Londa yangının ardından külleri serpip tekrar konuya dönüyorum, ekleyeceklerim konunun her adımından geçtiği için en son bölüme kadar okuyup düşüncelerimi buraya yazmaya karar verdim:
Sayın ADAM “İnsan-Bilgi Konusu”nda bilginin üç türüne değindi: Görsel ve Deneyimsel Bilgi, Bilimsel Bilgi ve Felsefi Bilgi.
Ardından, bilginin birbirini izleyen dört evresinden bahsetti: Algılama, Düşünme, Anlama ve Açıklama.
“Görelilik ve Bilgi-1” başlığı altında ise: görelilik-saltlık yapısı, bilen ile bilinen, bilen ile bilinen, bilgi türleri, bilginin oluşması, başkalarının bilgilerinden yararlanmak, DNA’larda bilginin var oluşu, eski uygarlıklar, bilinmeyene doğru yol almak başlıklarında konu incelendi.
Sayın popperist “Görelilik ve Bilgi-1” bölümünde bir ekleme yapar, konuya sadece farklı diyalektik görüşler ile değil, farklı mantık yönelimleri ile de bakılabileceğinden bahseder. Bu konuyu biraz daha genişletirsek, biçimsel mantıkla diyalektik arasındaki ilişkiye bir göz atarız. İki konunun gerçek ilişkisi, konuları ayrı ayrı ele alan ve onlara ayrı ayrı bakan düşünme türüyle, aynı zamanda bunları tekrar bir araya getirme ve işlemesini sağlama yeteneğinde olan düşünce arasındaki ilişkidir.
Troçki’nin bu konuda bir benzetmesi mevcut, Troçkiye göre biçimsel mantıkla diyalektik arasındaki ilişki basit matematikle yüksek matematik arasındaki ilişkiye benzemektedir. Biri diğerini yadsımıyor ve belirli sınırlar içinde geçerli olmayı sürdürüyor. Bir başka örnekle, yüzyıllar boyunca hakim olan Newton yasalarının atomaltı parçacıklar dünyasında yanlış olduğu gösterilmiştir. Bu konuyla ilgili mantık ve diyalektik için başka tamamlayıcı örnekler de mevcuttur ancak konuyu dağıtmamak için Troçki’nin benzetmesinde duruyorum.
“Görelilik ve Bilgi-2” başlığı altında ise: bilgi göreli midir değil midir konusunda “Her göreli bilgi saltıklığını da içerir.” Sonucu çıktı.
“Görelilik ve Bilgi-3” başlığı altında ise: tarihte bilgi konusunda, doğanın yapısındaki madde ve evrenin büyüklüğü konuları işlendi.
“Görelilik ve Bilgi-4” başlığı altında ise: sonuç bölümü yer aldı.
Bilginin birbirini izleyen dört evresi konusuna geri dönersek;
Algılama-Açıklama olarak iki nokta ele alalım ve ikisini birleştiren dinamik eğriyi bir yol olarak düşünelim. Bu yol sırasında, pratiğe dökülen yaşam sırasında herhangi bir bilgi türünün bir başkasıyla değişik evrelerdeki sentezinde, birleşiminde ve bir nesnel tezahür oluşturmasında, bazı basamaklara tekrar döneriz, bu bir nevi unuttuklarımızı geri dönüp toplamaktır. Bilgi, anılarımızda depolanır ve zamanla değişen algımıza, düşünce tarzımıza, yöntemlerimize, anlamlandırma biçimlerimize, açıklamalarımıza göre tekrar değişir.
Bilgiyi anlamlandırma sürecinin bir alt basamağı olan düşünme sürecini ele alalım;
Biçimsel mantıkta dışa vuran tek yanlı soyut düşünce, diyalektiği aforoz ederek bilime çok büyük bir zarar vermiştir. Biçimsel mantığı kapsamlı bir eleştirel analizle inceleyen ilk kişi Hegel olmuştur.
“Mantık nasıl düşünüleceğini öğretir mi?” diye bir soru sorulmuş ve buna cevap olarak, “Diyalektik, insanlara düşünmeyi öğretme iddiasında değildir. Bu, biçimsel mantığın ukalaca iddiasıdır ve Hegel bu iddiayı, psikoloji size sindirimi ne kadar öğretiyorsa, mantık da size düşünmeyi olsa olsa o kadar öğretir.” diyerek, ironik bir biçimde yanıtlamıştır.
Nesne, parçalarının ayrıntılı bilgisini elde etmek amacıyla ayrıştırılır, analiz edilir. Ama bunun tehlikeleri vardır: Parçalar, bütünle olan ilişkileri dışında doğru olarak anlaşılamazlar. Nesneye bütünsel bir sistem olarak geri dönmek ve onu bir bütün olarak koşullandıran altta yatan dinamikleri kavramak gerekir. Böylece bilme süreci soyuttan tekrar somuta ilerler. Düşünme evresinin bir yolunu böyle oluştururuz.
Zaman içinde kesintisiz bir dönüşüm süreci yaşanır ve “a”=”a” gibi matematiksel bir aksiyom, bir şeyin değişmemesi, yani değişmeyecekse “var olmaması” ile kendine eşit olacağı anlamına gelir. Bu da bizim için farklı bir bakışla alınan yoldur. Atomaltı parçacıklar vardır ve yoktur. Lineer süreçler kaos içinde sona erer.
Bilgi konusunu bu başlıklar altında bu kadar incelemişken eminim birçoğunuz “Neden bilmeye ihtiyaç duyarız? diye sormuştur kendi kendine…
Bu soruya bir cevap olarak Hegel’den bir aktarım yapalım: “Bilmenin bütün amacı, nesnel dünyayı, onun altında yatan yasallık ve zorunlu ilişkileri mümkün olduğunca sadık biçimde yansıtmaktır.”
Bilgi, algılama-anlamlandırılma durakları arasında gidilen yolun farklı duraklarında da işlenir ve beynimizin bir yerlerinde depolanırken, beynimizi besler ve bizi güçlü kılar. Kimi zaman fazla bilmek ve düşünmek insanı mutsuz etse de, olayları düşünme şeklimiz geliştikçe farklı şekillerde düşünüp olumlu ve olumsuz yönleri daha net görürüz. Bilgileri anlamlandırırken genişleyen dünyamızın çoklu kapıları koridorları uzatır. Biz iç bakışla belki kendimizi devinimin olduğu bir şatoda zannederken, bir başkası bize bakışında ilk başta karşısında sadece küçük bir var zannedebilir. Biz şatonun çevre karşısında ne kadar küçük kaldığını gene bilgi ile anlarız. Küçüklüğümüzü fark etmemiz bizi bilginin imkansızlığını söylemekten çok daha çok araştırmaya ve bilmeye itmelidir.
Bilgi büyük bir güçtür, bilgelik ise bu gücün kullanılması, uygulanması ve aktarılmasıdır. Bilgelik, bazı kaynaklara göre: “Bilgi ile erdemin birleşiminden oluşan olgunluk ve insanın öz varlığını bilmesinden doğan bir içsel aydınlıktır.”
Bilgi ile erdemin parçalarını oluşturduğu bütün, parçalarından daha büyüktür, bu aksiyom bütünün bilge kişi olduğunu söyler. Konuyu bilgin ve bilge kişi tanımlarına getirerek konu dışına çıktığımı bilsem de, birbiriyle bağlantılı konular gidişatın bizi başka başlıklar altında bilge kişilik, erdemler gibi konuların da derinlere inilerek irdelendiğini ve irdelenmesi gerektiğini vurgulamak istedim. Bu konu dahilinde paylaşımlarından ötürü değerli katılımcılara teşekkür ederim.
Sevgi ve saygı ile,