“Uzak ve soluk, boğuk davul sesi sanki ormanın kalbinden yükseliyordu. Ses titreşimlerin dışında başka bir şeylerin varlığını hissetim. İlkel geçmişin o anla kaynaştığı, bilinmeyene doğru sürükleyen bir çekim gücü, hiç değişmeyen ritimli zonklamalarıyla beni çağırıyordu.
“... yalnız bir davul, yalnız bir ruh tekrar ve tekrar “gel bana, gel bana, gel bana” diye çağırıyordu. İki yalın vuruş ve hemen ardından heyecan verici oyuk bir titreşim yayan sert ve büyüleyici tek bir vuruş...”Strange Altars, Marcus Bach"Ta Ta Tom... Ta Ta Tom... Ta Ta Tom... " Yineden mi? Neydi o ses? Evet! Evet! yıllar önce duymuştum o hızlı tempolu vudu tamtamları... insanın kanına, beyine işlenen... o ürkütücü... çekici, karşı koyulmaz sesler! çağırıyordu, sürüklüyordu yine!
Uçağımız Rio de Janeiro üzerindeyken heyecanlı fısıltılar patırdılar bizleri uyandırdı, herkesin gözü sağdaki kabin camlara yapışmış, bizim gibi solda oturanlar ise daha iyi görebilmek için ayağa kalkmıştı. Pilot aşağıdaki manzaraya göstermek için uçağı 45 derecelik bir meyille uçuruyordu. Altımızda Corcovado ("kambur") tepesi gözüktükçe herkesin nefesi kesildi. Üzerinde dev 45 metrelik "Kurtarıcı İsa" heykeli kollarını bütün Rio'yu kucaklaşmışçasına açmış, herkesin filmlerde, mecmualarda gördüğü bu 700 metrelik görkemli, sarp yamaçlı dimdik tepeyi canlı canlı görmenin coşkusu herkesi sarmıştı. Altında 10.000 tropik bitki türü barındıran Jardim Botânico parkı yemyeşil serilmiş ve pırıl pırıl bir gerdanlık gibi bezenmiş şehri geniş, çok geniş çılgın desenli yaya kaldırımları ve her biri hakkında şarkılar bestelenmiş Copacabana, İpanema gibi sayısız cıvıl cıvıl plajlar çevreliyor, masmavi denizin ardında sayısız dağlar, tepeler, adacıklar ve Corcovada benzeri teleferik ile çıkılan dimdik Pâo de Açucar (şeker yığını) tepesi. Gerçekten nefes kesici, büyüleyici bir manzara, bu arada büyü derken ... tam da yerine gelmiştik. Doğrusu kim tahmin ederdi ki, Rio'da elli bin Umbanda, yani Vudu merkezi olduğu söyleniliyor.
"Ta Ta Tom... Ta Ta Tom... Ta Ta Tom..." Şimdi hatırladım, Londra'da Roundhouse tiyatrosunda bir gece "Bahia'lı Vudu Dansçıları" inanılmaz bir performans vermişlerdi. İlk kez bu zaman Vudu ile yüzyüze gelmiştim. Dansçılar, kimisi siyah, kimisi beyaz ve kimisi Kızılderili, ancak çoğu bu üç ırktan, bu üç renkten oluşmuş bir Brazileiro kokteyli, yarı akrobatik zengin bir şov sundalar. Ve müzik... insan o müziği dinlediği zaman, Vudu'nun hipnotik, büyüleyici ve coşkulu etkisini daha da iyi anlıyor. Tamtamlar kalp atışlarına senkronize olup, nabzı hızlandırıyor ve bedeni etkisi altına alıyor. O zaman anladım ki, Vudu’nun arkasında bildiğimizin dışında başka şeyler var, basit bir olay değil. Ayrıca danslar, sesler, bir renk ve ses cümbüşü, ilkel ama doğal bir zarafet, sanki insani duyguları doğa güçleriyle kaynaşmış. İnsan kendini doğada, doğada kendini insanda bulmuş.
Tarih: Eylül 1995, yer: Amerika Birleşik Devletlerinin Vudu merkezi olarak bilinen güney eyaleti Lousiana baţkenti New Orleans, Beyaz Mambo (Vudu rahibesi) Dolores EBN TV muhabirine yaptığı ayin amacını şöyle anlatıyor: "Sokaklarda artan suç, şehrimizi yaşanmaz bir duruma getirdi, bunu bertaraf etmek için "Ogun"u çağırmaya karar verdik, çünkü o bu işe en uygun, ateş ve demir loa'sudur" (Vudu tanrısı veya tercihe göre aziz). Hemen sonra, ekranda çıkan görüntüler, gece-yarısı meşaleler ve yer ateşleri ile aydınlanmış kadın ve erkek, zenci ve beyaz, erkekleri yarı çıplak, kadınları uzun beyaz elbiseli turban başlı mambo'nun müritleri "azizlerin oğulları ve kızları" kendilerini iyicene ritime kaptırmış dans ediyor ve biraz da şov yapıyorlardı. Yine o ritim, yine o tekdüze tempo "Ta Ta Tom... Ta Ta Tom... Ta Ta Tom...". Muhabir suçların gerçekten azaldığını söylüyor. Kim bilir belki de sabıkalılar korkudan faaliyetlerine ara vermişlerdi.
İster New Orleans, Rio, Bahia, Port au Prince (Haiti), Miami'nin Küba'li ve New York'un Puero Rico'lu semtlerinde olsun, aynı tamtam sesleri geceleri yükseliyor, tütsüler ve mumlar yakılıyor, kanlı kurbanlar kesiliyor, adaklar veriliyor. Ve kökeni Afrika'da bulunan bu uygulamalar yavaş yavaş Amerikaların her tarafına yayılıyor. Gizlice A.B.D.'nin hemen hemen her büyük kentine hayal edilemeyecek kadar sızmış bile ve 5 milyon taraftarı olduğu söyleniyor. Ve belki bir gün, bir gezide en olmadık yerlerde kulaklarınıza şöyle bir ses gelirse, "Ta Ta Tom... Ta Ta Tom... Ta Ta Tom...", hiç şaşmamanız gerekir.
Bu durumda ne yapmak gerekir? aksi istikamete son surat kaçmak mı? Ayin yapılan bir Vudu humfo'su, bir Candomble terreiro'su veya bir Umbanda tenda'su muhtemelen sokaktan daha güvenlidir ve gelenleri geri çevirmek kurallara aykırıdır, herkes misafirdir. Ancak, yine de bazı merkezlerde dikkatli adım atmak gerekir, özellikle söz konusu bir Quimbanda veya Petro merkezi ise! Ancak, onlar dahi fazla korkulacak yerler değildir. Bu sayfalarda, Türkiye'de ilk kez Vudu konusunda gerçeği açıklamayı hedefliyoruz. Vudu ile ilgili çok şey söylenmiş, çok atıp tutturan olmuştur. Ancak doğruyu eğriden ayırmak için her şeyde olduğu gibi sağlam bilgiler gerekir. Vudu sansasyon dolu, istismara açık bir konu olduğu kadar, çeşitli araştırmacılar, bilim adamları, özellikle antropologlar tarafından titizlikle incelenerek, konusunda dört dörtlük kapsamlı eserler de yazılmıştır. Bunun dışında güvenilir yazarlar bizzat olayları yaşayarak birinci elden kazanılmış deneyimlerini aktarmışlardır. Bu arada Vudu bir takım saçma sapan roman ve filme de konu olmuştur.

Yurdumuzda 1983 yıllında Altın Kitapları tarafından yayınlanan "Kara Büyü" (2), bu konuda ender bir istisnadır, yinede romanın sonlarına doğru konu giderek gerçek dışı bir boyut kazanıyor. Adım adım Küba asıllı Vudu dini Santeria konusunda belgesel özellikte bilgiler veren bu kitabın ne asıl ismi "Kara Büyü", ne de yazarının asıl adı Nicholas Condé. "The Religion" ("Din")(3) adlı bu kitabın, 1982 İngiliz Corgi baskısının arka sayfasında bakın ne yazıyor: "Bu roman için gerekli derin araştırma Nicholas Condé'yi Vudu ayin ve sırların en ücra çevrelerine soktu. "The Religion"nin arkasındaki hikaye şok edici gerçeklerle doludur ... o denli gerçek ki yazar adını açıklamaktan kaçınıyor". Konuyu anlayan biri için kitabın asıl ismi "Din" Vudu gerçeğine uygundur, "Kara Büyü" kapak adı ise, Vudu olaylarından uzak yaşayan Türk okurların anlayışlarına uyarlanmıştır. Bilenler için, Vudu önce bir dindir, büyü sadece yüzlerinden biridir.
Aynı şekilde romanın filmini çevirdiklerinde adını "The Believers", Türkiye'de sinema ve TV'de "Tarikat" olarak gösterildi. Ancak, belgesel nitelikte verilere rağmen roman öykü uğruna Vudu gerçeklerinden sapıyor, film de iyicene sapıyor. Birkaç gerçekçi sahne dışında, film Vuducuları güç peşinde insanlık dışı varlıklar olarak gösteriyor. Oysa, onları iyi tanıyanlar insani yönlerinin güçlü, mizah anlayışları olduğunu bilir. Diğer bir örnek, “Angel Heart”, (Şeytan Çıkmazı) aynı şekilde Hollywood safsataları yansıtıyor: “iyi (veya çoğu zaman olduğu gibi kötü) bir hikaye uğruna her şeyi saptırmak geçerlidir”.
"Gökkuşağı ve Yılan" (The Rainbow and the Snake), fantastik ve eğlendirici hikayesine rağmen, neredeyse belgesel nitelikte gerçekçi ve iyi araştırılmış bir film. Ancak film ve romanlar ne denli gerçeklere yakınsa da, yine de öykü icabı sapmalar görülmektedir. Yine de, gerçek her zaman öykülerden tuhaftır ve Vudu gerçeği romanlara ve filmlere aktarılmayacak kadar garip ve alışagelmiş değerlerimizden bambaşka bir dünyayı temsil ederler. Aslında bu film Wade Davis'in aynı başlıklı ve gerçek bir hikaye içeren kitabından esinlenmiştir(4). Aynı filmdeki gibi Wade Davis Vuducuların sırlarını keşfediyor ve zombi pudrasını tıbbı olarak incelenmesi için Haiti’den kaçırıyor.
Yakında Meta yayınlarından David St Clair’in “Davul ve Mum” (Drum and Candle(5)) kitabı yayınlanacaktır. Arkadaşımız Haluk Özden tarafından tercüme edilen bu kitap Brezilya Vudu'su konusunda oldukça aydınlatıcı ve ayrıntılı bilgi vermektedir. Ayrıca roman gibi okunacak sürükleyici bir eserdir. Çıktığı zaman okumanızı öneririz.
Bir an için ön yargılarımızı bir kenara bırakırsak kabul etmemiz gerekir ki Vudu her şeyden önce bir dindir ve oldukça popüler bir dindir, taraftarları genelde fakir halktandır. Bazılarına göre dünyanın en eski dini olan Vudu'nun kökeni Afrika'dır, ancak yerine göre Hıristiyanlık, Kızılderili Şaman ayinleri ve hatta spiritizma (ruhçuluk) bile karışmıştır, ayrıca yerel bir takım ilaveler ve gelişmelere de tabi olmuştur. Örneğin Santeria'nın bazı türlerinde tamamen Hıristiyan bir dış görünümü almış olabilir, hatta taraftarları tamamen beyazlardan oluşmuş merkezleri de vardır. Ancak, burada yanılmamak gerekir, buradaki uygulamalar esas itibarıyla Afrikalıdır. Hıristiyanlık sadece dış görünümüdür ve binlerce yıllık animist unsurlar onu adeta yutmuştur.
“Doktor Reser ţöyle dedi: ‘İnsan kalbinde hissettiğini zihinsel olarak kabul ettiği an, kolay kolay tekrar kapanmayacak bir kapıyı aralar ... Sözde ilkel zihinlerin, sözde aydınlarınıza kıyasla bir üstünlük gösterdiği bir alanın olduğunu kabul etmek zorunda kaldım. Bir bokor (yaprak doktoru) şifalı otlar konusunda tahsilli eczacılarınızdan çok daha bilgili. Bir görücü, rahip okullarında eğitilmiş papazlarınıza kıyasla iyi ve kötü ruhlar konusunda çok daha bilgili. Bir Vudu rahibi din adamlarınıza kıyasla yaratıcı gücün kaynağı konusunda çok daha fazla bilgiye sahip ve dağda, kulübesinde oturan basit köylü, şımarık şehirlilerinize kıyasla Tanrı’ya çok daha yakındır.”
Strange Altars, Marcus BachAfrika Kökenli İnançların Amerika’ya GöcüBirkaç yüzyıl önce, Güney ve Kuzey Amerikalı ve Karaipli beyaz adamları tarlalarında ve evlerinde köle olarak çalışacak binlerce Afrika kökenli zenci getirmişlerdi. Bu kölelik yılların hikayesi uzun ve hazindir ve siyah adam büyük çilelere ve haksızlıklara maruz kalmıştı. Afrikalılar sıcak iklimlere karşı dayanıklı ve çalışkandılar, Kızılderililer tarlalarda denenmişti, fakat iyi sonuç alınmamıştı. Beyaz efendileri bu köleleri gün doğumundan gecelerin geç saatlerine kadar çalıştırıyorlardı. Ülkelerinde ayrı kabilelerde yaşayan bu zenciler bir arada yaşamak zorunda kaldılar. İnançlarını ve ayinlerini birleştirdiler. Aralarında Senegal asıllı Müslümanlar bile vardı ve hatta bunlar Haiti'de bazı köle ayaklanmaların arkasında bulunmuşlardı.
Beyaz adam, kendini haklı gösterebilmek için, gerekçe olarak köleliğin amacını Afrikalı’yı putperestlikten kurtarmak, vaftiz ederek İsa'nın yolunda hidayette erdirmek olarak göstermek zorundaydı. Zencileri vaftiz edilse de, dıştan Hıristiyan gözükseler de, onları biraz kazıdım mı, altları öz ve öz Afrikalı çıkıyordu. Vaftiz töreni Afrikalı için sadece yeni bir sihirli formüldü, oysa kendisi onun gibi daha ne ayinler bilirdi, hatta kendince daha sihirlisini de. Bu işten "beyaz adam ne anlardı ki?". Afrikalı, çektiği bütün zorluklara rağmen, belleğinde kültürünü, geleneklerini olduğu gibi taşıyordu ve bir yandan beyaz adamın büyüsünü öğrenmeye çabalıyordu.
Zaten beyaz adam aslında kendi dinini fazla aşılamak istemiyordu, zencileri ne kendisi ile aynı platforma oturtmak, ne de kafasını kurcalayacak fazla fikir vermek istiyordu. Ne de olsa, beyaz adam siyah adam sayesinde zengin olmuştu ve siyah hizmetçilerle çevrili büyük bir konakta yaşıyordu. Bu arada beyaz adamın çocuklarına bakan zenci süt annesi ona Afrikalı orişa (Brezilya'da loaların adı) ve büyücüler hakkında masallar anlatıyordu. Ayrıca, hizmetçi odasında genç ve güzel zenci, beyaz efendiyi kendisine bağlamak için büyü yapıyordu, tropik iklimler beyaz hanımefendiye göre değildi, gün geçtikçe eriyordu ve günleri de sayılı idi. Bu beyaz gelinler 13, 14 yaşlarında Portekiz'den getiriliyordu ve hemen evlendiriliyordu. Genç yaşlarda aşırı doğumlar onları zayıf kılıyordu. Efendilerin ilgileri de hep dişi kölelerdeydi. Güzel zenci, beyaz efendinin bakışlarını fark etmişti ve olayların gelişi kaçınılmazdı. Artık Brezilya kanunları bu tür evlilikleri kabul ediyordu, siyahlarla evlilik dışı ilişkiler ise zaten çığırından çıkmış durumdaydı. Saat ilerlemişti ve beyaz adam yatmıştı, fakat çok uzaktan, yoksa kölelerin toplu olarak kaldığı baraklardan mı? garip bir ses geliyordu ... "Ta Ta Tom... Ta Ta Tom... Ta Ta Tom... ". Azizlere dua etmeye ve siyah süt annesinin ona verdiği korunma muskasını sıkıca sıkmaya başladı.

Bu arada, her nasıl olduysa, garip bir mütasyon başladı, Afrikalılar azizlere, İsa'ya ve Meryem Ana'ya aşırı ilgi göstermeye başladılar. İlk başta bunun sebebi tam olarak anlaşılmadı, ancak bunun aslı şöyle idi: Zenciler heykel, vitray ve ikonalarda tasvir edilen İsa ve Meryem Ana'yı, aziz, melek, havare ve peygamberleri kendi tanrıları ile özdeşleşmişlerdi. Yoruba esaslı Brezilya Makumba'sını ele alırsak, savaş orişa'sı (loa) Ogun, mızrağı ile ejderhayı öldüren San Jorj'dan başka kim olabilirdi. Gök tanrısı Oşala ise İsa, Yemanje de Meryem Ana olmalıdır vs. Zamanla Katolik esaslar, Vudu ayinlerin bir parçası haline geldi, ancak hep arka plandaydılar. İrtibat kurulan loalar ve orişalar da her zaman Katolik mezhebin savunucularıydı, Protestanlık onlar için neredeyse dinsizlikten kötü. Ayinler, azizler, fetişler (kutsal cisimler) olmayan bir dinde loalar ve orişalar kendilerini sudan çıkmış balık gibi hissederler, zira onları besleyen inanç ve ibadet ... Eh inanç güzel de, bir iki tütsü veya da mum olsa... hatta kanlı birer kurban ve biraz içki ve puro da sunulsa gel keyfim gel, doğrusu bu yine ülke de o kadar da fena değilmiş. Loalar, Kızılderililerin ayinlerinde kullandıkları tütünü ve beyaz adamın içkisini bir tattıktan sonra, onlar ayinlerin vazgeçilmez unsurları olarak kalmıştı.
Genel bir kural olarak, yeni dünyanın Protestan ağırlık yörelerinde zencilerin Afrika kültürel kökenini kaybettiği ve Katolik ağırlıklı yörelerde bir şekilde koruduğu denilebilir. Kuzey Amerika’da, Afrika asıllıların kökenlerini önemli ölçüde kaybettiği açıkça görülüyor.
Bir yandan siyah adam beyaz adamın dini inançlarını kendi inançlarına katarken, aynı şekilde beyaz adam siyah adamın inançlarından etkilenmeye başlamıştı. Ne de olsa İspanyollar ve Portekizler yüzyıllardır Kuzey Afrikalılar ile yan yana yaşadılar, kanlarında da Faslı kanı vardır. Ayrıca, Katolik mezhebinde de az hurafe yoktu. Ne de olsa, Roma kilisesi neredeyse bütün ayin ve adetlerini, Papanın kıyafetine kadar Roma paganizmi ve Mitra kültünden almıştı. Ayrıca, Katolizmin yayıldığı Avrupa’da eski tanrılar azizlere dönüştürülüyordu. Brigit tanrıçası azize Brigit oluyordu. Dolayısıyla bu süreci tekrar tersine dönüştürme o kadar da zor olmaması gerek.
Fransız hakimiyeti altında Haiti'de böyle bir gelişmeye gerek yoktu, çünkü köleler efendilerinden Fransız ihtilali örnek alarak ayaklandılar. 1, Ocak 1804'te kurdukları cumhuriyetten önce beyazların çoğu katliama kurban gitti. İhtilalin başında Vudu babaloa ve mamaloalar vardı, taraftarlarına beyaz adamın kurşunlarının onlara işlemeyeceği, ölürlerse ruhlarının Afrika'ya gideceğini söylüyorlardı. Budan sonra Haiti 150 yıl dış dünyaya kapalı kara bir ada olarak, Cumhuriyet ilkelerine bağlılık gösterilse de, Vudu’nun neredeyse resmi din olarak egemenliğini sürdüğü küçük bir Afrika adası oldu.
Vudu denildiğinde insanının aklına genelde korkunç ve kanlı ayinler, kurbanlar, yılanlara, dehşet verici putlara tapınma. Kara büyü, afsun, füsün, rukiyeler. Zombiler ve üzerine beddualarla iğneler batırılmış taş bebekler gelir. Böyle şeyler yok demek yanlış olur. Ancak, çoğu kez kara büyü, toplu cemaat şeklinde çalışan Vudu tarikatları dışında, bireysel olarak çalışan bocor, macandal, veya obayifo'ların (büyücülerin) işleridir. Afrika'da köle ticaretinin ilk durağı Afrikalıların kendileriydi, özellikle Dahomey kralları köle olarak sattıkları savaş esirleri dışında, yasalarını çiğneyen büyücüleri, özellikle kara büyücüleri de satıyorlardı. Büyücülerin faaliyetlerini dini faaliyetlerden ayırmak gerekir. Dinin Latince'si "religio"dur ve toplu şekilde uygulanan ibadetler ve ayinler anlamına gelir. Dinde sosyal unsur ağır basar, kara büyüde kişisel çıkar ağır basar ve genelde sosyal normlar önemsenmez. Bir babaloa da büyü yapar, kişisel çıkarlar da söz konusu olabilir, hatta bunlar bizim ahlak anlayışımızı biraz zorlayabilir. Ancak, bunlar bulunduğu toplumun normlarına ya uyar, ya da bir şekilde kendini kabul ettirmek zorundadır. Zira ahlak kurallar toplu yaşamın getirdiği bir icaptır.