Kuşkusuz bu soru Türkiye’nin nüfusunun 70 Milyon dolayında olup, toplasan toplasan ancak 20 bin kadar (hatta o kadar bile değil) mason bulunuşundan, bu oranın birçok ülkede çok daha yüksek oluşundan ileri geliyor.
Acaba Türkiye’deki masonların sayısı daha fazla olamaz mıydı?
Olurdu belki ama ülkemizde Masonluk tam gelişmekteyken, tüm localar 13 yıl gibi oldukça uzun bir süre resmen kapalı kalmıştır. (1935 – 1948 tarihleri arasında) Bu arada yine localar kurulmuş ve masonik çalışmalar yapılmıştır ama resmen değil ve kısıtlı olanaklar çerçevesinde. Nicelik bakımından herhangi bir ilerleme olmamıştır. Localar yeniden resmen açıldığında ise önceki masonlardan birçoğu ortalıkta görünmemiştir; ya öldükleri ve sağlıkları artık elvermediği için ya da bu geçen dönem içinde Masonluğu unuttuklarından, ilgilerini yitirmiş olduklarından. Ardından, örgütsel yapılanma biçiminin yerli yerine oturtulması da gecikmeye uğramıştır. Bir diğer deyişle Türkiye’de Masonluğun geçirdiği kriz dönemi 1957 yılına kadar sürmüştür.
Bundan sonra masonlar, localarına yeni üye adayları önermekte oldukça tutuk davranmışlardır. Mason olması için önerileceklerin, üstün bir düzeyde eğitim görmüş, kültürlü, çevrelerinde saygın tanınan, kendini iyice yetiştirmiş, toplum içinde kendine bir yer edinmiş hatta ün sahibi, işini yoluna koymuş, ekonomik bakımdan hiçbir gelecek güvencesi kaygısı kalmamış, erdemli, olgun kişiler olmaları öngörülmüştür. Ancak Masonluğa girmek üzere önerilen kişilere, bu kurum hakkında hemen “hiç” denilebilecek bir ölçüde pek az bilgi verilmesine de özen gösterilmiştir.
Bu nedenlerle, Masonluğa girmek isteyen ya da girmeyi kabullenen kişilerden birçoğu, bu konuda yeterince bilgili ve bilinçli olmadıklarından, Masonluğu kendilerine göre tasarlamış, girdikten sonra ise Masonluğun umdukları ve beklediklerinden çok farklı olduğunu görmüş, çeşitli olumsuzluklarla karşılaşmış, umutları kırılmıştır. Bunun üzerine ya ilgilerini yitirmiş, ya kendiliklerinden ayrılmış (istifa etmiş) ya da düzensiz (gayri muntazam) ilân edilmişler, localarıyla ilişikleri kesilmiştir.
Dolayısıyla, localarda üyelerin sayısı bir yandan artarken diğer yandan azalmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’de günümüzdeki Masonluğun ancak 1960’lı yıllarda başladığı öngörülebilir. Günümüzde bile, bir zamanlar Masonluğa girmiş ve sonradan ayrılmış, belki de “mason” niteliğini almış olduğunu bile unutmuş bulunan insanların sayısı, bir mason locasında “üye” olarak kayıtlı olanların sayısından az değildir. Öte yandan, masonların sayısının artması, Masonluğa karşı ilgisini sürdüren, etkin çalışmalarda bulunanların sayısının çokluğuna da bağlıdır.
Bugün için Türkiye’de sadece bir locada kayıtlı olmaktan öte doğru dürüst herhangi bir masonik etkinlik göstermeyenlerin sayısı neredeyse tümünün yarısını bulur. Bu durumda aslında Türkiye’de toplamda ancak on bin kadar mason bulunduğunu söylemek yanlış sayılmaz.
Bu on bin masondan kaçı bir yıl içinde Masonluğa yeni bir aday önerir? Türkiye’deki tüm localar göz önüne alındığında, bu sayı taş çatlasa bini geçmez. Bu önerilerin hepsinin olumlu sonuçlandığını düşünsek, mason sayısının artış oranı %10 dolayındadır. Bu arada çeşitli nedenlerle ayrılanlar yine olacaktır; o da ayrı.
Üstelik masonlukta sadece niceliği yani sayıya değil niteliğe de önem verilir. Hatta nitelik, nicelikten daha önemli ve öncelikli tutulur. Günümüzde birçok nitelikli insan, Masonluğa girmeye yaraşır olsa, kendilerine bu bağlamda bir öneri götürülse bile buna pek yanaşmamaktadır.
Öte yandan TC Dernekler Yasası’nın getirmiş olduğu birtakım kısıtlamalar vardır: Nitelikli mason adaylarının daha yoğun olduğu kamu sektörü ve yüksek öğrenim kurumlarında çalışanlar istedikleri her derneğe üye olamamaktadır. Bu da Masonluğun gerek niteliksel gerek niceliksel gelişimini büyük ölçüde kösteklemektedir.
Yukarıda ettiğim bir söz üzerine şöyle bir soru da sorulabilir: «Masonlukta ne gibi olumsuzluklar görülür?»
Yer yer ve zaman zaman kimi masonların birer “mason” olduklarını ve Masonluğa girerken verdikleri sözleri unuttuğu, kendilerine yakışmayacak işler yaptıkları, davranışlarının Masonluk ile bağdaşmadığı görülebilir. Yıllardan beri “mason” sıfatını taşısalar bile, Masonluğun ne olduğunu gerektiğince anlayamamış olanlar da çıkar. Bu gibi kimseler, kendilerini oyalamakla kalmaz, Masonluğun onur ve saygınlığını zedeleyip adına leke düşürücü davranışlarda bulunabilirler. Örneğin bir masonun kesinlikle doğru ve dürüst bir insan olması gerekir. Fakat bir bakarsınız ki, “mason” olduğunu bildiğiniz bir kişinin yalancılıkta üstüne yoktur; çevresinde dolandırmadığı kimse kalmamıştır. Böyle bir durum, Masonluğu salt “olması gerektiği gibi” sanıp yücelten bir kişi için oldukça üzücü, hatta umut kırıcıdır.
Elbette «Peki ama masonlar böyle kişileri aralarında tutar mı?» diye de soracaksınız.
Hayır ama bir kez Masonluğa girmiş olan kişi, zaten öyle olduğu halde masonları yanıltıp girebildiyse ya da sonradan Masonluktan hiçbir şey edinmeksizin karakteri değişip kötü yönlere saptıysa, üstelik bir de kendisini “mason” olarak tanıtıyorsa, bu kuruma çok zarar verir. Nitekim mason olabilecek birçok kimse bu olumsuz örneklere bakarak onların birer “istisna” olduğunu düşünmeksizin Masonluğa girmektense girmemeyi yeğlemektedir.