1789 yılında vukubulan Fransız İhtilali'nin dünyada yaydığı eşitlik, adalet, hürriyet fikirleriAvrupa kıtasında monarşiler içinde barınan milletleri heyecanlandırmış ve içlerindeki milliyetçilik ateşini açığa çıkarmıştı...
Milliyetçilik öyle bir ateşti ki, düştüğü yerde izi kalmakta ve rönesans-reform süreciyle doğununzaten bir hayli önüne geçmiş bulunan batıyı yeni bir zafere taşımak üzereydi...
Bu hareketin ürküttüğü iki büyük devlet vardı: Rusya ve Avusturya-Macaristan... Her iki monarşi de çok uluslu birer imparatorluktu!..
Bunlara eklenen bir üçüncüsü daha vardı ki o da biz yani Osmanlı İmparatorluğu'ydu...
Avusturya sefiri Kont Brolci "Osmanlı yıkılırsa ne Avusturya tahtı kalır ne de imparatorluk!" sözleriyle aradaki kader birliğini ifade ediyor, Rus Çarı Sultan Hamid ile yakın dostluk kuruyor, her önerisini de ona kabul ettiriyordu...
Ardından bir büyük dalga geldi ve geride ne bir imparatorluk ne de bir taç bıraktı!..
Avrupa siyasal arenasındaki saflar ve sosyal dinamikler İkinci Dünya Savaşı'nın ardından iyice belirginleşti ve soğuk savaşın sona ermesiyle iyice oturdu...
Yıllar yılı Avrupa, bu gelişmelerle dişe diş kana kan bir gelişim süreci yaşadı. Binlerce insanın kanı aktı! Milyonlar bu uğurda hayatını kaybetti. Paris'te binlerce işçi sınıf bilinciyle savaştı!..
Türkiye, bastırıcı hanedanın ve 600 yıllık "kul" geleneğinden kurtulamadığı içindir ki bu süreçlerin hiçbirini sağlıklı biçimde de yaşayamadı...
Yüce Atatürk, zalim hanedan ve yabancıların Türk Milleti üzerine vurduğu prangayı milletiyle birlikte parçalayıp bize milli esaslara dayalı bu ülkeyi miras bıraktığında bu tarihsel gerçeklikle burun buruna geliverdik. Çünkü biz batının yaşadığı hiçbir şeyi aslında yaşamamıştık!..
Şu anda toplumun hemen her kesiminde dinsel kaynaklı siyasallaşmayı savunanlar 31 Martta da varlardı, III. Selim'in katlinde de... Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in asılmasında da... İstanbul'un işgalinde de... Menderesin ve Özalın yaptıklarında da!..
Sebep:
Batılı siyasal toplumsal süreci yaşamayışımızdır. Atamızın bize miras bıraktığı, çağın gereklerine uygun, genç ve dinamik, milli Türkiye Cumhuriyeti projesine karşı dile getirilip savunulabilecek hiç bir köklü siyasal alternatif bulunmuyor...
Tek yapılabilen dinsel gericiliğin yeni modlarla karşımıza oturtulmasıdır.
1800'de din elde gidiyor yaygarası,
1909'da padişah elden gidiyor nidası,
1923'te din elden gidiyor kepazeliği,
1950'lerde komünizm geliyor komedisi,
1982'de solculardan temizlenme paranoyası...
28 Şubat 1997'den sonra demokratikleşelim yaygarası...
Aslında ne kadar acı verici bir durum..Ülkemizin milletimizin 600 yıldır yatırıldığı yok edici uykunun üzücü de bir delili... Milli devlete karşı tek yapılabilen alternatör gericilik ve onun yeni formu (adı 1997'den sonra ezbere çekilen) demokrasi!..