Sayın ADAM,
Üye başvurumun kabul edildiğini "Uzun sure forumda hicbir aktivitede bulunmayan uyelikler, kisa bir sure sonra silinecektir." mesajını aldıktan sonra öğerndim ve yazmaya başladım.
Karşılama cümleleriniz siteye üye olmaya kararı vermemin doğru bir karar olduğunu pekiştirmiştir.
Dinlerin temelini yaratanın yazdırdığı kutsal kitaplardaki öğretiler oluşturmaktadır. Kutsal kitaplarda belirtilenler tasavvur edilemeyen, sonsuz, zamansız, mekansız gibi özellikler sahip ilahi bir güç tarafından yazdırılmıştır (bizlere öğretilen ve bildiklerimize göre). Kutsal kitaplarda yazılanların sorgulanması ilahi gücün yaptıklarının ve özelliklerinin sorgulanması anlamına geleceğinden sogulanmadan kabul edilmesini gerektirmektedir. Hangi dine mensup olursa olsun insanoğlu benimsediği dini öğretileri sorgulamaya başlarsa anlayamadığı ve bilimsel bir temele dayanmayan, içerik bakımından tezatlıklar bulmaya başlayacaktır. Bu durumda ise her din için sorgulamadan kabul etmeyi yani mutlak itaati red eden insanoğlu için dinden çıkma, sapkınlık gibi yaftaların yapıştırlmasına yol açmıştır. Tanrı kelamı mutlaka doğrudur ve sorgulanamaz, eğer bir yanlış anlaşılma var ise o da insanoğlunun kendi yetersizliğinden kaynaklanır. Bu gibi temele dayandırılan hertürlü açıklama ile dinlerin öğretileri ilahi gücün hertürlü yaptıkları, söyledikleri mutlak inanç ve MUTLAK İTAAT i gerektirmektedir.
İnsanoğlu düşünsel anlamda evrim sürecine girdiği andan itibaren etrafındaki her şeyi araştırmaya ve sorgulamaya başlamıştır. kavrayamadığı, sebep sonuç ilişkisi kuramadığı herşeyden korkmaya başlamıştır. Kavrayamadığı, karşı koyamayacağı bu şeylerin hemen hemen hepsine güç atfetmeye başlamıştır. Ki bu temel dürtü olarak yaşamak için ilk ve tek yötem olarak karşı koyamayacağı güçlerin karşısında saklanmış, boyun eğmiş, bağlanmış ve itaat etmeye başlamıştır. Ateşi görmüş korkmuş, yağmuru fırtınayı, güneşi, volkanları, vb. görmüş kendisine zarar vermemesi ve yaşamını devam ettirebilmesi için tapınmaya başlamıştır. Bu güçlerin hepsine tapınmış, adaklar sunmuş ve ilahlaştırmıştır. Bu güçlerin yaptıklarınıda destanlaştırarak bir sonraki nesillere ve toplumlara aktarmıştır (aktarılanların ne kadar doğru olduğu ve ilk orjininden farklılaşma derecelerini anlamak için destanları okumak yeterli olacaktır).
Gücü elinde tutmanın, sahip olmanın ve istediği şekilde kullanarak insanlar ve toplumlar üzerinde egemenlik kurulabileceğini kavrayan insanoğlu bu defa kendisi devreye girmiştir. Yani bilgiye sahip olan korkulan gücü (ateşin, suyun, yağmurun, vb. oluş sebebini kavrayabilen) durdurmak için kendisini ilahi güç ile insanlar arasında aracı olarak atamıştır (ilk ruhban sınıfının ortaya çıkışı).
Tarihte SÜMERLER in yazıyı bulup insanoğlunun bilgileri diğer toplumlara ve sonraki nesillere yazılı olarak aktarması ile insanoğlu tarafından kavranamayan sebep sonuç ilişkisi kurulamayan, korkulan şeylerin sayısında azalma başlamıştır. Ancak, ilahlar varlığını sürdürmeye devam etmişlerdir. Her şeyden sorumlu tanrılar yaratılmış, bir müddet sonra şeyler arasındaki ilişkileri düzenlemek için tanrılar atanmış, tanrılar arasında görev paylaşımı yapıldığı gibi karmaşıklığın (baltadan, ateşten, güneşten, şaraptan, öküzden, sulama kanalından, ölüler diyarından, vb. sorumlu) önüne geçmek için tanrılar arası hiyerarşik düzen kurulmuştur.
Tanrıların memnun edilmesi, kızdırılmaması, adakların sunulması, vb. zaman içerisinde evrim geçirerek tanrılara tapınaklar yaptırılmıştır. Adaklar tapınaklarda sunulmaya başlanmış, tapınaklara sorumlular atanarak tanrı evinin düzeni ve ihtiyaçları giderilmiştir.
Kazanılan zafer sonrası şehir devleti kralı tanrısına kendisine zaferi bahşettiği için minnettarlığını sunduğu gibi tanrılarınında kendisinden memnun olduğunu kazandığı zafer ile bağdaştırmıştır. Bazan tanrılar şehrin kralına kızmış, başka kente gittiği gibi kral tanrısının geri dönmesi için ilahiler yazmış, hediyelerin en güzellerini sunmuştur. Tanrılar arası savaşlar yaşanmıştır.
İnsanoğlunun bilgi birikiminin artması, toplumlar ve medeniyetler arası ilişkiler bilinmeyen, kavranamayan, sebep sonuç ilişkilerinin kurulamadığı şeylerin sayısını azalttığı gibi tanrıların sayısında hızla azalma süreci başlamıştır (öküzün, baltanın, kanalın tanrısımı olur gibi).
Bilimde, sanatta ve düşüncel anlamda ilerleme ile beraber toplumları dizayn etmek için bilinmeyen, algılanamayan şeylerin azalması, yeni bilinmeyenlerin ortaya çıkması ile herşeyin sahibi, mutlak gücün sahibi, tasavvur dahi edilemeyen gibi özelliklere sahip tek tanrı kavramı ortaya çıkmıştır. Yaratan, sonsuz ilahi güç sahibinin insanoğlu ile temasa geçmesi doğrudan olmamış, bu defada tanrının yeryüzündeki gölgesi, güneş tanrısının oğlu gibi ünvanlara sahip aracılar ile olmuştur. Tarihsel gelişim süreci içerisinde yaratılanın tanrısal güce sahip olamayacağı anlaşılınca elçiler, aracılar (peygamberler) tanrı ile kul arasında iletişimi sağlamışlardır.
Tek tanrı kavramı tamamen anlaşılıp, kabullenilip insanoğlunun sığınacağı, zorda kaldığında yardım isteyeceği, yaşama isteğinin devamını sağlayacağı (ölümden sonra), kötülük yapsada affedileceğini bildiği tek tanrı ve kutsal kitaplar kabul edildikten sonra süreç yeni bir boyuta taşınmıştır. Herkes tek tanrı, tek yaratan olduğunu kabul etmesede (hindistanda binlerce din ve ilah, ateistler, vb.) insanoğlunun büyük kısmı tarafından tek ilahi güce tapınılmaya başlanmıştır.
Toplumları dizayn etmek, insanoğlunun ego sunu tatmin etmek sonlanamayacağından bu defa ,izm süreci başlamış ve her şeyde olduğu gibi düşünsel ve manevi anlamda da evrim süreci devam etmektedir.
Sonuç olarak; dini oluşturan kim? sorusuna yanıt vermek için kendi bildiğim kadar ile tarihsel süreci anlatırken yazım içerisinde sürc-i lisan ettim ise affola diyerek sorunun kişisel yanıtını en iyi verdiklerini düşündüğüm efsane, muhteşem gibi ünvanların sahibi iki zattan alıntı yaparak aşağıya eklediğim son sözcükler ile sonlandırıyorum.
Saygılarımla,
Hallac-ı Mahmut: "En el HAK" demiş,
Mevlana:
“Ben ne Hristiyan’ım,
Ne Musevi, ne Farisi, ne de Müslüman;
Ne Doğu’danım, ne de Batı’dan.
İkiliği bir kenara koydum,
İki âlemin bir olduğunu gördüm.”