Tapınak Şövalyeleri, son zamanlarda gündeme gelen birçok araştırma sonucunda aktarılanın aksine, yüzeysel olarak anlatılamayacak kadar gizli yönleri bulunan, komplo dolu bir geçmişi olan bir tarikattır. İki bölüm olarak hazırladığımız bu yazı dizisinin ilk bölümünde bu gizli tarikatın doğuşu ve gelişimi sırasında uyguladıkları sömürgeci ve şiddet dolu strate
ji; ikinci bölümünde ise dağıtılmalarından sonra yeraltında "masonluk" kılıfıyla sürdürdükleri karanlık faaliyetler ortaya konacaktır.
Tapınak Şövalyeleri ya da kısa adıyla Tapınakçılar, kökeni Ortaçağ'a kadar uzanan, faaliyetleri ve yandaşları ise zamanla değişikliğe uğrayan gizli bir örgüttür.
Gerek yapılan araştırmalarla, gerekse haklarında yazılan makale ve kitaplarla günümüzde hala kendilerinden söz edilen Tapınak Şövalyeleri, tarihte çok önemli bir yeri olan Haçlı Seferleri'nin sonucunda Kudüs'te ortaya çıkmıştı. I. Haçlı Seferi'nden sonra kısa sürede geniş bir siyasi nüfuza sahip olan Tapınakçılar, Ortaçağ'ın en büyük maddi güçlerinden biri haline geldi. Başlangıçta kendilerini dindar gibi gösteren Tapınakçılar, bu yolla kazandıkları itibar ve imtiyazları kullandılar. Tapınakçıların 1307 yılında başlayan mahkemelerine ait tutanaklar ise, örgütün içyüzünü gözler önüne serdi: Örgüt, kurulduktan kısa süre sonra bir tür satanist öğretiye yönelmiş, ayrıca Avrupa'nın en büyük servetlerinden birini elde etmişti.
Dışarıya verdikleri görüntünün aksine çok farklı amaçları olan bu tarikat, bugün her ne kadar tarihten silinmiş gibi görünse de o tarihten beri faaliyetlerine kapalı kapılar arkasında çeşitli isimler adı altında gizlice devam etmektedir.
Tapınak Şövalyeleri, nasıl kuruldu? Ortaçağ'ın en büyük maddi gücünü nasıl elde ettiler? Bu gizli tarikatın servetinin boyutu neydi?
Kudüs'te Tarih Sahnesine Çıkan Tapınakçılar Tapınak Şövalyelerinin tarihinde Kudüs'ün önemli bir yeri vardır. Yaklaşık 460 yıl Müslümanların egemenliği altında kalan Kudüs, 1099 yılında Birinci Haçlı Seferi sonucu Hıristiyanlar tarafından işgal edildi. I. Haçlı Seferi'ne katılanlar, 5 hafta süren uzun bir kuşatmanın ardından büyük bir katliam gerçekleştirerek kente girdiler. Bir tarihçinin ifadesiyle, "Buldukları tüm Arapları ve Türkleri öldürdüler... Erkek veya kadın, hepsini katlettiler." (Geste Francorum, or the Deeds of the Franks and the Other Pilgrims to Jerusalem, trans. Rosalind Hill, London, 1962, s. 91)
Kudüs'e giren Haçlılar karşılaştıkları herkesi akla hayale gelmez işkencelerle öldürdüler; buldukları herşeyi yağmaladılar. Camilere sığınan masum insanları çoluk çocuk, genç yaşlı demeden katlettiler. Müslümanların ve Yahudilerin kutsal mabetlerini tahrip ettiler. Şehrin sinagogunda saklanan Yahudileri, sinagogu ateşe vererek yaktılar. Eşine az rastlanır bu barbarlık şehirde öldürülecek kimse kalmayıncaya kadar devam etti. Dr. E.L. Skip Knox, "Fall of Jerusalem", 2001
Bir tarihi kaynağa göre, Haçlıların vahşice öldürdüğü Müslümanların sayısı yaklaşık 40.000'di. (August C. Krey, The First Crusade: The Accounts of Eye-Witnesses and Participants, Pinceton & London, 1921, s. 262) Bu rakam, Haçlıların Kutsal Topraklarda yaptıkları büyük bir barbarlık örneği olarak tarihteki yerini almıştır.
Yapılan tüm bu katliamlardan sonra nihayet 1099 yılında, Kudüs Krallığı kuruldu ve işgal hareketi Antakya-Urfa yönünde genişledi. Tapınakçılar ise, Haçlıların Kudüs'ü ele geçirmelerinden ve bir Latin Krallığı kurmalarından yaklaşık 20 yıl sonra tarih sahnesine çıktılar. Krallığın kurulduğu yıllarda savaşa katılan askerlerin çoğunluğu geri dönerken, başta Fransa'dan gelmiş bazı soylular ve askerler olmak üzere, ileriki yıllarda Tapınakçıları oluşturacak bir grup Haçlı askerinin bölgede kalmayı kararlaştırması dikkat çekiciydi.
Tarihteki İlk Sahtekarlıkları Tapınakçılar ilk sahtekarlıklarını kuruluş amaçlarını açıklarken yapmışlardır. Buna göre şövalyelerin görünüşteki amacı, Kutsal Toprakların ve Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamak ve Hıristiyanlığı bu beldede yaymaktı. Bir avuç idealist askerin ve din adamının gerçekten bu amacı güttüğü düşünülebilirse de, genel tablo göz önüne alındığında bunun sadece olayın gösterilen kısmı olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır.
1118 yılında kurulan ve herkesce tanınan adı "Tapınakçılar" veya "Tapınak Şövalyeleri" (İngilizce'de Templars ya da Knights Templar) olan bu tarikatın tam ismi "İsa'nın ve Süleyman Tapınağı'nın Yoksul Şövalyeleri" idi. ("Pauperes Commilitones Christi Templique Salomonis") Kurucuları ise toplam 9 şövalyeden oluşuyordu. Ortaçağ Avrupasının en güçlü, en etkili ve hakkında en çok konuşulan örgütlerinden biri olacak olan bu tarikatın kuruluşu Kudüs'te sessiz sedasız gerçekleşti. (Bu tarikat hakkındaki bilgilerin önemli bölümü, 12. yüzyılda yaşayan tarihçi Guillaume de Tyre kanalıyla günümüze ulaşmıştır.)
Tarikatın kurucuları dönemin Kudüs Kralı II. Baldwin'in huzuruna çıktılar ve Birinci Haçlı Seferi'nin ardından Kudüs'e akın eden Hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip olduklarını belirttiler. Kral, Tapınakçılar'ın ilk "Büyük Üstadı" olan Hugues de Payens'i yakından tanıyordu. Kendilerine büyük destek verdi; aynı zamanda onlara bir zamanlar Süleyman Tapınağı'nın yer aldığı (Mescid-i Aksa'yı da kapsayan) bölgeyi tahsis etti. Büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi'nin Hıttin Savaşı'nın ardından Kudüs'ü geri almasına kadar geçen 70 yıl süresince "Tapınak Tepesi", Tapınakçılar'ın merkezi oldu. Kendilerine "Süleyman Tapınağı" ile bağlantılı bir isim verilmesinin nedeni de buydu. Özellikle burasını kendilerine üs olarak belirlemeleriyse rastgele bir seçim değil, bilinçli bir tercihti. Tapınak, Hz. Süleyman'ın gücünün bir simgesiydi; Tapınak'tan geriye kalanlar ise büyük gizler barındırıyordu.
Kurucu şövalyelere göre, bir araya gelmelerinin, diğer bir deyişle bu tarikatı kurmalarının amacı, Kutsal Toprakların ve Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamaktı. Ancak Tapınakçılar'ın gerçek amacı çok farklıydı.
Tapınakçılar'ın Gizlenen AmacıDokuz Tapınak şövalyesinin, kuruluş aşamasında ilan ettikleri gibi, Hayfa'dan Kudüs'e kadar olan bir bölgeyi kendi başlarına korumaları fiziksel olarak imkansızdı. Tapınakçılar'ın yardımseverlik değil, aksine ekonomik ve siyasi çıkarlar peşinde oldukları açıktı.
Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan 33. dereceden büyük üstad Albert Pike (1809-1891), masonluğun temel eserlerinden biri kabul edilen Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında, Tapınakçılar'ın gerçek amacını şöyle açıklamıştır:
"...Tampliyelerin (Tapınakçıların) ilan edilen görevi, kutsal yerleri ziyarete gelen Hıristiyanları korumaktı. Gizli amaçları ise, Ezekiel'in haber verdiği modele uygun olarak Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etmekti... Tapınakçılar, en baştan beri Roma'nın (Papalık) ve onun krallarının egemenliğine karşıydı. Amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak Kabalistik dogmayı yerleştirmekti." (Albert Pike, Morals and Dogma, The Roberts Publishing Co., Washington, 1871)
Her ikisi de mason olan İngiliz yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas da, The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında Tapınakçılar'ın kökeni ve amaçlarına yer vermektedirler. Pike'ın verdiği bilgilere ek olarak, Tapınakçılar'ın Kudüs'te bulundukları dönemde gerçekten de büyük bir değişim yaşadıklarını ve Hıristiyanlık inancı yerine başka öğretiler kabul ettiklerini vurgulamışlardır. Kitapta verilen bilgilere göre bunun temelinde ise, Kudüs'teki Süleyman Tapınağı'nda "keşfettikleri bir giz" yatar. (Christopher Knight, Robert Lomas, The Hiram Key, Arrow Books, 1997, s. 37)
Zaten Tapınakçılar'ın Kudüs'teki asıl hedefleri, Süleyman Tapınağı'nın harabelerini araştırmak olmuştur. Yazarlar, Tapınakçılar'ın "Filistin'e giden Hıristiyan hacıları korumak" şeklindeki görüntüsünün sadece bir kılıf olarak kullanıldığını, tarikatın asıl hedefinin çok daha farklı olduğunu şöyle açıklarlar:
"Tapınakçılar'ın kurucularının herhangi bir zaman hacılara koruma sağladıklarına dair hiçbir kanıt yoktur, ama öte yandan Herod Tapınağı'nın (Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşa edilmiş hali) yıkıntıları altında yoğun araştırma kazıları yaptıklarına dair son derece ikna edici kanıtlar buluyoruz."
The Hiram Key kitabının yazarları, Tapınakçılar'ın bu araştırmalarının sonuçsuz kalmadığını, tarikatın gerçekten de Kudüs'te, "dünya görüşlerini değiştiren" önemli birşeyler bulduklarını yazmaktadırlar. Pek çok araştırmacı da aynı kanıdadır: Tapınakçıların Hıristiyan bir dünyada doğmalarına, Hıristiyan kökenden gelmelerine rağmen, Hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan, onları sapkın ayinlere, kara büyü ritüellerine yönelten bir "kaynak" olmalıdır. Peki bu kaynak ne olmuştur?
Sapkınlıkların Temelinde Yatan Öğretiler Tapınakçılar'ın Hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan kaynak "Kabala" olmuştur. "Sözlü gelenek" anlamına gelen ve çeşitli kaynaklarda Yahudi dininin mistik, ezoterik (batıni) bir kolu olarak tarif edilen Kabala, Tevrat'ın ve diğer Yahudi dini kaynaklarının gizli manalarını araştıran bir öğretidir. Binlerce yıldır hemen her türlü büyü ritüelinin temel taşlarından birini oluşturmuştur. Yahudi olmayan pek çok insan da Kabala'nın gizeminden etkilenmiş, bu öğretiyi kullanarak büyü ile uğraşmıştır. Tapınakçılar da bunlardandır; "büyü gücüne sahip olmak" için Kabala üzerinde çalışmalar yapmışlardır. Dahası gerek Kudüs'te, gerekse Avrupa'da Kabalacılarla ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Kabala, şövalyelerin aşina oldukları büyüler, tılsımlar, gizemler, semboller ve bunların nasıl kullanılacağı konusunda bilgiler içermekteydi Şövalyelerin Kabala'yla bu kadar yakından ilgilenmelerinin sebebi aslında çok açıktır: İstedikleri maddi gücü elde etmek için, büyü gibi sapkın yöntemlerden yardım almaları gerektiğine inanıyorlardı. Bu görüş, konuyu araştıran pek çok araştırmacı tarafından paylaşılmaktadır. (Alan Butler, Stephen Dafoe, The Templar Continuum, Templar Books, Belleville-Ontario, 1999, s. 70)
Tapınakçıların sapkınlıklarına kaynak olan bir başka öğreti ise İran kökenli Mani inancıyla başlayan ve Katarlarla Fransa'da doruk noktasına ulaşan sapkın dualist bir inançtır. Bu sapkın inanca göre dünya hakimiyetinin yolu şeytana hizmet etmekten geçmektedir. Anlaşılacağı üzere, Tapınakçılar bugünkü satanistlerinkine benzer şeytani bir telkinin etkisi altındaydılar.
Tüm bu sapkın inançların bir sonucu olarak, Tapınakçılar Hıristiyan ahlakından tamamen uzaklaşmış, yalnızca dünyevi çıkarlarını gözeten karanlık bir örgüt haline gelmişlerdir.
Tapınakçıların, bu zihniyet ve idealleri, daha sonradan dönüştükleri masonluk örgütüne miras kalacak ve yeryüzünün perde arkasındaki yöneticilerinin temel zihniyeti olarak günümüze kadar varlığını ve etkisini sürdürecektir. Halen dünya üzerinde yaygın olan, din ahlakına uygun olmayan yaşam felsefesinin mimarları ve uygulayıcıları da bu sapkın tarikatın mirasçılarından başkaları değildir.
Tapınakçılar'ın Genel Yapısı Tapınakçılar'ın en dikkat çekici özelliği, gizliliğe son derece önem vermeleriydi. Kuruluş ile kapanış arasında geçen iki yüzyıl boyunca, bu ilkelerinden asla taviz vermediler. Bu ise akla ve mantığa ters bir durumdu. Çünkü böyle bir gizlilik için hiçbir neden yoktu. Eğer söyledikleri gibi Katolik Kilisesi'ne bağlılarsa, zaten o dönemlerde Avrupa tamamen Katolik Kilisesi'nin egemenliği altındaydı. Eğer Hıristiyanlığın gereklerini yerine getiriyorlarsa, saklanmak, gizlenmek için hiçbir gerekçe yoktu. Yalnızca bu bile Tapınakçılar'ın, Kilise'nin uygulama ve öğretilerine aykırı işler yaptıklarını gösteriyordu.
Tapınak Şövalyeleri'nin kendi içlerinde uyulması gereken ve başka hiçbir yerde olmayan sıkı disiplin kuralları vardı. Her şeyden önce çok katı bir emir komuta zincirine sahiptiler. "Üstadlar"a ve "Büyük Üstad"a itaat en önemli şartlardandı.
Kıyafetleri de kendilerine özgüydü. Zırhlarının üzerine, kırmızı renkli büyük bir haç işlenmiş, uzun beyaz bir elbise giyerlerdi. Böylece gittikleri her yerde ayırt edilebiliyorlardı. Kişisel bakım ve temizlik yapmayı küçük düşürücü ve utanç verici olarak değerlendirirlerdi. Bu nedenle nadiren yıkanır, tozlu ve kirli kıyafetlerle, sıcağın ve zırhın etkisiyle terlemiş, kirli bir halde dolaşırlardı.
Bu tarihi örgütün dikkat çekici diğer bazı kuralları ise şunlardı: Evlenmek, aile sahibi olmak ve akrabalarla iletişim kurmak yasaktı. Kimsenin kendine özel bir hayatı olamazdı. (John J. Robinson, Born in Blood: The Lost Secrets of Freemasonry, New York, M. Evans & Company, 1989) Yemeklerini topluca yerlerdi. Tapınak Şövalyeleri'nin mühründe, aynı ata binmiş iki kişi olarak tasvir edildiği gibi ikili gruplar halinde dolaşırlardı. Bu iki şövalye herşeyi ortak kullanır, aynı kaptan yemek yerdi. Birbirlerine "kardeşim" şeklinde hitap ederlerdi. Her şövalyenin üç at ve bir hizmetçi bulundurma hakkı vardı. Kuralları çiğneyenler veya ihmali görülenler ağır şekilde cezalandırılırlardı.
Örgütün Önlenemeyen Gelişimi Tapınakçılar örgütü kurulduktan kısa bir süre sonra yeni katılımlarla hızla büyümeye başladı. Tarikatın gizemli havası ve mistik öğretisi pek çok Avrupalı "asil"in ilgisini çekmişti. Bu gelişim, tarikatın 1128 yılındaki Truva Konsülü'nde Papalık tarafından resmen tanınmasıyla daha da hız kazandı. (Finke, Papsttum und Untergang des Tempelordens; Henry D. Funk, "The Trial Of The Knights Templar", The Builder, 1916)
Kilise'nin desteği Tapınakçıları tanımakla sınırlı kalmadı. Truva Konsülü'nden itibaren Kilise'nin ve soyluların tarikata sağladıkları imtiyazlar, şövalyelere sınırsız imkanlar sunmuştu. Dokunulmazlık zırhı bunların başında geliyordu. Şövalyeler doğrudan Papa'ya bağlıydılar ve başka hiçbir otoriteye hesap vermek zorunda değillerdi. Kral da dahil hiçbir yönetici onları tutuklayamıyor, sorgulayamıyor veya kendi hizmetinde kullanamıyordu.
Tapınakçılar, kendi adlarına kilise kurmak, dini tören düzenlemek, rahip atamak gibi dinsel ayrıcalıkların yanı sıra, kendi mahkemelerini kurmak, vergi toplamak, bağış ve yardım almak hakkına da sahiplerdi. Tapınakçılara ait mülkler, Kilise'nin onda birlik vergisinden muaf tutulduğu gibi, tarikat üyeleri de her türlü ödenekten muaf tutulmuşlardı. Bu konudaki araştırmalarıyla tanınan Alan Butler ve Stephen Dafoe'nin ifadesiyle, "Ortaçağ'ın en başarılı askeri, ticari ve mali organizasyonlarından biri" oldular. Örgüt kısa bir zaman diliminde, dokuz şövalyeden iyi eğitimli on binlerce çalışana ve muazzam bir sermayeye sahip dev bir şirkete dönüştü.
1147 yılına gelindiğinde sadece Kudüs'te 700 şövalye, 2400 hizmetli ve o dönemde bilinen dünyanın bütün önemli noktalarına yayılmış 3468 adet şato vardı. Hem denizde, hem karada önemli ticaret yolları ve merkezleri oluşturmakla kalmamış, birçok savaşa katılarak ganimetler ve Avrupa devletleri arasında politik güç elde etmişlerdi. Devlet içinde devlet görüntüsü veren Tapınakçılar o kadar güçlüydüler ki, anlaşmazlıklarda veya krallar arasındaki çatışmalarda bile hakem olarak görev alıyorlardı.
Kurulduktan kısa bir süre sonra niteliği ve görünüşü bu şekilde tamamen değişen örgüt, Kutsal Toprakları koruma ve Hıristiyanlığı yayma görevini bir tarafa bırakarak, kendi sapkın inanışının doğrultusunda kuracağı dünya hakimiyetinin peşinde koşmaya başladı.
Şeytanın İzinde Bir Dünya Hakimiyeti Tapınakçılar, özellikle ilk dönemlerde Papalık makamından elde ettikleri imtiyazlara güvenerek sistemlerini uzun bir süre rahatlıkla devam ettirmişlerdir. Ancak, Tapınakçıların gizli ritüellerinde yaşadıkları sapkınlıkların yavaş yavaş deşifre olması ve gerçek yüzlerinin ortaya çıkmaya başlamasıyla, Papalık bu konuda köklü bir tedbir almaya karar vermiştir. 1305 yılında Papa olan V. Clement, Fransa Kralı IV. Phillippe'nin de desteğini alarak Tapınakçıların ortadan kaldırılma sürecini başlatmıştır. Gelecek ayki yazımızda detaylı olarak ele alacağımız bu süreç ve Fransa'da Tapınakçılar aleyhine açılan davaların mahkumiyetle sonuçlanması, Tapınakçılar için hiç umulmadık bir hezimet olmuştur. Ne var ki bu olay, Tapınakçılara daha gizli, daha örgütlü olmayı öğretmiş, günümüze kadar gelen Tapınakçı-mason gizliliğinin temellerini hazırlamıştır. Kendilerini mahkum eden Kilise'nin temsil ettiği her türlü inanca ve değere karşı büyük bir nefret ve intikam duygusu da yine bu süreçte oluşmuştur. Din ahlakına karşı besledikleri nefret ve düşmanlık, nihai hedef ve mücadelelerinin de merkez noktasını oluşturmuştur: Din ahlakına uygun olmayan bir dünya hakimiyeti... Bu sapkın mücadelelerinde hiçbir kural tanımayan Tapınakçılar, adeta şeytanın yeryüzündeki temsilcileri görevini yürütmektedirler.
Ancak bilinmelidir ki; Tapınakçı-mason gizliliğinin arkasına sığınanlar, Allah'ın Kuran'da bildirdiği üzere Allah'tan gizli kalamazlar. (İbrahim Suresi, 38) Yüce Allah, şeytanın fırkası olan bu düzen kurucuların düzenlerini bozacak ve "kötülüğü örgütleyip düzenleyen" bu tarikatlarla fikri mücadelede bulunan müminleri galip kılacaktır. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:
"Artık 'kötülüğü örgütleyip düzenleyenler', Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler?" (Nahl Suresi, 45)
ALINTI :Adnan OKTAR eserleri ilmi mercek
les templiers vous salue dans la priére du vendredi
http://urun.gittigidiyor.com/mucevher-saat/tapinak-sovalyeleri-hacli-kalkan-yuzugu-gumus-37134132