Din insana gerçek özgürlük ve bağımsızlığını kazandırır
Kimse kimsenin kutsalına dil uzatamaz, tahkir ve tezyifte bulunamaz. Ancak insanların inançları içinde yer alan “öteki din, düşünce ve inançlarla ilgili değerlendirmeleri” açıklama hakkı olacaktır. Mesela Kur’an, şirki, nasraniyet ve yahudiliği değerlendiriyor, Müslüman da bunu açıklayacaktır. İslâm’da insanlar önce inanmak, sonra imanlarını pekiştirmek, yakın derecesine ulaştırmak için düşünmekle mükelleftirler.
İnsanların haklarına saldırmak; yani konuşarak, yazarak, görüntülü yayın yaparak… insanların hak ve özgürlüklerini engellemeye, ellerinden almaya yeltenmek fikir hürriyeti içinde yer alamaz. Müslümanların temel hak ve hürriyetlerini onlara bahşeden İslâm’dır. İslâm’ın bahşettiği bu hak ve hürriyetleri gasbetmeye kalkışan yönetimler, adları ne olursa olsun, meşruîyetlerini kaybederler.
Mehmet Çelen
İfade özgürlüğünü nasıl tanımlıyorsunuz?
İnsanın düşündüğünü, inandığını, açıklama ihtiyacı duyduğunu bir engel ile karşılaşmadan kamuya açıklama hürriyetidir.
Fikir özgürlüğü ile ifade özgürlüğü arasında nasıl bir fark vardır?
Düşünme ve inanç insanın içinde (beyninde, kalbinde, zihninde) oluyor. Bu kısma kimsenin müdahale etmesi mümkün değildir. Dini inanç aynı zamanda bunu açıklamayı, ameli gereklerini yerine getirmeyi, teşkilatlanmayı, daveti, öğrenme ve öğretmeyi içerir. Bunlara da müdahale edilmemesi gerekir.
KUTSALA SALDIRI YOK, DEĞERLENDİRME HAKKI VAR
Dinlerin kutsalı ile ifade özgürlüğü arasında nasıl bir bağ kurulmalı?
Kimse kimsenin kutsalına dil uzatamaz, tahkir ve tezyifte bulunamaz. Ancak insanların inançları içinde yer alan “öteki din, düşünce ve inançlarla ilgili değerlendirmeleri” açıklama hakkı olacaktır. Mesela Kur’an, şirki, nasraniyet ve yahudiliği değerlendiriyor, Müslüman da bunu açıklayacaktır. İslâm’da insanlar önce inanmak, sonra imanlarını pekiştirmek, yakîn derecesine ulaştırmak için düşünmekle mükelleftirler. Ana-babadan, çevreden intikal eden, körükörüne benimsenen inanç İslâm’da makbul değildir. Sâliklerine düşünmeyi bir vecîbe kılan İslâm’ın bunun tabîî bir sonucu olarak düşünme hürriyetini de tanımış olması gerekir. Şüphe iman veya inkâra giden yolun başlangıcıdır; şu halde kişinin şüphe etme hakkı da sözkonusudur. Kişinin kendi başına düşünmesi sahasında düşünce hürriyeti mutlaktır; ne muhteva ne de amaç ve sonuç üzerinde bir kısıtlama bahis mevzûudur. Bu noktada Müslüman ile gayr-i müslim arasında bir fark yoktur; her ikisi de serbestçe düşünebilirler.
Düşünceyi açıklama konusuna gelince, kamu düzeninin korunması ve inanan kişilerin rencide edilmemesi maksadıyla bazı sınırlamalar mevcuttur. Gayr-i müslimler, çoğunlukla Müslümanların oturdukları yerleşim merkezlerinde çan çalma, yortularda sokakta haç taşıma vb. davranışlardan men edilmişlerdir. Kamu düzeninin korunmasına, Müslümanların rencide edilmemelerine yönelik olan bu tedbir, fikir açıklama bakımından da sözkonusudur. Belli bir düşünceyi ve inancı paylaşanlar bunu kendi aralarında rahatça konuşup tartışabilirler. Ancak başka inancı benimseyenler arasında fikirlerini açıklamaları, fitne denilen “asâyiş ve huzurun bozulması” olayı ile ilişkilidir; fitnenin bulunmadığı yerde fikir de açıklanabilir.
Müslümanların düşüncelerine gelince, sünnî ortamda yaşayan bir Müslüman, Ehl-i sünnet inanç ve düşüncesine ters düşen inanç ve fikir taşıyorsa bunu açıklamasına değil, başkalarını ona dâvet etmesine; yani propaganda yapmasına, yine fitneye bağlı olarak engel olunur. Böyle inanç ve fikir sahipleri bir grup teşkil etmiş bulunursa bunlara “bid’at ehli” denir. Bid’at ehli, kendi düşünce ve inançlarını iktidar yapmak üzere eyleme geçmedikçe kendilerine müeyyide uygulanamaz. Serahsî’nin tesbitlerine göre Hâricîlerden bir grup, bir yerde toplanmış ve Halife Hz. Alî aleyhinde konuşmuşlardı. İçlerinden birisi Hz. Alî’yi öldüreceğine yemin etti. Durumu gören bir Müslüman bu kişiyi yakalayıp Hz. Alî’ye getirdi ve aralarında şu konuşma geçti:
- Onu serbest bırak.
- Seni öldürmek üzere Allah’a yemin ettiği halde onu nasıl serbest bırakabilirim?
- Beni fiilen öldürmediği halde onu öldüreyim mi?
- Ama sana hakaret etti!
- Sen de ister ona hakaret edersin, ister hakaret de etmeden serbest bırakırsın!
Serahsî bunu ve benzeri başka olayları naklettikten sonra “Müslümanların çoğunluğunun düşünce ve inançlarına ters düşen düşünce ve inanç sahipleri, devlete isyan etmedikçe devletin bunları öldürme veya hapsetme haklarının bulunmadığı” sonucuna varmaktadır. (1)
Din değiştirme ifade özgürlüğü kapsamında düşünülebilir mi?
Laik sistemlerde din değiştirmek din ve düşünce özgürlüğü içinde yer almıştır. İslam’da ise farklı ictihadlar vardır. Müslümanın açıklayamayacağı bir tek inanç vardır o da “İslâm’ı terketmek, İslâm’dan dönmek, başka bir inancı veya imansızlığı benimsemektir.” Henüz Müslüman olmayan şahısların bu hakları var iken Müslümanlar için böyle bir hak tanınmamıştır. Bunun da sebebi, “Bir kere gerçekten Müslüman olan bir şahsın, bir daha İslâm’ı terketmesi için hiçbir geçerli mazeret ve sebebinin bulunamayacağı” inancıdır. Dinden dönmenin serbest olması, bazı yükümlülüklerden kurtulmak için kötüye kullanılmasına da sebep olacaktır. Ayrıca Müslüman, toplumun sırlarını, gizliliklerini bilen, gizlilikler kendisine açılmış bulunan bir şahıstır. Böyle bir şahıs İslâm’dan dönünce topluma hıyanet etmesi ihtimali vardır ve bu hıyanet, yabancınınkinden daha zararlı olur. İşte bunun için başka sistemlerde vatana hıyanet suçuna verilen ceza, İslâm’da dinden dönme suçuna verilmektedir. Bir kısım İslâm müctehidlerine göre dinden dönme suçunun cezası ölüm değildir. Ancak dinden dönüp Müslümanlara savaş açan öldürülür. Ebû- Hanife’ye göre dinden dönen kadın öldürülmez; çünkü kadın savaşçı değildir.
GAYRİ MÜSLİMLERE TANINAN HAK VE SINIRLAR
İslam devletinde Müslüman olmayanlar fikirlerini nasıl ifade edecekler? Bunun sınırı ne olmalıdır?
Müslüman veya ehl-i sünnetten olmayanlar da inanç ve düşüncelerini açıklayabilirler. Ancak kamu düzenini ve asayişi bozmamak, yalana ve psikolojik etkilemeye dayalı propaganda yapmamak şart koşulabilir. Bu vesile ile Hz. Peygamber’in (sav) Necrân hıristiyanlarının şahsında bütün kitaplı gayr-i müslimlere hitaben yazdırdığı andlaşma metnini vermekte fayda görüyoruz. Bu metin, gayr-i müslimlere verilen düşünce ve vicdan hürriyetinin muhteva ve sınırlarına ışık tutmaktadır:
“…Hiçbir din adamının görevi, râhibin ruhbanlığı değiştirilmeyecek, kimse seyahatten menedilmeyecek, mâbetleri yıkılmayacak, binaları İslâm mescitlerine veya Müslümanların binalarına katılmayacaktır. Kim bunları yaparsa Allah’ın ahdini bozmuş, Resûlüne karşı durmuş ve Allah’ın verdiği emandan yüz çevirmiş olacaktır… Papazlardan, din adamlarından, kendilerini ibâdete vermiş kişilerden, keşişlerden, tenha yerlerde ve dağ başlarında ibâdetle meşgul olanlardan cizye ve harâc (vergi) alınmayacaktır… Hıristiyan dinini benimsemiş bulunan hiçbir kimse Müslüman olması için zorlanmayacaktır; ‘…ehl-i kitâb ile ancak güzellik yoluyla mücadele ediniz.’ Onlar nerede olurlarsa olsunlar kendilerine merhamet kanatları gerilecek, kimsenin onları incitmesine izin verilmeyecektir… Bir hıristiyan kadın kendi isteği ile bir Müslüman erkeğin yanında bulunursa (onunla evlenirse) Müslüman koca onun hıristiyanlığına razı olacak, kendi büyüklerine uyma ve dinî görevlerini yerine getirme konusundaki arzularına uyacak ve onu bunlardan menetmeyecektir. Kim buna uymaz ve kadını dini konusunda sıkıştırır, baskı altında tutarsa Allah’ın ahdine, Resûlünün andlaşmasına karşı çıkmış olur ve o kişi Allah nezdinde ‘yalancılardan’ biridir. Eğer onlar (hıristiyanlar) kilise ve manastırlarını tamir, yahut başka bir din ve dünya işinde müslümanların yardımına muhtaç olurlarsa müslümanlar onlara yardımda bulunacak ve bu onları borç altına sokmayacaktır; yardım, dinî bir ihtiyaçlarından dolayı onları destekleme, Allah Resûlünün ahdine vefâ, onlara bağış ve Allah’ın bir lûtfu olarak yapılacaktır…” (2)
Bu antlaşmaya Resûlullah’ın (sav) halîfeleri tarafından teyid edilmiş yalnızca İslâm ülkesinin istiklâl ve bütünlüğünü, İslâm toplumunun izzet ve düzenini koruyacak bazı ekler getirilmiştir. (3)
HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN GASPI GAYRİMEŞRULUKTUR
İnsanların haklarına saldırmak fikir ve ifade özgürlüğü kapsamına alınmalı mı alınmamalı mı?
İnsanların haklarına saldırmak; yani konuşarak, yazarak, görüntülü yayın yaparak… insanların hak ve özgürlüklerini engellemeye, ellerinden almaya yeltenmek fikir hürriyeti içinde yer alamaz. Müslümanların temel hak ve hürriyetlerini onlara bahşeden İslâm’dır. İslâm’ın bahşettiği bu hak ve hürriyetleri gasbetmeye kalkışan yönetimler, adları ne olursa olsun, meşruîyetlerini kaybederler. Bu yönetimleri İslâm’a izâfe etmek ve meselâ İslâm padişâhı, sultânı, lideri… demek doğru değildir ve gerçeği aksettirmemektedir. Totaliter olmakla ittiham edilen İslâm’ın ilk halifesi (devlet başkanı) bu makama beyat ile (bir nevi seçim ile) gelmiş ve ilk hitabesinde şunları söylemiştir: “En hayırlınız olmadığım halde beni bu makama getirdiniz; eğer beni hak (doğru, âdil, kanunlara uygun bir davranış) üzerinde bulursanız bana yardım edin, bâtıl üzerinde görürseniz beni düzeltin. Ben sizi yönetirken Allah’a itâat ettiğim sürece siz de bana itâat edin. Aksi halde bana itâat borcunuz yoktur. İyi bilin ki -başkalarından onun- hakkını alıncaya kadar içinizde en zayıf olan benim nezdimde en güçlüdür. Başkalarının hakkını kendisinden alıncaya kadar içinizde en güçlü olan, benim nezdimde en zayıf olandır. İşte bu sözlerimi söyler ve Allah’tan beni bağışlamasını dilerim.” Bu hitabe, bugün adına “hukuk devleti” denilen sistemin bundan 14 asır önceki ifadesidir ve uygulama da bu yönde olmuştur. Eğer bazı Müslümanlar fuhşa, sömürüye, müstehcenliğe, bozgunculuğa hürriyet istiyor ve bunu “temel hak ve hürriyetler” içinde sayıyorlarsa İslâm’ın bunları kısıtlayacağına kaçınılmaz olarak bakmalıdırlar.
Ancak bu kısıtlama, total bir yönetimin iradesi ile değil, iradesini Allah iradesi içinde eritmiş bir toplumun iradesi ve rızâsı ile olacaktır. Bugün demokrasi ile idare edilen bazı ülkelerde, aynı inancı paylaşan birkaç kişi evlerinde toplanıp bazı kitapları okusalar, yahut Allah’ı zikretseler bu suç sayılmakta, evleri basılıp aranmakta, bu fiili işleyen (kitap okuyan, Allah’ı zikreden insanlar) hapse atılmakta, memuriyet veya okuma hakkını kaybetmekte, eziyet ve işkenceye tâbî tutulmaktadırlar. İslâm’da ise suç sayılan bir fiili evinde veya başka bir gizli yerde işleyen insanların üzerine gidilemez, evleri basılamaz, suçları teşhir edilemez. Yalnızca buna muttalî olanlar çeşitli ıslâh yolları ile onları doğru yola çekmeye çalışırlar. Hz. Ömer bir gece şehri teftiş ederken bir kimsenin evinde içki içtiğini farketmiş ve duvardan atlayarak evi basmış, şahsı suç üstü yakalamıştı. Suçlu “Ben yalnızca bir suç işledim, bunu da evimde, gizli olarak yaptım, sen ise üç suç işledin; Allah ‘evlere kapısından girin’ dedi, duvardan girdin; ‘izin almadan girmeyin’ dedi, girdin; ‘gizlilikleri araştırmayın, tecessüste bulunmayın’ dedi, bulundun; ‘kusur ve günahları örtün’ dedi, buna da riâyet etmedin” deyince Halife bu şahsı haklı bulmuş, öğüt verdikten sonra serbest bırakmıştır.
“Dinde zorlama yoktur” hükmünü nasıl yorumluyorsunuz?
“Dinde zorlama yoktur” hükmünü yorumlamadan önce bu hükme temel teşkil eden âyetin meâline bakalım: “Dinde zorlama yoktur; artık doğruluk ile eğirilik birbirinden ayrılmıştır. Kim Allah’tan gayrısını (tâğûtu) inkâr edip Allah’a iman ederse sağlam kulba yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” (4) Âyet’in açık ifadesinden anlaşıldığına göre dinde zorlama, iman edip etmeme konusu ile ilgilidir. Allah Teâlâ insanlara doğruyu eğriden ayıracak aklı vermiş, ona yardımcı olmak üzere kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Bundan sonra dileyenin iman edebilmesi, inanma ve inancı yaşamasının önünde bir engelin bulunmaması gerekecektir; bunu temin de müslümanların vazifesi ve cihadın gâyesidir. İslâm hâkimiyeti din ve iman hürriyeti getirecek, bu hürriyet içinde isteyen, akıl ve iradesini kullanarak iman edecektir. Bu güçlerini hakkıyla kullanamayıp iman edemeyeni de zorlamanın faydası, zorla elde edilecek imanın değeri, yoktur.
Kişi, din ve vicdan hürriyetinin sınırsız olarak tanındığı bir ortamda akıl ve iradesini bu yönde kullanarak Müslüman olursa yalnızca iman çizgisinde kalıp, bu imanın gerektirdiği davranışlar konusunda serbest olabilir mi? Soru içindeki bu ikinci sorunun cevabı menfîdir; yani iman eden, dilediğince yaşama konusunda serbest değildir. Müslüman olmak kendini Allah’ın iradesine teslim etmek, O’nun iradesine göre yaşamayı taahhüt eylemek mânâsına gelir. Hem Müslüman olup, hem de nefis ve aklının hükmettiği gibi yaşamak, hem asker olup, hem de sivil gibi yaşamaya benzer. İslâm, kendisine iman etmeyenleri buna zorlamaz; iman ettim diyenleri de serbest bırakmaz; onları disiplin içine alır, ömür boyu eğiterek iyi bir Allah kulu olmasını sağlar. Kişi bu disiplin ve eğitim karşısında direnirse bir dizi müeyyide ile karşılaşır; namaz kılmamanın, oruç tutmamanın, zekât vermemenin, haramları çiğnemenin, haklara tecavüz etmenin, suç fiilleri işlemenin, huzur ve asayişi bozmanın, başkaca vecibeleri yerine getirmemenin, kimi manevi, kimi maddi ve cezaî müeyyideleri vardır; müeyyide ise zorlamayı beraberinde getirir.
Türkiye Çin’den sonra en çok hapiste gazeteci bulunduran bir ülke. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bildiğim kadarıyla hapisteki gazeteciler, düşüncelerini açıkladıkları için değil, darbeye veya teröre destek verdikleri ve işbirliği yaptıkları için oradalar. Bir gazetecinin mutlak manada dokunulmazlığı olamaz. Kanunda suç olan şeyi işlerse hapsolunur ve ceza görür.
(1). el-Mebsût, c. X, s. 125 vd.
(2) M. Hamîdullah, el-Vesâik, s. 124-126.
(3) Age., s. 128, 133 vd.
(4) Bakara: 2/256.
ALINTI
http://www.aciksayfa.org/soylesi-islam-hukuku-profesoru-hayrettin-karaman/