Sayın Adam, hatırlıyorsanız "Bilgi Nedir?" başlığına ben de iki ileti girmiştim, siz bu konularda araştırma yapmadığınız için olsa gerek, burada "felsefe benim neyime" demişsiniz. Bu tutumunuzu hoş bulmadım. Felsefe, o kadar korkulacak bir şey değildir. Tabii ki akademideki kavramları anlamak konuya yabancı bir insana çok zor gelebiliyor. Ama şunu da belirteyim ben bir felsefe öğrencisi değilim, felsefeyle, özellikle de bilim felsefesiyle, yani "Neyi, nasıl bilebiliriz?" kısmıyla amatörce ilgilenirim. Siz de amatör bir şekilde ilgilenebilirsiniz. Neden hemen havlu atıyorsunuz

Kaldı ki burada da felsefenin alanına girmişsiniz. Felsefenin alanına girmeyen hiç bir şey yoktur

Yazınızı okudum, ilk iletinizdeki "mutlak" tanımınız, ve bunu tanımlarken kullandığınız Türkçe çok hoşuma gitti. Mutlak tanımlanınca göreliliğin ne olduğu da ortaya çıkıyor işte. Mutlak, tartışılamaz, o konu hakkında artık bir şey söylenemez, kendi kendine doğru olan bir realite ise, görelilik de henüz kesinliğe ulaşamamış ve kendisine halihazırda karşı veya alternatif bazı kuramların olduğu olgular için kullanılabilir.
Anlamadığım şey de tam da bu noktada, göreliliği siz bu şekilde tanımlamıyorsunuz, diyorsunuz ki ;
“Göreli” terimi, bir kavram olarak, kendi kendisine yeterli olmayan ve ancak bir başka şeye bağlı olarak ya da bir başka şey ile karşılaştırılarak tanıtlanabilen, geçerliliğini de ancak böylece kazanan ve kanıtlayan şeyleri niteler. Bir başka deyişle, herhangi bir şeyin göreli olduğunu söylemek, onun kendi başına değil ancak kendisinden ayrı ya da kendisini kapsayan başka bir şeyle birlikte var olabildiğini belirtmek demektir. “Görelilik” de bir şeyin nitelik bakımından göreli olduğunu belirler."
Anlamadığım, aslında göreliliği, "kendisine karşı veya alternatif kuramlar var olduğu için kesinliğe kavuşamamış bir olgu" gibi daha kolay tanımlama yolları varken, diğer kuramlara "bağlı" olarak tanımlamanızdı. Evet, bir şeyin göreliliğinden bahsediyorsak, başka bir şeye "göre" olması çok doğaldır. Ancak bu kuramlar, neden ancak karşıtıyla anlamlandırılabilir bir şey olmak zorunda? Bir kuram göreli olabilir, veya o kuramı benimsemeyenlerce "göreli" olarak düşünülebilir. Ancak o kuram belki de sağlam temelleri olan, bir çelişki içermeyen bir olgu da olabilir. Herhalde bu da "göreliliğin de göreceli olduğu" gibi bir şeyi işaret ediyor.
Anlamadığım bir diğer nokta da şu;
"Karşıtlık ya da çelişki olumsuz bir durum olarak düşünülmemelidir. Evrendeki her şeyin oluşma biçimi, bir tez ile onun karşıtı olan antitezin çelişkisi sonucu doğan bir sentezi gerektirir. Her sentez de yeni bir tez olarak antitezini arar; bu arayışın verdiği olumlu sonuç, evrendeki her şeyin gelişme yasasını çizer.
Bilen ile bilinen arasında bir karşıtlık bulunmazsa bilgi doğmayacaktır. Dolayısıyla bilinen dediğimiz nesne, bilinmek için sürdürdüğü bekleyişi içinde kendi başına kalacaktır. Bu durum ise nesnenin bilinmeyenliğe ve giderek bilinmezliğe tutsak oluşudur."
Evet süreçler böyle işleyebilir. Ama her bilgi, böyle bir yolla bilgi olmuş olamaz.
Aslında burada bahsettiğiniz şey Hegel Diyalektiği'dir. (Felsefeyle ilgim olmaz diyorsunuz ama farkında olmadan Hegelci olmuşsunuz azizim

)
Hegel diyalektiği de tez antitez sentez mekanizmasıyla, bir diyalektik mantık kurar. Aynı burada söylediğiniz gibi bilgiyi tanımlar. Bunun için de Aristoteles mantığını yadsır. Genel geçer , mutlak doğruların olamayacağını ima eder, tüm süreçlerin, hayatın vb.. sallantıda olduğunu söyler. Olan tek şey değişim ve gelişimdir. Çünkü her "bilgi"ye, "ileride mutlaka bir antitezi çıkacak" bir olgu olarak bakar.
Ben böyle bir mantığı sevmiyorum. Burada sanırım daha kolaylıkla görebildiğiniz gibi, böyle bir diyalektik (tez, antitez, sntez) sonunda, aslında sizin de sevmediğinizi ve benimsemediğinizi anladığım "bilginin mümkün olamayacağı" olgusuna varır. Siz bunu kabul eder miydiniz? Etmediğiniz halde tez antitez sentez mantığına gereğinden fazla önem vermişsiniz.
Diyalektik, elbette gelişmenin araçlarından biridir. Ama tek yol bu değildir. Lineer, düz olarak da bir bilgi gelişebilir, ve kendi yanlışlarını düzeltebilir.
Bence, biz "bilgi" dediğimiz şeye olan güvenimizin sarsılmaması için, önceden böyle bir karşıtlıklar mantığını kabul etmek yerine, Aristoteles'in öncül ve sonuç mantığını, yani ( "a ise b, b, o halde a" gibi ) mantığını kabul etmeliyiz.
İleride varsın bizim görüşümüze anti tez olarak bir görüş daha çıksın. Bu gelişime işaret eder. Ama farkındaysanız, o görüşü oluşturan da kafasında tıpkı benim kullandığım Aristoteles mantığını kullanarak bunu yapar. Ve çoğunlukla benim kaçırdığım ayrıntıları kendisi keşfetmiştir, yani aslında yaptığı benim düşüncemi biraz daha geliştirmiş olmasıdır. Bazen öyle olur ki, benim öncüllerim hatalı çıkmış olabilir. Bu durumda sanki diğeri "antitez" sürmüş, benim gittiğim yoldan gitmemiş gibi görünür. Halbuki esasında aynı mantığı kullanarak bilgiyi geliştirmiş oluruz.
Bu konulardaki görüşlerinizi bekliyorum.
Saygılar.
(Not: Amacımız bilgi edinmekse, kişileri ve insan olmanın gerektirdiği hataları da hoş görmeliyiz. "Siz çöktünüz, bilginiz de çöktü" demek hiç hoş değil. İnsanlar birbirlerini tartıştıkları sürece konuya yönelemezler. Ego savaşları yapmaya hiç gerek yok.)