Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KÖY ENSTİTÜLERİ  (Okunma sayısı 3829 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Haziran 01, 2014, 10:18:19 ös
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Cumhuriyet kurulduktan sonra idealist genç yöneticiler Mustafa Kemal’in düşünceleri ve direktifleri doğrultusunda GERÇEK KURTULUŞUN EĞİTİMDE Kİ BAŞARIYLA SAĞLANACAĞINI BİLEREK  “TÜRK HALKININ BİR AN ÖNCE YOKSULLUK VE CEHALETTEN KURTARRARAK ÇAĞDAŞ İNSAN YETİŞTİRMEK VE  ANADOLUYU MAMUR VE MEDENİ GÖRÜNÜMÜNE SOKMAK” İÇİN DEVRİMLERİN YERLEŞMESİNE  çalışılmıştır. Ülkenin her yerinde bin bir zorluklar içinde o günün koşullarında büyük bir heyecanla önemli olan yollar ve yatırımlar yapmış, yurdumuzu bir şantiye ye çevirmiştir. Kurtuluş Savaşında sonra ülkede yaşayan halkın ancak % 3 veya 4’ü okuma biliyordu. 1927 Yılında yapılan Nüfus Sayımında halkın % 4.7’si okuma yazma biliyordu. Halka bir an önce eğitimin götürülmesi ve  eğitimin kalitesinin artırılmasının yolları araştırılıyordu. Hatta bunun için ABD’li önemli eğitimci-filozof John DEWEY (1859-1952) 1924 Yılı  yazında, iki ay gibi sınırlı bir zaman aralığında Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye gelmiştir. Dewey’in İstanbul, İzmir, Bursa ve Ankara’da, okulların kapalı olduğu yaz aylarında yaptığı incelemelerin sonucunda Türkiye’nin eğitimde reform çabalarına sıcak yaklaştığı, Ankara’da mahrumiyet koşulları altında altyapısı kurulan cumhuriyet idealinden etkilendiği ve bu ideale sempatiyle baktığı görülmektedir. Yazdığı raporda, Türkiye’yi eğitimde “aşırı merkezileşme” çabalarına karşı uyardığı, maarif vekaletini “çeşitliliğin” esas alınması yönünde uyardığı dikkati çekmektedir. Ayrıca, köy enstitüleri fikri konusunda da Dewey’in esin verici olduğu ifade edilmektedir.

 Ülke genelinde yaşayan ve eğitim açısından çok geri olan halkın daha çabuk ve yaygın eğitimini sağlamak için çözüm yolları aranmaya başladı. Neredeyse tüm Anadolu‘nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önüne alınarak, “toplu eğitim seferberliği”için önce eğitimi halka-köylüye götürecek öğretmenin yetiştirilmesi gerçeği ortaya çıktı.  Dönemin başbakanı İsmet İnönü‘nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç‘un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle 17.Nisan.1940 tarihinde KÖY ENSTİTÜLERİ  kuruldular. Geleneksel öğretmen okullarında yetişmiş öğretmenler için köylerde öğretmenlik yapmak, istenerek yapılacak bir görevden çok zorunluluk olarak algılanıyordu. Gönüllü ve özverili öğretmenlerin sayısı azdı. Oysa okuma yazma oranı Cumhuriyet ilk kurulduğu yıllarda %5 bile değildi. Bunun yanında nüfusun %80′lik bölümü köylerde yaşıyordu Köy Enstitüleri’nin kurulması ve yaygınlaşması konusunda pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad‘ın önemli çalışmaları vardı. Kanad, zorunluluktan değil özveriyle öğrenci yetiştirecek köye göre öğretmen fikrini savunmuştu.

1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Türkiye‘de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere Köy Enstitüleri açılmıştı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50′lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.

1940-1946 arasında Köy Enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulmalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti.  Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Bu öğretmenlerin içinden bir çok sanatçı, yazar çıkmıştır.

Köy Enstitüleri öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu aydın köy öğretmenleri en az bir tane müzik aletini çalmasını da öğreniyordu. Enstitülerde hazırlanan programlar, toplumun sanat ve kültür hayatına katkıda bulunulması amacıyla çevre il ve köylere de götürülerek  sergilenmiştir. Köy halkı bir çok yabancı müzisyenin bestelerini kendi çocuklarının çaldığı enstrümanlarla dinlemiş, tiyatro ve oyunları seyretmiştir.” (Kaynak:tr.Vikipedia.org/viki/ )

Köy Enstitülerinin kapatılması

2. Dünya Savaşı‘nın sonlarına doğru 1945 yılında Sovyetler Birliği lideri Stalin‘in Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan‘ı ve Boğazlarda askeri üs istemesi üzerine, Milli Şef de ABD‘den askeri destek istemişti. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye‘de “serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Milli Şeflik, “5 yıllık kalkınma planları” ve “Köy Enstitüleri”leri gibi Sovyet sistemine benzer uygulamaların kaldırılmasını” talep etti.

1946 yılında hükümetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla CHP içinden muhalif milletvekillerinin başını çektiği örgütlü muhalefetin kampanyasıyla, müfredatında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. İlerleyen yıllarda da, daha önceleri sıkı sıkıya bağlı olduğu “iş için iş içinde eğitim” ilkesinden uzaklaştırıldı. Önceleri yaratıcılığın ön plana çıktığı eğitim anlayışının yerine giderek geleneksel, ezberci eğitimin yerleştiği öğretmen okullarına dönüştürülerek 1954‘te kapatıldılar. (Bu satırları internetten/Vikipen  ve diğer çeşitli kaynaklardan yararlanarak yazmaya çalışan yazar da Köy Entitüleri yerine kurulan Öğretmen Okulundan mezun olmuştur. Öğretmen okullarına okuma olanağı bulamayan, kırsal kesimdeki fakir halkın çocukları sınavlarla alınarak parasız yatılı olarak okutulur ve ÇAĞA UYGUN DONANIMLI, AYDIN, BİLGİ ve BECERİLER KAZANDIRILARAK öğretmen olarak köylere atanırdı. Günümüzde maalesef bunların hiç birisi bulunmamaktadır.)

Cumhuriyet Halk Partisi içinden Köylüyü topraklandırma Yasasına karşı çıkan bir kesim milletvekili Demokrat Partiyi kurdu. Bu parlamenterler içinde Atatürk Devrimlerine karşı olup tek parti yönetiminde bu düşüncelerini açığa vuramayanlar olduğu, Atatürk devrimlerine muhalefet hisleri besleyen ancak bu karşıtlıklarını ortaya koymaya cesaret edemeyen siyasi ve toplumsal yapının bir karşı devrim atağı başlatarak Köy Enstitülerinin kapatılmasını sağladığı iddia edilmiştir. Hasanoğlan Köy Enstitüsü eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Köy Enstitülerinin kapatılmasının Atatürk Devrimleri karşıtlarınca başlatılan bir Karşı Devrim hareketi olduğunu söylemişlerdi.      1945 yılında Köy Enstitüleri hakkında komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı kampanyaları başlatılmıştı. Parlamentoda bütçe görüşmelerinde milletvekili büyük toprak ağası Emin Sazak‘ın Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar demesi üzerine Hasan Âli Yücel, Bu çocukların her birinin birer Atatürk olması temenni edilir şeklinde cevap vermişti. Köy Enstitülerine yöneltilen ve kapatılmaları ile sonuçlanan belli başlı eleştiriler birkaç ana başlık altında toplanabilir.

1-Enstitülerde öğrenciler tek tip üniforma giyiyordu ve enstitü müdürü bile buna uyup aynı üniformayı giyiyordu.

2- Öğrenciler bizzat yönetime katılıyorlardı. Bu ve benzeri sebepler ile enstitülere komünistlik suçlamaları yapılıyor arada bir ihbar mektuplarını dikkate alan polisin baskınlarına uğruyordu.

3- Kız öğrencilerin erkek öğrenciler ile karma eğitim görmesi sonu gelmez dedikodulara neden oluyordu.

4- Köylüler okul ve enstitü inşaatlarına yardım ile devlet tarafından mükellef kılınmıştı. Bu zorlamalar köylülere angarya olarak geliyordu.

5-Öğrencilerin boğaz tokluğuna öğrenim görecekleri kendi okullarının inşasında çalıştırılmaları eleştirilmekteydi.

6-Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. Bu geçimsizlikler köy öğretmenlerinin toprak ağalarının seçtirdiği milletvekillerine şikayet olarak ulaşıyordu. Bu durum toprak sahiplerinin durmaksızın Ankara’ya baskı yapmalarına neden oluyordu.

7-Halk arasında yayılan bir kısmı kasıtlı akıl almaz söylentiler de etkili olmuştu.

İvriz Köy Enstitüsü’nden M. Ali Eren (1911-2001) “Düşünceler ve Anılar II” adlı eserinde şunları aktarmaktadır :

 
 

 

 

“ ..bir gün sabaha doğru tan yeri ağarırken, okul bekçisinin “Mehmet Ali Bey, Mehmet Ali Bey” diye bağırdığını duydum. “Kalk, hemşerilerin geldi.” dedi. O sırada okulda daimi elektrik yoktu. Bir motordan sağlanan elektrik gece yarısı kesiliyordu. Kapıyı açtım: Önde aksakallı bir erkek ve arkasında 7 kadın vardı. Hepsi birden ağlıyorlardı. “Hoş geldiniz hemşeriler” dedim. Onlar sızlanmalarını daha da hızlandırıp, hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Neden sonra sakinleşen hemşeriler, dün akşam bir haber aldıklarını, enstitüde okuyan 20 Beyağıl’lı kızın okuldan kaçtıklarını, onunun İvriz Çayı’nda boğulduğu, onunun da kaybolduğu haberini aldıklarını söylediler. Onlara, “Çocuklarınız yatakhanelerinde mışıl mışıl uyuyorlar, hiçbir şeyleri yok.” dediysem de, benim sözüme inanmadılar. Mecburen giyindim. Kurallara göre kız yatakhanelerine erkek öğretmenler giremez, yalnızca bayan öğretmenler girerdi. Bu nedenle onları yanıma alarak, bayan kimya öğretmeninin yanına gittim. Öğretmeni uyandırdım. Bu velileri kız yatakhanesinin önüne kadar götürmesini ve çocuklarını uyandırarak, bu velilere gösterdikten sonra, tekrar yatırmasını istedim. Söylediklerim yapıldı. Veliler rahat bir nefes aldılar. Ama zamanla veliler, çocuklarını birer ikişer okuldan kaçırdılar.” (Kaynak:tr.Vikipedia.org/viki/ )
Hiçbir ülkeden alınmayan, uygulaması olmayan tamamen bize özgü, gelecekte ise TÜRKİYE’Yİ UYGAR DÜNYA YA TAŞIYACAK olan Köy enstitüleri  bu çapsız ve haksız iftiralara daha fazla dayanamadı. KUŞ UÇMAZ, KERVAN GEÇMEZ YERLERE HAYAT *ÜREREK BOZKIRDA CENNET YARATAN KÖY ENTİTÜLERİ Maalesef esas hizmet götürdüğü halkı tarafından da yalnız bırakıldı. BU PROJEYE HİÇ BİR ZAMAN SICAK BAKMADIĞI GİBİ KARŞI OLAN DEMOKRAT PARTİ HÜKÜMETİ TARAFINDAN 1954 YILINDA DA KAPATILMIŞTIR.

BU YILLARDAN SONRA ATATÜRK DEVRİMLERİNİ İÇENE SİNDİREMEYEN VE KARŞI OLANLAR ADIM ADIM VE ON YILLARA YAYDIKLARI PLANLI, SABIRLI POLİTİKA VE UYGULAMALARIYLA MAALESEF “TARİKATIN, CEMAATIN, SEYHLERİN” SÖZ SAHİBİ OLDUĞU ÜLKELERİN VE HALKLARININ PERİŞAN HALİNİ GÖREMEDİĞİ GİBİ AYNI YOLU TERCİH EDER GÖRÜNTÜSÜ VERMEKTEDİR. TÜRK MİLLETİ ADETA İKİ AYAĞINA BİRDEN KURŞUN SIKMIŞ, KENDİ GELECEĞİNİ VE ÇOCUKLARININ GELECEĞİNİ ZORA SOKMUŞTUR. İşin en garip tarafı ise kanımca; tercih ettiği  bu yolla “Çağdaş Dünya Ülkeleri” arasında söz sahibi olacağına inanmasıdır. Saygılarımla. 05.12.2013

 

Tamer İNAN-Emekli Eğitim Müfettişi

http://www.turknorthamerica.com/2013/12/08/koy-enstituleri.html

alıntıdır.

karahan

 
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Haziran 02, 2014, 01:00:29 öö
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1795
  • Cinsiyet: Bay

      Sayın karahan dostumun bu alıntısını yüreğim burkularak okudum. KÖY ENSTİTÜLERİ müthiş bir projedir bence. Buralardan yetişmiş bir kısmı rahmete kavuşmuş ve bir kısmı hala daha hayatta olan dostlarım vardır. Bir tanısanız kendilerini hayran olmamanız mümkün değil. Mutlak bir müzik aleti çalıyorlar, tarımı çok iyi biliyor, el sanatlarında adeta birer usta gibi mahirler, bir bakıyorsunuz bir filozof, bir bakıyorsunuz bir san'atçı. Tek kelime ile müthişler.
      Günümüzde ülkeler artık savaşlarla-mavaşlarla işgal edilmiyor. Kültür emperyalizmi ve kimliksizleştirme en büyük silah. Eğitimi dejenerasyonlaştırıp, ilkesiz ve ülküsüz bir toplum yarattınız mı savaşa, işgale ne gerek var ki!.
      Ne yazık ki, ülkemizde bu oyunlar ziyadesi ile oynanmakta, gençlerimiz ilkesiz, ülküsüz ve kimliksiz birey olmak yerine, birer kul olma yolunda hızla ilerlemektedirler. Gidişatın her gün biraz daha vahamet arzettiğini maalesef üzülerek izliyorum.
       Saygılar-sevgiler.
"Vur ama dinle beni"


Haziran 02, 2014, 01:19:20 öö
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1795
  • Cinsiyet: Bay

     ÖZÜR :  Yukarıdaki yazımda "....gençlerimiz ilkesiz, ülküsüz ve kimliksiz birey olmak yerine," ibaresi ön izleme yapılmadan acele ile gönderilmiş  ve amacıyla uyuşmayan bir ifade olmuştur.  Cümle aslında ; (gençlerimiz ilkeli, ülkülü ve kimliğine sahip birer birey olma yerine, ) olacaktır.
     Bu hatamdan dolayı okuyanlardan özür dilerim.
     Saygılar-sevgiler.
"Vur ama dinle beni"


Haziran 02, 2014, 06:58:40 ös
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 879
  • Cinsiyet: Bay

Köy enstitülerinin kapatılması her milli eğitim tarihini bilen insanın içinde bir yaradır. O günün şartları neleri gerektiriyorsa onları en iyi şekilde (teorik ve özellikle uygulamalı olarak) öğretiyordu. Buradan mezun olan öğretmenler, günümüzdeki bakış açısıyla sınıflara girip dersini anlatıp çıkan öğretmenler olarak değil; görevlendirildiği yerdeki halkı da eğitmek ve o toplumu gerek ziraai gerekse kültürel açıdan kalkındırmakla mükellefti. Ama ne yazık ki yukarıda da anlatılan bir takım çevrelerin işine gelmediği ve bürokraside de etkin oldukları için kapatıldı.

Peki günümüzde ne yapılabilir? (Tabi bunu anlayacak ve uygulayacak bir hükümet varsa...)

Aynen köy enstitüleri mantığını çağımıza uyarlamalıyız. Eğitim fakültelerimizde öğretmenlerimizi çağın gereklerine uygun şekilde en son teknolojiyi öğreterek mezun etmeliyiz. Yeni eğitim sistemleri, eğitim yöntem ve tekniklerini, çağdaş eğitim felsefelerini ve materyallerini bilen ve bunları en iyi derecede kullanan bireyler olarak yetiştirmeliyiz.

Şuan bilim ve teknoloji o kadar baş döndürücü bir hızla ilerliyor ki yeni mezun bir bireyin bile 1 bilemediniz 2 sene içerisinde bilgileri eskimiş oluyor. Bu yüzden mezun öğretmenlerde hizmet içi eğitim yolu ile bilgilerini sürekli tazelemeli. Sadece bu da yetmez kendisini de sürekli geliştirmeli, bilim ve teknoloji okuryazarı olmalı. Genellikle bilim ve teknoloji denilince pozitif bilim dalıyla uğraşan branş öğretmenleri akla geliyor. Hayır ! Branşı ne olursa olsun her öğretmen bu konuda kendini geliştirmeli. Nasıl daha kaliteli bir eğitim verebilirim bunun yollarını araştırmalı. Bunu da üstten bir baskı yoluyla değil kendi isteğiyle yapmalı. Bunu da öğretmenlerimizi eğitirken onlara yerleştirmeliyiz. Okuyan, araştıran, sorgulayan, bilinçli öğretmenler yetiştirmeliyiz.


Saygılar.


Haziran 03, 2014, 01:19:21 öö
Yanıtla #4
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Kiymetli yorumlar icin mutluyum.Egiten öncelikle iyi egitilmelidir bugünkü dersane probleminin arkasindaki sorunda budur bence.Egiticilerimiz tek kelime ile berbat ötesi ogrenci sinav sonuçları ayni zamanda egiticilerinde sinav sonucudur buna ailede dahildir.sn.alsah abim ile bu konu bir yerde ortak derdimiz ve hemfikir oldugumuz bir konu idi.ulkemin acikli egitim sorunu simdilerde parali üniversiteler ile devam ediyor, iyi egitilmemis birsürü genc para gucu ile egiyilmemek Ama universiteli olmak icin okuyorlar buda baska bir vehamet.Ileri ulkeler bu sorun icin soyle bir yol bulmuşlar, egitici ve koruyucu en yuksek maaşı alırlar. Bu sistem bile bizim her biri birer idealist olan o köy  enstitulu egitimcilerimizi tutamaz.Bu proje buyuk sehirde belki tutmaz  ama anadoluda ornek olarak muhakkak baslanmallidir.Yazida dikkat cekici noktalardan biri projenin iptalini isteyen ulkenin komunizm tehlikesi tehdidi idi.

karahan
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Haziran 03, 2014, 07:56:07 öö
Yanıtla #5
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Benim bu konuda doğrudan bir şeyler yazmam pek doğru olmazdı. Konuyu yakından bilmekle birlikte, üzerinde görüş belirtecek ölçüde yetkin sayılmam.

Ancak bu bağlamda tanıdıklarım var. Onlardan biri de ülkemizin değerli araştırmacı yazarlarından Yalçın Kaya.

Yalçın Kaya’nın KÖY ENSTİTÜLERİ konusunda yazmış olduğu, geçmiş yıllarda yayınlanmış iki ciltlik (toplamı 1000 küsur sayfa) bir yapıtı var. Ne yazık ki şimdilerde piyasada bulmak zor.

Yalçın Kaya’nın başka kitapları da var, biliyorsunuz. Örneğin “Batı’nın İki Yüzü” (4 kitap)… Eğer bugüne dek bilmiyor idiyseniz, araştırmanızı öneririm.

Ben kendisini tanıdığım için aradım ve bizim Forum’da yayınlanmış olan bu konuya bir göz atmasını rica ettim. Sağ olsun hemen ilgilendi ve bana e-posta ile aşağıya kopyalayacağım yazıyı gönderdi.

Ancak eğer bu konuyu daha da ayrıntılı olarak irdelemek istiyorsanız, şu sözünü etmiş olduğum iki ciltlik yapıtı bir yerlerden elde etmenizde yarar vardır. (Bir zamanlar on-line kitapçılarda bulunuyordu. Şimdi yoksa da herhalde sahaflarda bulunur.)

Sayın Yalçın Kaya’nın gönderdiği metin ise şöyle:


1- Köy Enstitüleri CHP tarafından kapatılmamış, amacından saptırılmıştır.
2- Köy Enstitülerinden 250 bin değil yalnızca 15600 kadar öğretmen yetişmiştir.
3- Ezan'ın Arapça okunması yazan arkadaşın söylediği gibi 1945 yılında değil  (1945 yılında köyde Arapça ezan dinlediğini söylüyor) Haziran 1950'de çıkarılan bir yasa sonucu o tarihten sonra okunmaya başlanmıştır.

Konuyla ilgili olarak ekleyeceğim bilgiler şöyle:

Köy Enstitüleri 1954 yılında DP iktidarı tarafından çıkartılan 6234 sayılı kanunla kapatılmış ve her biri İlköğretim Okulu yapılmıştır. Aslında Demokrat Parti iktidara geldikten bir süre sonra, 1951’de Bakan Tevfik İleri, bu kurumdaki karma eğitime son vermiş ve kız öğrenciler kız öğretmen okullarına gönderilmiştir. 1940’daki  kuruluş gibi, 1954’teki kapanış da basının ve kamuoyunun tepkisinden uzak, sessizlik içinde oldu.

Yıkma işleminin başlıca uygulayıcılarını 1946-1950 arasındaki CHP iktidarı içinde aramak gerekir. Köy Enstitülerini CHP kurdu, CHP yıktı ya da aynı kişiler önce kurdular sonra yıktılar düşüncesi biçimsel bakımdan doğru olabilir ama onları kuran CHP ile yıkan CHP aynı CHP değildir.

1946’dan kısa süre önce, gençleştirmek amacıyla CHP’ye alınmış olan genç grubun İnönü’nün çevresinde kümelenmesi artık doğal sayılmaktadır. Bu gençlerden biri, hukuk profesörü olan Nihat Erim özellikle ön plana çıkacak ve İnönü’yü etkileyerek onun bazen de yanlış adımlar atmasına neden olacaktır. Cumhuriyetin kurucu kadroları bu “aydın gençler”den pek hoşlanmayacaklar, onları Kemalizmi çarpıtmak, göz ardı etmekle suçlayacaklardır. Falih Rıfkı Atay bir de ad takacaktır onlara: “Cumhuriyet Beyzadeleri”. İnönü her şeye karşın seçim öncesi kararını vermiştir. Parti içindeki güçsüzleşmiş ilericiler yerine sağ kanadı temsil eden kişileri kollayacak, onlarla anlaşacaktır.

1946 sonrasında CHP’nin Milli Eğitim Bakanlığı Köy Enstitüleri atılımını yavaşlatarak yolundan saptırabilmek için öncelikle kurucu ve yöneticileri işbaşından uzaklaştırmak üzere eyleme geçti. Bunun için de bu kişilerin lekelenerek zararlı işler yapmış, suçlu ve beceriksiz olarak damgalanması gerekiyordu. Osmanlı’dan beri süregelen jurnalcilik, iftira atma, adam lekelemek geleneğini canlandırmada hiç kimse Bakan Sirer ve arkadaşları kadar başarılı olamamıştır. 20 Köy Enstitüsüne yollanan müfettişler hiçbir dönemde bu denli fazla olmamıştır. Bakanlığın yetkililer tarafından sağcı basına el altından verilen, günümüze kadar da bol bol kullanılan bir çuval dolusu belge öyküsü bakanlığın 1946’dan sonra yaptığı bu sistemli çalışmanın ürünüdür. İşe İlköğretim Genel Müdürü Tonguç’tan başlandı.

1947’de; o yıla kadar toplam 104 mezun veren Hasanoğlan Köy Enstitüsü kapatıldı. Enstitünün tüm yöneticileri, eğitim şefleri değiştirildi. İlköğretim Genel Müdürü İ. Hakkı Tonguç görevden alındı.

Aslında, toplumda önemli değişiklikleri gerçekleştirebilecek bir potansiyel oluşturan Köy Enstitülerinin yazgısı, 5 Ağustos 1946’da H. Âli Yücel’in Bakanlıktan istifasıyla değişmiş, II. Dünya Savaşı sonrasındaki siyasal ortamda, karşıt (muhalif) kampanyanın baskısı ile Enstitülerin felsefesi temelinden yıkılmış bulunuyordu.

Tonguç, 1946 yılında görevden alındıktan sonra 1958 yılına kadar süren yaşamında çeşitli sudan sebeplerle akla gelmedik manevi işkencelere uğradı. Hakkındaki suçlamaların hiçbirisi sonuç vermedi. Ama bakın devrin M.E.Bakanı R.Şemsettin Sirer ne diyordu:

“O köy çocuklarına sıçmayı öğretmeden okumayı öğretti”.

İlk öğretimi yaymak için savaşmış bir halk dostu Amerikalı eğitimcinin mezar taşında şunlar yazılıdır:

“İnsan, halka yararlı bir iş yapmadan ölmeye utanmalıdır.”

C.H.P’nin Hasan Ali Yücel’den sonraki M.E.Bakanı R.Şemseddin Sirer Tonguç’a şöyle diyordu:
“Sen bunları uyandırıyorsun, ama bunlar ellerine fırsat geçerse bizi keserler, onları karanlıkta bırakacaksın, din afyonu ile uyuşturup çağdaşlıktan koparacaksın, geri ve ilkel bırakacaksın.”

1946 yılı, İlköğretim atılımı ve Köy Enstitüleri Sistemi için bir sonun başlangıcı olacaktır. Köy Enstitülerini bitiren öğretmenlerin 4274 sayılı yasa uyarınca köylerdeki görevleri başına yerleşmeleri ve bir yandan öğretim görevlerini yaparken bir yandan da kendilerine ayrılmış arazilerde üretim uğraşılarına başlamaları gerekiyordu. Ne var ki onlara verilecek araç gereçlerin büyük bir kısmı sağlanamamış, kimi yerlerde öğretmene ayrılan araziler üzerinde çekişmeler yaşanmaya başlanmıştı. Öte yandan yasanın kendilerine verdiği yetkileri kullanmaya kalkışan öğretmenlere karşı yerel yöneticilerden tepki ve karşı koyuşlar da başlamıştı.

DP’nin ilk Eğitim Bakanı Avni Başman, eğitim çevrelerinde sevilen, Fikir ve Söz Hürriyeti adlı çeviri kitabıyla tanınan aydın ve demokrat bir kişiydi. Başman, Mustafa Necati döneminde oluşturulan ilk Talim-Terbiye Kurulunun da üyeliğini yapmıştı. Tonguç’u Bakanlığa çağıran Başman, eğitim çalışmalarını 1946’da kaldığı yerden birlikte sürdürmek istediğini bildirdi. Daha sonra partisinin tutumunun buna elverişli olmadığını görünce ilkeleri uğruna istifa eden ilk Bakan oldu (1950). 

Yerine geçen, DP’nin ünlü demagogu Tevfik İleri, Samsun’da İl Bayındırlık Müdürü iken pek övdüğü Köy Enstitülerine, politikaya atıldıktan sonra düşman kesilmiştir. Samsun köylerinde seçim propagandası yaparken elinde Mahmut Makal’ın Bizim Köy adlı kitabını sallayarak, “Bu gerçekleri değiştirmek için oylarınızı istiyoruz” diyen bu hırslı politikacı, 1960 yılında gerçekleşen 27 Mayıs Devrimi ardından tutuklanarak Yassıada’ya  yollandı.

İşin ilginç yanı İleri’yi derdest ederek Harp Okulu’na götüren iki asteğmen de Köy Enstitüsü çıkışlıydı. Köy Enstitülerini kapatan ve tüm ilkokullara din derslerini koyduranlardan birisi de Tevfik İleri’dir.


« Son Düzenleme: Haziran 03, 2014, 08:00:44 öö Gönderen: ADAM »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Haziran 04, 2014, 12:45:21 öö
Yanıtla #6
  • Yeni Katilimci
  • *
  • İleti: 17
  • Cinsiyet: Bay

Bence her ne olursa olsun köy enstitüleri o dönem için çok parlak ve akıllıca bir fikirdi.
Artıları ve eksikleri tartışılır ancak artılarının ağır basacağına eminim...
Köy enstitüleri tam bir yazar kuşağı yetiştirdi Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Ali Dündar gibi
Ayrıca öğrencilere sadece ders değil bulunduğu bölgede yapılan işlere göre eğitimlerde veriliyordu.Böylelikle köy enstitülerinden mezun bir öğrenci tam donanımla bir birey olarak topluma geri kazandırılıyordu, her öğrencinin bir müzik aleti çalma zorunluğu da vardı.Her hafta bitiminde öğrenciler ve yönetim kadrosu toplanır o haftanın kritiği yapılırdı.Öğrencilerden yada yöneticilerden kimin hatası varsa herkesin önünde konu hakkında tartışılırdı.
Hatta bir gün İsmet Paşa'nın bir enstitü ziyaretinde farklı yemek çıktığı için öğrenciler bu durumdan hoşnut olmamış hafta sonu toplantısında bu konuyu dile getirmişlerdir.Okulun müdürü de perhizde olduğunu ve aynı muamelenin hasta arkadaşlarına yapıldığını söylemiştir.
Zihniyetin güzelliğine parlaklığına bakar mısınız ?
Enstitüler günümüze ulaşsaydı belki çok farklı bir nesil oluşacaktı.Kul değil hür bir nesil..
Kimilerinin çıkarları kimilerinin Atatürk düşmanlığı yüzünden enstitülerin başı yendi...
Döneminde beğenilmeyip görevden alınan Hasan Ali Yücel'lere muhtaç hala geldi bu ülke
Saygılarımla...


Eylül 28, 2014, 01:08:05 öö
Yanıtla #7

Alev Coşkun Hasan Ali Yücel isimli kitabında bu kurumu resmetmiştir.
Alev Coşkun'a siyasi düşünce olarak herhangi bir yakınlığım olmamasına rağmen, katılmadığım birçok nokta olmasına rağmen, yazdığı kitabın konuyla ilgilenenler için iyi bir kaynak olduğunu düşünüyorum.

Dönemin siyasi ilişkilerini ve ruhunu yansıtması bakımından Ensitütlerin arka planında yer alan hesaplar çok güzel resmediliyor.
Burda uzun uzun yazmayı isterdim ama kitabın bir özeti olacağı için sıkıcı olacağını düşündüm.

Kitabın hala baskısı olması gerekir. Eğer yanlış hatırlamadıysam  Cumhuriyet Kitaplarından çıkmaktadır.

Saygılarımla

T.R