Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Alevilik ve Ezoterizm  (Okunma sayısı 49300 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Temmuz 05, 2011, 04:52:26 ös
Yanıtla #20
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 159
  • Cinsiyet: Bay

Alevilik ve Ezoterizm konusu ele alınırken Alevilik ve Bektaşilik arasındaki bağ ve farklar ile Sayın Adam'ın daha önce birkaç yazı dizisi ile hepimizi bilgilendirdiği Katharlar ve Bogomiller ile Şeyh Bedrettin ve Alaşehir (Philedelphia) bağı da önemle değerlendirilmelidir.

Bir önemli hatırlatma, Alevilik bir ırka veya kavime ait bir öğretidir. (Öğreti olup olmadığı tartışılır.) Bu nedenle alevi olmayan bir kimse sonradan Alevi olamaz ancak Bektaşi olabilir. Bektaşilik, Alevilik, Mevlevilik ve Masonluk arasında birçok benzerlik vardır. Konu ile ilgili Nevzat Odyakmaz'ın Alevilik, Bektaşilik, Mevlevilik ve Masonluk kitabını tavsiye ederim.

Saygı ile.
veritas lux mea.


Temmuz 05, 2011, 11:47:06 ös
Yanıtla #21
  • Ziyaretçi

Zamanında bir kitap okumuştum, Katharlar ile Alevilerin bağlantıları anlatılıyordu. Kitap yanımda mı bilmiyorum, akşam bakmam lazım tekrar. Bulursam daha detaylı birşeyler yazabilirim.

Sn. ceycet'in yazdıklarına büyük ölçüde katılmakla birlikte, bu kadar keskin çıkarımlar yapmak için yeterli bilgim olmadığını düşünüyorum. Benim şahsi görüşüm, Aleviliğin bir dini tercihten çok Türki tercih olduğu yönünde. Ama etkileşim var mıdır, etkilendiği yerler var mıdır, daha tarafsız kişilerin incelemelerini okumayı tercih ederim açıkçası. Tarafsızdan kastım "müslüman" olmayan... Çünkü Alevilerin incelemeleri de Sünnilerin incelemeleri de, hatta Şiilerin incelemeleri de katı, taraflı, ayırımcı... Bunu eleştirmek için söylemiyorum, konu din olunca bu durum kaçınılmaz. Doğal buluyorum, ama bilgi sahibi olabilmek için objektiflik arıyorum.

Bu arada Sn. Karan'a bu yazı alıntı ise nereden alıntı yapıldığını sormak istiyorum. Böyle detaylı bir araştırma ilgimi çekti gerçekten.

Tampliye bağlantısı sırasında referans verilen bir yazar var, Graham Hancock. Bildiğim kadarıyla bu alıntının yapıldığı kitabı "Sign and the Seal", ancak yine bildiğim kadar kitap henüz Türkçeye çevrilmedi. Ve yine yanlış bilmiyorsam bu kitap bir tür İndiana Jones hikayesi, kurgu bir kitap yani. Belki okumak gerekecek, bilemedim.

Saygılarımla.


Konuya eklenilen bilgilerden dolayi tum katilanlara tesekkur ediyorum. Sevgili Mustafa Kemal, yukaridaki arastirma benimdir. Anadolu Aleviliginin kokenlerini arastirirken farkli pencerelerden bakmadiyi ogrendigimden beri Aleviligin ezoterik yonu, kokeni ve diyer ezoterik inançlar ile arasindaki bagi surekli ilgimi çekmistir. Arastirma bir kaç kisimdan olusuyor. Ilerideki zamanlarda tamamlayabildigim kisimlari ekleyerek fikirlerinizi almak isterim.

Konuya iliskin fikrinize gelince; Alevilik inanci bugun "hak-muhammed-ali" uçlemesiyle kiliflandirilmis "tanri-evren-insan uçlemesine dayanir. Teslis vardir. Alevilikte ruhun devirlerden geçtigine inanilir. Ruh devriyesi vardir. Olen insanin ruhu cennet yada cehenneme gitmez. Alevilikte cennet yada cehennem bu dunyadadir. Islamin motiflendirdigi cennet cehennem yoktur. Ruh devirlerden geçe geçe devrini tamamlayip insani kamil olma gunune degin tekrar dogar. Tekrar dogusun sonu Insani Kamil olmaktir. Insani Kamil olan kendisinden ayrildigi parçaya geri donen, Tanrisalliga ulasan, Tanriyla Tanri olan, dolayisiyla Tanri olandir. Aleviligin inanç rituelleri 3ler, 5ler, 7ler, 12ler gibi rakamlara islami isimler ile kiliflandirilmis semboller ile aktarilir. Alevilik, islamin ibadetin ve imanin hiçbir sartini yerine getirmez. Islamin yaratilis olayina inanmaz. Alevilikte var olus vardir. Yaratilis hurafeye, varolus bilime dayanir. Alevilik Adem-havva olayina inanmaz. Alevilikte ilk insan çamurdan yaratilmamistir. Allah yok iken var olan, Ona isim, cisim verendir. Alevilik cihatçi degildir. Hiçbir inanci horgormez, dislamaz. Alevilikte butun inançlar birin "farkli" yansimalaridir. Aslolan "birdir" Tanri, gokyuzunde biryerlerde degil varolan herseyin içindedir. Bu yuzden zaten içinde olan Tanriya ulasmak için zahiri dinlerin tapinimlari gereksizdir."Insan, kendi içinde olan Tanriya zahiri ibadetler ederek degil -KENDISINI TANIYARAK- olasabilir.  Bu yuzden Atese tapanlarda, Inege tapanlarda, Puta tapanlarda Alevilikte dislanmaz.  Cunku tanri herseyin içinde gorunen ise; atesin içinde Hak, Inegin içinde Hak, Putun içinde yine Hak yani kendisi vardir. Atese tapanlarda, Inege tapanlarda, Puta tapanlarda birbirerinden habersiz "Hakka" tapmis olurlar. Alevilikte herseyi yaratmis korkuya dayanan Allah-kul iliskisi degil, hersey kendisinden fiskirmis sevgiye dayanan Tanri-Insan iliskisi vardir. Aleviler camiye degil cem evlerine gider. Cemleri 12 hizmetli ile yurutulen kadin-erkek karisik muzikli kimi zaman yeryer "sarap ve ekmekte" kullanilan gizli ayinlerden gelir.

Sevgili Mustafa Kemal Aleviligin butun bu ozelliklerini Islamda mi yoksa ezoterik kokende mi gorebiliriz? Bu sorunun cevabida size, Aleviligin Islamin mezhebi olup olamayacagini gosterir.

Sevgili Adam'a tesekkur ederim. Fikirlerini almak benim için ayriyeten onemliydi.

Katharlar ile Aleviler arasindaki baglantiyi uzun zaman inceledim. Katharlarin her ne kadar ayni cografyadan gelip ikisininde benzer inançlara inanmalarina ragmen Alevi olamayacaklarina degin onlarca kaniya vardim.


Tekrar konuya donmek gerekirse; Anadoluda bulunan Alevi mezar taslari uzerlerindeki semboller ile Avrupada Tapinakçilar tarafindan insa edilmis katetrallerin ana sembolleri (daya rozetleri) neredeyse aynidir. Bu, çok daha guçlu orneklerle delillendirilebilinir. Hem Anadolu Alevilerinin hemde Tapinakçilarin tas olularak ortaklasa kullandiklari bu semboller birbirlerinden "kullandiklari sembolizma" bazinda hiçte uzak olmadiklarini gosteriyor.

Bir kaç ornek daha;




























Yukaridaki fotograflarindan kaynaklanmama izin verdigi için Metin K'ya tesekkur ediyorum. Butun bu mezar taslarinin uzerlerindeki sembollerin geçmiste yasamis Alevilere aittir. Bunlardan daha yuzlerce var. Uzerlerindeki semboller incelendikçe Tapinakçilarin katetrallerde kullandiklari sembollere ne kadarda yakin olduklari anlasiliyor. Katetrallerdede, mezarlardada semboller tasa oyularak yapilmis. Buda kanitliyor ki Aleviligin ezoterik yani arastirilmamis birçok hatlariyla gunyuzune çikmayi bekliyor.

« Son Düzenleme: Temmuz 05, 2011, 11:52:12 ös Gönderen: Karan »


Temmuz 06, 2011, 02:13:05 öö
Yanıtla #22

Yazarını hatırlayamadığım kitap:

Sean Martin - Orta Çağda Avrupa'da Alevi Hareketi Katharlar.

Sn. Karan'ın yazdıklarına destek olarak okunabilir.

Saygılarımla.
Bir kavramın tarihini bilmediğiniz sürece
Kavramın kendisini idrak edemezsiniz


Temmuz 06, 2011, 11:08:52 öö
Yanıtla #23
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Bu başlık altındaki tartışmalarda bana bir şeyler eksik/yanlış gibi görünüyor.

O da belki başlığın kendisinden ileri geliyor.

Alevilik nasıl tanımlanır? Bir din mi? Mezhep mi? Dinsel inanç sistemi mi?... İslâm tarikatı diyemeyeceğimiz kesin.

Hangisi olursa olsun. Bir din, mezhep ya da inanç sistemiyse, ezoterik olamaz. Çünkü bunların hepsi topluma açıktır; egzoteriktir.

Mezar taşlarının üzerine basit mandala benzeri simgeler işlenmiş olması, (aslında Alevilerin bu simgeleri sadece mezar taşları üzerinde değil, o bir sondur, başka yerlerde de kullanmaları), ayinlerini de bir çember biçimde toplanarak yapmaları, geleneklerinden diğer birçoğu, böylece ortodoks İslâm tarzı uygulamaları yürütenlerden çok farklı oluşları, Aleviliği ezoterik olarak nitelemeye yetmez.

Ezoterizmden söz ettiğimizde bunun kapsamında bulunması gereken zorunlu öğelerden en önemlisi inisyasyon (tekris) uygulamasıdır. Niteliği her ne olursa olsun, öğretinin derecelere bağlı olarak aşama aşama verilmesi gereklidir. Üstelik bunun doğrudan değil, simgeler, alegoriler ve özdeyişler kullanılarak aktarılması da gereklidir.

Bunları kimi İslâm tarikatlarında -örneğin Bektaşilikte- görürüz. Alevilikte var mı?

Alevilik belki kendi öğretisini ve töresel kurallarını (bu çok önemli) oluştururken ezoterik örgütlerden esinlenmiş, yararlanmış olabilir. Ancak bu esinlenme ve yararlanma da onu ezoterik yapmaz.

Yanılıyor muyum?


***************


Bu başlık altında söylenmiş olanlarla bağlantılı olarak başka diyeceklerim de var. Bunu ayırışımın nedeni apayrı eleştirilerde bulunacak olmam…

Tapınakçılar katedral inşa etmemiştir. Kendi kiliselerini inşa ettirmişlerdir. Katedral, bir kilisenin özel bir biçimidir; daha ileri, yönetimsel nitelikli bir işlevi vardır.

Dikkat: Tapınakçılar inşa etmemiş, ettirmişlerdir. Bu da çok önemlidir. Etmiş olurlarsa kendi dönemlerindeki operatif masonlarla özdeş duruma sokulurlar. Böyle bir şey yoktur. Ancak kendi dönemlerinde, özellikle 13. yüzyılda operatif masonları çalıştırmışlardır yaptırdıkları işlerin bedelini ödeyerek. Bu amaçla yol ve köprü yapımcılarını (Pontifex) daha çok çalıştırmışlardır. 

Tapınakçıların inşa ettirmiş olduğu kiliselerin plandaki görünümü bir haç biçiminde değil, bir çember ya da sekizgen biçimindedir. Bunun niçin böyle olduğu ayrı bir konudur. Kimileri bunun Mescidül Aksa'dan esinlenme olduğunu söyler. Bence bir inanç sistemiyle bağlantılı olmaktan çok, bir mimari stil ile bağlantılı olması çok daha olasıdır. (Gotik öncesinde Hıristiyan mimarisi birkaç Roma ve Bizans stili aşaması sergilemiş, Gotik içinde bile birkaç ayrı stil oluşmuştur.)

İki şey arasındaki birtakım benzerliklere bakarak hemen bir özdeşleştirmeye girişmek yanlış bir tutumdur. Alevilerin kullanmış olduğu simgeler ile kilise ve katedrallerin cephelerinde görülen rozetlerin benzerliğinden söz edebilmek için önce bu simgelemeyi (varsa) çözümlemek, her birinin nasıl bir ileti aktarmaya çalıştığını (varsa) ortaya koymak, işte o zaman bir örtüşme ya da benzerlik söz konusuysa, bu kez ortak köken ya da esin kaynağını aramak gerekir. Bu yapılmadıkça ya da yapılınca böyle bir açıklamaya varılmadıkça, simge denilen geometrik şekiller ancak birer süsleme öğesi olmaktan öteye gidemez. Bunların bir simge olduğunu ileri süren kişi, hiç olmazsa birini ele alıp simgesel değerlendirmesini göstermesi gerekir.

Bu konuya Tapınakçıların bir de sayısal simgecilik düşünüsüyle karıştırılması, -üstelik başlangıcı 12 değil 9 şövalyedir; 12 sayısının simgesel anlam ve değerlendirilmesi konusu ayrı ve saklıdır- birçoğumuzun bu tarihsel topluluğa ilişkin yapılmış olan çeşitli kurguların hayli etkisinde kalmış olduğumuzu gösteriyor. Ben derim ki; bu örgütün ne olduğunu ve ne olmadığını, tarih boyunca neler yapmış, neleri yapamamış olduğunu, hele 14. yüzyıl başında bu örgüt ile bağlantılı neler olup bittiğini doğru kaynaklardan biraz daha iyi incelemeliyiz.

Konunun içine bir de Katharlar sokulunca, Alevilik bakımından yapılacak inceleme bir başka noktaya sürüklenir: Önce Bogomillere, oradan Maniciliğe bakmak gerekir. Alevilik ile Manicilik arasında bir örtüşme, bir benzerlik kurulabiliyorsa, tarkihsel örtüşme varsa, -belki vardır: bu benim şu anki bilgim dışında- o zaman Kathar inancı ile Alevilik arasında bir inanç ve tutum bağlantısı kurulabilir. İnanç konusunu bilemem, o bağlamda Consolamentum falan var ama genelde töre özelde ahlâk ilkeleri bakımından Aleviler ile Katharlar arasında birtakım benzerlikler bulunduğunu söyleyebilirim. Neden olmasın!... Ancak şunu da unutmayalım: Consolamentum'a karşın Katharların inanç sisteminin de ezoterik olup olmadığı tartışılır.   

Sevgiler.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Temmuz 07, 2011, 12:27:55 öö
Yanıtla #24
  • Ziyaretçi


Bu başlık altındaki tartışmalarda bana bir şeyler eksik/yanlış gibi görünüyor.

O da belki başlığın kendisinden ileri geliyor.

Alevilik nasıl tanımlanır? Bir din mi? Mezhep mi? Dinsel inanç sistemi mi?... İslâm tarikatı diyemeyeceğimiz kesin.

Degerli Adam, Alevilik ne bir din, ne dinsel inanç ne tarikattir. Alevilik Irene Melikof'un soyledigi gibi dinler ustudur. Ne oldugu illa sorulacaksa "Kendisini Bil'mesini saglayacak bir "YOL" dur. Aleviligin din, tarikat, mezhep olmadigini yol kurucularinin geçmisten aktardiklari ozlu sozlerinde bizzat gorebilmekteyiz;

Sorma be birader mezhebimizi
Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır
Çağırma meclis-i riyaya bizi
Biz şerbet içmeyiz dolumuz vardır
Kul Nesimi



Din ve millet sorar isen asiklara din ne hacet
Asik kisi harap olur asik bilmez din diyanet
(yunus emre)

Aleviligin ne oldugu sorulacak olunursa bana; insana "kendisini bil'mesini" ogreten bir "YOL" haritasidir derim ben. Bu yola din denilemez.
Bu Yol'da aslolan "Aslina Donmektir" Donulecek "Asil" ise "Kendisinden Koptugu Parça, yani Tanri'dir"  Hudai bu konu hakkinda soyle demekte;

Bütün evren semah döner
Askindan günesler yanar
Aslina ermektir hüner
Bes vakitle avunmayiz

Canan bizim canimizdir
Teni bizim tenimizdir
Sevgi bizim dinimizdir
Baska dine inanmayiz

Hudaiyem hüdamiz var
Dost elinde bademiz var
Muhabbetten gidamiz var
Ölüm ölür biz ölmeyiz
Hudai

Alıntı
Hangisi olursa olsun. Bir din, mezhep ya da inanç sistemiyse, ezoterik olamaz. Çünkü bunların hepsi topluma açıktır; egzoteriktir.

Mezar taşlarının üzerine basit mandala benzeri simgeler işlenmiş olması, (aslında Alevilerin bu simgeleri sadece mezar taşları üzerinde değil, o bir sondur, başka yerlerde de kullanmaları), ayinlerini de bir çember biçimde toplanarak yapmaları, geleneklerinden diğer birçoğu, böylece ortodoks İslâm tarzı uygulamaları yürütenlerden çok farklı oluşları, Aleviliği ezoterik olarak nitelemeye yetmez.

Sevgili Adam, Aleviligin bir din, mezhep yada tarikat olmadigina yonelik daha birçok kaynak kanit mevcuttur.  Bir inancin ezoterik olmasi için halka kapali olmasi gerekir. Ama halka kapali olmasi, halkin ne oldugunu bilmedigine inanmamasi anlamina gelir mi? Benim bildigim (sayet yanilmiyorsam) Ezoterik inanç toplumlarinda iki kisim var. (Tipki Kadim Misirda oldugu gibi. Misirda halkt tabaninin bildikleri ile  Osiris rahiplerinin bildikleri ayriydi. Osiris rahipleri halkin bilmemesi gereken bilgileri bilir, saklar ve gelecege aktarirdi. Halk ise bilinmesine izin verilenler ile yasayip gider)  Halkin bilmediklerini bilenler ve halkin bildikleri. Halkin bilmediklerini bilenler sadece belirli elit kisilerdir. Bunlar kendilerine uzun zaman içinde seviye seviye verilen bilgileri saklayarak gelecege aktaran o inanca ait içrek sirlari, bilgileri bilenlerdir. Halkin bildikleri ise; sadece kendilerine verilenlere inanip bunlarla yasayanlar.

Aleviligin bu aktardiklarimin içinde ezoterik olup olamayacagi  topluma kapali olup olmamasiyla açiklanabilir mi? Bence evet. Aleviliktede tipki Kadim Misirda oldugu gibi topluma açik olan ve açik olmayan bilgiler vardir. Bu bilgilerden açik olanlari toplumca bilinir, yasanir, yasatilir. Açik olmayanlar ise DERGAHLARDA sadece Pir ve Dedelerden olusan elit bir tabakaya (sayet o bilgileri almaya hak kazanmislar ise) seviye seviye, yavas yavas, belirli sembol, rakam ve deyislerle, sozlerle aktarilirdi. Bu gelenek yuzlerce yil Anadoluda Alevi erkaninin islevliligini kaybetmesinden once boyle suregeldi. Bugun bile Alevi inanci halen bu elit tabakanin sahip oldugu bilgileri, sirlari, açilimlari bilmiyorlar. Alevi halki ise kendilerine kapali olan bu bilgilerden dolayi sadece kendilerine verilenler ile yasayagelmislerdir. Sirf bu kapalilik gelenegi nedeniyle bugun milyonlarca Alevi inançlarinda var olan "Devriyeyi, Teslisi, Tevhidi" bilmiyorlar. 



Alıntı
Ezoterizmden söz ettiğimizde bunun kapsamında bulunması gereken zorunlu öğelerden en önemlisi inisyasyon (tekris) uygulamasıdır. Niteliği her ne olursa olsun, öğretinin derecelere bağlı olarak aşama aşama verilmesi gereklidir. Üstelik bunun doğrudan değil, simgeler, alegoriler ve özdeyişler kullanılarak aktarılması da gereklidir.

Degerli Adam, Alevilikte bilgilerin elit tabakaya asama asama, alegoriler ve ozdeyisler ile aktarilmasindan daha çok ne var? Bu belki Masonlukta oldugu gibi ayni teknik ile yapilmaz ama assagida verecegim ornek siirsel bir anlatim ile aktarilmis ozlu deyislerden olusan belirli sirlari asama asama aktarmayi denemis anlatimlardir;



Bir kandilden bir kandile atıldım
Turab olup yeryüzüne saçıldım
Bir zaman Hak idim, Hakk ile kaldım
Gönlüme od düştü yandım da geldim
Sah Hatayi


Bir Kandilden bir Kandile atildigini soyleyen Sah Hatayi bilgilerin kendisinede aktarildigi elit tabakadandir. Bu elit tabakaya girmis Hatayi artik sahip oldugu bilgileri sirli, bilmeceli dizelerle siirsel yetenegininde olabildigince kullanildigi bir dil ile aktarmakta; 

Bu dizede aktarilmak istenilen yasamin gunesten dunyaya gelmesi olabilir.
Gunesten Dunyaya atilmak olarak algilanabilir.
17 Temmuz 1487'de dogmus olan Hatayinin yaklasik 500 yil once dunyaya yasamin Gunesten geldigini aktardigini dusunebiliyor musunuz?
Sahi, dunyanin varolusunun Gunesteki patlamalar ile basladigini bilim ne zaman kanitlayabildi?
Siirde geçen bir kandilden bir kandile atilmak (kandil gunes, gezegen anlamlarini aliyor) gunesten dunyaya gelmeyi açikliyor.
Simdi ayni anlatimi yani, yasamin gunesten geldigini baska bir deyisten okuyalim;

Katre idim şimdi ummanlar oldum
Arştaki kandilden nurdan gelirim
Kul Nesimî


Buradada goruldugu gibi;
Arstaki kandil = Gokyuzundeki Gunes
Ummanlar olmak =Okyanuslar Olmak'tir.

Arstaki kandili anladik. Peki neden "Ummamlar olmak" Neden Okyanuslar olmak. Simdide dunyanin var olusus seruveniyle bilimi oncumuz alarakbuna bakmaya devam edelim;

Patlamanin ardindan olusan parçalardan biri olan dunya baslangiçta hizla donen gaz ve toz bulutudur. Bu gaz ve toz bulutu zamanla kuçulmeye ve yari sivi hale gelmeye baslar. Dunya çok sicak kayalardan olusan ve hizla donen bir topa donusur. Hizla donen dunyanin yuzeyi saguyup katilasarak sert bir kabukla ortulur. Meteorlarin dusmesi, Volkanik hareketler, saguyup isinma, zamanla dunyaya farkli bir atfosfer olusturur. Olusan ortam ve sartlar Hava, su, toprak ve atesi tamamlar. Yer kurede isinin dusmesiyle sikisan su buharlari çok yogun yagislar halinde yine yerkureye duser ve boylelikle Okyanuslar olusur. Okyanuslarin olusumuyla ilk canlilarin olusacagi ortam hazirlanir.

Halkin bilmedigi, halka kapali olan bilgileri almaya hak kazanmis Alevi elit tabakasi bu bilgileri sureklilik içinde belirli sifreler ile anlatagelmislerdir. Assagida Sirri'nin anlatimiyla devam edelim. Sirri nihayet gunesdeki patlamanin ardindan dunyada olusan maddeleri açiklamakta. Bu patlamanin ardindan dunyada olusan "Ates-Su-Toprak ve Hava" ya deyinmekte. Kendi ruhunun ilk defa bu dort elementi elbise olarak giydigini soylemekte.



Anasırdan bir libasa büründüm
Nar’ü, hak’ü, bad’ü, ab’dan göründüm
Siri

Çar Anasır: 4 kuvvet
Libas: Elbise
Nar: Ateş
Hak: Toprak
Bad: Rüzgar, hava
Ab: Su

Yine Yunus Emre bir deyisinde su sirlarini bizlerle paylasmakta. Varolus sirasinda Isigin her yeri kapladigini anlatmakta.

Yedi gök yaratıldı IŞIK ile bünyad oldu
Toprağa nazar kıldı, aksırıp durugeldim.
Yunus Emre


Iste Kul nesiminin bir katreden ummanlar olmaktaki kastida budur. Bu tamamiyla varolusa inanilmaz bir bilimsel açilimdir. Var olusunu bu sekidle tamamlayan dunya kelimenin bir anlamiylada gunesten dogmustur. Alevi felsefesinin "cemre yada kozi" olarak adalandirdigi bu olayin ardindan dunyada evrimlese evrimlese Sudan bitkiler, hayvanlar ve insanlar ve diyer yasam formlari olusmustur. Iste, Arstaki Kandilden gelme olayinin anlattigi olay tamda bu olaydir. Ana neden, baslangiç belkide inanmasi zor ama dunyaya hayat verip insanlarla canlilarin olusmasina ve bunlarin yasamasi için gerekli sartlarin tamamlanmasina neden olan Uzaydaki gunesin olusum sureci ve sonrasidir.

Hakkın gevherinden Arşın Nur’undan
Ondan hâsıl oldu Güruh-u Naci
Kul Himmet

Kul Nesimi yukaridaki deyisinde Guruhu Nacinin (Alevilikte ilk insanlarin) Gunesin Nurundan geldigini soylemekte. Burada vurgu yapilan yasamin gunesten geldigi, daha dogrusu dunyanin olusum surecinin gunes ile basladigi ve bittigidir.


Sevgili Adam, Alevilikte halka kapali olup sadece elit tabakanin bildigi bunca sir, bilgi, ogreti Onun aslinda kapali bir sirlar ogretisi oldugunu gostermez mi? Butun bu deyislerde yuzlerce yil olce aktarilmaya çalisilan ezoterik sirlar degil mi?


Alıntı
Tapınakçılar katedral inşa etmemiştir. Kendi kiliselerini inşa ettirmişlerdir. Katedral, bir kilisenin özel bir biçimidir; daha ileri, yönetimsel nitelikli bir işlevi vardır.

Bir Katetrali bir Hiristiyan kilisesinden ayirt edecek o kadar çok radikal aykirilik gordum ki anlatamam. Bu aykiriliklardan en bastakiler Katatrallerin kiliselerde asla rastlanmacak seytana benzetilen heykelcikleri, eski Misir inancindan gelen sembolleri, Maria Magdelenaya ait figurleri sayilabilinir. Son donemlerde Avrupa Katettrallerine daha sonralari monte edilmis olan seyler (gunah çikarma kabinleri) disinda çok fazla hiçbir benzerlik bulamiyorum.


"İki şey arasındaki birtakım benzerliklere bakarak hemen bir özdeşleştirmeye girişmek yanlış bir tutumdur." demissiniz. Tamamiyla katiliyorum.


Degerli Adam, bu çalismadaki amaç tabiyki iki sey arasindaki benzerlikten yola çikarak birini diyerine ozdeslestirme degildir. Bu tamamiyla sizinde deginiz gibi yanlistir. Aleviligin sadece Masonluk disinda o kadar çok inanç ile benzer noktalari var ki bunlari tek tek islemek imkansiz. Ayni sey Masonluk içinde geçerli olabilir. Bir inancin baska bir inanç ile arasindaki benzerlikler (ki her ikiside içrek bir kokenden geliyorsa) ayni çesmenin suyunu farkli cografyalardan, farkli taslar ile içmekten ileri gelebilir. Buna birde zaman farkli, kultur farkli, sosyal-ekonomik ve egemen din ile ulke, eski inanislardan alinan ve hatta komsu kulturlerden etkilenilenler bile eklenilebilinir. Benim bu çalismalardaki amacim; inancimin kokenine Ona etki etmis inançlarida dikkate alarak inebilmek. Yazilarinizda dikate alacagim çikarimlar var. Verdiginiz bilgilerden dolayi tesekkur ederim.

« Son Düzenleme: Temmuz 07, 2011, 12:44:36 öö Gönderen: Karan »


Temmuz 07, 2011, 08:13:13 öö
Yanıtla #25
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 886
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Karan,

Mümkünse açmanızı istediğim birkaç nokta olacak.
Alevilik mezhep din veya tarikat değildir, bir inançtır diyorsunuz.

Alıntı
Bir inancin ezoterik olmasi için halka kapali olmasi gerekir. Ama halka kapali olmasi, halkin ne oldugunu bilmedigine inanmamasi anlamina gelir mi? Benim bildigim (sayet yanilmiyorsam) Ezoterik inanç toplumlarinda iki kisim var.

Ardından bu inancı Masonluk inancı(?) ile karşılaştırma yoluna gidiyorsunuz.

Alıntı
Aleviligin sadece Masonluk disinda o kadar çok inanç ile benzer noktalari var ki bunlari tek tek islemek imkansiz. Ayni sey Masonluk içinde geçerli olabilir. Bir inancin baska bir inanç ile arasindaki benzerlikler (ki her ikiside içrek bir kokenden geliyorsa) ayni çesmenin suyunu farkli cografyalardan, farkli taslar ile içmekten ileri gelebilir.

Olası yanlış anlaşılmaları engellemek için bu kısmı detaylandırır mısınız?

Saygılar


Temmuz 07, 2011, 08:26:30 öö
Yanıtla #26
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Karan'ın bu açıklamalarını sevdim.

Sanki bu benim bir sorgulamam üzerine Alevilik bakımından bir savunma gibi olmuş ama olsun, sevdim.

Alevilik toplumda Sayın Karan'ın belirtmiş olduğu gibi bilinmiyor; tanınmıyor. Bu bakımdan belki Masonluk ile bir nitelenme birliği paylaşımı var. Daha birçok kurum ya da örgüt vardır kuşkusuz aynı durumda olan...

Acaba Sayın karan'ın belirtmiş olduğu üzere Aleviliğin o üst düzeyindeki oluşum gerçekten de kendisini koruyor mu? Bakıyorum da Sayın Karan hep gelmiş geçmiş ozanların deyişlerinden örnekler vermiş. Elbette, Aleviliğin şayet o ileri düzeyinde bir ezoterik yapılanma varsa, orada dereceler, simgeler ve alegorilerle bezenmiş bir ritüel, törenler vb., Ezoterizmin gereği olan öğeler de olmalı. Olmazsa olmaz.

Acaba bunlar var olmasına var da gizli mi?

Yoksa bunlar tarihte vardı da, zaman içinde yitirildi ya da yozlaştırıldığı için terk mi edildi? Öyleyse, hangi Alevilikten söz ettiğimizi bilelim; tarihtekinden mi, günümüzdekinden mi.

Ben bu soruları öne sürerken niyetim polemik yaratmak değil. Bilmiyorum. Gidip kenrdi başıma bir araştırma yaparsam öğrenirim belki. Ancak burada tartışma yoluyla bir bilenden öğrenmek çok daha iyi.

Ezoterizmin olmazsa olmazları var. Üstelik bu sistemin bir geçmişteki nitelikleri, bir çağmızdaki durumu, bir de çağın gerekleri uyarınca olması gerekeni var. Ben Sayın Karan'ın Alevilik ile bağlantılı olarak belirttiklerini bu kalıplara oturtamıyorum. Bir uyumsuzluk var. Bilgim yetmediği için bu uyumsuzluğun nasıl giderilebileceğini bilemem.

Sakın yanlış anlama olmasın. Aleviliği asla küçümsemiyor hatta eleştirmiyorum. Dahası, öğreti açısından değil Ezoterizm açısından birtakım İslâm tarikatlarıyla (Bektaşîlik, Mevlevîlik, Melâmîlik gibi) nasıl ve nerede buluşup, niçin ve nerede ayrıldığını anlamanın da yararlı olduğunu düşünüyorum.

Bir de şunu öneriyorum: Kurumların kullanmış oldukları sikgelere ya da bennim nitelendirdiğim üzere süsleme öğelerine bakarak aralarında bağlantı kurmaya girişmeyelim çünkü öyle yapınca konuyu içinden çıkılmaz bir biçime getirebiliyoruz.

(Ben bu satırları yazarkan Sayın Ozkann bir ileti gönderdi. Onun belirttikleri saklıdır.)



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Temmuz 07, 2011, 12:02:11 ös
Yanıtla #27
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 342
  • Cinsiyet: Bayan

Hacı bektaş veli ve avanesi icin uçarak gelenler denir.
Hacı bektaş-ı veli'nin Anadoluya gelişi ise Birçok Alevi-bektaşi klasik eserinde anlatılır..

Şimdi bu ortak anlatıyı size sunmak istiyorum:

".....Bundan sonra Hünkar Rum ülkesine yürüdü. Elbistan da Ashabı Kehf mağarasına uğradı. Orada bir Erbain çıkardı, Kayseriye doğru yola çıktı.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Rum ülkesine yaklaşınca mâna aleminden Rum erenlerine, esselamun Alyküm Rumda ki erenler ve kardeşler diye selam verdi. Bu sırada Rum ülkesinde, Eliyedi bin Rum ereni sohbette meclisde idi. Rum’un gözcüsüde Karaca Ahmet’di.

Hünkar’ın selam verdiği, Fatima Bacı’ya malum oldu. Bu kadın Sivrihisarda Seyit Nurettin’in kızıydı. Henüz evlenmemişti meclisteki erenlere yemek pişirmedeydi. Karaca Ahmet’de Seyit Nurettinin mürüdi idi. Fatima Bacı ayağa kalkıp Hünkarın bulunduğu tarafa döndü, elini göğsüne koydu üç kere Aleyküme selam dedi yerine oturdu.

Meclisdekiler bu hali görünce kimin selamını aldın dediler. Fatima Bacı Rum ülkesine bir er geliyor, siz erenlere selam verdi onun selamını alıyoruz dedi. Erenler dediğin er, nereden geliyor dediler. Fatima Bacı kendisi dedi, Horasan erenlerinden fakat şimdi Beyt-Allah tarafından geliyor.

Erenler ne yapmalı ki dediler, Rum ülkesine girmesin. Rum ülkesine gelirse ülkeyi o er alır, halkı kendisine muhip eder. Artık Rumda bize oyun kalmaz. Bir şey yapalımda Rum ülkesine sokmayalım. Bazısı kanat kanata gerelim, arş altında sidre yedek yolu keselim, Ruma girmesin dedi. Hepisi bu tedbiri uygun buldu, Vilayet kanatlarını birbirine çattılar yol bağladılar.


Hacı Bektaş-ı Veli Rum sınırına varınca yolun bağlanmış olduğunu gördü. Bismillah ve Billah dedi, Vilayetle bir sıçradı ulu arşın tavanına yetişti. Melekler elifi tacılle karşıladılar, merhaba dediler, sefa geldin ey peygamberin evladı Hacı Bektaş-ı Veli.

Hünkar oradan bir Güvercin şekline girdi, Uçarak doğruca Sulucakarahöyüke indi, bir taşın üstüne kondu. Mübarek ayakları hamura gömülür gibi taşa gömüldü. Rum erlerine bir heybettir düştü, O erin ülkeye girdiğini anladılar, yolunu bağlayamadık dediler. Karaca Ahmet’de sen dediler Rum ülkesinin gözcüsüsün bir bak bakalım ülkeye girmiş mi? Karaca Ahmet bir müddet murakabeye vardı sonra başını kaldırdı, Rum ülkesini baştan başa gözden geçirdi her mahluk eşi ile oturmada yalınız Sulucakarahöyük’de gövercin şekline girmiş bir er var, yalnız oturuyor onu görünce içime bir dehşet düştü, olsa olsa odur dedi.


Rum erenleri birisi doğan şekline girse de gidip onu avlasaydı. İçlerinde Bayazıt Sultan’ın halifelerinden Hacı Doğrul adında birisi vardı, Irak’dan Rum ülkesine gelmişti. Ayağa kalkıp izninizle ben gideyim dedi. Hemen doğan şekline girip uçtu. Gördükü Sulucakarahöyük de taş üstünde bir gövercin var. Olanca heybetiyle süzülüp üstüne inerken Hacı Bektaş insan şekline girdi, elini uzattı, doğanı tutup öylesine sıktı ki Hacı Doğrulun aklı başından gitti. Hünkar elinden bırakınca bir zaman yattı, aklı başına gelince kalktı, gördükü Hünkarın yanında. Hemen ayağa kalkıp peymançeye durdu, özür diledi. Sonra Hünkarın eline ayağına düştü, kem bizden kerem sizden dedi.


Hünkar ey doğrul dedi Er erin üstüne böyle gelmez siz bize zalim kılığında geldiniz, biz size mazlum kılığında eğer gövercinden daha mazlum bir mahluk bulsaydık onun şeklinde gelirdik. Hacı Doğrulun kisvesini tekbir edip başına giydirdi. Hacı Doğrul Hünkarım dedi bizden ve soyumuzdan ne kadar dişi ve erkek olursa hepside size ve size uyanlara nezrimiz olsun.

Hacı bektas veli turbesinden bazı alıntıları sunayım..

Hacı Bektaş Veli Türbesi (Pir Evi):

Türbenin cephesinde yan yana üç kemerli bir eyvan bulunmaktadır. Ortadaki büyük kemerin altındaki demir parmaklıklı çift kanatlı bir kapıdan içeriye girilmektedir. Buradaki kemerin üzerine çarkıfelek, 12 İmam’ı temsil eden altılı yıldız, ay ortasında teslim taşı motifleri işlenmiştir. Türbenin giriş kapısı mermer ve oyma olup, sonradan bunlar alçı oymalarla takviye edilmiş ve daha zenginleştirilmiştir. Kapının üzerinde yazıya benzer bir kabartma, balık motifi görülmektedir. Giriş kısmındaki mermer çıkıntılar üzerine de ikisi sağda, ikisi de solda olmak üzere dört güvercin kabartması eklenmiştir. Kapının en üst noktasına “Allah”, onun biraz altına sekiz defa yinelenen “El Hayy El Kayyum El Vâcid El Macid El Vâhid El Ahad” yazısı yazılmıştır.


I.Avlu (Nadar Avlusu):

I.Avlu Altın Avlu anlamında “Nadar Avlusu” ismiyle tanınmıştır. Bu avlu geniş bir bahçe görünümünde olup, girişin solunda bulunan “At Evi” ile sağ taraftaki “Ekmek Evi”nden günümüze herhangi bir kalıntı gelememiştir
Yaklaşık boyutlarıyla bir üçgeni andıran avlunun doğusunda, girişin sağında, Postnişin Feyzullah Dedebaba zamanında, Sadrazam Halil Paşa’nın eşi Fatma Nuriye Hanım tarafından yaptırılan Üçler Çeşmesi (Feyzi Baba Çeşmesi) bulunmaktadır.

Bu çeşmenin etrafı renkli taşlarla bezenmiş, üzerine de Arapça bir kitabe yerleştirilmiş ve üzerine de Mühr-ü Süleyman motifi eklenmiştir. Üçler Çeşmesi’nin biraz ilerisindeki kapıdan bugün yalnızca temel kalıntıları bulunan Ekmek Evi’ne geçiliyordu.


II.Avlu (Dergâh Avlusu):

Meydan Avlusu ismi de yakıştırılan II.Avlu (Dergâh Avlusu) düzgün taştan yapılmış ve bir çeşit avlu girişini andıran Üçler Kapısı denilen bir kapıdan girilmektedir. İlk yapılışında taş döşeli olan bu avlunun güneyinde Üçler Kapısının girişinde kare planlı bir havuz bulunmaktadır. Bu havuzun Üçler Kapısına bakan duvarı da üçgen bir alınlık görünümündedir. Bu üçgenin tepesine mermerden 12 dilimli bir Hüseyni tacı yerleştirilmiştir. Üçgenin havuza yönelik yüzünde de 12 mısradan meydana gelmiş bir kitabe bulunmaktadır.

Yakin devirde Hacı bektas velı ıle  ilgili bilgi veren kitaplara baktıgımızda  ve bu verdigimiz rakamlarin dogru oldugunu tahmin edilırse  Hicrî 606 - 669, milâdî 1209 - 1270 yillari arasinda yasamis ki, bu Mevlânâ ile akran demektir, çagdas demektir. Zâten menâkibnâmelerde de onunla çagdas olduguna dair, birbirleriyle münâsebetleri olduguna dair rivayetler var.

 Eflâkî diye Menâkibül Arifîn'i Maarif Klasikleri arasinda nesredilmis olan, Mevlânâ'dan sonra yasamis, onun torunuyla çagdas bir yazar var... O Mevlânâ ile ilgili rivayetleri duyarak, çevreden toplayarak o eseri meydana getirmis.
Diyor ki: Kirsehir'de bir Sulucakarahöyük denilen yerde --simdiki Hacibektas kasabasi-- bir sahis varmis ve Mevlânâ'ya muhalif imis. Bir müridini, halifesini oraya göndermis. Demis ki: ''Git o Mevlânâ denilen adama, sor ki: Eger aradigini bulduysa, Rabbine kavustuysa, erdiyse, erenlerden olduysa; bu velveleyi, bu gürültüyü kessin!.. Bu gürültü ne?.. Bulmus, muradina ermis. Eger aradigini bulamamissa, bu gürültü niye?.. Bulamayan insanin bu gürültüsü iddia oluyor, palavra oluyor, gösteris oluyor, tantana oluyor. O da tasavvufta makbul bir sey degil... Git bunlari o zata söyle!'' demis.
Haci Bektas-i Velî'nin gönderdigi sahis Konya'ya gelmis. sormus:

''--Bu Mevlânâ nerdedir?..''

''--Falanca medresededir.''


O medreseye gitmis, kapisindan içeriye girmis. Mevlânâ o anda semâ' halinde...

Bir taraftan dönüyormus, bir taraftan da bir ilâhî söylüyormus ki, Türkçe'si söyle:

''Eger senin yârin, dostun, sevgilin yoksa, neden taleb etmiyorsun?.. Eger yârini, sevdigini, dostunu bulup ona kavustuysan niçin tarab etmiyorsun?..''
... ''Niçin o zaman da sevinç izhar etmiyorsun?.. Tenbel tenbel oturmussun da, kendi acâip halinin farkinda degilsin de, bizim halimize ne kadar acâip hal diyorsun. Halbuki, senin halin acaip... Yoksa kalk talep et, gayrete gel; varsa, sevincinden şıkır şıkır oyna!'' demek istiyor Mevlânâ... O zaman Haci Bektâs-i Velî'nin tenkidine cevap vermis oluyor.
(Tarab etmek, sevinmek )
Prof. Dr. M. Es'ad Cosanın
arastırmasından bir bolum eklersek..diyorki.
 Haci Bektâs-i Velî, onu sevenlerin söyledigine göre Arap soyundan, hattâ Peygamber Efendimiz'in evlâdindan... Yâni seyyid... Kendileri seyyid diyorlar, çok net olarak... O zaman tabii bir Arab'in kalkip da Türkçülük yapmasi olamaz.

Sonra Arap kültürüne reaksiyon olarak Kirsehir'de Türkçü bir cereyan baslatmis!?.. Bu masal, böyle sey olamaz. Mümkün degil böyle sey olmasi... Zâten, milliyetçilik cereyanlari 19. Asir'da çikmis. O asirda böyle bir miliyetçilik cereyani yok... Kavmiyetçilik çok günah, ayip diye düsünüyor herkes... Birçok kavimler bir potada erimis, birbirlerini kardes biliyorlar. Böyle bir sey bahis konusu degil... Simdiki az düsünen düsünürlerin fantazileri... Mümkün degil...

--Seyyid olmasi mümkün mü?..

--Mümkündür. Çünkü, Nisâpur Arap ordugâh merkezi idi zâten... Araplarin fütühat ordularinin karargâhi idi. Nisâpur'dan Arap oldugunu bildigimiz çok alim yetismistir. Meselâ, Hâce Abdullah-i Ensârî; yâni ensardan, Medine'den, Medine kabilesinden... Çok net olarak sülâlesini, seceresini biliyoruz Arap kavminden... Nisâpur'a yakin bir sehirden... Daha pek çok isimler verilebilir. Mümkündür, Haci Bektâs-i Velî de seyyid olabilir
Zâten Makalât isimli eserini Farsça degil, Türkçe degil Arapça olarak yazmistir. O devirde Farsça çok yaygin ve Haci Bektâs'in yasadigi zamanda bir çok kimse Farsça yaziyor. Divanda, devletin kademelerinde Farsça konusuluyor. Sonra Karamanoglu Mehmed Bey, ''Bundan sonra bargâhta, dergâhta Türkçe konusulsun!'' demis de, Farsça'dan öyle vaz geçilmis. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Konya'da - -biliyorsunuz-- Mesnevî'yi Farsça söylüyor. Böyle bir durumda Arapça eser yaziyor. Dogru... Demek ki, Arap irkindan ki, Arapça yazmayi uygun görmüs.

Ne zaman yasamis?.. Çesitli rivayetler var, onlari inceliyoruz. Burda detayi var, o detaya sizi sokmak istemem, yormak istemem. Mevlânâ ile çagdas...

Tarikatlarin tekkelerinde tomarlar vardir. Böyle tomar halinde dürülmüs, deri veya çok saglam kâgit üzerine yazilmis secereler vardir. Yâni, bu makama kim geldi, ondan sonra kim geldi, ondan sonra kim geldi?.. Böyle sira ile yazilir ve intikal eder. Seyhinden halifesine, ondan ötekine intikal eder. Iste o tomar denilen bu secere kâgitlarinda verilen bazi rakamlar var.... O rakamlarin dogru olmasi mümkündür. Çünkü, o gibi evrak muhafaza edilmistir, korunmustur ve ordan alinmis olmasi mümkündür.

Altmisüç yil yasamis; milâdî 1209'da dogup, 1270'de vefat etmistir o kayitlara göre... Biz bunu birtakim vakfiye kayitlarindan da tesbit ettik, yanlislari düzelttik. Baska tarihler söyleyenler var... 738'de ölmüstür diyenler var... Mümkün degil; çünkü, ondan kirk elli yil önce yazilmis vakfiye kayitlarinda merhum gibi ifadelerle bahsedildigine göre, demek ki ondan evvel ölmüs diye çikartiyoruz.

Yakin devirde onunla ilgili bilgi veren kitaplara bakiyoruz ve bu verdigimiz rakamlarin dogru oldugunu tahmin ediyoruz. Hicrî 606 - 669, milâdî 1209 - 1270 yillari arasinda yasamis ki, bu Mevlânâ ile akran demektir, çagdas demektir. Zâten menâkibnâmelerde de onunla çagdas olduguna dair, birbirleriyle münâsebetleri olduguna dair rivayetler var...

Özel hayatiyla ilgili çesitli rivâyetler var... Adi bile münâkasali... Bazi rivayetlerde adi Bektas... Bazilarinda Bektas isim degil lakab; adi Muhammed... Olabilir. Bektas çünkü, Türkçe bir isim... Kendisi Arap asilliysa, Muhammed diye ismi olabilir.

Horasan'dan geldigi kesin... Hacca gittigi kesin...

--Nerden kesin hacca gittigi?..

--Menâkibnâmeye bakarsaniz, inanmaya-bilirsiniz. Menâkibnâme'de yazdigina göre, seyhi Lokmân-i Perende denilen mübârek zât hacca gitmis. Hacda Arafat'a çikmislar. Arafat'ta müridlerine demis ki, ''Ah, simdi bizim Nisâpur'da arafe günü... Her evde bir faaliyet vardir. Tavalarda pisi pisirilir.'' Hanimlar bilirler bu isi... Hamur yapiliyor. Kizgin yagin içinde pisiriliyor. Zeytin yaginda piser, peynirle güzel olur. Lokmân-i Perende, ''Nisâpur'da bugün ne güzel pisi pismistir, arafe günü bayram için hazirlik yapilmistir.'' filân deyince; Haci Bektâs-i Velî evliyalik yoluyla seyhinin Arafat'ta böyle dedigini duymus. Horasan'dan almis eline bir tabagi, hoop gelmis Arafat'a, pisileri getirmis seyhine... Tabii bu menkabe, böyle yaziyor Menâkibnâme... Ondan dolayi adina haci demisler.

Ama biz eserini inceledigimiz zaman, hac yapilan yerlerle ilgili o kadar canli tasvirlerde bulunuyor ki, o diyarlari gezmis oldugu anlasiliyor. Bir kaç defa da hac yapmistir hattâ... Hem de sunu söyleyeyim, su zamanda hacilik kolaydir amma, o devirde hacilik çok zor oldugundan, çok kiymetli bir unvandir. Herkes hacca gidemez. Osmanli padisahlarindan hacca giden bir tek fert yoktur. Belki vekil göndermislerdir amma, kendisi gidememis. Herkesin gitmesi kolay degil...

Seyh oldugu da, mürid yetistirdigi de, tasavvufu bildigi de kesin olarak ortada... Haci Bektas-i Velî'nin bagli oldugu tarikat Yeseviye Tarikati'dir. Altini kirmizi ile üç defa, bes defa çizerek kesin olarak söyleyebilirsiniz. Bütün münakasalarin ötesinde kesin bir gerçektir. Neden?.. Ahmed-i Yesevî'nin Fakirnâme'sini bulduk. Ahmed-i Yesevî'nin Fakirnâme'si ile Haci Bektâs-i Velî'nin Makalât'inin bir bölümü tamamen ayni. Bin kelimeden sekiz on kelime farkli; o kadar ayni... Ötekiler de nüsha farkidir, kâtibin hatasidir filân. Ufak tefek degisiklikler...

Demek ki, tamamen Ahmed-i Yesevî'nin fikirlerini bu tarafa getirmis bir kimse... Yeseviyye dervisi oldugu muhakkak... Ama, Ahmed-i Yesevî ile kendisinin arasinda uzunca bir zaman var... Bu arada silsilenin halkasinda kimler vardi?.. Bir Lokman-i Perende ismi geçiyor. Perende Farsça, uçan demek... Peri de, kanatli uçan seylere deniyor; melek mânâsina... Lokman-i Perende demek ki, evliyalik yoluyla uçan bir kimse oldugu için o ismi almis.

Fikir yapisi bakimindan tamamen Ahmed-i Yesevî'ye bagli... Ahmed-i Yesevî de biliyoruz ki, Abdülhalik-i Gücdevânî Hazretleri'nin halifesi... Yâni Naksiligin ilk devresi olan Hacegâniyye tarikatindan... Naksî diyebiliriz Ahmed-i Yesevî'ye... Tabii Bahaddin Naksibend daha sonra yasadigi için, Naksîlik ismi sonra çikiyor ama ayni kökten... Abdülhalik-i Gücdevânî'den... O zaman Haci Bektas-i Velî de Yeseviye tarikatindan olunca, Naksîlerle amcazâde oluyor, akraba oluyorlar, yakin oluyorlar; kesin...

Onun için, yeniçerileri kaldirdigi zaman padisah Ikinci Mahmud, Bektasî tarikatini da kapatmis ve ondan sonra da, ''Bu Bektâsîler namaz kilmiyor.'' diye, Bektasî tekkelerine Naksî seyhler tayin etmis. Yâni onlar isi aslina döndürsün diye... Onun üzerine bazi Bektâsî babalari da biz Naksîyiz diye müracaat edip, aslinda Bektâsî oldugu halde Naksî imis gibi, tekkelerini alanlar da olmus.


Bu namaz kilmama meselesi gerçekten var... Hacibektas kasabasina gittim, kütüphanelerini inceledim. Dergâh... Mevlânâ'nin Konya'daki dergâhi neyse, onun gibi; sahâne, çok güzel mimarisi olan, iç içe avlulari, havuzlari olan çok güzel bir yer...

Iki tane cami var... Birisi dergâhin içinde sonradan yapilmis; onun için, Naksibendî camii deniliyor. Bir de asagida cami varmis; orda namaz kilinmiyordu benim gittigimde... Dergâh içinde kiliyorduk biz vakit namazlarini... Alti kisi kiliyorduk, onu bildireyim size: Birisi bendeniz, ben fakir; ikincisi imam, üçüncüsü müezzin, dördüncüsü savci, besincisi hakim, altincisi da Toprak Mahsulleri Ofisi müdürü Elazig'li Mehmet Bey... Hani beldenin Haci Bektas'in çevresindeki ahalisi?.. Kimse camiye gelmiyordu yâni... Bizim gördügümüz o...

Siilik ve batinîlik isnadi var Haci Bektâs-i Velî'ye... ''Haci Bektâs-i Velî Alevî idi; Sia akîdesine, tevellâ ve teberrâya kail bir insandi.'' Tevellâ demek, Hazret-i Ali Efendimiz'e ve onun evlâdina dost olmak... Teberrâ da onun muhaliflerine düsman olmak; Ebûbekir ve Ömer ve Osman'i (ridvânullahi aleyhim ecmain) defterden silmek, aleyhinde olmak filân gibi bir takdir, uygulama... Iran'da var bugün...

Böyle oldugunu söylüyor Ord. Prof. Fuat Köprülü söylüyor. Gel de inanma, koca ordinaryüs profesör söylemis diye... Ama dogru degil!.. Çünkü inceliyorum ben... Nerden söylemis, arastiriyorum. Diyor ki: ''Makalât'in manzum tercümesinin basinda böyle bir ifade var... Bakiyoruz aslinda yok... Sonradan baskasi oraya bir seyler yazmis, böyle sanilmis. Hadi o sonradan ilâve ama, yine aslinda acaba böyle bir görüs olabilir mi?..

Eserine bakiyoruz; eserinde Sahâbe-i Kirâm'in hepsine hürmet var, ayirim yok... Namaz var, oruç var, zekât var, hac var... Helâli helâl biliyor, harami haram biliyor. Seriatin emirlerine bagli oldugunu açikça ifade ediyor. ''Bunlardan birisi eksik olursa, insan Allah'a ulasamaz!'' diye açikça söylüyor.
Demek ki, dogru degil!.. Bunun da altini çizerek, kesin olarak, patentli, isbatli söyleyebilirsiniz ki, öyle degil... Seriatin ahkâmina bagli, saygili, namazli niyazli bir kimse olarak görünüyor, eserinde... Video kalmamis ki onun zamanindan, bilelim. Eserini en önemli kaynak olarak görüyoruz. Baskalarinin sözlerini duydugumuz zaman, incelemek kaydiyla aliyoruz. Eserindeki fikirlerini önemli görüyoruz.


Haci Bektâs-i Velî'nin Eserleri:


1. Kitâbül Fevâid': Kitâbül Fevâid; böyle güzel, faideli bir takim paragraflarin içinde bulundugu bir eser demek... Bu paragraflara bakiyoruz, bazilarinda Haci Bektas'tan sonra yasamis insanlarin bile sözleri var... Demek ki, Kitâbül Fevâid onun degil... Ama bazi paragraflara bakiyoruz, Haci Bektas'in kesin eseri olan Makalât'taki bazi bilgiler, orda aynen var... Demek ki Kitâbül Fevâid onun olabilir; ama sonradan ilâveler yapilmistir, karistirilmistir.

Tabii biz edebiyat tarihçileri olarak meslegimiz bu... Biz müellifin yazdigini bulmaga çalisiriz, ilâveleri atmaga çalisiriz. Asil nüshayi bulamazsak, dedektif gibi onu kurmaga çalisiriz. Ipuçlarindan, küçük mozaik parçalardan birlestirmege çalisiriz. Arastirmama göre, Kitâbül Fevâid'in bir kismi Haci Bektâs-i Velî'nin olabilir diyorum.

2. Fatiha Sûresi Tefsiri: Tire Kütüphanesi'nde var dediler. Ben fakir de o kadar zahmet çektim, Tire'ye gittim. Kütüphaneyi aradim taradim, bulamadim. Yok... Baska güzel seyler buldum ama, onu bulamadim. Sonradan birisi bu eseri nesretti. Aldim okudum. Ama, bu Fatiha tefsirinin Haci Bektas'a ait oldugunu gösteren hiç delil yok... Hiç bir delil yok!..

3.Sathiyye: Sathiyye demek, herkesin anlayamayacagi gizli, esrarli bir takim sözleri tekerleme halinde söylemek demek... Böyle bir eseri var... Ama o da çok küçük, yâni bir sayfalik bir sey... Onun da açiklamasi filân tarzinda... Onun da yerini söylemedikleri için ben bulamadim, doçentli tezi yaparken... Onu bulan, sahis Gölpinarli... Gören sahis yerini söylemedigi için, biz bulamadik. Ama muhtevasi çok bir seyler getirmiyor bize... Kendisi nihayet bir sayfalik bir sey... Onun üzerine açiklamalar yapilarak, bir eser meydana gelmis. Baskasinin eserinin içinde bazi satirlar halinde...

4. Haci Bektâs-i Velî'nin Nasihatleri:

Yok böyle bir sey... Inceledim, hepsi apokrif, gayr-i mevsuk, ona isnad edilmis eserler oluyor.

5. Makalât-i Gaybiyye Kelimât-i Ayniyye diye bir eseri oldugu söyleniyor. Siirleri oldugu söyleniyor; inceledim, Haci Bektâs'in devrine ait dil ve uslûb degil...



Simdi Haci Bektâs-i Velî hakkinda kimisi diyor ki: ''Bu Haci Bektâs-i Velî sarkik biyikli bir samandi. Içki içerdi, söyleydi, böyleydi... Tam orta Asya'nin samanizmini getirmis, Kirsehir'de uygulamistir.'' Kimisi de diyor ki: ''Hayir, o Haci Bektâs-i Velî idi. Hakikaten evliyâdan bir kimseydi, namazli niyazli bir kimseydi.'' diyor. Senin delilin ne, senin delilin ne?..

Haci Bektâs-i Velî hakkinda, ''Nasil bir insandir, onu anlamak için bir Makalât'i var elimizde... Makalât'ini iyice okursak, iyice tahlil edersek; Haci Bektâs-i Velî'nin nasil bir insan oldugu ortaya çikar. Ben de öyle yaptim. Hattâ ilk basta bunu bazi gazetelerde makale olarak yazdim.

Komik bir sey anlatayim size: Hacibektas kasabasina gittim. Ilkönce bizi ögretmenler lokaline filan davet ettiler. Sonra baktilar ki, sakalli filân... Pek sey olmadi. Nihayet ofis müdürü Mehmet Bey bize yakinlik gösterdi. Ben bir lokantaya gidiyorum, yemek yiyecegim; kirmizi saraplar, beyaz saraplar, votkalar, rakilar... Her masada var... Kasketli adam, yamali elbisesiyle geliyor, onlardan içiyor. Içki kokusundan bogulacaktim, peynir ekmekten baska bir sey yiyemedim.

Ofis müdürü geldi diyor ki, --kulaklari çinlasin sagsa, öldüyse Allah rahmet eylesin-- ''Hocam, zâten Bektâsîlerle Haci Bektâs-i Velî ayni degilmis. Haci Bektâs-i Velî içki içmezmis, içkinin aleyhindeymis. Ben Tercüman gazetesinde okudum.'' diyor. Ben hiç ses çikarmiyorum, ''O yaziyi yazan benim!'' demiyorum. Desem, baskalari da bilse, belki iyi olmaz diye...

Haci Bektâs-i Velî, bizim sünnî inancimizi sergiliyor bu kitapta... Siî oldugunu, Alevî oldugunu gösteren bir sey yok... Namaza saygi var, hacca saygi var... Hacci çok ballandira ballandira anlatiyor. Görmüs bir insanin canli anlatimiyla anlatiyor. Zekâti, cihadi, seriatin emirleri neyse onlari güzelce anlatiyor. Yâni, seriatçi... Bazilari üzülecek ama, Haci Bektâs-i Velî seriatçi... Yunus Emre nasilsa, Mevlânâ nasilsa, o da öyle bir kimse... Yâni üçü arasinda bir fark yok...

Bazilari söyle bir temâyül içinde, davranislari söyle: Yunus Haci Bektas'in dervisiydi veya onun yanina gitmisti, gitmemisti... Yok, gitmemistir; Yunus baska bir insan!..'' Yunus'u Haci Bektas'tan uzaklastirmak istiyorlar, Bektâsîlikle ilgisi olmadigi için... Halbuki, Yunus'la Haci Bektas arasinda çok net bir benzerlik var... Yunus'un siirleri, Makalât'taki fikirlerin manzum sekli... Hele hele Yunus'un oldugu sonundaki imzasindan ve tarihinden belli olan Er-Risâletün Nushiyye'si, tamâmen Makalât'in bir bölümünün manzumudur. O kadar... Ve Yunus'un kullandigi terminoloji, tabirler, terimler tamâmen Makalât'in aynidir. Makalât'i okumayan, Yunus'u anlayamaz.

Geçen sene Yunus yiliydi ya, ben Yunus'u anlatanlara bakiyordum, gülüyordum. Yunus'u anlamak için, Haci Bektas'in kitabini okumak, bilmek lâzim!.. Dört kapi nedir, kirk makam nedir, üçyüzaltmis menzil nedir?..

Seriat, tarikat yoldur varana,
Ma'rifet, hakîkat andan içeru...

Buyur bakalim anlat hocaefendi!.. Anlayamaz. Peki, sayin Profesör sen anlat!.. Anlayamaz. Neden?.. Makalât'i okuyacak, o zaman anlar. Tamâmen bu kadar bir fikir baglantisi var... Haci Bektâs-i Velî ile Yunus hakîkaten birbiriyle ilgili...

Haci Bektâs-i Velî diyor ki: Kul, Allaha 40 makamda erer. Bu kirk makamin onu seriattadir. Yani ilk okul. Onu tarikattadir, yani ortaokul... Onu ma'rifettedir, yâni lise... Siz anlayasiniz diye, onlar liseyi filân bilmezlerdi; siz biliyorsunuz. Onu da hakikattedir, yâni üniversite, yüksek tahsil... Diyor ki, ''Bu kirk makamin birisi eksik olsa, is tamam olmaz. Kirkinin da eksiksiz, tam takim mevcut olmasi lâzim!..'' Buna bastirarak söylüyor Haci Bektâs-i Velî...

Ve misal veriyor: ''Bir insan bir farzi inkâr etse olmaz!'' diyor. ''Hacci kabul etmese olmaz!'' diyor. ''Namaz kilmasa, oruç tutmasa olmaz!'' diyor. Simdi sen buna nasil saman diyebilirsin?.. Bu fikirleri böyle bastira bastira söyleyen bir insani, nasil baska bir yafta ile lekeleyebilirsin?..

--Efendim, Bektâsîler içki içiyorlar...

Haci Bektâs-i Velî'yi anma gününde kupalar yetmiyor, kova ile sarap dagitiliyor. Kirmizi sarap mi istersiniz, beyaz sarap mi istersiniz?.. Kova kova, masrabayi daldir, küp küp...


Haci Bektas diyor ki bu kitabinda, ''Bir kuyunun içine bir damla süçi damlasa...'' Süçi ne demek?.. Içki demek, eski Türkçe... Eskiler süçi içip, esirirlerdi. Esrimek, sarhos olmak demek... Osmanlilar da sarap içip, sarhos oluyorlardi. Kimisi küfelik olmak üzere... Tabii hepsi degil de... Kelimeler devirlere göre degisiyor.

''Bir kuyunun içine bir damla içki damlasa, kuyunun bütün suyunu murdar eder; çünkü haramdir.'' diyor Haci Bektâs-i Velî... Ne yapmak lâzim?.. Kuyunun suyunu disariya çikartmak lâzim!.. Kova kova dökeceksin disariya, kuyunun suyunu bosaltacaksin. ''Ve...'' diyor, bakin içki hakkindaki kanaatine: ''Ve bu sularin disariya döküldügü yer yeserse, çimen bitse ordan islak oldugu için... Ve o çimenden koyun yese, takva ehli insanlar o koyunun etini bile yemezler!'' diyor. Ben demiyorum, Haci Bektâs-i Velî diyor. Ben desem normal, sakalliyim ben... Ama, Haci Bektâs-i Velî diyor!..

Aslinda hangi otu otlarsa otlasin, --baskasinin tarlasindan otlamamak sartiyla, haram olmamak sartiyla-- koyunun eti helâl olur. Ama takvânin mübalagasini söylüyor, haramligini net olarak ifade ediyor.


Sonra Haci Bektâs-i Velî'nin çok üzerinde durdugu sey, güzel ahlâk... ''Insan ahlâkli olmali!'' diyor. Güzel ahlâki da; tevâzudur, sabirdir, sükürdür ve sâiredir diye sayiyor. ''Insanin içinde güzel ahlâk olmali, kötü huylar insanin içinden çikmali!'' diyor. ''Hased gibi, buhul gibi, cimrilik gibi, gazab gibi --hani sinirlilik, asabîlik, hop inmek, hop binmek, patlamak, tabaklari çanaklari havada uçurup kirmak vs.-- huylar da kötü huylardir. Bunlar insanin içinde olsa, disini kaç defa abdest alip yikarsa yikasin temiz olmaz, yine murdardir.'' diyor Haci Bektâs-i Velî...

''Bu kötü huylarin insanin içinden çikmasi lâzim!.. Murdar olur bunlar çikmazsa...'' diyor. ''Çünkü,'' diyor, misal veriyor okuyuculari anlasinlar diye: ''Bir sisenin içine içki koysalar, agzini berkitseler, --berkitmek, simsiki kapatmak demek-- simsiki kapatsalar, deryanin kenarina götürseler yikasalar, yikasalar, yikasalar... Isterse on yil yikasinlar, yine temiz olmaz. Çünkü içi içkidir, murdardir.'' diyor. Içki hakkindaki görüsü bu... Yâni, en önemli seylerden birisi...


Iste Haci Bektâs-i Velî'nin tasavvuf anlayisi bu... ''Sadece namazi, orucu, hacci, zekâti yapmak yetmez; sadece dünyaya sirt çevirip, ahirete ragbet edip, tarikatta zikir çekip ibadet tâat yapmak yetmez; insanin ma'rifet ehli olmasi lâzim!.. Allah'i tanimasi, Allah'i taniyan bir insan olmasi lâzim; ondan sonra da Allah'i seven, Allah asiki bir kimse olmasi lâzim!'' diyor. tamâmen Yunus'un dedigi seyi söylüyor, tamâmen Mevlânâ'nin dedigi seyi söylüyor. Ve aski tasavvufî makamlarin en yüksegi olarak zikrediyor.


Tabii fikirleri hakkinda daha söylenecek çok seyler var ama, ben galibâ zamani yavas yavas doldurdum, harcadim. Sizin de sorulariniz olabilir.

Bir de benzetmesi var... Insan çok muhterem bir varliktir demek istiyor. Hazret-i Ali'den gelir bu söz... ''Insan küçük alemdir.'' diyor. ''Her bir insan bir alemdir, bir kâinattir. Senin vücudun, bedenin bir kâinattir. Dis alemde ne varsa, o da vardir. Iste disarda sunlar, sunlar var; senin vücudunda bu var... Bu var... Bu var...'' filân diyor. Meselâ, ''Yeryüzünde Kâbe var, senin de içinde kalbin var. O da Kâbe gibidir.'' diyor.

Bu benzetmenin nerden basladigini biraz arastirdim. Tâ, Muhiddin ibnil Arabî Hazretleri'nin eserlerinde görüyoruz bu benzetmeyi... O seyleri aynen almis.

Insanin çok muhterem bir varlik oldugunu, kalbinin çok önemli oldugunu, kimsenin kirilmamasi, üzülmemesi gerektigini, toprak kadar mütevazi olmak gerektigini, yetmisiki millete hor bakmamak gerektigini güzel ifadelerle anlatiyor.


Bizim bu Makalât'tan faydalanarak Kültür Bakanligi bir kitap hazirladi; Makalât'i vulgarize etti, halkin anlayacagi sekle getirdi. Birisi çikti Makalât'in fikirlerini sizin anlayacaginiz bir dille nesretti. Bilmiyorum piyasada mevcudu var mi?..

Sadelestirdi güyâ ama, Makalâti bilmek için çok seyler lâzim, kolay degil... Arapça bilmek lâzim, Farsça bilmek lâzim, Osmanlica bilmek lâzim... Islâm dinini bilmek lâzim, hadis-i serifleri bilmek lâzim... Ve tasavvufu çok iyi bilmek lâzim!.. Bir kelimeyi yanlis kullanirsaniz, çok yanlis noktalara gidebilir. Oralardan okuyabilirsiniz Haci Bektâs-i Velî'nin fikirlerini...


Özetlemek gerekirse, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin çagdasi olan, Horasan'dan gelmis, Nisâpur'lu, Peygamber Efendimiz'in sülâlesinden bir seyyid olmasi kuvvetle muhtemel olan --ben onu kabul ediyorum-- bir sâde, gösterissiz, mütevâzi, mübârek zâttir Haci Bektâs-i Velî... Sizin Islâm ve din anlayisiniz, Kur'an ve sünnet anlayisiniz gibi, bizim anlayisimiz gibi anlayisa yakin görüsleri olan ve ahlâka çok büyük önem veren ama, ibadetleri hor görmeyen, ibadetleri küçümsemeyen, ibadetleri ihmal etmeyen bir gerçek mübârek zâttir. Hakîkaten velî lakabi isabetle verilmistir kendisine; Haci Bektâs-i Velî'dir.

Tabii o öyleyken ondan sonra bu uygulamalar niye onun ana zihniyetinden farklidir?.. Çünkü Bektâsî tarikatinin asil kurucusu Haci Bektâs-i Velî degildir de, Balim Sultan'dan sonra gelisen baska zihniyette insanlarin katkilariyla olusan bir tarikattir. Umumiyetle böyle dinî bilgileri kuvvetli olmayan kimseler olduklari için, isin gerçegini dinde ve Kur'an-i Kerim'de oldugu sekilde anlayamayip, an'anevî olarak isi götürdükleri için, bizim bugün garipsedigimiz bazi seyler olabilir.


Soru:
Peygamberimiz'in devrinde seriatla tasavvuf bir arada yürütülüyordu. Tasavvufla siyaset iç içeydi. Bizde ise ehl-i tarik dünyadan soyutlanmayi hedef almistir. Bu konuda görüsleriniz nelerdir?


''Peygamberimiz'in devrinde seriatla tasavvuf bir arada yürütülüyordu.'' Dogru, katiliyorum. Tasavvufla siyaset iç içeydi. Yâni dinle siyaset, her sey beraberdi. ''Günümüzde ise ehl-i tarik, dünyadan soyutlanmayi hedef almistir. Tasavvuf erbabi dünyadan el etek çekmistir, soyutlanmistir.'' diyor; hiç öyle bir sey yoktur. Bu söz dogru degildir, bu görüntü dogru degildir. Islâm tasavvufunda bu yoktur.

Dünyadan soyutlanmak Islâm'dan önceki Hristiyan tasavvufunda, yahudilikte vardir. Ruhbanliktir bu... Yâni, dünyadan soyutlanmak, bir kenara çekilmek, ibadetle mesgul olmak, magarada yasamak, dagin basinda yasamak, daga kesis dagi adini vermek... vs. Bu hristiyanliktadir. Islâmlikta yoktur; çünkü, Islâm ve Kur'an-i Kerim ruhbanligi yasaklamistir. Ayet-i kerime vardir hakkinda...

Peygamber Efendimiz hadis-i serifte:

(Lâ rahbâniyyete fil islâm.) ''Islâm'da ruhbanlik yoktur.''demistir.

Onun için, böyle dünyayi terketmis bir Islâm mutasavvifi yoktur! Iddiali söylüyorum. Mutasavviflarin hepsi dünya ile ilgilenmislerdir; ama, dinî bir vazife olarak ilgilenmislerdir. Dünyaya deger verdikleri için degil, dünyalik için degil...

Dünyevî seylerle mesgul olmuslardir. Hayir hasenat yapmislardir. Mutfak çalistirmislardir, kazanlarla yemek pisirmislerdir. fukaraya kendi elleriyle dagitmislardir.

Savas oldugu zaman davullarla, bayraklarla seyhlerinin arkasindan cihada gitmislerdir. Her türlü aksiyonun içinde capcanli, dipdiri çalismislardir. Düsman geldigi zaman, en çok onlar mücadele etmistir. Kafkasya'da Seyh Sâmil meshurdur. Orta Asya'daki tasavvufî tarikatlarin Rus emperyalizmine karsi nasil direndigini, Rus arastirmacilar kitaplar halinde yaziyorlar. Çevrilmistir Türkçe'ye...

Bugün Bosna-Hersek'te çarpisan kimselerin çogu tasavvuf erbabidir, tarikat erbabidir. Kazeruniyye tarikati vardir; bayraklariyla savasa gitmislerdir.

Meselâ, Haçova Meydan Muharebesi'ne Semseddin-i Sivasî Hazretleri dervisleriyle beraber istirak etmistir. Savasin kazanilmasinda büyük payi vardir; tarih kitaplari yaziyor. Padisah atina binmis, gitmek isterken, atinin üzengisini tutmuslar, demislerdir ki: ''Gidemezsin padisahim! Merak etme, biraz sonra zafer olacak; simdi hezimet gibi görünen sey dönecek, korkma demislerdir. ve zafer öyle kazanilmistir.
.

Bıraz toplama ve kaynakca bılgılerı okuyalım ıstedım,kaynak zengınlıgı yapalım ki, arkasından bu bılgıler ve ıcınde gecen sembolık degerler..sayılar konusundada ayrıca bılgılerımızı bırlestırelım.
Hepinize sevgiler...


Temmuz 07, 2011, 03:47:12 ös
Yanıtla #28
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Karan'ın "alevilik dinler üstüdür" demesi biraz abartılı gibi geldi. Budizm'i incelerseniz aleviliğe(sufizm) yakın olduğunu görebilirsiniz. Semavi dinlere göre sufizm daha yukarıda olabilir. Ancak bütün dinlerden üstün olan bir şeyin tanımını kafamda yapamıyorum.
Tamam bende severim aleviliğin erdemlerini. Ancak günümüz aleviliği birazcık kafatasçılık da içerir. Sonradan alevi olamazsınız, ancak doğabilirsiniz. Bayanları kastetmiyorum elbette, onlar evlenerek alevi olabiliyorlar, tabi bir kaç ritüelden geçtikten sonra...

Sayın Karan alevilik yerine sufizm dese nasıl olur diye düşünüyorum.
Ayrıca çok sevdiğim Yunus Emreden de alıntılar yapmış teşekkür ederim. Onun yeri ayrıdır. Mevlana da büyük bir insandır. Ancak o piştim diyebilirken, Yunus miskin olduğunu bencile olduğunu garip olduğunu söyler.

Sanırım sembollerle ilgili Mayaları ve Aztekleri de incelemeden olmaz gibi geliyor. Kızılderililerin bu gün kullandığı çizgili başlıklar, tıpkı Mısırda ki gibi Güneş ışınlarının sabah ve akşam vakti yere düşmesi ile esinlenildiği söylenir. Mayalar ve Azteklerde de bu çizgiler görülüyor. Es geçilemeyecek kadar benzerlikleri vardır.

12 sayısına gelince, neden onluk sistemi kullanırız diye merak ediyorum. Belki de çok eski tarihlerde 12lik sistem kullanılıyordu. Kim bilir bazı şeylerin kökeninde bu vardır.


Ayrıca, burada olur olmaz bir çok tartışmaya girerek asıl konuşmak istediklerimden hiç birine girememiştim. Nihayet bir köşesinden ufak tefek girmiş oluyoruz bunun içinde sayın Karan'a teşekkür etmeliyim.


Fazla vakit bulup giremediğim için uzun uzadıya yazamıyorum özür dilerim.




Saygılarımla...

Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Temmuz 07, 2011, 03:49:18 ös
Yanıtla #29
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Sayın ADAM haklı...

Alevilik egzoterik kalmıştır.Ezoterik unsurları Bektaşilik üzerinden öğretiye dönüştürülmüştür.


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
Ezoterizm

Başlatan Kaan Ezoterizm

0 Yanıt
3971 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 28, 2008, 03:15:50 öö
Gönderen: Kaan
21 Yanıt
19177 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 23, 2019, 05:29:27 ös
Gönderen: vendor
0 Yanıt
3448 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 10, 2010, 12:33:05 ös
Gönderen: Halsond
16 Yanıt
19811 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 13, 2012, 08:37:06 öö
Gönderen: ceycet
3 Yanıt
8088 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 22, 2010, 10:42:13 öö
Gönderen: ceycet
4 Yanıt
10448 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 03, 2011, 02:35:13 öö
Gönderen: abezethibou
15 Yanıt
22111 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 24, 2012, 03:24:02 öö
Gönderen: Sifir
0 Yanıt
4897 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 26, 2011, 02:37:27 ös
Gönderen: Bireyci
0 Yanıt
3964 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 02, 2013, 01:34:43 öö
Gönderen: sad
4 Yanıt
3817 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 04, 2014, 09:23:23 öö
Gönderen: 38