İnsan ruhu, başlangıçtan beri, varlığın özü ile temasa derin bir hasret duymuş ve bunu imkân dâhiline sokmak için didinmiştir. İnsan ruhunun bu hasret ve arayışı, karşımıza sanat faaliyeti, sevgi, macera, hatta bazı hallerde isyan biçiminde çıkabilmektedir. Böyle isyan biçiminde ortaya çıkmayı daha çok mutasavvıf halk şairlerinde gör¬mek mümkündür.
Bu konuşmalardaki mutasavvıf şairlerin ifadeleri yüzeysel bir yorumla, Tanrı’ya isyan, şirk koşma, küfür gibi ifade edilebilirse de, derinliğine ve bâtıni olarak yorumlandığında tamamen aksi bir anlam meydana çıkar. Bu ifadeler hakikatte Tanrıya şirk koşma veya isyan mıdır? Yoksa tasavvuf yolunda mesafe kat etmiş, yüce mertebeler almış mutasavvıfların ifa¬deleri midir?
Tasavvufi halk şiirinde, naz ehli ozanlarda Tanrı1ya direnmenin Tanrı'ya sitemin O'nun varlığını tanımamak, ya da yokluğuna inanmak anlamına gelmez. Tasavvufi halk şiirinde, Tanrı karşısında, insanın durumunu, insana hangi açıdan nasıl bakıldığını anlamak yararlı olur. Genellikle divan şiiri dışında kalan, mutasavvıf halk ozanlarıdır ki insanı bir bütün olarak ele alır. Öteki ozanlarda ise, insan bir bölünmüşlük, dağınıklık içindedir. Mutasavvıf halk şiiri ozanlarındaki Tanrı'ya karşı "Ben de varım" diyen düşünce, divan' şairlerinde görülmez. Divan şiirinde, insanın böyle bir bütünlük içinde yiğitçe ortaya konuşu yoktur. İnsanın yiğitçe ortaya konuşu, insanın kişiliği yararına olan bir gelişmenin sonucudur. İnsanın kimliği, nitelikleri, öz kişiliği, Tanrıyı gönülde bulma duygusunun içindedir.
Bu gün yeryüzünün en uygar bucaklarında bile, Tanrı ile insan arasında¬ki görünüş birliğini, eski Anadolu ozanları gibi ileri süren olmamıştır. Bu yolda nice yiğitlerin başlarını seve seve verdiklerini kolaylıkla görmek mümkün dür, Anadolu ozanlarının belki en büyük başarısı da bu olmuştur.
İnsanın, Tanrı'ya direnişi veya sitemi tasavvufi bir görüşün, uygarca bir anlayışın sözle dile getirilmesidir. Bu düşünce sistemine göre insanı Tanrı yaratmış, ona bütün yetenekleri vermiş, sonra da bütün özgür¬lüğünü elinden almış; bunun arkasından da insanı eylemlerinden sorumlu tutmuştur. Burada görülen "insanın suçluluğu" düşüncesi, anlayışlı bir kimse¬yi, enikonu düşünmeye, suçun, sorumluluğun kaynaklarını araştırmaya kadar itecektir.
İnsan, soru soran, soru sormayı bilen ve isteyen bir varlıktır. Soru sorma, insan kişiliği ile,kimliği ile sıkı bir bağlantı içindedir. İnsan soru sorduğu sürece vardır. Kendi varlık bilincinin aydınlığında davranışlarını ölçecek durumdadır. Yunus Emre'de bu soru sorma bilincinin varlığını buluyoruz. O Tanrı'yı kendi içinde aradığı gibi, karşısına alıp sorguya çekmenin tadına da varıyor. Tanrı'ya soru sormak O’nunla özdeşleşmek dernektir. Soru, Tanrı ile insan arasındaki uçurumu ortadan kaldırır. Tanrı ile insanın birbirine yaklaşmasını, kaynaşmasını sağlar. Böyle bir kaynaşma ortamında Tanrı, dinlerin katı kurallarının bildirdiğikorkunç kılıktan sıyrılır, gerçekten sevilmesi gereken yüce bir varlık niteliği kazanır. Yunus Emre'nin dilinde Tanrı, insanın derinliğinde ışıyan yaratıcı bir güçtür. İlahi aşka vardıran güçlü bir sevgidir.
Yunus aşka büyük önem verir. Yunus'un yaşamı aşktır. O'na göre dünyada aşksız insan yoktur.
"Aşksız insan dünyada belli bilin ki yoktur
Her biri bir nesneye sevgisi var aşıkdur"
Derken de gene güzeller mazharında Mutlak Güzelliği seyrettiğini, Hak'ka gönül vermiş olduğunu anlatır.Yunus'a göre aşık ihtiyarlamaz, sevgi insanı güçlü kılar. Aşk insanı Hak'ka ulaştırır.
"Dağa düşse kül eder, gönüllere yol eder.
Padişahları bile kul eder, cüretli nesnedir aşk.
Cüretkâr Yunus için zaman kalmamıştır. Mekân ânı gözünden silinmiştir. Yaşadığı ilahi aşkla Hak'ka ermiş,. duyduğu sevgi, yaşadığı ilahi aşkla vardığı makamda şüphesi, korkusu kalmamıştır.Dilediğini düşünür, düşündüğünü korkusuzca Hak'ka söyler. Hak’la konuşur. Zaman zaman da Hakkı sorguya çeker, Hak'ka sitem de eder. Tanrı karşısında insanın "Ben de varım" demesi, bir tanrı tanımazlık değildir. Gerçek Tanrı tanımazlık, bütün kötülüklerin Tanrı'dan geldiğini söylemek, insanı Tanrı'nın sımsıkı bağlara vurduğunu, asıp keseceğini ileri sürmektir. Yunus Emre, bu ikiliği, bu köklü ayrılığı bir çırpıda ortadan kaldırıyor. Tanrı karşısında kendi kişiliğini ortaya koymasını biliyor.
Bizim Talim Terbiye kurulu Yunus Emre ' yi anlayamamış sanki onu şirk koşma anlamında anlamıştır.Tabii buda zihniyet meselesi kolay değil....
Saygılarımla....