde İran tarafından açıklandığı gibi Türkiye ve İsrail’in ortak bir askeri operasyon gerçekleştirmesi hedefleniyor olabilir.

İsrail’in ünlü internet sitelerinden Debka’da pazar günü yayınlanan bir habere göre, ABD ve İsrail, Kürecik’teki radar istasyonunu test etmek için bir tatbikat gerçekleştirdiler ve bu tatbikata Türkiye de izin verdi. İlginç olan, tatbikatın, ortaklar arasındaki gerilimin had safhada olduğu bir döneme denk gelmesi kadar, Davutoğlu’nun ABD ziyaretine de denk gelmesiydi ve söylenenlere göre ABD, füze kalkanında İsrail’le veri paylaşımına Türkiye’nin cevaz vermesi karşılığında Türkiye’nin Suriye planının kabul edileceğini bildirdi. AKP tarafından yalanlanmış olsa da, Türkiye’de yaşananlar ve Davutoğlu’nun ziyareti akla getirildiğinde, haberin doğru olma ihtimali son derece yüksek; ABD, İsrail ve Türkiye arasında Suriye’ye dair ciddi pazarlıklar yapıldığını, yaşanan son krizin de bu süreçle doğrudan bağlantılı olduğunu tahmin edebiliyoruz. Buna bir de Rasmussen’in İzmir’de NATO’ya ait büyük bir kara üssü kurulacağı yönündeki açıklaması eklendiğinde, kavganın uluslararası bir boyutunun bulunduğu açık bir şekilde anlaşılıyor.

Uzlaşma?
Gelinen noktada koalisyonun cemaat kanadının Erdoğan’a/AKP’ye yönelik bir tür yatıştırma politikası izlediğini söyleyebiliriz. Cemaat medyasının köşelerinden verilen mesajlarda, bir yandan “hedefte hiçbir şekilde Hakan Fidan’ın ve Erdoğan’ın bulunmadığı; ancak kirlenmiş kurumlarda temizliğe gidilmesinin de doğal olduğu” dile getirilirken, öte yandan ise “birlikte hareket etme, Ergenekon’un ekmeğine yağ sürmeme, vesayetçi güçlerin eline koz vermeme” gerekliliğinden söz ediliyor.

F.Gülen’in ilk ameliyatında geçmiş olsun demediği Erdoğan’a gönderdiği şu mesaj ise yeni bir uzlaşmanın tesis edilmesi adına yoğun bir çaba gösterilmekte olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor:

“Her gün Rabb'ime iltica edip O'nun yüce dergâhına yöneldiğimde her daim dua ettiğim Başbakan'ımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın ikinci kez ameliyat olduğunu öğrendim. İlk ameliyatını duyduğumda da fevkalade derinden üzülmüş, hastalığından bir an önce kurtulmasını dilemiştim. Hatta yakın dostlarıma 'Hizmetlerinden dolayı nazar mı değiyor yoksa başka bir olumsuzluk mu söz konusu?' demiştim. Şimdi yeniden ameliyat olduğunu teessürle öğrendim. Bu ameliyatın tamamlayıcı bir müdahale olmasından müteselli oldum. Yaptığı hizmetlerle milletimizin medar-ı iftiharı haline gelmiş Başbakan'ımızın bir an önce sağlığına kavuşmasını, görevinin başına yepyeni bir dinamizmle geçmesini Cenab-ı Erhamürrâhimîn'den niyaz eder, kendisine acil şifalar temenni ederim."

Koalisyon ortakları arasında kısa vadede bir uzlaşma tesis edilmesi ihtimali hayli yüksek. Bununla birlikte yeni-Osmanlıcı maceracılığın Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına hızlı bir şekilde sürüklediği ve böylelikle ülkeyi geçmişe nazaran emperyalist güçlerin oyun alanı olmaya çok daha açık hale kavuşturduğu da bir gerçek. Böylesi bir konjonktürde, iktidar bloğunu oluşturan güçlerde ve onların siyasi temsilciliğini yapan AKP-C koalisyonunda daha büyük çatlakların gerçekleşmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Alintidir
Haber Sol-Haber Portalindan alinmistir.


Şubat 14, 2012, 10:33:37 ös
Yanıtla #2
  • Ziyaretçi

MİT gerekli bir kurum mudur? Yani devlet işleri gizli kapılar ardında her tür ülke, din, örgüt vb. sızan iki yüzlü personel üretip tonlarca para harcanmadan yürütülemez mi?

Bazıları buna eğer MİT personeli olmasa her hafta bir yerlerde patlamalar olurdu, başbakanlara, genel kurmay başkanlarına vb. kilit isimlere her hafta süikast yapılırdı vb. şekilde savunma oluşturuyorlar. MİT personelinin görev gereği örgüte kendine güven vermesi için gerekirse insan öldürebileceği eylemlere katılabilmesini de caiz olarak gösteriliyor. Pkk lideri Abdullah Öcalan'ın MİT personeli olduğuna ve devlet tarafından kollandığına dair de bariz delillere sunulabiliyor. Benzer şekilde Hizbullah terör örgütünün MİT tarafından kurulduğu, Ali Kalkancı Müslüm Gündüz Fadime Şahin gibi kişilerin de MİT tarafından sanal bir irtica kavramı yaratabilmek için bir sosyal dinamit düzeneği olduğu vb. yıllar sonra ortaya çıktı.

Bu manzaraya bakarak hükümetlerin MIT gibi kurumları yönetmekte zorlandıkları ve mafyasal yöntemlerde de profesyonel oldukları için kendi emirlerinde görünen bu gibi kurumlardan korktuklarını düşünüyorum. Aynen mağarada köşeye kıstırılan pkk lıların teslim olanların ailelerine zarar verir korkusuyla kendilerini havaya uçurmaları gibi neticede siyasi liderlerin de tehdit edilebilecek aileleri çocukları var.. Erdoğan'ın yapmaya çalıştığı şey kanaatimce korkusundan kaçmaktansa korkusunun üstüne yürüyerek mücadele verme çabası. Bu konuda cemaatin elinden geldiğince destek sunmasının altında yatan nedeni ise Ergenekon yapılanmasının siyasi ve ekonomik bir rakip olarak gördükleri bir guruba yönelik kanlı bir darbe planı yapılmasından dolayı hedef olmanın verdiği bir savunma içgüdüsü olarak görüyorum. Yani eğer Ergenekoncular nurcuları hedef alan bir darbe hazırlığı yapmamış olsaydı seslerini çıkarmazlardı.

Pkk, Hizbullah, Darbe gibi  düzenekleri yaratan beyinlerin "iyi niyetli" ve "vatansever" olduğu konusunda benim ciddi şüphelerim var.  Ki benzer şekilde örneğin  CIA hakkında da Amerikan halkının, MOSSAD hakkında israil halkının güven duygusu hissetmediklerini düşünüyorum. Ki özellikle ikiz kulelerin bariz CIA operasyonuyla dinamitlendiği aşikarlaştı.

Devletlerin İstihbarat teşkilatları ve ordular karşılıklı tasfiye edilip, bireysel silahlanma serbestleşirse yani İsrail'de olduğu gibi dışardan gelebilecek bir saldırı anında veya hırsızlık gasp gibi iç saldırılara millet silahlı ve hazır olursa daha huzurlu ve güvenli bir ortam yaratılabilir belki. Bu lafım garip durabilir fakat kötü niyetli adamların hepsinde silah var zaten, iyi niyetli insanlarda silah olması bana çok mantıklı geliyor. Örneğin karadenizde bir bankayı soymaya kalkan 2 silahlı soyguncu silahlı müşteriler tarafından etkisiz hale getirilmişti geçenlerde.

Saygılarımla.

« Son Düzenleme: Şubat 14, 2012, 10:57:06 ös Gönderen: Masor1976 »


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
6353 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 29, 2007, 08:59:07 öö
Gönderen: Itzhak
16 Yanıt
15441 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 26, 2009, 05:26:07 ös
Gönderen: karahan
8 Yanıt
6334 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 11, 2007, 11:06:17 ös
Gönderen: shemuel
0 Yanıt
3892 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 19, 2007, 09:40:36 ös
Gönderen: Draug
4 Yanıt
6162 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 10, 2009, 07:19:55 öö
Gönderen: de_hund
22 Yanıt
22052 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 19, 2014, 12:06:13 ös
Gönderen: davut
0 Yanıt
5563 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 07, 2011, 06:42:08 ös
Gönderen: Mozart
14 Yanıt
11971 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 11, 2012, 03:54:39 ös
Gönderen: akcanmd
0 Yanıt
2015 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 08, 2012, 03:29:11 ös
Gönderen: Tij
0 Yanıt
2090 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 03, 2015, 02:39:07 ös
Gönderen: karahan